9 Ocak 2008 Çarşamba

Hafif bir yazı ve sonuçlar!

Hafif bir yazı ve sonuçlar!

Pazar günleri eğlenceli şeylerden bahsedilmesi son yıllarda moda oldu. Haftanın yorgunluğunu atmak ve birazda stres atmak için, hafif ama günlük yaşamdan da uzak olmayan sohbetler.

Hafta sonları gezi yerlerine bakılır ve gelecekte oralara gitme hayalleri kurulur. Haftanın dedikodu programlarına bakılır, her biri aynı elden çıktı belli olan ama isimleri farklı magazin programlarına bakılır. Her kanalda aynı insanlar hafifliklerine uygun olarak görüşlerini açıklar ve hafifçe gülümseriz. Kim kime aldatmış, kimin sevgilisi daha genç ve sıfır vücuda sahip bakılır, kıyafetlere bakılır ve inceden düştükleri şaklabanlıklara bakılır. Günümüzün soytarılarıdır onlar, o soytarıların yaşamları ekranlarda olur. Eh soytarı olurda bakmamazlık olur mu? Her şaklaban durduğu pozisyonu bilir, ona göre oynamaya devam eder!

Yunan mitolojisinde de hafif konular konuşulurmuş, o hafif sohbetlerden anlamlı sonuçlar çıkarmış tarihçiler. Bakalım bizde hafta sonuna uygun sohbete.

Savaş tanrıçası Ares ile Afrodit arasında geçen aşk kaçamağına. Afrodit Hephaistos ile evlidir. O, ateşin ve demirciliğin tanrısı, tanrıların demircisidir. Afrodit’e yeteri kadar ilgi mi göstermiyor, yoksa başka sebeplerden dolayı, bizim güzeller güzelimiz savaş tanrısına gönül kaptırmış ve kocasını aldatmaya. Demek o dönemde başlar, güzeller kocalarını aldatma dönemi, ee güzeli elde tutmak kolay değil, istekleri her zaman karşılanmayabilinir, karşılanmazsa ihtiyacını elde etmesini bilir. Ares her gece Afrodit’in evine gelir, sabah ilk ışıklarına kadar kalır. Her geldiğinde de kapıya bir askerini nöbetçi tutar, gün aydınlanmadan ayrılmak zorundadır, çünkü yaşadığı kaçak bir aşktır ve her kaçak aşk riski içinde taşır. Git zaman gel zaman bir gün askerinin uykusu gelmiş, acaba uykuyu başka bir tanrımı kulağına üflemiş, orası belli değil. Neyse gün ışımış, bunlar içeride aynı yatakta çıplak halde, şehvet sonrası üzerinde kalan tatlı bir yorgunluk içinde uyuyorlar. Gün içeri vurur ve güneş ışıkları ile birlikte Zeus görür bunların bu halini. Eh görmüş ya, başlar hafiften hafife dedikodu etmeye, o dönemde bu magazin programları yok ama iyi bir dedikodu ağı yatmaktadır. Tanrılarda dedikodu yapar, sadece bizdeki kadınlar ve erkekler değil, belki dedikodunun en çok ülkede geldiğimiz için olsa gerek dedikodusuz yapamıyoruz! Olay elbette kocanın da kulağına gitmiş, günümüz dili ile boynuzlanmış olduğunu içine sindiremez ve onlara bir tuzak hazırlar. İkisi yatağa yatınca kapana gireceklerdir. Yaparda, ikisini aynı yatakta yakalar, gürültüleri duyan diğer tanrılarda gelir ve bu ev baskını hep beraber yaşarlar! Biraz alay, biraz kızgınlık karışıktır. Hani Osmanlı döneminde hayat kadınlarının olduğu ev basılır, mahalle ya da köy bu çirkin durumdan kurtarılır ya, kadınların saçlarından tutulur sokakta sürüklenir, şeriat kuralları gereği taşlanır bile. Bunları bekliyorsunuz değil mi, hayır hiç biri olmaz. Koca karısından boşanmaz, karısını bu şekilde cezalandırır, savaş tanrısı Ares’te bu durumu içine sindiremez ve uyuyan askerini cezalandırır, onu horoza dönderir. O günden beri horozlar ilk ışıklar ile birlikte ötmeye başlarlar. Horozda gördüğünüz gibi bir aldatma olayı sonu çıkmıştır.

Şimdi horoza dönüşen nöbetçinin durumunu biraz inceleyelim ne dersiniz? Horoza dönmeden önce askerimiz evin önünde içeride komutanın ve sevgilisinin çılgın gecesine kulakları ile şahit oluyor. Elbette camdan bakıp bakmadığını bilemiyorum. İyimserlik ile bakmak olaya. Kulakları ile şahit olduğunu içeriden gelen sevişme nağmeleri ve sözleri olduğunu düşünüyorum, çünkü kapının önündedir nöbetçi. Sabahın ilk ışıklarında içeriye haber vermek zorundadır. İçeriden gelen o sevişme ve aşk sesleri karşısında ne yapacak, o da her erkeğin başına gelen gelmiştir ve uyanmıştır erkekliği. Kadına eli uzanamaz ama eli başka yere uzanır. İçerideki seslere ve nefes almaların getirmiş olduğu çılgın havanın etkisi ile ve de dışarıda muhteşem bir dolunayın görüntüsü varsa, hafiften bir de meltem esiyorsa ne yapsın? Seslerin getirmiş olduğu ritme ayak uydurmuş, eli oda bir şekilde doyuma ulaşmıştır. O haz ile tatlı bir uyku bastırmıştır. Gözleri kapanmış, sevdiğini düşünerek, inceden inceye bastırmıştır uyku, dayanamaz gözkapakları ve karanlığın içinde vücudu kapının önünde toprağa doğru bükülmüştür. Farkına varamamıştır gün ışıklarının, çünkü ışıklar bir kadının eli gibi değmiştir tenine. Zeus’ta bundan kuşkulanıp oraya doğru dikkatini çekmiştir, yoksa Zeus bir rotgenci değildir, içeride neler oluyor diye bakmaz! Sabahın ilk ışıkları içinde Afrodit’in baştan çıkaran vücuduna ışıkları ile dokunmak aklından bile geçmemiştir!.. Horoza dönen asker, günün ilk ışıklarında öter, fakat gündüzleri de geceden kalan özlemlerini tavukların üzerine tüneyerek giderir. Nerede bir horoz görürseniz, eğer yanında tavuk varsa, ilk fırsatta üzerine tünemesi bundandır diye düşünürüm.

Hani kavgalarda horozlanmaya çalışanlar olur ya, kökünü bir aldatma hikayesinde bulabilirler! Sokakta biri horozlandığını görürseniz, kökünün bu hikayeye dayandığını anımsayın ve gülün! Durduk yere kavga etmektense gülmek en güzeli!

İyi haftalar, hoş bir gün ve hafta sizin ile olsun..

4 Eylül 2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: