9 Ocak 2008 Çarşamba

Gündoğumu

Gündoğumu

Sabah erken kalkmıştım, gecenin ayazı hala gökyüzüne asılıydı, gün ise yüzünü ufuktan ilk ışınlarını salarak göstermişti. Yeryüzünü bir sis sarmıştı, bir buğulu hava her yeri kaplamıştı. Bütün dünya buğulu havanın etkisindeydi ve uzun zaman sonra gün ile barışıyor gibiydi.

Sis yeryüzüne yayılmış, içindeki tüm gerçekleri ile gözlerimiz önüne serilmek üzereydi. Sis güneşin da habercisiydi. İlk ışıklar yeryüzünü yalarken, gölgeler oluşmaya başlamıştı. Uzun gölgeler karanlığın devamı gibiydiler. Neye dokunsa ışık gölgesini de hemen yaratıyordu. Yeryüzü gölgelerin ve ışığın dansı ile tanışıyordu!

Balkona çıktım, o güzel dansı izlemek için, içimi de geceden kalan ayazın etkisi ile üşütme kaplamıştı. Üzerime bir şey alayım, yatağın sıcaklığı ile balkonda durmayayım dedim ama durmaya da devam ettim. Nasıl olsa biraz sonra ışık beni ısıtacak! İlk ışık zümresi bana dokunduğunda yaşamın ilk kıpırdaması gibi bir ürperdi hissettim. Işığa dönüp baktım bir Zerdüşt dervişi gibi. Belki dudaklarım bir şeyler söyledi, fakat ben duymadım! Gökyüzüne doğru baktım, kızıllık ve sarı sıcaklık mavinin içinde sisler arasından kendisini hissettirmeye başladı. Güneşin altındaydım, gölgelere bakarken kendimi buldum. Gölgelerin dansı, güneş ile devam ediyordu. Dikkatli bakan biri her an gölgelerin boyutunun değiştiğini farkına varır! Sokaklar sessizliğini bozuyordu, ilk duyulan köpek ulumaları, kedilerin miyavlamaları değil, kuş sesleriydi. Kuşların kanat çırpıntısını duydum üzerlerindeki çığları yok ediyor gibiydiler. Su tanecikleri her tarafa yayıldığını hissettim. Üzerime de binmiş olan mahmurluğumu da kanat çırpıntısıyla attığımı hissettim. Sabah her yeri kuşatan gün ile başlamıştı. Sokaklar hala sessizdi. Sisler hala her yerdeydi. Henüz dağılmamıştı. Ormana baktım, doruklar sisin yaratmış olduğu masalımsı bir havayı koruyordu.

Uzaktaki yollara baktım, boşluklarına. İnsan olmadan sokakların hiçbir anlamı olmaz, çünkü sokakları yaratanlar insanlardır. Şehirleri düşündüm, neden şehirler oluşmuştu? Arkeologlar ve kültür bilimciler ilk şehirleşme hakkında düşünce belirmişlerdi. İlk düşünce biçimi savaş ve güvenlik nedeniyle şehirlerin oluştuğu düşünülüyordu, son bulunanlar etkisi ile şehirler ticari kaygılar sonucunda oluştuğu kabul gördü. Şehirler birer alışveriş merkezi olarak düşünüldüğünde, her şehir kendisine ait kültürünü de oluşturması gerekli diye düşündüm.

Hangi şehir kendisine ait kültürü yaratmış? Şehir kültürü korku üzerine mi kuruludur, yoksa hukuk kurallarının geçerli olduğu kurallar bütünümüdür? Benim gördüğüm kadarı ile karışık işler! Hem kurallar var, hem de bu kuralları yok sayanlar. Yok sayanlar içinde kuralları korumaya görevli kimseler karışırsa işte orada kaos kaçınılmaz olur. Şimdi yaşadığımız geçiş dönemi şehirlerin yeniden biçimlendiğini hissediyorum, tıpkı gölgelerin ışıkla dansı gibi. Işık yeryüzünü kaplayacak, gölgeler ağır ağır yok olacak ve sonra yeniden gölgeler olacak! Fakat yeni oluşacak gölge hem yönü hem de biçimi farklı olacak!

Her gün doğan gün, gölgelerin biçimini farklı eder, farklı dans eder! Hiçbir gölge ertesi gün kendisini tekrarlamaz! Her dönem kendisine göre şehirleşme biçimini yaratıyor. Şehirler ticari amaçla kurulmuş olmasına rağmen, şimdi sadece ticari olarak bakmak doğru mudur? İşin sadece teknik yönü ile bakarsanız işin içinden çıkılmaz gibi… Sabah gün doğumuna baktım, ışığın ve gölgelerin dansı içinde güneşin ilk ışıklarını üzerimde hissettim. Kafamda ışık, gölge ve ben vardım, bir de hissetmeden seni düşündüm!... Şehir içinde sen de vardın!

24 Ekim 2006
İSMAİL CEM ÖZKAN

Hiç yorum yok: