12 Ocak 2008 Cumartesi

İstanbul’dan yola çıkarken…

Harrem’deydim. Anadolu yakası otobüs garı. Küçük bir kasaba oto garı özeliklerini göstermiştir. Ne zaman gelem, hiç değişmediğini düşünmüşümdür, en son geldiğim gün ile ilk geldiğim gün arasında zaman farkı yok gibidir. Çığırtkanlar yine eskisi gibi çağırmaktalar, Ankara Ankara, Bolu, Düzce, Eskişehir diye devam eden Anadolu şehirleri. Hemen kalkıyooooor, diye bağırmalarına bakmayın, hiçbir otobüs tam zamanında kalkmaz! Trafiğe takılmıştır bir yerlerde, o yüzden geç gelir. Otobüs kalkana kadar gideceği şehrin isimi garı doldurur, her gelen kişi yolcu kabul edilerek yüzüne bakılır, sonra davet edilir, Ankara değil mi, hemen kalkıyor!

Yine zamanın durmuş olduğu noktaydım, haremdeydim! Neden oraya harem demişler bilmiyorum. Anadolu yakasında otogar! Bir eski Anadolu kentindeki otogar gibidir. Küçük, iç içe ve çığlıkların yanında araba seslerinin hakim olduğu bir yerdir. Günümüzde bir çok firma oraya otobüsünü sokmamakta, kendisine ait İstanbul’un değişik yerlerinde otogarları vardır. Oralara servis ile gidilir. Otogar bir şehirde bir tane olur, fakat İstanbul’da sayısını bilene aşk olsun!

Ses çığlıkları arasında, ilk gençlik yıllarımı düşündüm. İlk defa İstanbul’a üniversite öğrencisi olarak gelmiştim. Otobüs ile harem’de inip, kalacağım yere doğru servis ile gitmiştik. İlk heyecan bugünde devam ediyor. Ne zaman İstanbul’a adımı atsam ya da çıksam hep heyecanlı olurum. Neden olduğunu bilmem ama içimde farklı duygular hep var olmuştur.

İzmir yönüne giderken Düzce’de eski kale(hisar) denen bir yerden arabalı vapur ile karşıya geçilir. (isimlerde yanılmış olabilirim.) bir köprü yapılması düşünülmez, fakat vapur içinde araçlar ve içlerinde insanlar ile birlikte deniz analarının istila etmiş olduğu körfezi aşarız. Deniz durgundu, güneş gökyüzünde olağanca cömert bir şekilde durmaktaydı. Denizin içinde denizanaları, beyaza boyamıştı mavi yüzeyi. Beyaz örtünün altında bir balık sürüsü gördüm.

Yollar geniş ve yolculuğa uygun bir gündü, bir dostumun kitabını okudum yol boyunca, zaman zaman dışarıya baktım, yok olan barajların yakınından geçerken, su ticaretine atılmak gerek diye içimden geçirdim! Çünkü kıt üründen doyumsuz kar elde edilir! Üstelik zorunlu tüketim aracı su! Neyse ki param yokta öyle insancıl dışı işlere adım atmıyorum.

Kıt doğa ürünlerinden doyumsuz kar hırsı, doğanın dengesini bozdu, bugünkü sorunların temelinde bu korkunç hırs yatmaktadır. Her şeyi paraya dönüştürme hırsı, insanı ve doğayı olabildiğince bozdu, bozulan dünyadan da yeni kar elde edilecek ürünler bulup pazarlarlar oldular!

Otobüs değişik oto garlarda durdu, her biri birbirinden güzel otogarlar. Bir de haremi düşündüm. Bursa, Balıkesir, Manisa derken İzmir! Yol bitmişti, ben hedeflediğim noktaya gelmiştim. Otobüs yolculukları beni hep geçmişime götürdüğü için tercih ederim. Yolculuk için özel zaman ayırmalı insan. Bu sayede hem kedine zaman ayırmış oluyorsun hem de geçmişine. Genelde yalnız seyahat ederim, yol boyunca belki bir iki kişi bulurum konuşacak, fakat genelde konuşmam, kendim ile sohbet etmeyi yeğlerim.

Uzun ince bir yoldur yaşam, o yaşamın içinde farklı otogarlarda bulunuruz, fakat ben hiçbir oto garda kalıcı olmadım, oradan başka garlara, başka şehirlere gittim. Gitmeye de devam edeceğim. Yolları ve yolculuğu seviyorum.
1.11.2007

Hiç yorum yok: