8 Ocak 2008 Salı

İzmir şehrini adımlarken...

İzmir büyük bir şehir, hatta anakent konumdadır. Hem de 3 milyonu içinde barındıran tam bir kozmopolitlik şehir. Göçün en çok etkilediği bu şehirde yerli ahaliyi görmek o kadar kolay değil. Bugün yaşasaydı Necati Cumalı şehri ve Urla’yı nasıl anlatırdı?

İzmir sokaklarını bazen arşınlıyorum, arşınlarken sokakları ve insanları izliyorum. İnsanlar, sokaklara uyum sağlamayan görüntü sergiliyorlar. Şehrin tek düzeliğine bir çelişki görünüm sergilemekteler, giydikleri kıyafetlerle. Rengârenk, her tipten kıyafetlerle sokaklar daha da renkleniyor. Dar sokakları, renksiz binaları, ruhsuz betonarme yapılarla İzmir bir kordon şehri gibidir.

Şimdi gecekondu mahallesinden yürüyorum, ev yıkık, kapılar açık, içeride ki döşek görülüyor, üzerinde da yatan biri. Sıcaklardan insanlar devrilmiş döşeklere diye düşünmeden duramıyor insan. Evin önünde son model bir wolksvagen. Ne çelişki bu diye düşünmeden duramıyorum. Neyse gözümüz yok valla, parası olan alır. Biz burada ayakkabı eskitirken, otobüslerde cep telefonumuzu kapatarak dolaşırken, evlerin önünde lüks araçlar! Elbette tüm gecekonduların önünde son model arabalar yok. Bazılarında eski arabada görülüyor, bazılarında ise hiç bir şey.

Gecekondularla birleşmiş olan apartmanların arasındaki dar sokaklardan ana caddeye ulaşıp, otobüs durağına varıyorum. Evde unuttuğum suyu hemen oradaki bir kuruyemişçiden alıyorum. Suyun fiyatı her yerde ayrı, tek fiyat yok!

Yolda dikkatimi çekiyor başı bağlı kadınlar. Onlara yanaşıp bir şey sormaya cesaretim yok, tanıdık birini bulsam da konuşsam demekteyim, çünkü merak ediyorum, bu denizle iç içe olan şehirde denize giriyorlar mı diye?

Deniz ile iç içe yaşarken sadece kadınlara yönelik hiç alan açılmadığını düşünüyorum. Gerçi duyduğum bazı oteller bunlar için özel hizmet veriyormuş ama ne kadar alanları var?

Denizin içine kara bir çarşaf çekip kadınları bu çarşafın içinde yüzmeye mahkûm edenleri duydum, o yörenin kolluk kuvvetleri bu tip yerlere müdahale edip görüntü kirliliğini ortadan kaldırdılar da, bu başı bağlı kadınlar nerede denize girmekteler merak ediyorum.

Sadece kadınlara ait bir kadınlar plajı var mı?

Kuşadasın’da kadınlar plajı olan bir yer olduğunu biliyorum da, orada herkes giriyordu.

Ülkemizde hiç azımsanamayacak bir kapalı kadın var, bu kadınların kaçta kaçı kendi öz iradeleri ile denize girebiliyorlar? Çünkü kapalı bayanlara yönelik hizmet veren oteller, normal ve herkese hizmet veren otellere göre daha pahalı. Ben merak edip telefon açtım, fiyatları sordum. Hem de normalin 3 katı bir fiyat. Tek farkları, kadınlara yönelik yüzme havuzlarını olması ve orada görev yapanların hepsi bayan.

Şimdi oteller bu ayrımcılığın farkına varmış ve ayrımcılığı kullanarak iyi para kazanıyorlar.

Turistin bu kadar yoksun olduğu dönemde dahi bu oteller bu krizden hiç etkilenmişe benzemiyorlar. Şimdi düşündüm, bu başı bağlayan bayanlar genellikle ekonomik seviyesi en düşük kesimde oturmuyor mu?

Nasıl oluyor da bu otellerde kalabiliyorlar? Demek ki, başı bağlılar arasında da gelire göre bir ayrımdan söz etmek mümkün. Çünkü bu kadınların büyük bir bölümü ömürlerince hiç denize girememiş durumda olduklarını varsayıyorum.

Şimdi bu ayrımcılık turizmde de bazılarının işine geliyor. Nasıl sonlanır bu başörtü sorunu diye düşünmeyin, çünkü bu işten iyi para kazananlar olduğu sürece de bu sorun bitmez, daha da karmaşıklaşır.

Bir bez parçasını cennetin anahtarı olarak gören ve bunu pazarlayanlar olduğu sürece de sorun daha da karmaşık hale gelecektir. Çünkü bu başörtüsü sorunu kendisine ait büyük bir etnik pazar oluşturmuş durumdadır.
İzmir şehrini adımlarken, bunları düşündüm. Peki, düşünecek başka şey yok muydu diye düşünebilirsiniz. Evet, haklısınız, bizim görmediğimiz bu ayrıntılar nedeniyle işler ne kadar karmaşık hal aldığını göremiyoruz.
07.07.2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: