23 Mayıs 2008 Cuma

Dizilere bakarken…

Dizilere bakarken…

Ekran karşısına geçip de diziye bakmayan kalmamıştır. Bir film formatında çekilen ama hep sonu açık bırakılan ilişkiler yumağıdır. Diziler bugün ekrana seyirci çekmek için bulunmuş büyük bir yaratıcılıktır.

Diziler ekranların afyonu gibidir. Bağlar ve ekrana insanı çeker. Bir dizinin bir bölümünü kaçırmamak için acele eden insanları dahi gördüm. Dizilere göre randevu verenler, dizlere göre günlük sohbetlerini belirleyenler… Bu gelişmeler doğal mı?

Diziler ile günlük yaşama bakışta da bir değişim olduğunu düşünüyorum, neye nasıl tepki veremez halde olan kalabalıklar dizilerin ses dizimini günlük yaşamlarına katarak orada öğrenmiş oldukları konuşma ve mimikleri günlük sohbetlerine çok rahat aktarabiliyorlar. Her dizinin bir moda söylemi var, duruşu ve yürüyüşü var!

Dizide görülen bir süs eşyasının satışında patlama oluyor, bir aksesuar bir anda popüler olabilmektedir. Diziler demek ki popüler olmak zorunda ve ihtiyaç yaratmalı. Yani Pazar oluşturur. O yüzden dizilere sponsor olan firmalar ve gizli reklam önemlidir. Diziler o kadar işi ileriye götürdüler ki, çalışanlarına hiç nefes alacak zaman bırakmadan zorlayarak süreyi uzatmaya çalışıyorlar. Akşam kuşağı bir dizi ile başlıyor ve sona erebiliyor. Akşam kuşağı içinde artık haber programları yok, haber programları gece kuşağında var. Onlar da gece yarısı başlayıp, sabahın ilk saatlerine kadar sürmektedir.

Benim bu aralar takip ettiğim bir dizi var, parmaklıklar arkasında. Başlangıçta iyi olan senaryo zaman içinde amatörleşti ve kurgusu kötüleşmeye başladı, çünkü uzatıldıkça tekrarlar ile çalışanlar nefes almaya çalıştıklarını biliyorum. İşveren istiyor hem de süresini uzatarak. Oyuncular ve set çalışanları tuzla tersanesinde çalışan işçiler gibidirler. Neyse ki, kaynak yapmadıklarından olsa gerek birikmiş gazlar patlama yapmıyor. Fakat ben en kısa zamanda Bakırköy hastanesini ziyaret edecek çalışanlar bekliyorum, belki giden de olmuş olabilir! Setlerde henüz can kaybı ve ölümcül çatışmalar olmamıştır. Olmayacağı anlamına gelmez!

Adını andığım dizide bir erkek gardiyan var. O gardiyan sürekli tutuklulara işkence yapıyor, sıkıştırıyor. Ve bizler bu durumu normal karşılıyoruz. Gardiyan mesleğinin örgütlü olduğu herhangi bir dernek buna karşı hiçbir söz söylemdi. Bizi kötü gösteriyorsunuz gibi her hangi bir uyarı olmadı. Oldu da benim mi haberim olmadı. Amerikan polisiye dizilerinde işkence normalleşmiştir. Bizde de dizlerde normalleştiğini ve hatta örnek gösterildiğini görmekteyim. İşkenceye ve insan onurunu korumak için yapılan mücadeleler bu diziler sayesinde yerle bir edilmekte ve insanların kafasında dövmek ve işkence yapmak normalleştiriliyor.

Diziler yayınladıkları süre içinde etkilidirler, etkileri yayından kalktıkları andan itibaren silinir. Şimdi düşünelim geçmişte kaç dizi bağımlılık yaptı, bağımlılık yapan diziler ortadan kalktığında kaç kişi arıyor? Tekrarı yayınlandığında neden ilk yayınlandığı gibi etki göstermiyor? Çünkü sonu belli olan şey ilgi çekmez! Dizileri ilginç yapan beklentidir, izleyiciye ne kadar çok beklenti hissi yaratabilirsen dizi o kadar başarılı olur. İçerik önemli değildir, çekim ve senaryo hataları ortadan kalkar. Önemli olan beklentiyi hep ayakta tutmaktır.

Eskiden gazeteler roman tefrikası yayınlardı. Roman gazete yayınlandıktan sonra basılırdı. Roman satışını etkilerdi, çünkü gazetede özeti yayınlanır ve romana yöneltirdi okuyucuyu. Televizyon izleyiciyi neye / nereye yönlendiriyor?

22 Mayıs 2008 Perşembe

Türkiye idamları kaldırdı!

Türkiye idamları kaldırdı!

Türkiye’de idamlar kalkalı çok oldu. Hem de idamı çok isteyenler tarafından kaldırıldı! İdamlar kalkınca neler oldu? İdamı isteyenler kürsülerden ip atar oldular diyeceksiniz değil mi? Ben de öyle denileceğini bildiğim için başka şey söyleyeceğim, faili meçhul ve mafyanın öldürdüğü insan sayısında bir artış oldu! İdamlık olacağını düşündüklerini devlete değil, başka yere havale edilir oldu! Aile meclisleri reşit olmayan çocuğuna havale ederek namusunu temizliyorlar! İdamlar ceza yasamızda yok, fakat ölümler günlük yaşamımızda devam ediyor.

Söz buraya gelince başka bir yöne bakmak gerek, çünkü sadece işi iç güçlere değil, dış güçlere de havale edilir olduğunu son Suudi rejimi altında idam bekleyenleri düşününce kafamda sorular oluşuyor! Önceleri Irak’ta Amerika’ya direnen güçler tarafından boğazı kesilerek ya da kurşun ile öldürülenler aklıma geliyor. Onların suçu; Irak’ta çalışıyor olmak bile yeterliydi. Irak işgal edilmeden Amerikan askerlerini göndermeyen ülkenin insanı orada öldürüldü ve bir süre sonra bu öldürmeler ve kaçırmalar bitti! Neden ve nasıl bittiğini kimse sorgulamadı. Neden bu vahşilik tüm dünya medyası gözü önünde oldu?

Suudi rejimi şimdi ikinci vatandaşımızı idam etmek istiyor. Bu isteklerini tüm dünyaya duyururken bizim iktidar sahipleri oradan gelen hediyeleri kabul ediyor! Bu idam kararlarının gerekçesi ise Allaha ve peygambere söz söylemektir. Sözün neden ve niçin söylendiği ortada değil, biri söyledi demiştir büyük olasılıkla, dil bilgisinin yetersizliği ya da başka nedenlerle kendilerini savunamayan iki vatandaşımız (şimdilik) ölümü bekliyorlar. Kılıç ile peygamberi ve Allah’ı koruyorlar, Allah onların korumasına ihtiyacı varmış gibi! Allah vereceği cezayı ve ödülü kuluna kendisi verir, başkasına bunu havale etmemiştir. Her hangi bir yere saldırı yok, her hangi bir darp yok, sadece söylediği kabul edilen birkaç cümle. O cümlenin varlığı ya da yokluğu bile net değildir. İdam edileceği gün sayılı gözüküyor. Bizimkiler hediyelerin fotoğrafını çekmeye devam ediyorlar! Birkaç defa telefon ile ricada bulunmak vicdan rahatlatmaya yetmez. Çünkü bu idamlar vicdan sorunu değildir.

Türkiye idam kararı olmayan çağdaş bir ülke görünümdedir. Çünkü idamlar geri dönüşü olmayan karar demektir. Suçsuz olarak idam edilenler idamların tarihi içinde durmaktadır. Gerçek adalet idam ile sağlanmıyor, sağlanmış olsaydı çağdaş dünya idamları yasalarından çıkarmazdı. Adaleti sağlayan başka seçenekler varken, idamı gündemine alanlar aslında güçsüz olanlardır. Çünkü güçsüz olanlar önce kendisine engel olduğunu ortadan kaldırmayı düşünür ve bu sayede gücünü korumayı seçer. Fakat insanlık tarihi içinde gücünü sonsuza kadar koruyan hangi iktidar ve güç olmuştur?

Suudi rejimi ya da başka ülkede idam edilmeyi bekleyen vatandaşımıza iktidar ve devletimiz sahip çıkmalıdır. Onların idamını durdurmak ülkemizin gücünü ve itibarını gösterir. Ülkemiz yurtdışında bulunan tüm vatandaşlarının sorunları ile yakından ilgilenmelidir. Aksi halde temsilciliklerin ve büyükelçiliklerin görevi ne olduğu sorgulanır hale gelir. Vatandaşların pasaportlarını uzattığı bir büro olmadığını yaptığı çalışmalar ve etkileri ile göstermek zorundalar.

İdama karşı gösterilecek direnç ülkemizin gelişmişliğinin sınavıdır. Umarım bu sınavı başarı ile geçer ve vatandaşlarımızın idamı durdurulur.

Hormonlu mürekkep!

Hormonlu mürekkep!

Bugün Karaköy’den Kadıköy yönüne gidecek olan vapuru, iskelede bekliyorum. İstanbul’u bilmeyenler için kısa bir açıklamada bulunayım. Avrupa yakasından Anadolu yakasına gitmek için hala vapurlar kullanılıyor. İleride bu yazı okuyacaklar için anlamsız olabilir, çünkü tüp geçitler, metrolar filan derken su altı, su üstü ulaşımlar bu bacasından duman çıkan gemileri sadece fotoğraflar içinde yaşatacak gibi!

Karaköy iskelesi Avrupa yakasında, ben Kadıköy’e gitmek istiyorum. Kadıköy ise Anadolu yakasındadır. Bugünkü teknoloji vapurlar ile geçmeye uygun. En sağlıklı ve kısa yol vapurlardır. Yaklaşık olarak 20 dakika süren yolculuk aynı zamanda bir kıtadan öteki kıtaya geçişi anlatır. Kıtalar arası yolculuktur!

İskelede beklerken bir genç yanıma geldi, ‘Kadıköy’ dedi. Anlamsız suratına baktım ama ne demek istediğini anlamıştım. ‘Evet’ Kadıköy’e gider’ dedim. Bu arada yanımda duran işçi kıyafetli bir yaşlı adam bana dönerek; ‘Ne dedi? Anladın mı?’ diye şaşkın bakışlarla sorarken, bir yandan da ‘Mürekkep yutmuş biri, nasıl olurda bu şekilde soru sorar, burası Kadıköy değil, Karaköy!’ diyerek konuşmasını devam ettirdi. Ben de bu kendi kendisi ile konuşan adamın dünyasına dahil oldum. ‘Yeni nesil, mürekkep yuttu ama bu yuttukları mürekkep her şey de olduğu gibi hormonludur. Biliyorsunuz hormon her şeye karışır oldu, insan değişti!’ dedim.

Yaşlı adam iç konuşmasına benim katıldığımı görünce gözleri parıldamıştı, çünkü artık insanlar birbirleri ile konuşmuyor, sadece iç konuşmalarını sesli olarak yansıtıyorlardı. Bu arada vapur iskeleye yanaşmış, yüzleri kapıya doğru dönük olan yolcular bir anda hareketlenmişlerdi. Sessiz bir bekleyiş, kıpırdanma ile dalgalanır gibi oldu, vapur iskeleye çarptığında bulunduğumuz alanda hareketlendi, küçük çaplı bir deprem gibi sallanmıştı! Burada iskeleler her vapur yanaşığında dalgaların etkisi ile sallanır!

Sadece sallanan iskeleler değil, günümüzde sarsıntılar geçirmekte. Toplumsal dönüşüm kuşaklar arası arayı açtığından olacak yeni kuşak ile bir önceki kuşak farklı dillerden konuşur gibi, arada tercüman bulmak bile zor gözüküyor. Yeni teknoloji günlük konuşmanın içine girerken yeni bir insanı da yaratmış oldu. Günümüz gençliği kısa konuşmayı bırakın artık aradaki sesli sessiz harfleri bile düşürerek konuşuyor. Örneğin popüler olan Cem Yılmaz ismini CMYLMZ oluvermişti. Sadece o reklam amacıyla yaptığını düşünebilirsiniz, fakat sokaklarda yürürken kulağınıza gelen sesler onun yalnız olmadığını gösteriyor. Hatta yapılan bilimsel bir çalışma konusu dahi olmuş. Bir konu anlatılırken başı ve sonu düzgün olan cümleler kurun, araya da hiç alakası harfleri serpiştirin, okuyanlar o anlamsız harfleri kafalarında anlama büründürerek okudukları gözlenmiş.

Eskiden okuyanlara mürekkep yutmuş adam derlerdi, çünkü okkanın içine sokulan kamış (daha sonra divit geldi) ile dile değdirilirdi. Okuyan yazan insan mürekkep yutmuş oluyordu. Her okumuşa o yüzden mürekkep yutmuş olarak kabul edilir ve bu söz oradan türemiştir. Günümüz gençliği elbette diline değdirdiği ne mürekkep var ne de doğru dürüst kalem. Her şey klavyenin başında bitiyor. Klavyeyi bırakanlar hemen cep telefonun tuşlarına dokunuyorlar. Günümüzde okuma yazma demek parmakların uçlarının tuşlara değmesi olarak algılanabilir. Klavyede yazmaktan üşenenler ise semboller ve kısaltmalar ile anlatmak istediklerini anlatıyorlar. Uzun uzadıya cümle kurulacağına kısa ve öz olarak anlatması yeterlidir. Gençler hormonlu mürekkep yutmuşlardır!

İsmail Cem Özkan

20 Mayıs 2008 Salı

Haberlere bakarken…

Haberlere bakarken…
Günlük gazetelere bakarken bir gün içinde ne gibi haberler yan yana gelmiş diye merak ettim ve bir kağıda topladım. Onları paylaşayım dedim, dünya ve ülkemizin portesini görebiliyor muyuz günlük haberlerde?
Son yapılan bir araştırma (Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Yılmaz ve Açık Toplum Enstitüsü için İnfakto Researce Workshop tarafından gerçekleştirilen “Türkiye'de Orta Sınıfı Tanımlamak” ) sonuçlarına bakarak ülkemize baktım. İstatistikler her zaman doğruyu söylemez ve yalan söylemenin en iyi aracıdır. Gerçekmiş gibi insana bir resim verir sadece.
“Ankette sorulan 'Orta hallileri nesinden tanırsınız?' sorusuna, yüzde 55.3'ü kazandığı paradan derken, yüzde 55.2'si oturduğu semt veya mahalleden, yüzde 37.9'u oturduğu ev, yüzde 30.2'si çalıştığı iş veya sahip olduğu meslekten ve yüzde 25.5'i de çocukların gittiği okullardan yanıtını vermiş.
Ankette 'zengin nasıl zengin olmuş?' sorusuna, halkın yüzde 47.2'si 'Çok çalıştıkları ve çaba gösterdikleri için', yüzde 22.5'i 'İyi bir aileden geldikleri için', yüzde 22.5'i 'İyi bir eğitim aldıkları için', yüzde 21.0'ı 'Şanslı oldukları için', yüzde 20.4'ü 'Yolsuzluk yaptıkları için' ve yüzde 13.1'i 'Yoksulları sömürdükleri için' cevabını vermiş. Burada en yüksek oranla halkın çok çalışanların zengin olduğu kanaatinde olduğu ortaya çıkıyor.

Çalışmada, 'Yoksul nasıl yoksul kalmıştır?' sorusuna, anketörlerin yüzde 55.3'ü 'Yeterince çalışmadıkları' için derken, yüzde 34.3'ü 'İyi eğitim alamadıkları için', yüzde 20.9 'Devlet onlara yeterince yardım yapmadığı için', yüzde 11.8'si 'Zenginler tarafından sömürüldükleri için', yüzde 13.5'i 'Yolsuzluk yapmadıkları için' ve yüzde 11.1'i de 'Kader, alınyazıları böyle olduğu için' cevabını vermiş. Burada da yine çalışmayla orantılı olarak kişinin yoksullaşması ya da zenginleşmesi arasında bağlantı kuruluyor.” Star Gazetesi.

İngiltere'de Avam Kamarası, tıbbi araştırmalar için insan-hayvan hücrelerinden oluşan embriyolar üretilmesine olanak sağlayan yasayı onayladı.

Güney Afrika’da başta başkent Johannesburg olmak üzere çeşitli kentlerde göçmenlere yönelik şiddet eylemlerinde 22 işçi, birçoğu yakılarak öldürüldü. Çoğunluğu Zimbabweli göçmen işçilere yaklaşık altı bin kişi ‘İşlerimizi alıyorlar’ gerekçesiyle saldırdı.

Almanya’da artık sıradanlaşan ve haber değerini kaybeden Türklere yönelik saldırılar ve ev yakmalar. En son neresi yanmıştı gerçekten?

Ülkemizde turist kızlara yönelik taciz ve tecavüzler ve onları takip eden cinayetler. İş vaadi ile getirilen kızların köle yapılması ve erkeklere pazarlanması. Yazlık satışları içinde metresinde bonus olarak verilmesi. Yurttan cinsel taciz için kaçan kızın, yakalanarak aynı yurda gönderilmesi ve başına gelenler.

Sigara yasağı çekirdeğe yaradı. Satışlar bir anda katlandı.

Çavuşlu Köyü'nde oturan Hasan Doğan, hayvanlarını otlatırken kene ısırdı. Doğan, keneyi kendisi çıkarmasından bir süre sonra rahatsızlandı ve öldü.

Sonunda başı bağlı baş bayanlar Çankaya köşkünde buluştu. Uzun süre basını meşgul eden kırgınlık sonunda tatlıya bağlandı.

GeoHazards International, Birleşmiş Milletler'in de yardımıyla, Asya ve Amerika kıtalarındaki şehirlerle olabilecek 6.0 ya da üzeri bir depremde tahmin edilen ölü sayılarını araştırdı... Listede İstanbul ve İzmir’de deprem olacaklar şehirler arasında bulunuyor.

Suudi Arabistan’da evli oldukları 30 yıl boyunca karısının yüzünü hiç görmemiş bir adam, merakına yenilip karısı uykudayken peçesini kaldırıp yüzüne baktı. O esnada uykudan kalkan karısı ise, geleneklere karşı geldiği için kocasından boşanmaya karar verdi.

Bir etkinlik ve düşündüklerim…

Bir etkinlik ve düşündüklerim…

En çok emek mücadelesinden ve eşitlikten, saygıdan bahsedenlerin en fazla bu alanda zarar verdiklerini düşündüm, geçen gece katıldığım bir etkinlikte.

Kendilerini göstermek için sahneye çıkanların asılında o işi sadece kendilerini göstermek için yaptıklarını ve hep övgü bekler gördüm. Asıl emek harcayanların, bu işi omuzlayan emekçiler yoktu. Emekçilerin yaptıkları sahnede görüntü olarak duruyor, onların isimleri dahi yok!

Biz yaptık biz yayınladık dediler, fakat ben yapanları görmedim, yoktular.

Emek, özgürlük, adalet mücadelesi söylemli bildirgeler sahneden izleyiciye ulaşmakta ama söz uçar, görüntü akar ama gerçek ortada yoktur! Söylenen söz, yazılar değerler birer şovdurlar. Şov yapılır ve mutlu bir şekilde ayrılır. Şov yapmak için başka nasıl olsa emeğini koyacak, isimsiz birçok ahmak vardır bu dünyada. Bulunur, sadece birkaç kişi yaptığı ile övünsün!

Bir ekrana yansıyan görüntüler görürsünüz. Ekran karşısında sizi bıkkınlığa kadar götüren tekrarlar görürsünüz. O tekrarlar elde yeni çalışmalar olmadığı içindir, döner durur. Tekrarlar ile her sunum yeniden gösterilir. Tekrarlanır. Tekrarlanır ama onu yapan emek, onu oraya taşıyan emekçilerin isimleri yoktur. Birkaç kuruş verdiklerini söyleyen ve siyasi yörünge verdiklerini düşündüklerini sananlar vardır orada. Orada onu yaratan beyinler yoktur, o beyinler unutulmuştur. Unutulmasınlar diye geçmişin birikimi olanlar insanlar anılırken, unutulmuşlardır.

Değişimi isteyenlerin televizyonu diyen istek öne çıkarılmıştı, değişimin içeride olmadığını gördüm. Değişim isteyenler düzenin izlerini olduğu gibi üzerlerinde taşıyorlardı. Aslında biz farklı değiliz, ama biz şuyuz demekteydiler. Bir banka reklamında atılan slogan hala geçerliliğini korumaktaydı.

Unutulanları ben anımsatayım, çünkü bugün var olan o unutulanların emeği ile oluştu. İlk başta tozların arasında inşaatın içinde Ünal vardı, eşi hamile olduğu halde o uyduya yansıyacak görüntü ile ilgilendi. İlk görüntüler ve ilk tanıtım onun eseridir. O ekrandan akan ilkeleri yazan bugün sahnedeydi, fakat onu izleyiciye ulaştıranın adı yoktu. Tozlar arasında Okan vardı. Tiyatrocuydu, montajı öğrenmişti. İlk kurguları o yapmıştı, tozlar içinde. Erdoğan vardı, uzaktan gelmiş, bir ideal için orada tüm günü vermişti. Erdal vardı, sanatçımızdı. Kendisine ait sesi vardı, eğitimliydi, kendi özverisi ile oradaydı. Programlar yaptı, geldi montaj yaptı. O kısıtlı imkanlar içinde tozlu bilgisayarların arasında ekrana gülen yüz oldu. Sadece ekrana değil, çalışanlara da moral oldu. Ben vardım, tanıtım kliplerini yapmıştım, ekrana kısıtlı imkanlar ile en iyi grafiği yapmak için emek harcamıştım. Sonra bize katılan ama baştan beri yanımızda olan Sefa vardı. Sesi ile katıldı, kamera kullandı. Özveriliydi, özverisi yaşayanlar tanıklık etti. Uzaktan gelip bize katılan Yücel oldu. Uzun yolları aşarak geldi, aksatmadı. Orada pratikte öğrendi, okuduklarını. Montaj yaptı, kurgu yapmadı ama montajı ilk yapanlar için fena değildi. Ben işi bıraktığımda uyduya yayını gönderdi, alt yazı işi ile ilgilendi. İçimizde tek bayan arkadaşımız Cihan başka bir kanaldan geldi. Sadece montaj yapmadı, yönetmenlikte yaptı. Kameramanlar onları unutmamak gerek. İlk başlarda düğünlerde kamera kullanan bir arkadaşımız vardı, onun kameraları ile ilk çekimleri yayınladık. Onun aletlerini kullandık, ilk bizden kopan oldu. İdealı yaratmak isteyenler düğün kamerasını televizyon için uygun görmemişlerdi. Bütün bunların dışında bir de ekranda görünenler vardı. Onların sadece ikisi zaman içinde ayrıldı. Yönetici oldukları için isimlerini anmak istemedim. Onlarda biz program yapımcıyız, biz olmadan teknik elemanların olması önemli değil diye düşündüklerini bugün sahnede gördüm. Onlar sanıyorlar ki ekrana çıkan emekçi!

‘Parası ile değil mi, emekçi satın alınır ve ucuza çalıştırılır. Özveri gösteriyormuş, yok bilmem ne, onlar emeğini verenin tercihi, biz onlara söyledik mi’ diye içlerinden geçiriyorlardır şimdi! Ekrana çıkan haklıdır, sahneye çıkar ve kendilerini sunarlar. (Bu arada ben bile isimleri unutmuşum, gerçi ilk tozlu anların belgesel çekimleri elimde, yüzlerini görüyorum, mutluyduk, değişim istiyorduk ve değişimi isteyenlerin ekranını yaratıyorduk. Özveriliydik. Umutluyduk. Umutlu yüzlerin geçişini izledim o dönemde çektiğim belgesel çalışmada, merak içinde neler olduğunu anlamaya çalışanları görüyorum şimdi ekranımda. İsimleri unutuyorum, çünkü ben eskiden beri isim ezberleyemem ve sürekli unuturum. Bu unutkanlık bir acının eseri olarak bende hatıra olarak kaldı. Ama unutmadığım şeyler eylemlerdir. İsimler unutulur zaman içinde ama yapılan güzellikler unutulmaz! Bu arda bizim ile birebir ilişki içinde olmasalar da yürekleri ile yanımızda olanlar var, onlar unutulmaz elbette. Sekreterimiz Gülümser, Nevim, dergimizin her şeyi Fuat, spor yazarı ve eski futbolcu Metin… Sonradan bize katılanları buraya almadım, çünkü kadro genişledi fakat çekirdek kadro, ilk adımı atanları anmak istedim elbette değerli dostlarım sonradan bize destek oldular, bugün ekranın arkasında yine özveri ile çalışanlar vardır. Onlar çalışmaya da devam edecekler, bu ekran var olduğu sürece.) bir toplantıda şöyle bir söz duymuştum; ilk yola çıktığın ile yola devam etme, çünkü gelişmeni engellerler. Belki o yüzden ilk çalışanların büyük bir bölümü şimdi başka yerdeler.

Yoktan var edenler kimlerdir, emekçiler mi, onu planlayan ve para verenler mi?

Günümüzde para verenler daha önemlidir, emekçinin adı yoktur. Anımsanmaya bile gerek yoktur. Gerektiğinde çağırır ve ihtiyaç gidene kadar yüzüne gülünecek birer araçtırlar. İhtiyaç bitti mi unut gitsin! Tarihte böyle geçmedi mi? Emekçileri kim anımsar, tarih parası ve şanı olanlarındır. Emekçiler sadece başkaldıran ve düzeni bozan başıboş serseriler olarak anımsanır. Filimler de ölmesi doğal olanlardır. Barikatta, darağacında olanlardır! O ölenlerin arkasından hüzün dahi yoktur, bir parası olan ölenin arkasından ağıtçılar bile tutulur! Para ve güç her şeyi belirler!... Olmadı mı hiçsin ve unutulmak kaderindir. Bir daha lazım olduğunda anımsanırsın!

Söylemlerinde eşitlik, özgürlük, adalet ve emek olmayan bir işyeri arıyorum. Söyleyenlerden uzak durmak gerektiğini bu yaşa gelince anlıyor insan! Reklam amacı ile kullanıldığını düşünmekteyim, söyleyenlere değil, uygulayanlara bakmak gerektiğini biliyorum. Günlük yaşamında savunduklarını uygulayabilen dostlar ile birlikte olmak istiyorum. Sözü özü bir olanlar benim için daha önemlidir. Söz ile günlük yaşam devam etmiyor, sözün üstünde başka şeyler var.

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Günlük yansımalar…

Günlük yansımalar…

Günlük olaylar hakkında genelde yazı yazmam, çünkü sıcak haberler insanı yanıltır. Olayların durulmasını ve kendi penceremden yansımalarına bakarım. O yansımalardır yazdıklarım.

Son sıcak gelişme ve tartışma Dolmabahçe Sarayında başbakanın çalışma odasında geçen bir konuşmadır. O konuşma sonrası neler yaşandı, neler yaşanamadı onlara bakarak o konuşmanın içeriğini öğrenebiliriz. Fakat ben o içeriğin daha çıplak olarak ortaya çıktığı günü, yani bugünü yazmak istiyorum.

Bugün bildiğimiz gibi 19 Mayıs. Bazıları bir doğum günü partisi kutluyor, bazıları ise gençlik bayramı. Sonuçta bir ulusal direnişin başlangıcı olarak kabul edilen ilk adım. Eğer ilk adımı bugün alırsak o zaman Çanakkale direnişi boşa düşer. Çünkü Çanakkale savaşını başlangıç olarak alanlar bu ülkede hiç az değildir.

19 Mayıs gençlerin günü olarak kutlanır, çünkü gelecek onlarındır. Bu günün anlamı geleceğe bırakılan mirasın değerinin bir kez daha anlaşılır olmasıdır. Bugün resmi olarak ülke çapında kutlanır, resmigeçitler ve gösteriler olur.

Flash TV’de yayınlanan ‘Gerçek Gündem’ adlı programa telefon ile katılan Fikri Sağlar ilginç açıklamalarda bulundu. Bir söylenti var ve söylenti yetkili bir ağızdan yayıldığını düşündüğünü belirtti. Söylenti yani kulislerde uçan kelimeler genelde güney ve doğu Anadolu vekiller arasında ve onların ağızlarında olduğunu söyledi. Söz belli bir coğrafyada uçuyordu. Başbakanın Kürt milletvekilleri arasında olduğunu söylemek abartı olmasa gerek. Onlar seçmenlerine başbakanın ne kadar güçlü ve istediğini yaptırır olduğunu övünerek anlatmalarına sebep olmuş oluyor, söylenceler bu konuda. Orada bu propagandanın ne kadar güçlü etki yaptığı, kazanılan seçim sonucu ile orantılı mıdır?

Söylenceyi kısa bir anımsayalım isterseniz. Başbakan ve Genelkurmay Başkanı bir çalışma toplantısında baş başa görüşürken bazı dosyalar ortaya çıkmış ve o dosyalar ile e-Muhtara döneminin kapandığı söyleniyor. Başbakan kışladan gelen havayı kontrol altına aldığı ima ediliyor. Dosyada neler vardı, ya da dosya var mı, yok mu konusu bugün yapılan etkinlikler sırasında önemini kaybetmiştir, çünkü başbakan bugün etkinliklere katılmayarak vücut dili ile bir şeyleri söylemiş olduğunu düşünüyorum. Çünkü görüşmek istemediği kişiler ile aynı ortamda yer almadığını yakın geçmişe bakarak görebiliriz. Başbakan o görüşmeye katıldığı biri ile bu gösteriler sırasında karşılaşmak istememiş olabilir. Bu kafalarda hemen oluşan yargılardan biri oluyor. Doğru olup olmadığını gelişen olaylarda göreceğiz.

Güncel ve günlük olaylar hakkında yorum yapmak istemem, fakat bu olayların üst üste gelmesi insanın kafasının içinde sorular yumağı ile buluşmasını beraberinde getiriyor. İhaleler kanununda yapılan değişiklik ile ve var olan ihaleler ile karmaşıklaşan ilişkiler yumağı ülkenin bir siyasi tusunami dalgası altında olduğunu gösterir konumundadır! İhaleler verilen sözlerin yerine getirilmesi için birer araç konumdadır. Diyet ihale ile ödenir!

Eğer iddialar doğruysa, ülkemizde bir ilk gerçekleşmiş oluyor, asker ve hükümet arasında ilişkilerin ne kadar değişik dengeler üzerinde oturduğu konusunda. Umarım ki, bu iddialar gerçek değildir, fakat yapılan açıklamalar ve esen sert rüzgarlar Myanmar felaketini anımsatıyor!

Tuzla’da ölümler durmuyor, duramayacağını da yaşanan gelişmelerden görüyoruz. Ölümler ancak siyasi Tusunaminin ortadan kalkması ile mümkündür gibi bir izlenim edindim. Felaketler karşısında Myanmar generalleri gibi mi davranılacak, yoksa açıklık mı öne çıkacak, onu zaman içinde göreceğiz.