8 Ocak 2008 Salı

Sakin bir sokaktan…

Sakin bir sokaktan…

İSMAİL CEM ÖZKAN - Sokaklar sakindi. Binaların gölgesi sokaklara vurmuş, kuş sesleri sessizliği yok ediyordu. Uzun ve yokuş aşağıya doğru sokak. Oraya döndüğünde yalnızdı, her zaman ki gibi. Gölgesi yola düşmüş, yorgun bir şekilde kendisini izliyordu. Belki pencerelerden birinden bakan vardır diye düşündü. Yorgunluktan ayaklarını zor atıyordu. Ama görenlere karşı mahcup olmamak için dik yürüyordu. Kafası önde, elinde bir şişe su vardı. Alnından aşağıya doğru akan teri, üzerinde olan tişörtün ıslaklığını esen küçük bir yelden hissetmişti. İçinde bir titreme geldi. Yola baktı, sonra sokaktaki evlere. Kimse yoktu. İzleyende yoktu. Yalnızdı.

Sessizliğin içinde cebinde bir hareketlilik oldu. Mekanik bir sesti. Son dönemim popüler olan bir müzik ezgisi. Sokağın sessizliğini bozmuştu. Hemen elini cebine atıp çıkarmıştı. Telefona baktı, orada yazılı olan isme. Hayır, isim yoktu, rakamlar vardı. Tanımıyordu telefon numarasını. Yanlış arıyorlar diye içinden geçirdi, son günlerde yanlışlıkla telefonu birkaç kez çalmıştı. İsteksiz bir şekilde kulağına doğru götürürken yeşil düğmesine basmıştı.
‘Alo!’ tanımadığı ses kulağını tırmalamıştı. Adını söyledi ve kimsiniz dedi. Karşıdaki gayet kibarca ve heyecanla bir şeyler anlatmaya başlamıştı. ‘İşte efendim sizi Antalya’dan arıyorum. Altın portakal film festivali bildiğiniz gibi her sene olmaktadır, orada yine bildiğiniz gibi başarılı oyunculara ödüller verilir. Efendim size güzel bir haber veriyorum, en büyük ödülü siz aldınız!’

Sessizce dinlemişti. Sıcak havalar bu aylarda pek gözükmez ama bu sene nedense çok sıcak olmuştu. Ayağını zor kaldırıyordu. Alnındaki ter gözlerini acıtacak şekilde aşağıya doğru akıyordu.

‘Teşekkür ederim verdiğiniz haber için, fakat ben şu anda ödülü düşünecek durumda değilim, oradaki her hangi bir arkadaşım benim adıma alabilir!’ gayet sakin ve bitkin bir ses ile söylemişti. Hiçbir heyecan belirtisi göstermemişti.

Karşıdaki ses heyecanını kaybetmiş sanki şaşırmışlık sezinleyen bir ton ile ‘şey efendim en büyük ödülü siz aldınız sanırım anlamadınız!’

Anlamıştı, fakat ödül değildi onu düşündüren, sokaktaki yalnızlığıydı. Sessiz sokakta tek başınaydı. Şehir sanki bir savaş sonrası sessizliği içindeydi. Sokaklar bir hüzün havası hakimdi. Şehir ölü bir binalar yığını gibiydi. ‘evet, anladım. Fakat ödül bana bir şey anlatmıyor, birey olarak bana verilmesi, ekipteki arkadaşlara hakaret olarak algılıyorum. Orada bireysel bir başarı değil, ekibin başarısı olarak algılıyorum ve ekip adına seviniyorum! Kusura bakmayın, heyecanınıza katılamıyorum, fakat kalbim doğru insanlarla o filmi yaptığım için huzurlu, ben şu anda filmi değil, çünkü o geride kaldı, şu anımı düşünüyorum! Size iyi eğlenceler!’

Telefonu biraz daha açık tuttu ve karşıdan kapanma sesi geldiğinde telefonu cebine koymuştu. Sokak hala sessizliğini koruyor, o terlemeye devam ediyordu. Elindeki şişeden bir parça su tepesine doğru serpti ve bir yudum da aldı. Kuruyan ağzını ıslatmıştı. Ödül almıştı, çok sevinmesi gerekliydi ya da sevindiğini göstermesi gerekliydi, fakat gösteremiyordu. Yalnızlığı içinde ona söylenen soyut bir şeydi ve ona bir şey ifade etmemişti. O kalabalık içinde değildi, bir beklentisi de yoktu. O sadece görevini yapmıştı, ekibin ortak enerjisi ile yapmıştı. Kamera önü ve arkası bir bütündü. Verilecekse ödül hepsine verilmeliydi, bireysel verilen ödüller onu biraz daha ünlü yapıyor, biraz fazla para kazanması anlamına geliyordu. Yeni yapılacak filmlerde öncelikle rol kendisi için düşünülecekti, çünkü sinema riski en aza indirmek için role uysun ya da uymasın bir ünlüye başrol düşünülürdü. Çünkü sinema sanayisi de bir sektördü ve acımasızdı. İçine aldığını öğütür, yok ederdi. Omurgası olan oyuncu sayısı çok azdı. Çünkü ekmek kazanmak için sadece kamera önünde değil, hayatta da oynamak zorundaydı. Tiksiniyordu kendisinden, başka bir meslek neden seçmemişti de, beyaz perde onu çekmişti?

Sokak sakindi, sessizliğini birkaç kuş sesi ve kendisinin sürünen ayağı bozuyordu. Gözlerini kırpıştırdı, yoldan yansıyan ışık demedi gözlerini yoruyordu. Olabildiğince kıstı, yürümeye devam etti. Biraz önce almış olduğu telefon, onun durumunu değiştirmemişti, ter hala gözlerini yakıyordu, tişörtü ıslak olduğunu esen hafif bir yelden de anlıyordu.

Sokaklar savaş sonrası sessizliğini koruyordu. Önünde de hiçbir gelecek yok gibiydi. Güneş her yeri kavururken, o da eridiğini düşünüyordu. Şimdi biraz daha ünlenmişti, fakat kimse bunun farkında değildi. O magazin programlarının bahsettiği kesimin gittiği mekanlara gidemezdi, gitmeyi de zaten düşünmemişti. Ödülü bir gazetede belki küçük bir haber olarak geçiştirilecekti, tıpkı tanıdığı eski sinema sanatçılarının ölüm haberi gibi! Yaşarken öldüğünü ve parçalandığını düşündü. Sessiz sokakta güneşin altında gölgesi ile birlikte yalnızlığını paylaşıyordu. Cebinde çalacak olan telefonu eline aldı ve bekledi, aranacaktı, kutlanacaktı aldığı ödülden dolayı. Bir gölgeye doğru seyretti ve bekledi çalacak olan telefonu.

7.10.2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: