8 Ocak 2008 Salı

Bu görüntüye ve anlayışı nasıl oldu da kabul eder konuma geldik?

“Yenilen kişinin tek kurtuluşu celladına aşık olmaktır!” Kim söylemiş, ne zaman söylemiş bilmiyorum ama benim tahminin kölelik döneminde söylenmiş bir söz! Tıpkı Roma İmparatorluğu sırasında ayaklanan kölelerin liderinin Spartaküs’ün eşinin durumu gibi!

Hıristiyan dünyası olarak kabul edilen Avrupa’ya neden Müslümanlar Yahudiler kadar yayılamadı ve onlar kadar devlet hizmeti içinde yerlerini alamadı?

Hıristiyanlar ve Müslümanlar bir arda olmasa dahi, birbirlerine komşu olarak yüzlerce yıl yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Hıristiyanlık kendinden sonra gelen dine neden hoşgörü ile yaklaşamıyor? Bu konuda yanıtı din adamları verdi ve vermeye de devam ediyorlar. Çünkü kendisinden sonra gelen her dün önceki dine göre sapmış ve sahte olarak algılanır. Yani yoldan çıkmış kişilerin ortaya çıkarmış olduğu yol doğru olur mu?
Yahudiliğe göre Hıristiyanlık böyle, Hıristiyanlara göre Müslümanlar, Müslümanlara göre ise Bahaîler. Yani bir önceki sonra geleni kabul etmez, edemez, çünkü kendi varlığını sorgulamak anlamına gelir.

İnsanlığın geleceği karşılıklı hoşgörü kültürünün gelişimine bağlıdır. Birbirlerini ret etmek yerine olduğu gibi kabul etmekten geçiyor.

Hıristiyanlık Yahudilik üzerine kuruludur ve normalde Hıristiyanlar Yahudilere hoşgörü ile bakmak zorundadır. Çünkü İsa aynı zamanda bir Yahudi’dir. Müslümanlar ise her ikisine hoşgörü ile yaklaşmak zorundadır, çünkü ondan önce gelen dinler aslında Müslümanlar Müslüman olarak kabul eder. Sadece kurallarda değişiklik olduğunu ama en son olduklarını iddia ettikleri içinde en doğru ibadetin ve yolun kendilerinin olduğunu söyler. Bu şekilde bakıldığında Müslümanlık en hoşgörülü din olma özelliğini taşıması gerekli.

Fakat bu hoşgörü nedense son dönemlerde hoşgörüsüzlük ile dünya gündemine gelmeye başladı. Afganistan’da bir Müslüman Hıristiyan oldu diye idam cezası alma durumu ile karşı karşıya geldi. Kendi içlerinde Şii camilerinin bombalanması, ibadet edenlere yönelik saldırlar, Budizm dinin sembolü heykellerin ortadan kaldırılması ve insanlığa armağan olmuş olan heykellerin cinsel organlarının ve yüzlerinin koparılması veya karalanması ile farklı bir tavır izlemektedir.

Normal olarak çıkış noktasına bakıldığında ise, en hoşgörülü olması gereken inanç, en despot ve tutucu bir yapı izlemektedir. Nasıl oldu da bu duruma döndü?

Ortaçağ da Avrupa karanlıklar içinde, cinayetlerin Allah adına işlendiği dönemde, İslam dünyası ise en aydınlık dönemini yaşamaktaydı, insanlığın gelişimi için katkılar sunmaktaydı. İslam’ın hoşgörüsündeki gerilemeyi, İspanyolların Amerikan kıtasını sömürge haline getirecek akımın başlangıcını alırsak, o dönemden bu döneme kadar geçen süre içinde İslam, hoşgörüsünü kaybetmiş gözükmektedir.

Bu görüntüye ve anlayışı nasıl oldu da kabul eder konuma geldik?

Kolomb’un Amerika kıtasını keşfetmeye giderken, teknoloji ananlında da Avrupa gelişmekte, kendisini dünya hakimliğine yol açacak sömürge dönemini de duyuruyordu. Artık Avrupa sömürge ülkelerden gelen birikim ile kendi birikimlerini birleştiriyor, durağan dönemden hoşgörünün olduğu, dinin günlük yaşama olan etkisini geriye iteklenerek Kilislere sığacağı dönemi de hızlandırdı. Din kendi alanına dönünce, insanlık büyük bir sıçrama ile karşı karşıya kaldı. Çünkü başlangıç itibari ile ilerici olan din, zaman içinde gericileşmiş, tutuculaşmıştı. Kendi varlığını tehlikeye atacağına inandığı her türlü düşünceyi ve gelişmeyi ret ederek, var olan konumun yaşanmasını savunmuştur. Her tutucu düşüncenin yaptığı bir davranışı göstermesi doğal bir sonuçtur. Dinin reformlar ile esas alanına dönmesi ile birlikte teknolojinin ilerlemesi birbirine paralel olmasa dahi etkili olmuştur.

Avrupa diğer ülkelerde gördüklerini, yenilik olarak gördükleri her şeyi kendisine almış ve teknoloji devrimini hızlandırmıştır. Teknoloji devrimin en büyük araçlarından biri matbaadır. Matbaa düşüncenin daha çok kesimler tarafından paylaşılması anlamına geliyordu. Bilginin transferi, işlevini de görüyordu.

Ülkemizde ise matbaa 15 yüzyılda Yahudiler tarafından batıdan getirildi. Batıdan getirilirken Avrupalılar bir şeye önemli bir uyarı yapmışlar ve koşullu olarak matbaanın ülkemize girmesine izin vermiştir. Matbaalara Türkçe ve Arapça hiçbir şeyin basılmayacağı karşılığında ruhsat verilmiş ve 1721 yılında Sait Çelebi’nin gayretleri sonucunda bu koşul ortadan kalkmış ve ilk Türkçe kitap 1729 yılında yayınlanmıştır. Bu matbaada Türkçe yayına en büyük tepkiyi gösteren İslami kesimin baskısı sonucu 1742 yılında kapatılmış, 1784 yılında ise gelişen şartlar sonucunda tekrar açılmıştır. Batı bu arada teknoloji alanında bir daha başka bir kültürün yakalayamayacağı konuma gelmiş ve geometrik olarak büyümeye devam etmiştir. Batı bu büyüme sırasında Avrupa’nın üstünlüğünü tüm dünyaya kabul ettirmiş ve çeşitli kıtalarda sömürge ülkeleri kurmuştur.

İslam en hoşgörülü din olması gereği, kendi içinde değişik inançların yaşamasına izin vermiştir, fakat Avrupa kendi inancı dışındaki tüm inançları yok etmiştir ve tek inançlı bir kıta yaratmıştır. Akdeniz’in güneyi farklı inançlı iken, kuzeyinde Müslüman devlet ve topluluklar yoktur. Osmanlı imparatorluğunun akımları sonucu Avrupa kıtası içinde değişik Müslüman devletleri oluşmuş olmasına rağmen, o kadar etkili olamamıştır. Müslümanlar her hangi bir Avrupa ülkesine gittiğinde aşağılanmış ve hor görülmüştür, o yüzden uzun bir süre Avrupa kıtası içinde Müslüman ülkelerin temsilcileri dahi olmamıştır. Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ticareti yapan aracı kesim ise Yahudiler olmuştur. Yahudiler, teknolojinin bir kıtadan diğer kıtaya taşınmasına en büyük yararı dokunan kesimdir Avrupa içinde Fransızlar tarafından vatandaşlık verilene kadar Yahudiler gezginci olmuş ve belli bir yere yerleşememiştir. Buna rağmen ticaret yaptıkları içinde belli bir sermaye birikimi sağladılar. Yahudi inancı, diğer inançları içinde teolojik olarak alamayacağı içinde kapalı bir toplum olma özelliğini korumuştur ve kendi içlerinde dayanışmalarını sürdürmeye devam etmektedirler.

Yahudilerin dünyayı yönettiği kavramının ne kadar yanlış olduğunu bir kez daha vurgulayayım. Her başı ağrıyan suçu Yahudilerde arama anlayışından vazgeçip olaylara başka bir gözle bakmaya alışsınlar, çünkü ırkçılık Yahudi düşmanlığı ile biçimlenmiştir. Bu biçimlenmenin de Avrupa kıtasında olması kaçınılmazdır. İlk ırkçı davranışı da Almanya’da kendisini gösteren, Roma merkezine başkaldıran Protestan dini inanç içinde hayat bulmuştur. Luther King kendisini tanımlarken Yahudi düşmanlığını da kullanmış, köylüleri öncelikle Yahudilere daha sonra Katoliklere karşı örgütlemiştir. Hitler Almanya’sında Yahudi düşmanlığının örgütlenmesi temelinde bu anlayışında gücü yadsınamaz.

Uzun uzadıya tarih içinde yolculuk yaptık ama hala sorunun yanıtını bekleyenler olabilir, artık cevabı da siz verin! Bu kadar uzun yazıyı okuyup, sabırlı tüm okuyanlara teşekkür ederim!..
27.03.2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: