9 Ocak 2008 Çarşamba

Hayali elinden alınan çocukları gördüm!

Hayali elinden alınan çocukları gördüm!
Biricik yeğenim var hayatta, adını ben koydum. Adı kadar güzel ve de arsız. Ama insan sevemeden de duramıyor. Onun doğum günü vardı, 31 Temmuz’da.
Temmuz ayı birçokları için hüzün ayıdır, bir bölümü için ise sevinç. Bende hepsi var bu ayda, yaşamın kendisi olan bir ay yaşadım, doğum, ölüm. Temmuz sıcakları yeryüzünün kuzey yarımküresini yakarken, yaşamak için nefes almaya çalışıyoruz. Bir yandan Lübnan, öte yandan Irak, arkada kalmış bir Afganistan. Sınırların belirlendiği ve yeniden tasarlandığı bir beyaz saray, bu coğrafyaya uygun olmayan yer. Oraları da sıcak basmış, sokaktaki insanları kurtarmak için klimalı sığınaklar yapılmış. Fakir insan, her yerde yaşama mücadelesi verir, yarını düşünemeden, çünkü hayalleri ellerinden alınmıştır. Hayali olmayan insan fakirdir. Çevremde o kadar fakir insan görmekteyim ki, elinde kupon, olmayacak rüyaların peşinde koşturan. Oynayacağı bir loto ile dünya turları yapmayı planlayan, televizyonda gördüğü yaşamayı hayal eden. Hayaller ya yok edilmiş, ya da sınırlandırılmış. Fakir ülkenin insanı nasıl düşünebilir, teknolojik gelişmeyi ve ona katkı sunmayı, çünkü sunabilecek ne hayali var, ne de evreni!
Yeğenimin adı Temmuz. Temmuz ayında doğduğu için bu ad konulmadı, aksine bir şiir’de geçen temmuz’da değil. Hayır, hiç biri değil, geldiğim memleketin bir tarafını taşısın istedim adında. Şarap tanrısı adını koyayım dedim. Şarap tanrısının ismidir temmuz! Bizim oralarda şarap üretir ve içilir, çok bereketli topraklarımız yoktur ama şarap için en iyi üzümler orada yetişir. Killidir toprağı. Toprağının ismini taşır yeğenim. Ona bakıyorum ve kendi çocukluğumu düşünüyorum.
Çocukluğum, bir kavganın içinde geçti. Gaz lambalarını, lüksleri ve sobanın gelişini bilirim. Tandır kenarında toplanıp, ateşin çıkardığı ses ve ışık altında bırakılan kelimelerin coşkusunu yaşadım. Dumandan boğulmamak için açık bırakılan pencereler. Gökyüzünün tüm ihtişamı ile üzerimize yorgan gibi serilmesini. Yıldız kaymalarını, samanyolunu izlerdim. Yıllar geçtikçe gelen teknoloji ile hayatımız ufak ufak değişti, sonra bir baktık her şey değişmiş. Elektrik gelmesi, günde birkaç saat gelir, sonra kesilir. Ne zaman geleceği belli olmayan kesintiler. Su taşınırdı eşek sırtında topraktan yapılmış testilerde. Testi terlerdi. Suyu ağzına alınca donardın. Yol dediğin küçük bir alandı, kağnı arabaların geçtiği ve at arabalarının gittiği yerdi. Onlar giderken geriye bıraktıkları sesler. Köyde nereden olacak araba. Bir süre baktık biri Almanya’dan gelmiş, üzeri tıka basa eşya ile. Tüm köylüye bırakılan hediyeler. Çünkü her kes birbiri ile akraba, yok ayrı gayrı. Bize de bırakılan hediyeleri bilirim, çünkü biz hiçbir zaman yaşadığımız köylü olamadık. Babam öğretmendi, o köy bu köy gezer dururduk. Çamur içinde, yokluk içinde. Öğretmen devlet demekti eskiden köylerde, saygı görürdü. Bir misafir gelince önce öğretmen görülürdü. Birine hediye geldi mi, öğretmende unutulmazdı. O tozların hakim olduğu köylerde, ben çocukluğumu yaşadım. Her oyuncağı o anki hayalimizle yaratırdık. Ayçiçekleri çıktı mı, hemen onların çekirdekleri alınmış başlarından tekerlek yapar, yan yana koyar kim daha fazla toz çıkarır diye yarışan arabalar yapardık. Toz içinde yaşardık. Güneşte ısınmış suda yıkanırdık. Köylerimiz her biri farklı bir iz bırakıp geçti hayatımda. Radyonun gelmesi ile yalnızlıktan kurtulduk, arkası yarınlar olurdu, klasik romanlardan. Savaş ve barış, Paris düşerken, budala… Bu isimleri duyar, şehre yolumuz düşerse kitaplarını alır, daha sonra köy gecelerinde okurdu annem bizlere. Bizlere diyorum, çünkü benim bir de kız kardeşim var. Temmuz onun oğlu. Temmuz sıcaklarında genelde Ankara’ya gider ananemin yanında kalırdık. Dayımın çocukları ile oynar eğlenirdik. Temmuz sıcakları hiç etkilemezdi bizi bu kadar. Hiç sıcaktan şikayet ettiğimi anımsamam. Ananemin gecekondusunda, birçok torun yan yana yatar, hayallerimizi paylaşırdık. Hayallerimiz daha büyüktü belki o zamanlar. Hiç yakından görmediğimiz uçaklar ile uçardık. Hiç bilmediğimiz diyarlar giderdik. O tarihlerde bilmiyorduk birçok meyveyi de. Bildiğimiz meyveleri severdik, dünyanın en iyi meyvelerini yerdik. Kokardı o zamanlar. Oyuncakları birlikte yapardık kuzenlerimle. Her şeyden oyuncak yapmasını da bilirdik. Beş taş toplardık, beş taş oynardık. Kırılmış düz piriket ya da tuğla parçaları buldun mu, hemen başka oyun uydururduk. Bütün oyunları bizler yapardık, hiç oyuncak aldığımı anımsamam, çünkü oyuncaklar kendi eserlerimiz olurdu. Almanya’dan biri bir oyuncak getirmiş ve elime geçmiş ise en değerli o olurdu. Oynamaya dahi kıyamazdık, çünkü kırılır korkusu yaşardık.
Temmuz’un doğum günü vardı, o gün baktım birçok oyuncak kucağında. Kendi yaratmadığı oyuncaklarla oynuyor. Oyuncakların ona vermiş olduğu hayal gücü ile. Batman, örümcek adam, bizden olmayan ne kadar kahraman varsa Temmuz ile birlikteydi. O an fark ettim, oyuncaklar çocukların hayal dünyasını daraltıyor ya da genişletiyor. Eğer bir ulusun çocuklarının hayalini elinden almak mı istiyorsun, oyuncak üret, alırsın hayallerini ellerinden! Tabi iyi bir pazarlama ile mümkündür. Oyuncaklar ve var olan eğitim sistemi çocukları hayallerini ellerinden alıyor.
Oyuncaklar ve eğitim sonucunda çocuk kendisini ya Rambo sanıyor, ya da büyük bir kahraman! Ona ulaşmanın en kolay yolu da hayal! Hayal gördüren ve kendisini güçlü gösteren uyuşturucular da hazır kullanılmaya. Uyuşturucu kullanım yaşı çok aşağılara inmiş araştırmalarda, acaba neden dersiniz?
Hayali elinden alınan çocukları gördüm!
02.Ağustos.2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: