7 Ocak 2008 Pazartesi

bayramın ilk günü...

bayramın ilk günü aile ziyaretleri yaptıktan sonra uçağa binmek üzere adnan menderes havaalanına gittim.
biliyorsunuz ben uçağa binmeden bayağı bir telaşlanırım. eskiden kalma bir korku diyelim.
o kadar yükseğe çıkıp, sonra aşağıya inmek insanda ister istemez bir tedirginlik yaratıyor.
bileti internet ortamından almıştım, o yüzden ne ile karşılaşacağımı da bilmiyordum. ilk defa internetten uçak bileti aldım.
neyse zamanından çok önce varmış olmama rağmen, bir ben tek değilmişim erken gidenler olarak.
havaalanında zaman geçmek bilmez. üstelik bir de uçaktan korkan pardon çekinen olunca!
uçağa bindiğimde yan tarafımda kimse oturmadığını gördüm. hem de en öndeydim. kim ile konuşacaktım, heyecanımı nasıl giderecektim?
hostesten bir bardak su aldım. bir de dergi aldım elime. bir de kafamda yeni konular buluyor onları sanki yazıyormuşum gibi düşünüyordum.
uçak kalkış pistine vardığında bütün elektrikler söndü. aman tanrım karanlıktaydım ve ne düşüneceğimi bilmiyordum.
hızlı bir şekilde hareket etti. pistin sonuna doğru hızlı bir şekilde giderken kendimi koltuğun arka tarafına iyice yaslanmış buldum.
gerilmiştim. hemen kalksa da bu gerilimden kurtulsam diyordum.
bir daha asla dediğim kaç kez oluyor onu düşündüm. her uçağa bindiğimde bu son demekteyim ama son olmuyor.
gökyüzüne doğru giderken bulutların arasından geçtik. Çünkü izmir o gün kapalıydı. yağmur bulutlarının arasında uçak sallandı, gürültüler çıkardı. sessizlik hakimdi uçakta. ara sıra çocuk sesleri geliyordu, anne uçak düşecek mi diye soran sesler. karşılık bulamıyordu. annenin sesini hiç duymadım uçak gökyüzündeki yüksekliğine ulaşana kadar.
türbülans olayına iyice alışmıştım. türk karayolları sağ olsun bana o konuda çok tecrübe kazandırdı!
otobüs ile giderken duyduğun sarsıntılar gibidir türbülansta. biraz daha şiddetlendi mi, izmir’de ki yaşadığım deprem kadar olamaz ya.
deprem deyince aklıma o sallantıda kendimi bir kibrit çöpü gibi hissetmem geldi aklıma.
hani çocuklukta kibrit kutusunu alıp kulağa yanaştırıp sallardık. sizi bilmem ama ben çok hoşlanırdım o kutudan çıkan sesi duymaktan.
işte kendimi o kutu içindeki çöp gibi hissetmiştim.
depremden çok uzaktayım ama hala içim sallanıyor gibi bir his duymaktayım. sallanmadan nasıl dururum. en azından sanal olarak sallanayım değil mi efendim.
sallantı deyince sanmayın sadece deprem sallıyor, yaşamın kendisi sallamakta.
hem de depremden daha güçlü.
hiç duymuyor musunuz yaşamın sizi salladığını?
yoksa alışkanlık oldu hiç hissetmiyoruz da diyebilirsiniz!
bizim dışımızda alınan kararlar yaşantımızı nasıl ters düz yapabiliyor?
kendi içi dünyasında yaşayan bir vatandaş bir anda bir savaşın tam ortasında savaş suçlusu gibi kalabilir!
olmaz mı demektesiniz?
biraz bir düşünün!
kendi halinde bir yahudi işçisi 1930 larda başına geleceklerden habersiz yaşıyordu, hatta geleceğini garantiye almak için ne hayaller kuruyordu?
ırak'ta sıradan biri bir anda karşısında amerikalıları görmesi ve onca yıldır yaptığı kariyer için özveriler?
örnekleri bir de kendi yaşantınızdan düşünün!
bütün birikimini bankaya yatırmış biri, bir duyuyor ki, bankası batmış!
maaşlarını beklerken maaşını kapkaççıya kaptıranları!
günlük yaşantımızı etkileyen alınan bir karar!
ekonomi bakanı sürekli açıklamıyor mu, cebimizden nasıl para alacağını?
kendimi hala bir kibrit çöpü gibi hissediyorum, hala sallanmaktayım!bırak şu kibrit kutusunu çocuk, sallama demekteyim geçmişteki kendime!
başım dönüyor ve sabah kahvaltısına doğru gideyim. kesin bu sefer açlıktandır!
aç kalmaya gelmiyor!
bir de sallanmaya!..
iyi bir hafta sonu geçirmenizi diliyorum..

05.11.2005
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: