9 Ocak 2008 Çarşamba

Romanlar ve yaşam

Romanlar ve yaşam

Ülkemiz yazarları son günlerde toplumsal gerçekçilikten uzaklaşıp, daha çok bireysel ve tarihi romanlara yöneliyorlar, acaba dedim bu tesadüfi mi?

Gerçekçi toplumcu yazarlar aramızdan tek tek ayrılmaktalar, yerlerini post modern geleneği sürdüren yazarlar almakta, onların yanında ise polisiye romanlarda da bir artma olduğunu yayınlanan eserlerde görmekteyim. Gelişen şehirleşme kendi romanını ve insanını da yaratıyor. Şehir kültüründe insan yalnızdır ve hayalleri ile baş başadır. Köylü toplumlarda görülen imece yerini yalnızlık doldurmuştur. Aileler küçülmüş, hatta çekirdek aile bile parçalanmakta tek yaşayan bireyle topluluğuna doğru dönmekteyiz. Bu durumda edebiyat da kendi yazım dilini oluşturmaktadır. Yaşamın kendisinden soyutlanamaz, yazın dili de.

Polisiye romanları genelde hayal edilenleri yazar, gerçekte olmayan olma ihtimali romandaki gibi olmayan gerçekler. İnsanoğlunun hayal sınırlarını zorlayan romanlar. Genellikle bu tip romanlarda birey daha öne çıkar. Bireyin iç çatışmaları, toplum ile çatışmasını izleriz. Birbiri ile sıkı sıkıya bağlı bir seri cinayete de tanık olabiliriz.

Post modern romanda da birey öndedir, hayal dünyasını zorlayan, kişilikler bir birinin içine girer, olaylar tıpkı polisiye romanı gibi kurgulanır, supriz gelişmelere açık bir seyir izler. Yaşam her ikisinde de kurgulanır, yaşamdan kopuktur bir anlamda. Geçmişin toplumcu gerçekçi romanları eskisi kadar ilgi görmez. İlgi eksikliği yazarların da birer birer unutulmasını yanında taşır. Tıpkı ses sanatçısı öldüğü zaman sesisin unutulması gibi, o söylediği sözler günümüzde başka bir vurgu ve ritim ile söylenerek sanki nostalji yapılır. Romanlarda da buna benzer bir süreç yaşanmaktadır. Eskiden yazılmış toplumcu gerçekçilik eseri olan romanlar genç yazarlar tarafından yeniden yorumlanıp önümüze gelebilir, çünkü yeni yetişme yazarların ellerinden hayalleri çok önceden çalınmıştır. Yaşadığı yeri göremez, görse de algılayamaz. Çünkü yabancılaşmıştır çevresine.

Şehir insanı yalnızlaştırır ve yabancılaştırır çevresine ve kendisine. Daha da bireysel yaşamaya başlar. Gelişen teknoloji de bunu tetikler, daha da içine doğru çatlama yaşar. Birey kendi içinde bölünür. İşinde ayrı, dışarıda ayrı kimlikler ile dolaşır. Arabada canavar, evde uysal, kahvede gürültücü, iş yerinde gözünü kapatıp vazifesini yapar, hiçbir şeyi sorgulamadan. Yalnızdır, korkuları vardır. Korkularını yenebileceği dayanışma görebileceği yer de yoktur. Bireyin kahramanlıklarını öne çıkaran eserleri okumaya başlar, çünkü kendisini orada bulur. Hayal dünyasındadır, gerçeklerden kopmuştur, yaşadıkları ise birer post modern romanda geçen mekanlar gibidir. Karakterler bir birinin içine geçmiştir, davranışları bulunduğu ortama göre farklılık göstermektedir. Toplumsal verilen rolünü en iyi oynamaya çalışmaktadır. Bunu her birey başarabilir mi?

25 Ağustos 2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: