12 Nisan 2008 Cumartesi

Bir haber ve düşündüklerim…

Bir haber ve düşündüklerim…

Günlük okuduğum gazeteler içinde Vakit gazetesi farklı bir yer tutar, çünkü gazete neyi savunduğunu ve ne yapmak istediğini bir türlü tam anlayamam. Gazete İslam’i bir devleti savunuyor. Fakat gazete aynı zamanda Türk milliyetçisi olabiliyor, -bu her zaman değil,- bazen Kürtlerin safında da yer alabiliyor. Yani ırk konusunda kafaları net değil, ama bir duruşları var, o da İslam devleti!

İslam geleneksel olarak ümmetçidir, her türden ırk ve kültür bu İslam kültürü içinde erimesi beklenir. Fakat İslam üst kümlüğü kabul edipte kendi kültürlerini yaşatan ülkelerde ve cemaatlerde varlığını korumaktadır. İslam devleti demek ki, bugünkü yaşadığımız sorunlara yanıt olmuyor ki, çatışmalar sürmeye devam ediyor. Çatışmanın olmadığı, sömürü düzenin ortadan kalktığı bir İslam devleti var mıdır? İslam devleti içinde kölelikte vardır, sömürü de, tek faiz yoktur!

Vakit gazetesi İslam devletini savunuyor, İslam devleti sorunları çözeceğini düşünüyor, onun içinde her türlü propaganda yöntemini kullanmaktan vazgeçmiyor. Radikal ve uçlarda başlıklar atabiliyor. En son başlığı da hepimizin gözü önünde olan, kameralar tarafından bir ‘Show’ çekilir gibi tespit edilen, üniversite içinde faşist saldırıyı anlatan haberler. Faşist saldırı sonucunda, saldırının aslında içerideki silah deposuna karşı yapıldığını anlatmak için Vakit bir çalışanını oraya göndermiş ve haber yaptırmış. (Silah girer, türban giremezi kanıtlamak için.) Orada hem bağcıyı dövmek var, hem de başka bir şey. Yani bir taş ile birden fazla kuşu vurmak gibi bir mucizeyi gerçekleştirmek istiyor. Üniversite rektörü silahlara göz yumduğu için PKK’lı gibi gösterilirken, aynı zaman da bölücü olduğunu söylemek istiyor. İstifaya çağırırken de üniversiteler arası kurulda ki dengenin bozulacağını tespit ediyor. Eğer istifa ederse, istedikleri öğrenciler üniversite içinde rahatça dolaşacakları düşüncesi, birkaç gün önce attıkları başlıklarında duruyordu. Silahlı saldırıyı kınayacaklarına, üniversite içine alınmayan başörtüsünü (türbanı) öne çıkarmışlardı. Üniversite yurdunda öğrenciler silahlar ile girdiğini ve silahlar ile birbirini tehdit ettiklerini vurgulamışlar. Haberi yapan kişi, birkaç gün önceki saldırıyı sanırım görmeden geçmiş, çünkü saldırıda silahlı çatışma yok. Silahlı faşist göstericiler var, hatta bazılarında kesici aletler ile görüntülenmiş durumda. Eğer üniversite içinde silah deposu olmuş olsaydı, beklenen silahlı bir çatışma olacağıdır. Silahların bir de güvenlik güçleri tarafından ele geçirilmesi gereklidir ya da silahlı bir çatışma olmuş olması gereklidir. Henüz bu konuda bir haber bana ulaşmamıştır.

Haber yapmak günümüzde gördüğü hayalin paylaşılması olarak algılanmaya başladı. Gerçekleri değil, propagandaya uygun olan haber oluyor. Olayı nasıl gördüğün önem kazanıyor, bu nasılın yanında nereden baktığını haber içinde incelikler yerleştirmen anlamına geliyor. İdeolojik olarak duruşu ortada olan bir gazete, silahlı saldırıları haklı çıkarmak için bir misyonu da içinde barındırabiliyor. Bu sadece Vakit gazete için mi geçerli? Elbette sadece onlara özgü bir durum değil, daha profesyonelce ve ince yapılan haberler, bunların ki gibi başlıklara çıkmıyor ama kamuoyunu istediği gibi biçim verebiliyorlar.

Haber içinde doğruların olması gerekirken, gazetecilik mesleğini (tabi hala varsa) tamamı ile ortadan kalkması anlamına gelir. Günümüzde medya bir propaganda alanına dönmüştür. Gerçekler her zaman gün ışığına çıkmayabilir, çıksa da medyada yeteri kadar ya yer bulur ya da yer bulamaz. Medyanın bu kadar güvensiz olduğu bir süreçte, gerçek anlamda haber peşinde koşanların artık birer Donkişot olma durumundan farklı bir görünümleri yoktur. Onun da sonu romanda ne olduğu ortadır.

11 Nisan 2008 Cuma

Sansürlemek

Sansürlemek

Sansürlemek ne demek? Dünya ya da diğer insanlar benim gibi düşünsün ve benim düşüncemin dışında başka doğru yok demektir.

Sansürlemek ülke çıkarları mevzuu olduğunda hoşgörü ile yaklaşır bir çok insan. Acaba o hoşgörü ile yaklaşımın içinde çatışmamak yok mudur? Ülke olunca bir çok uyarıcı önem kazanır. Parçalanma korkusu bunların en başındadır. Eğer bizim gibi düşünmeyenler olursa bu toplum içinde parçalanabiliriz. Onun için hemen önlemler alınır. Evrensel boyutta örgütlere üye olunur, onların istekleri yerine getirilir. Yeter ki biz bir koruma şemsiyesi altında olalım!

Sansür bir koruma şemsiyesi görevini görür, çünkü bizim görmesini istemediğimiz doğruları ya da yanlışları ortadan yok ettiğimize inanırız. Sansür bir inancın ürünüdür ve belli bir bakışı temsil eder. Sansür yapanın doğruları, çoğunluğun doğruları olarak kabul edilir. Gerçek bunun dışında olması o kadar önemli değildir, çünkü sansür öğrenme hakkını da elimizden alır.

Sansür egemenlerin olduğu her düzende var olacaktır. Sansürsüz bir dünya şimdilik düşünemiyorum, çünkü iktidar erkini elinde bulunduran, kendi doğrularının yanlış olduğunu öğrenilmesini, hatta tartışılmasını istemez. Sansür tartışmayı ortadan kaldırır!

Evrensel paylaşıma karşıdır sansür. Evrensel sorunların tartışıldığı ya da gündeme getirdiği platformların ulusal sınırlar içine girmesi sakıncalı görülmüştür. Çünkü resmi tarih doğrularımızın yanlışlıkları ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. O yüzden internet dünyası ulus devletleri için yıkıcıdır ve sansürlenir genellikle. Bu sansürleme mahkeme kararı ile olabileceği gibi, aşırı derecede bilgi yükleme ile de olur. Çünkü internet dünyasında binlerce doğru ve yanlış vardır. Kişi hangisine inanacağını bilemez ve o yüzden alması gereken bilgileri ret etme noktasına gelebilir. Yani gözünün önünde ki bilgileri algılayamaz hale gelebilir. Ya da bilgileri süren kurumların kendilerince ve kendi doğruları yönünde bilgi süzmesi yapar ki, o okuyucusunu biçimlendirebilir. Bunu haber ajansları global boyutta yapmaya devam ediyorlar.

Ülkemizde sansür sessiz sessiz gelir ve gündemimize oturur. Youtube sitesine uygulanan sansüre ses çıkarılırken, her gün bir siteye sansür uygulanır ve kimsenin hangi siteye neden sansür uygulandığını dahi bilemez. Resmi açıklamalara göre; çoğu porno ve kumar siteleri olmak üzere iletişimi engellenmiştir diye kısa bir açıklama okuruz. Fakat şimdi Google sayfasının bir çok bölümüne de sansür uygulanır oldu. Bu siteye uygulanan sansürün bizim yaşantımıza ne gibi etkisi olacaktır?

Sansür uygulanan yerde, her zaman sansür delen uygulamalarda olmuştur. En son olarak Youtube sitesine uygulanan sansür, bulunan çözüm yolları ile anlamsızlaştırılmıştır. Fakat eskiden sadece yayın üzerine sansür uygulanırdı ve suçlular (yayınlayanlar) bir şekilde mahkemelere ifade verilmeye çağrılırdı. O ifadeler sonunda yasaklanıp yasaklanmayacağına karar verilir ve büyük çoğunlukla da yayın yasaklanmazdı. Çünkü yayının etkileme süreci zaman içinde eritilmiş olurdu. Şimdi yayıncı Türkiye'de değil, global olarak yayınlanıyor. Bu durumda kararı veren mahkeme neye göre kapatıp, açıyor?

9 Nisan 2008 Çarşamba

Nato yeniden yapılanırken, verimlilik esas olur!

Nato yeniden yapılanırken, verimlilik esas olur!

NATO yeniden yapılanırken, aldığı kararlarından bazıları ileride oluşacak olan savaşlarında alt yapısını oluşturmaktadır. Nato yeni kararları içinde, kendisine karşı tehlike olarak gördüğü bir yere müdahale etme hakkını kendisinde görmektedir. Bu bahaneler içinde nükleer tehlike olabilir. Nato söylemleri her üye ülkeyi bağlar.

“Nato’nun yeni yapılanmasında coğrafi konum yerine işlevselliğe dayandırma kavramı kabul edilmiştir. Hangi kapsamda olursa olsun coğrafi yaklaşımlara dayanan örgütlenmeler, sonuçta örgütün her unsurunun “kendi başına ayakta durabilmek” için gereken yetenekleri geliştirmeye başlamasıyla parçalanma tehlikesini de beraberinde getirir. Bu da aynı işin çeşitli unsurlarca yinelenmesine ve kaynak ziyanına yol açar. Ayrıca örgüt içinde birbirine paralel görevlerde çalışan personel çeşitli konularda birbirine paralel pozisyonlar geliştirirler ve bu pozisyonlar arasında uzlaşma sağlamak boşuna zaman ve çaba harcanmasına neden olur. Bunun aksine örgütlenmede işlevselliğe dayanan yaklaşımlar entegrasyon, uyum, ve tutarlılığı arttırır. Bu tür yaklaşımlar örgüt içinde işlerin gereksiz yere yinelenmesini veya aynı işin tekrar tekrar yapılmasını engeller, iş akışını düzenler ve personel hareketlerini hızlandırır. (Hava Korgeneral Andrew Vallance SHAPE Kurmay Başkanı’nın Komuta Yapısının Uygulanması’ndan sorumlu yardımcısıdır.. NATO’nun Yeni Komuta Yapısı, http://www.nato.int/docu/review/2003/issue3/turkish/military.html)”

Nato yeniden yapılanıyor ve biçim alıyor. Yukarıda uzun olarak aldığım alıntıdan çıkan sonuç; coğrafik konum önemli değildir, işlev yani verimli olması önemlidir. Komutanlık kademsinde en az personel kullanılması ve kararların hızlı alınmasını ve bir bütün olarak tek bir merkezden iki ayrı bölümden kontrol edilmesi esas olacaktır. Bu konudaki makaleden bir alıntıyı aşağıya aldım.

“NATO’nun tüm operasyonel işlevi bugün NATO’nun sorumluluk alanlarının tümünden sorumlu olan bir Stratejik Komutanlık’ta, yani Müttefik Harekat Komutanlığı’nda (ACO) toplanıyor. Ancak bu kadar hızla değişen bir dünyada sadece “bugün ve burada” üzerinde odaklanmak yeterli değil; geleceğe de bakmak gerekiyor. Bu da İttifak’ın dönüşümü ile ilgili askeri çalışmalara önderlik eden Müttefik Dönüşüm Komutanlığı’nın (ACT) görevi. Pratikte görev dağılımı tabii ki bu genellemeler kadar basit değil. İki Stratejik Komutanlığın sahip olduğu yetenekler birbirine entegre ve birbirine bağımlı. Liderlik görevi Stratejik Komutanlıklar arasında paylaşılıyor; ancak her görev ve iş için Stratejik Komutanlıklardan biri önderlik ederken diğeri destek görevini yürütüyor. Bu muazzam işlevsel düzenlemeyi organizasyonel terimlere dönüştürme işi bir özel görev gücüne verildi. Bu görev gücü başarılı iş ve ticaret uygulamalarında kullanılan iş sürecini gözden geçirme tekniklerini askeri kullanıma uyarlayarak altı ay içinde neredeyse tüm yeni NATO Komuta Yapısı unsurlarının dahili yapılarını ve personel ihtiyaçlarını karşıladı. Bu uygulama sonucunda Stratejik Komutanlıklar arasında ve her bir komutanlığın kendi içinde çok daha mantıklı bir görev dağılımı, birbirine gerçekten entegre olmuş iki Stratejik Komutanlığa dayanan bir örgütlenme, ve personel sayısında (özellikle de yüksek rütbeli personelde) önemli bir azalma sağlanacak.” (Andrew Vallance, NATO’nun Yeni Komuta Yapısı, http://www.nato.int/docu/review/2003/issue3/turkish/military.html)

Bu makaleden çıkarılacak sonuç ne olmalıdır? Bizim için İncirlik bir sorun olarak durmakta ve sürekli olarak kapatılmasını söylemekteyiz, bu işlevi yakında gerçekleşecek gibidir, çünkü İncirlik üssü yerine Kosova içinde yeni bir merkez inşaat edilmiş durumdadır, burası gerçek anlamda hizmete girdiğinde İncirlik üssü verimli olmaktan çıkacaktır. İlgili haberler aşağıdadır.

“21. Yüzyılın silah deposu” olarak da anılıyor. Bondsteel Camp. Kosova’da… Bondsteel Üssü’nü ziyaret edenler “100 yıl geleceğe gitmiş gibi oluyor” diyor. Üssün pek çok özelliği var ve Avrupa’nın en iyi donanımlı hastanesine de sahip. Romanya’nın liman kenti Köstence yakınlarında Mihail Kogalniçeanu ya da Amerikalıların kısaca MK dedikleri üs giderek büyüyor. (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/8600959.asp) Hürriyet, 6 Nisan 2008

NATO, Balkanlar’da genişleme hareketini ise sürdürüyor. Zirvede (Bükreş 2-4 Nisan 2008) sırasında da Arnavutluk ve Hırvatistan’ın NATO üye olarak kabul edilecekleri açıklandı. Slovenya, Romanya ve Bulgaristan’dan sonra bu ülkelerin de üyeliğe alınacak olması Balkanlar’ın adeta bir NATO Üssü olmasını sağlayacaktır. (http://uik.blogcu.com/12834411)

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, nükleer teknolojide kullanılan ''yeni bir alet'' geliştirdiklerini söyledi. (08 Nisan 2008, AA) Bu söylem bile Nato’nun yeni yapılanması içinde İran’a karşı yaptırım yapmaya yeterlidir. Nato yeniden yapılandırmasını bitirdikten sonra İran ile ilişkilerine yeni bir rota vereceğini söylemek hayal kurmak anlamına gelmez diye düşünüyorum. Ülke içinde bir girdaba girerken, dışımızda da başka girdaplar oluşmaya devam ediyor.

Uzun alıntılar yaptığım bu yazı bize yaşadığımız günlerde gözlerimizin önünde olan ama bizim farkında olamadığımız başka bir gerçek ile karşılaşmamızı sağlamıştır diye düşünüyorum. Kendi içimize kapandığımız an, dıştaki gelmekte olanı göremeyebiliriz. Bir bakarız ki, dışarıdaki gelişme bu sefer iç gelişmelerin de önüne geçmiş olur. Bir anda olsa kendi içimizde olanların yanında dışarıda gelişen, bizi çok yakından ilgilendiren olayları görme imkanımız olsa, acaba demekteyim bir bardakta koparılan fırtınanın önemi kalır mı? Çünkü dışarıdaki fırtına daha büyük ve planlı bir şekilde üzerimize doğru gelmektedir.

8 Nisan 2008 Salı

Kurşun adres sorar!

Kurşun adres sorar!

Bir üniversite silah kullanıldığını yazılı ve görsel basın randevu ile tespit etmiş. Silah eden kamaralara poz veriyor, söylendiğine göre bir hafta önce almış olduğu silahı ilk defa bir kitle karşısında deniyor. Silah ile henüz bütünleşmemiş, gösteriş budalası gibi duruyor. Solcu olarak bildiği vatan hainleri olarak düşündüğü kitleye vatansever bir şekilde kurşun atarken, yaptığı işin ne kadar kutsal olduğunu düşünmekteydi belki.

Ulusal kafa içinde vatanseverler var, bir de hainler. Hain olmak demek, üniter devlet içinde farklı din, dil ve kültüre sahip olmak demektir. Farkıysa yok et. Bu düşünce yapısı Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta hep kendisini gün yüzüne çıkarmıştır. Katliama karışanların kaçı acaba ben suçluyum duygusuna kapıldı ve daha sonra o suçluluk duygusu ile açıklamada bulundu?

Eline insan neden silah alır? Kan dökmek için. Kan dökme insanlık tarihi kadar eskidir, kan dökerek tanrıya veya inandığı bir güce bağlılığını göstermiş olur. Kan kültürü insanlık tarihi içinde hep var olmuştur. İnsandan adak yapılma dönemi karanlık çağda kaldığını düşünürüz hep, fakat günümüzde de farklı içerikler içinde de olsa adak olayı devam ediyor. Kan, dökülenin yerine konmaz ama kanı kan ile temizlemeye çalışanlar hep var olmuştur. Tarsus’da bir aile infaz edilirken kanı kan ile temizleme duygusu var olduğunu görebiliriz. Kan davası devam eder günümüzde de. İdeolojik boyutuna geçince kan davası, eline silah alıp kendisinden olmayanı öldürmeye dönüşür. Hiç tanımadığı, görmediği birinin üzerine rahatlıkla silah ile ateş edebilir. Savaşlar, iç savaşlar ve ideolojik adam öldürmeler kan davasının günümüzde dönüşümünün farklı yönleri olduğunu düşünürüm hep. Bir yere kendini ispatlamak! İnandığı güce karşı kendisini ispatlamak, o güç için kan dökülür.

Akdeniz üniversitesinde kan dökmek için silah kullanımını ılımlı İslami basın kendisine göre yorumlamış. Onlar ilk sayfadan verdikleri haberde şu imgeyi öne çıkarmışlar; ‘Silahlı girer, başörtülü giremez!’ orada silah kullanımını meşru gören bir hava sezdiniz mi?

Üniversitede atılan kurşun adresi bellidir. Kurşun adres soruyor, adrestekiler bunun ne kadarının farkındalar?

7 Nisan 2008 Pazartesi

Girdaba girerken…

Girdaba girerken…

Bir girdabın içine doğru itekleniyoruz. Faşist saldırılar Akdeniz Üniversitesinde başlamış, silah kullanıyor. Kars’ta bir kız çocuğuna tecavüz ediliyor, edenler ise belli. Akdeniz saldırısı ile onun arasında direkt bir bağlantı yok, fakat bakarsanız girdaptan dolayı bağlantı kurulabilinir.

Girdaba girince olayların başı ile sonu veya nedenleri ile sonuçları arasında bağlantı kuracak zamanın olmaması anlamına gelir. Olaylar o kadar hızlı ilerler ki, kişi beklemediği yerde, beklemediği ilişkiler içinde kalabilir. Girdap demek kaos demektir ve kaos ortamından en çok yararlananlar şampanya bardaklarını havaya kaldırıp bizim çocuklar şerefine söz söyleyenlerdir.

Bir savunmasız kız, sekiz ay boyunca tecavüz ediliyor. Tecavüz edenler listesine baktım, gazeteci, siyaset yakını ve asker. Bugünkü kaos ortamın özeti gibi!

Akdeniz üniversitesinin yurtlarında başlayan olaylar günler sürmeye başladı ve ağır yaralanan öğrenci var. Kalabalığın ortasında çember sakalı biri elinde silah ile ateş ediyor. Bütün gazete sayfalarında fotoğrafı gözüküyor. Elinde silah olan bana göre katildir, katili hepimiz fotoğraflardan gördük. Korkutmak için ateş etmiyordu, öldürmek için. Kan ile beslenenler yine kan akıtmaya başladılar.

Bugün bütün gazeteleri taradım, hangi olayları görmüşler diyerek. Kadıköy mitingini görmemiş AKP taraftarı basın, görenlerde son anda çıkan küçük bir olayı işlemişler konu olarak. (Kim neden o kalabalığın içinde kavga eder, kavga etmek için yürüyüşleri mi bulurlar, kavga hem sınıf için denir, hem de sınıf taraftarı olduğunu söyleyenler birbiri ile kavga ederler, okuduğum haberler üzerine bu yorumu yapmadan geçemedim.) Orada insanlar yağmurun altında neyi istedikleri duyulmamış, onların basınında. Akdeniz üniversitesinin öğrenci yurdu önünde başlayan olaylar sağ ve sol çatışması olarak gösteriliyor, demektir ki sorunun özüne kimse dokunmak istemiyor. Orada faşist bir saldırı mevcuttur, o saldırının koşullarını hazırlayan bugünkü kaos ortamının yaratıcılarıdır.

Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde okullar bir haftadır tatilmiş, duymamıştım. Duyunca şaşırdım. Orada meğer daha önce olmuş olaylar. Kimin haberi var olan olaylardan, basın kimin hizmetinde olduğu ortada değil mi? Hangi olayı veriyor, hangisini vermiyor? Hangi üniversiteler şimdi olaylar nedeniyle kapalı, bileniniz var mı?

"Deja vu", "ben bu veya buna benzer bir şeyi daha önce yaşamış, görmüştüm" hissine kapıldınız değil mi, her bunalım döneminde sanki birileri aynı senaryo ile oyun oynamak ister gibi sahneye konuyor. Bu dönemde kimler karlı çıkıyor, kimler kaybediyor? Ortada olmasına rağmen, bir anda bizler kendimizi bir girdabın içinde bulabiliyoruz. Bu girdabın ekonomik kaos boyutunu ise acı bir şekilde hep beraber yaşayacağız!

Kaos ortamından kimler karlı çıkıyor, düşündük mü?

6 Nisan 2008 Pazar

Gece yarısı…

Gece yarısı…

Gece yarısı kalkar bakarım, herhangi bir darbe var mı diyerek. Eskiden radyoyu açardım, şimdi sadece internete bakıyorum.

Gece yarısı bilgisayarımı açarım ve bakarım, acaba herhangi bir yerde deprem oldu mu diyerek.

Gecenin ortalarında bir anda uykum kaçar ve koşarım bilgisayarın başına, acaba ne oldu şu anda. Merak içindeyim. Ülkemizde her şey bir anda olabilir, Aristo’nun mantığı geçerlidir. Karmaşık düşünemeyiz, olması gerekende bir gecede olur, gündüz ise olanların farkına varırız.

Gece yarısı o yüzden uyku tutmaz, dayanamam gider bakarım. Baktım bir şey yok, ondan sonra yatağıma gider rahat rahat uyurum.

Gece gelen maillere de bakarım, madem açtım bilgisayarı ve internete bağlanmışken. Maillerimde birbirine iletilen iletilerin çokluğu içinde hep düşünürüm, insanlar neden birbirine kendisine ait olmayanı iletir?

Bir katıldıkları için…

İki hoşlarına gittiği için…

Üç zamanları olmadığından başkalarının düşüncelerini kendilerine yakın gördüklerini başkasına ileterek zamandan kazanç sağlamış oluyorlar.

İletileri iletenlerin zamanları yoktur yazı yazmak için, sadece başına eklerler, ‘çok eğlenceli, çok hoşuma gitti’ gibi uyarılar. Bir bakarım ki, uyarı yazılmış aynı ileti gün içinde birden fazla benim mail kutuma düşer. Üstelik gönderen de o uyarıyı yazan kişi, sonra düşünürüm, demek ki okumadan ve açmadan gönderiyor.

İnsanlar hep tepki beklerler ama kendilerinin tepki verecek zamanları yoktur. Sadece iletileri birbirine ileterek tepki verdiklerini düşünürler. Sokaklara protestoya çıkan insan sayısı gittikçe azalmış. Bundan otuz yıl öncesi sokakta protesto edenlerden daha az bir kitle, sokaklarda gözükmektedir. Protesto edilen alanın dışında protestoculardan daha fazla izleyici, durumu anlamaya çalışıyor gözüküyor. Bir de robot gibi kıyafetleri ile polisler. Ara sokaklarda saldırıya hemen hazır konumunda beklemekteler.

Gece yarısı kalkar, internet sayfalarında gazetelerin dijital baskılarına bakarım, önemli bir olay olmuş mu diyerek. Fakat orada yani sayfayı düzenleyenlerde uykuya daldıklarını düşünürüm, çünkü belli bir saatten sonra haber yoktur, sabaha kadar beklemek gerek!

Gece yarısı sizin de bir takıntınız var mı?