7 Ocak 2008 Pazartesi

Yollardaydım.


Yollardaydım.

Yollarda olduğum günler içindeyim. Yolları oldum olası sevmişimdir. Bir yerden bir yere giderken yenilendiğimi hissederim. Otobüs yolculuklarını çocukluğumdan beri severim. Babam öğretmen olması nedeniyle köy köy dolaşmıştık, çocukluğumda. Köyden Ankara’ya her gelişim ve dönüşüm benim yenilenmem anmalına geliyordu, yeni gelişmelerden haberdar oluyor, köye giderken yeni kitapları alıp götürmek anlamına geliyordu.

Köylere eskiden eşek veya katır sırtında gezici sinemalar gelirdi, orada seyrederdim Yılmaz Güney’i ya da Cüneyt Arkın’ı… Köy çocukları ayrılır sokak kavgası gibi filmcilik oynardık. Bir bölümümüz Güney taraftarı, bir kısmımız Arkın taraftarı olurduk ve kıyasıya kavga ederdik, canımızı acıtmadan ama. Sonra kavga biter, yani film sahnesindeki oyunumuz biter ve katır sırtında giden sinemamız gibi günlük yaşantımız içinden de sinema da giderdi. Ankara’da öyle mi, her zaman insan sinemaya gidebilirdi. Çocukluğumda Ankara Demirlibahçe’de Açıkhava sineması vardı. Her filme giderdik, bir de yanımıza çitleyeceğimiz çekirdekleri alır, büyük bir panayır gibidir. Film ne olursa olsun gidilirdi. Beyazperdedeki yaşama bakmaktan büyük bir mutluluk alırdık. Köye dönerken otobüste kafamızda bu filmler olurdu. Otobüsler tabi bugünkü gibi lüks ve konforlu değil elbette. Yaz sonu köye dönerken otobüsün içinde pişirirdi. Yukarıdan açılan havalandırma yetmezdi, camların üstünde sürmeli bir yerde açılırdı. Otobüsün içi dışarıdan gelen sıcak hava ile dolardı. Yollar dar ve çukur çukur olmasına rağmen kimse şikayet ettiğini duymazdım. Otobüsün üstü de eşya dolu olurdu. Hatta yolcu fazla olunca eşyaların üstünde de biri olabilirdi. Zaman içinde üstte eşya taşıma bitti, sonra otobüsün altına eşyalar konmaya başladı. Yukarıya atılamayan eşyalar koridora serilirdi. Tek başına seyahat eden bayan olmadığı için eskiden bayan yanı erkek yanı gibi sorun olmazdı.

Zaman içinde yollar daha genişledi, genişlerken daha gelişmiş otobüslerde gelmeye başladı. Otobüste seyahat eden bir çocuk ne yapar markaları yarıştırır değil mi? MAN’mı geçecek, Mercedes mi? Benim bindiğim otobüsün hepsini geçmesini isterdim. Heyecan ile yola bakar, önümüzdeki araçları geçerken büyük bir heyecan duyardım. Hatta o kadar günlük hayatıma girmişti ki, evde kilimin üzerindeki desenleri yol yapar, kibrit kutusunu otobüs yapar yarıştırırdım. Vın vıııııııııııın diye sesim odayı doldururdu, gaz lambası altında…

Bir de otobüs firmaları önem kazanmaya başladı yıllar içinde, benim de favorim olan firmalar vardı, onlar kaza yapmaz, geçilmezdi. Büyünce ben şoför olacaktım! Bütün dünyayı gezecek, tüm sinemalara gidecek bir gezgin!

Şoför olmadım, çocukluğumda düşündüğüm hiçbir meslekte olmadı yaşantımda. Hiç düşünmediğim meslekleri üzerime aldım, okudum, fakat hiç birini yapmaz oldum. Hayal dünyamı daha iyi kullanabileceğim bir alanda çalışır buldum kendimi. Hayalperesttim. Hayaller kurar, o hayalleri birer birer gerçekleştirmek için mücadele ederim. Bazen hayal kırıklıkları da yaşarım, doğal olarak. Çünkü bazen imkansızı isterim! Ne demiş biri, kim demiş neden demiş diye tartışmıyorum, hayatımın ana çizgisini belirten bir cümle. Gerçekçi ol, imkansızı iste! Evet, ben hep imkansızı istedim. Elde ettikten sonra başka imkansızları istedim. İstemler hiç bitmiyor!

“giderek üzdün bizi zaman
Sıraya düzdün bizi zaman”

Radyoda çalıyordu bu parça, kulağımı kabarttım, beni aldı götürdü yolculuk sırasında, ne kadar da haklı dedim, zaman giderek üzmeye başladı, eskiden ne kadar çok sevindirirdi, şimdi üzüntüleri arka arkaya getiriyor, istesek de istemesek de zaman bizi bir sıraya koydu ki, artık eskisi gibi özgürce iradenle değiştir yaşamını, kolay değil. Çünkü kazanılmış ve elde edilmiş olanlar yani geçmişin senin özgürlüğünü elinden alıyor, sorumluluk yüklemiş ve o sorumluluk bir rol biçmiş, o biçilen rol bir sıra içinde. İmkansızı istiyorum, artık güç bulamıyorum kendimde elde etmek için!

Otobüs içindeydim, rahat bir yolculuk yapıyordum. Eskisi gibi üst üste eşyalar arasında değil, daha rahat bir koltukta, kişiye özel radyo dinleyebiliyordum. Birey daha da önem kazanmış otobüs içinde. Eskiden otobüsün bir teybi olurdu, oradan dinlerdik şoförün beğendiği kasetleri, şimdi koltukların üzerine iliştirilmiş kulaklıktan istediğin kanaldan istediğin tarzda müzik dinle. Şaşırmıştım, bundan daha birkaç sene öncesine kadar yoktu, şimdi teknolojinin ilerlemesi sayesinde nelere kavuşmuştuk!

Yollara bakıyorum, çocukluğumda olduğu gibi, şimdi yollar çok geniş, daha düzgün. Otobüsler istedikleri gibi hız yapmıyorlar, kurallara uyuyorlar, şimdi firmalar müşteri kazanmak için mi, yoksa kazada otobüsü zarar görmesin diye mi şoförlerine keskin kuralları uygulatıyorlar. Şu anda firma şoförleri belli bir kıyafet giyiyorlar ve belli bir renk uyumu içinde. Muavinler eskiden sadece erkek çocuk olurdu, şimdi meslek olmuş, işini iyi bilen bay bayan muavinler hizmet vermekteler. Otobüslerin vazgeçilmezleri molalar. Şimdi daha çok temiz ve bakımlı mola yerleri, marka öne çıkarılmış durumda. Dünyanın başka ülkesinde var mı bilmiyorum bu durum ama benim eski otobüs nostaljimi alıp götürmüş durumda, çünkü ben otobüsün önündeki aracı geçmesini çok severdim! Neyse ki bu isteğim gerçek olmamış, çünkü kazaların zaten önü alınamıyor ama biraz daha abartılı kazaları da yanında taşırdı. Her uzun yolculukta birden fazla şoförün olması ve onlar için otobüsün altında özel dinlenme bölümünün olması harika bir düşünce olarak gördüm. Yolun ihtiyaçlarına uygun bir yapılanma olmuş. Yolculuğu severim, yolculuk şimdi daha bir zevki olmaya başlamış.

En son ne zaman otobüse binmiştiniz?

23 Ağustos 2006
ismail cem özkan

Hiç yorum yok: