8 Ocak 2008 Salı

II. Dünya Savaşı sırasında ülkemiz…

II. Dünya Savaşı sırasında ülkemiz…

Ülkemiz çok yokluk çekerek bugünlere geldi. Ülkemizin insanları çok hoşgörülü ve sıkıntılara karşı Allaha Şükür diyerek katlanandır. Sabırlıdır, sabrının sonunda selamete ulaşacağı inancı yüksektir. Kıskanç değildir, başkasının yaşamını almak için mücadele etmez. Ki bu durum sadece cumhuriyetin başlangıcı için denilebilinir, son liberal politikalar bu durumu değiştirmiştir. En yoksul dönemlerini, birinci dünya savaşı ve ikinci dünya savaşları sırasında yaşamıştır. Elbette büyük çoğunluk sefalet içinde bitlere teslim olmuşken, balo salonlarında da dans yapılmıştır, çağın istekleri yönünde!

Türkiye II. Dünya Savaşı’na askeri anlamda katılmamış olmasına karşın, bu topyekun savaşın etkilerini derinden yaşamıştır. Alman politikası Türkiye'yi tarafsız tutmaya yönelirken, Müttefik politikası ise kendi cephelerinde savaşa katılmaya ikna etmek, zaman zaman da zorlamak yönünde olmuştur. O dönemdeki hükümet her türlü maceradan uzak kalmakta kendisini zorunlu görmüştür, çünkü Osmanlı döneminden kalan borçlar ödenmiş, yeni rejim henüz gerektiği gibi oturmuş değildi. Üstelik savaş yorgunu bir halk vardı, silahlı kuvvetleri yeni maceralara girecek kadar donanımlı değildi. Üstelik Osmanlı zamanında gitmiş topraklar hakkında istekli davranmayan bir rejim kurulmuştu. Misak-i Milli sınırlar hemen hemen olmuş gibiydi.

İnönü iktidardadır, kendisine payeler biçtirmiş ve ömür boyunca lider olmayı o dönemde garantilemiştir. Her türlü muhalifi bastırmış ve tek başına iktidarda oturmaktadır. Hatta kendisine "Milli Şef" sıfatı verdirdi.

Alman ordularının Balkanları istilasının hemen ardından Alman hükümeti Türkiye'ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk başbakanı İsmet İnönü'ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km.den daha fazla yaklaşmayacağı garantisini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir.

Savaşın sonun belli olmaya başlaması ile birlikte, Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945'te Almanya’ya savaş ilan etmiştir.

Kuşkusuz göstermelik bir karardır bu, Almanya yenilmiştir ve Türk silahlı kuvvetlerinin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum yoktur.

Savaş sohbetleri bu kadar kısa cümlelerle geçiştirilebilinir, fakat Türkiye köklü bir değişikliğe doğruda gitmektedir, çünkü Türkiye yeni rotasını oluşturmaktadır o tarihte. 1 ve 2. dünya savaşları boyunca alman taraftarlığı ülke içinde önemli mevziler kazanmış olmasına rağmen, bu savaş sonrası Türkiye yönünü Amerika’ya doğru çevirecektir. Her mahallede bir zengin yaratma iddiası ile gelenler bir darbe ile gideceklerdir.

Peki, bu savaş sırasına neler oldu, neden halk açlık içinde kıvrandı?

Savaş sırasında Türkiye’de Almanya’dan kaçanların gayretleri ile bilim ile tanıştı, ilk çağdaş yapılar bu dönemde oluşmaya başladı. O dönemde eğitimde büyük atak yapıldı ve köylü toplumu yerinde eğitmek amacıyla köy enstitüleri hayata geçti. İlk defa Türk aydını ve insanı dünya edebiyatı ile tanıştı. Almanya’da ve Sovyetlerde başarı ile sonuçlanan deneyler Türkiye’de taşındı. Fakat bütün bunlar olurken büyük sıkıntılarda yaşanmaktaydı. Sanayi toplumu olma hedefi olan köylü devlet, sosyal politikalar ile sanayi devrimi atılımı yapılması planlanmaktaydı.

Almanya ile ilişkileri iyi olan ve Almanya tarafından ekonomik ve siyasi olarak desteklenen kesimler neden Türkiye’de iktidara tek başına gelememiştir. Bunu iktidar mücadelesi içinde aramak gerek! CHP yönetimi içinde eskiden kalma bir mücadele yaşanmış ve bu iktidar mücadelesinden daha deneyimli olan İnönü kazançlı çıkmıştır, ülkeyi hem savaşa sokmamış, hem de Nazi taraftarlarını ülkede tavsiye etmiştir.

Bu dönemde neler olmuş, kısaca bir bakalım. Köy Enstitüler kurulmuş, büyük bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Savaş biter bitmez okulun etkisi azaltılmıştır. Enstitülerden geriye ise,1398’i bayan 15943’ü erkek olmak üzere 17342 köy öğretmeni,8675 eğitmen,1248 sağlık memuru ile her biri birer üniversite kampusu kadar geniş arazilerin içerisine yapılan koca koca binalar, dikilen ağaçlar kaldı.

1934 21 Haziran- 4 Temmuz tarihlerinde Trakya’ da ikamet eden 30 000 Yahudi'ye CHP öncülüğündeki saldırı hafızalardan silinmiş ama tarihin bu sayfaları, ırzlarına, mallarına ve canlarını gasp edilerek göçertilen 15 000 Yahudi'nin gözyaşlarıyla halen ıslak.

Almanya'dan kaçan birçok adamı sefalet içinde yaşarken, küçük bir azınlık olanaklar bulup Türkiye’nin çağdaşlaması yönünde önemli çalışmalar yapmıştır. Birçok bilim adamı fırsatını bulur bulmaz Amerika’ya göç etmiştir.

Alman faşizmi Türkiye'yi müttefiki olabilecek bir ülke olarak görüyordu. Türkiye'ye biçtiği rolün gereği olarak faşist örgütlenmeyi bizzat yaratmak için kolları sıvadı. Avusturya'da faşist örgütlenmeyi ustaca başaran Franz Von Papen'i 1939'da Ankara Büyükelçisi olarak atadı. 1941 yılında ordu içinde "İhtilal Birlikleri" adı verilen faşist bir örgütlenmeyi oluşturmayı başardı. Alman faşizmi faaliyetleri yürütmek için oldukça cömert davranıyordu. "Ribbentrop, 9 Mart'ta Papen'e yolladığı bir telgrafta basının ve radyo çalışanlarının parayla kandırılması için birkaç milyonun döviz olarak dağıtılması için başarıyla yerine getirildiğini bildirmiştir" (Osmanlı'dan Günümüze Gizli Devlet-Suat Parlar, sayfa: 180)

“Romanya’da Nazi kıyımından kurtulmak amacıyla Filistin'e gitmek için kırık, dökük bir gemiyle denize açılan 768 Yahudi, Filistin yerine İstanbula ulaşır. Yeniden Filistin'e gitmek isterler. İngilizler vize vermez. Türk yetkililer Yahudileri kabul etmez. 768 yorgun, hasta, aç ve korku dolu Yahudi geri gönderilir. Gemi Karadeniz'de batar. 768 Yahudi ölür. Yıl 1942, 24 Şubat’tır’ Geminin adı ‘Struma’dır.” (Ulf Lando- Ricki Neuman İsrael och İsraelerna 1974)

Amerika’da 2-Temmuz 1998 de ‘hükümetler tarihi araştırması’ adıyla, resmi bir rapor yayınlandı. Bu raporda Nazi Almanyasının savaş gücüne işaret edilmiş ‘‘Türkiye’nin de aralarında olduğu dört tarafsız devletle yapılan ticaretin Nazi Almanya’sının savaş yeteneğini büyük oranda korumasını sağladığı (...) Bu ticaretin, gaz odalarında ve fırınlarda yakılan 6 milyon Yahudi kurbandan gasp edilen altınlar ve zihnet eşyalarıyla yapıldığı (...) iadesi’’ gerektiği açıklanmıştır. (Afton Bladet, Dagens Nyheter, Svt 4, 11 Temmuz, 3,4,5 Mart, 12 Aralık, 10 Ekim 97, Washıngton post Temmuz 10,Eylül 10 Haziran 3, 4 Aralık 1988)

1937'den itibaren Türkiye'deki Alman propoganda aktiviteleri hızla arttı. İstanbul'da Cağaloğlu'nda Alman Enformasyon Ofisi açıldı. Almanca yayın yapan günlük gazete "Türkische Post" ve Yunus Nadi tarafından yayınlanan Cumhuriyet, Nazi propagandası yapmaya başladı. Yunus Nadi'nin Almanya'da özel iş imtiyazlarına sahip olduğu belirtiliyordu ve propaganda çabaları sonunda kendisine bir çok Türk arasında "Yunus Nazi" takma adı takılmıştı.

Ziyad Ebüzziya: Tasviri Efkar gazetesinin başmuharriri. Başyazılarının birçoğunu Seiler ile fikir teatisinde bulunduktan sonra yazardı. Almanlar, İsviçre'den altın ithal edip güzel bir kârla satması için ona şahsen yardımcı oldular.

Tasviri Efkar yazarı Peyami Safa: Almanlar onu sadece maaşa bağlamışlardı. Seiler kendisine ayda 1500 lira öderdi.

Almanya sınırları dahilinde Nazilerce katledilen Türk asılların sayısının bin civarında olduğu belirtilmektedir. Almanlara esir düşen Türk asıllı Müslüman Sovyet askerlerinin sayıları ise bir milyon 700 bin civarında. Almanlar cephesinde savaşmış Türklerden de bahsedilmektir, fakat bu konuda kesin bir isim listesi oluşmuş değildir, fakat Türklerden oluşturmuş olduğu birlikte olup da daha sonra Rusya'ya esir düşmüşlerden bir bölümü anılarını yazdığını bir yerlerde okumuştum, fakat şu anda onlar ilgili belgelere ulaşamadım.

Sonuç olarak, CHP tek iktidar olduğu dönemde Almanya safında savaşa girmedik, bunu biz değil Naziler istemedi, çünkü onlar birinci dünya savaşı sırasında yaşadıklarını iyi bir şekilde analiz etmişlerdi. Osmanlı rejiminin Almanya yanında savaşa girmesi, Alman ordusunun güç kaybetmesi anlamına da geliyordu, ikinci çok geniş cephede savaşması anlamını taşımıştı. Almanya'nın bu yenilgisi içinde Osmanlı cephesinin açılması fikri Naziler arasında da kabul gören bir fikirdi. Almanya Türkiye cephesinin açılması yerine güvenli bir şekilde korunan sınır olmasını tercih ettiğini bizzat Hitler ağzından İnönü’ye iletilmiştir.
30.09.2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: