30 Mayıs 2008 Cuma

Kırlangıçlar

Kırlangıçlar

Mayıs ayının son gününde ağustos sıcağı altında yaşıyorum. Elimde bir kitap, katbın içinde kırlangıçlar. Çocukluğuma götürüyorlar beni.

Çocukluğum değişik köylerde, kasabalarda geçti, bir yere ait olamadım. Tam oralı gibi konuşmaya başlayacağım, tayını çıkar babamın ve biz başka yerli oluruz. Her gittiğimiz yerde yabancıyız, ayrıcalıklıyız. Hep öteki oldum, bizden olamadım!

Kırlangıçlar köylerde en çok göreceğiniz kuşlardı eskiden, şimdi öyle midir bilemiyorum, çünkü şehirlerde kırlangıçlar yaşamaz, yaşayamazlar, çünkü kırlangıç önünde uçacağı sonsuz bir alan olmalı, konabileceği tepeler olmalıdır. Düz yerde kırlangıç uçamaz!

Çocukluk yaramazlıkları içinde kırlangıçları yakalardık, düz bir zemine koyar bakardık, onların uçak için kanatlarını çırpmalarına. Hiç kırlangıç öldürmedim, çünkü o kuşlar benim için kutsal bir yanı vardır. Evimizin düz tavanına gelir, orada yuva yaparlardı. Gökyüzünün hakimiydi onlar ben çocuk iken. Leylekler gelir, bacaların üzerlerine konarlardı. Sanki bacalar onlar için yapılmıştı. Kırlangıç yuvaları sıcaktır, dallar, samanlar ile oluşturulmuş bir yapısal özellik gösterir, öyle kolay kolay dağılmazlar. İçinde yavruları kanarlını çırpar, bağırır çağırırlar ama o yuvalar hep sağlam kalırdı. İçgüdüyle yapılmış yuvalar ne kadar sağlam olur. Kırlangıçlar bizim gibi ticareti bilmez, kendileri için yaparlar, o yüzden samanından ve ağacından çalıp eksik yapmazlardı. O yüzden sağlam ve dayanıklıydılar. Yavrular büyüdükçe yuvaya sığmaz, bazıları yere düşerdi. Düşeni kedi kapmadan önce biz kapar yuvasına koyardık. Yavrular olduğunda daha çok ilgilenirdik kırlangıçlar ile. Kedi ile mücadele ederdik.

Köy yaşantısı içinde musluk yoktu evlerde, sular kuyulardan ya da dışarıda akan köyün ortak kaynağından alınırdı. El ile taşınırdı su. İçmek için, yemek için, evin temizliği için. Toz kalkmasın diyerek evin kapısının önü su ile ıslatılırdı. Su yaşam demektir, bugünkü gibi satılan bir ticari araç değildi. Köylerde su için ne cinayetler işlenmiş, ne kadar çok kan davası ortaya çıkarmıştı. Şimdi kan davası olan o araziler hepsi boş, yaban otları istilası altındalar. Dereler şimdilerde daha az ur barındırır olmuş, hatta çoğu yok olmuştur bile. Mayıs ayında Ağustos sıcağı olunca dere mi dayanır?

Kırlangıçlar çocukluğumun masalları içinde hep var olmuştur. Her öykümün içinde, her resmimin içinde kırlangıç vardır. Kırlangıç yağmurudur hep çocukluğum. Belki Anadolu topraklarından onbeş yılında yaşanan büyük kırlangıç göçü ile ilgisi vardır. O yıl bu topraklardan kırlangıçlar toplu göç etmişler, daha sonra parça parça geri dönmüşler. Benin yaşadığım her köyde kırlangıç gördüm. Şehre taşınınca kırlangıcı göremez oldum. Şehir demek benim için guguk seslerinin hakim olduğu sabah demektir. Her yaz Ankara’ya giderdik, orada sabahları guguk sesleri ile uyanmayı o kadar çok severdim ki, o yüzden okulların tatil olmasını ve şehre gitmeyi dört gözle beklerdim, kırlangıçları arkama bırakarak.

Kırlangıçlar özgürdür, hiçbir kimsenin arkasından kanat çırpmaz, onlar kendilerini gökyüzüne bırakır ve rüzgar ile dans ederler. Onların dansını izlemek için kafanızı gökyüzüne çevirmeniz yeterlidir. Kırlangıç özgürlük demektir.

Kırlangıçlar acaba hala kırlarda görmek mümkün mü? Kırlarda yaşam sert olur, orada ayakta kalmak önemlidir ama en önemlisi yaşamda kalmaktır. Kırlangıçlar benim çocukluğumda hep gökyüzünde oldular. Gökyüzü sonsuzluğu sembolize eder, kırlangıçlar ise sonsuzluğa uçanları.

29 Mayıs 2008 Perşembe

Gün laptop ile başlar!

Gün laptop ile başlar!

Hanıııım, laptopunu açta sohbet edelim!

Neden hayırdır caaanıııııım? Yine mi benimle chat yapmak istiyorsun?

Hayır, hatuncuk, senin ile chat değil, msn üzerinden sohbet etmek istiyorum. Hadi al laptopunu da oradan birbirimize bir göz kırpalım!

Canım aynı odadayız ya, ne gereği var şimdi!

Aşkım, bak aynı odada ikimizde dizi seyrediyoruz, hala birbirimize bir şey söyleyemedik. Neyse aşkım ben yatacağım ama işyerinden bağlanır halini hatırını sorarım!

Yatak odasına yönelir adam elinde laptopu ile birlikte. İçeriden tıkırtılar gelir, sonra ışık kapanır.
Evin içinde televizyondan gelen ses dışında ses yoktur. Sessizdir. Dışarısı Karanlık, evin içi aydınlıktır. Dizi bitmeden ekran kapanmayacaktır.

Sabah olur. Adam işe gider, kadın evdedir. Bir süre sonra oda hazırlığını yapar ve eline laptopunu alarak çıkar. Ev sessizdir. Akşam kapı anahtarı dönene kadar sessiz kalacaktır.

İşyerleri farklı yerlerdedir. Eşler işyerlerine vardıklarında önce laptoplarını elektrik fişine takarlar. Sonra açış düğmesine tıklarlar. Genelde laptoplar şifrelidir, şifresini yazar ve açılmasını bekler. Yeni laptoplar daha hızlıdır, hemen açılır, ‘yenisini almak gerek’ diyerek içinden geçirir. Kamerası kendinden olan, ses düzeni olan laptoplar ilgisini çeker ama kısa bir süre bu düşündüklerini unutacaktır. İş başlamıştır, günlük yapacaklarını planlar. Masa düzenlidir. İnternete bağlanır. İnternete bağlandıktan sonra MSN açılır. ‘İyi ki MSN icat edilmiş’ dedi kendi kendisine, ‘işler ne kadar rahat. Üstelik çokta ucuz! Konuşmak istediğin bir tık ötede. Dosya paylaşımı, iş takibi buradan daha rahat yapılabiliniyor. MSN sadece iş takibi değil, ilgi alanını da takip için önemli, oradan günlük haberlere kadar her şeyden bilgi sahibi olabiliyorsun!’

Eşi de iş yerine varmıştır. Bir ses ile geldiğini haber verir MSN. Hemen ona bir göz kırpma gönderir, günaydın canım diye yazar. Hemen yanıt gelir, günaydın aşkım! Kısalmalı konuşurlar. Her harfi yazmaya gerek yoktur. Mrb, iii gibi harfler aslında çok şey anlatır, ilk başta bir şey anlamazsınız. msn kendisine ait dil oluşturmuştur. Semboller ile konuşulur, kısaltmalar ile dertler en hızlı şekilde anlatılır. İyi ki msn keşfedildi, çağın en büyük buluşudur!

Sabah eşe gönderilen bir göz kırpma içinde başka şeylerinde kırpmasına sebep olur. Akşamları genelde erken yatar oldu. Eskisi gibi ten sıcaklığını duymaz oldu. MSN hayatına girdiği günden beri her şeyi konuşur oldu ama paylaşır olamadı. Sanki eşinden uzaklaşmış gibidir. MSN ile tanışıp sohbet ettiği, cafelere gittiği arkadaş çevresi olmuştur. MSN yeni bir dünyaya pencere açmıştır. Eski çekingenliği yoktur, daha atiktir. Bu arada MSN’e gelen diğer arkadaşlarına ‘mrb’ yazar. Karşılığında ‘as’ alır. Gün artık başlamıştır.

Gazetelere göz atar, haber sitelerinde başlıklara bakar ve orada bir haber dikkatini çeker. “Alkol bağımlılığına benzeyen "sanal seks bağımlılığı" konusunda tüm dünyada hekimlere başvuru sayısında patlama yaşanıyor.” ‘Alla alllaa’ der kendi kendisine. ‘Demek bura üzerinden de bu işler yapılıyor!’ Sonra kendi günlük yaşamını düşünür, ‘acaba’ der eşi ile ilişkilerinde ki bu soğukluk oradan geliyor olmasın? ‘Ne güzel şey şu msn ve internet, bak bütün soruların yanıtını hemen insana bulduruyor, büyük buluş, canım gerçekten büyük buluş!’ bu düşündüklerini sesli mi söyledi acaba diyerek çevresine tedirgin olarak bakar. Tepesinde duran kameraya da bakmadan edemez, şimdi patronu onu o yukarıdaki kameradan izliyordur.

İçinden ‘George Orwell isimi birilerine bir şey anımsatıyor mu? Müthiş yazardı, hele Hayvanlar Çiftliği, 1984. adamın yaşadığı zaman diliminde bugün yoktu ama bugünü yazmış, yazarlar büyük adamlar, gerçekten büyük!’ diye geçirdi. İş yapar gözükmek zorundaydı, işi başında patronuna çalışmak zorundaydı, kaytaramazdı. O iş saatlerini patronu para karşılığında kendisinden almıştı. Şimdi bu iş saatleri içinde patronun bir malı konumundaydı, insani duygulara ve eşle sohbet etmeye olanak vermiyordu. Çalışma koşulları gerçekten ağırdı, o ağırlık altında insan hasta dahi olamaz, ya işten kovulursa.

Parmakları laptopun üzerindeydi, patronu ona işi takip etmesi için almıştı. Özel görüşmeler için değil! Şimdi iş saatiydi, karısına aşkını göstermek için bir kalp sembolü göndermişti. Yanında da gülümseyen bir yüz!

Yürünecek yol kaldı mı?

Yürünecek yol kaldı mı?

Eskiden bir aradaydık, çeşitliliğimizle, farklı yapılarımızla. Çünkü bir saldırı vardı. Savunmadaydık, direniş komiteleri kuruyorduk. Her direniş komitesi farklıydı, özgündü. Coğrafik özelliklere uygundu. Nöbet tutulurdu saldırılar karşısında. Uykuda yakalanmamak için… Uykuya dalmak demek, bir daha gün yüzünü görmemek anlamına geliyordu.

Dündü bunlar, geçmişte kaldı. Şimdi bir söylencedir. Dizileri yapılan, romanları yazılan bir destandır. Destanlar ve kahramanlar yaratılır ve o kahramanlar ile geçmiş açıklanmaya çalışılır. Kahramanların isimleri geçtiğinde gözler yaşarılır, geçmişin o güzel dayanışması yeniden anımsanır. Gençlik bunları bilmez, çünkü hiç yaşamadılar. Destanlar ile onlara anlatılır. Destanlar gerçeklerin ne kadarını anlatır?

Dün yan yana olanlar, birlikte işkence görenler, cezaevinde mektupları dahi birbirine ulaşamayanlar, şimdi yan yana olması gerekirken, parçalanmış bir ilişki yaşıyorlar. Hepsi başka yerlerde, “herkes yolun bir tarafından tutmuş çekiştiriyor, lime lime olmuş artık. Nerde kaldı o eskinin birlikteliği, dürüstlüğü. Herkes bir çeşit canbaz olmuş, telden tele atlıyorlar.

Üstelik aynı partide olanlar aynı yolun yolcuları bugün oda - sendika seçimlerinde birbirlerini yiyorlar. Kurdukları seçim ittifakları ibreti alem olunur.

Şimdi bazı şahıslar; partide, sendikalarda, odalarda koltuk kapma sevdasından artık eski / yeni yönetimin karşısında farklı ittifaklar içindeler. Herkes kendi cephesinden daha solcu olduğunu iddia ediyor, karşı tarafı suçluyor, yerden yere vuruyor ama aslolan şu, hepsi bir pay kapma savaşındalar...” (Bu tırnak içindeki sözler bir arkadaşıma aittir, bende bu sözlere katılıyorum.)

Bu işi bugünkü hale getiren kimler? Bu koltuk kavgasına girenler, ilişkileri kendi çıkarları yönünde kullananlar, seçim ittifakları yapanlar bilinmiyor mu? Küçük bir çevrede herkes birbirini tanır!

Yaşanan sürece sağlıklı demek doğru değildir, çünkü sağlıklı bir durum olsaydı durmadan parçalanma olmazdı. Bir sağlık sorunu varsa, demektir ki orada hastalık vardır. Bu hastalık bütün geçmişi ve geleceği tüketmektedir. Bundan kurtuluş yok mu? Kurtuluş durmadan parçalanmak mı? Kitapevine uğrayıp, bugün acaba yeni çıkan dergi var mı diye bakmak mı gerek? Her dergi bir ayrılığı ve yeniden yapılanmayı anlattığına göre… Her dergi çıktığında okuyucu sayısı mı artıyor?

Bugün örgütlerin güncel ve önemli olaylar karşısında tutumları nedir? Sağlıklı ve net bir politikaları var mıdır?

Sol yaşama müdahil midir, izleyen midir? Günümüzde gelişen olaylar karşısında ne gibi tepkiler vermekteler? Türban olayı karşısında, AKP – DTP kapatılması için açılan davalar karşısında tutumları nedir? Ne kadar özgürlük savunuluyor, savunulan özgürlük nedir? Bir arada yaşam savunulurken, kim ne kadar bir arada başka düşüncelere karşı hoşgörülüdür?

İnsanlar neden kendilerini solcu olarak tanımlarlar? Sol parti olduğunu söyleyenler neden kendilerine solcu denmesini isterler? Etiket takanlar acaba gerçekten solcu mudur? Sol nedir? Sol kendisini nerede tanımlamaktadır? Bu konuda sayfalar dolusu makale yazanlar olur, fakat anlaşılır ve öz olarak, yaşanan olaylara bakarak cevap verilmeye çalışılsa, acaba ne gibi yanıtlar gelirdi?

Bütün bu soruların dışında başlıkta ki soruyu birde yazının sonunda sorayım; Yürünecek yol kaldı mı?

Soru çok karamsar oldu, fakat ben yazdığım kadar karamsar değilim. Elbette her dönem yürünecek yol vardır! Yeter ki gittiğiniz yoldaki çukurlara takılıp düşmeyin! Düşenlere ya yardım edin ya da etrafından dolanın gidin kendi yolunuza. Düşen ile birlikte yere oturup kalmayın!

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Saldırı her zaman karşıdan olmaz!

Saldırı her zaman karşıdan olmaz!

Güçsüz olan saldırır. Bir güç göstergesidir. Saldıran güçsüzdür ve gücünü kanıtlamak ister. Saldırgan internet dünyasında karşı olduğu görüşe ya da siteye saldırır ve her açıdan saldırabilir.

Göz görmez, sadece site ziyaret edildiğinde haberimiz olur. Günde binlerce siteye saldırı düzenlenir ve neden olduğunu kimse bilemez. Çünkü site çökertmek sıradanlaşmıştır, ilginç bir tarafı yoktur. Savaşta her an asker öldürülür ve kimse askerin ismini bilmez, bir rakam olurlar istatistiklerde. Bu saldırılara bizim geleneksel dilimizde kalleşçe saldırı denir.

İnternet siteleri arka arkaya saldırılar ile karşı karşıya kalır. O an kızdığı ya da para kazanmak istediği siteyi yok edercesine saldırı yapılır. Bazı saldırılar yabancı düşmanlığı izlerini taşır, bazılarında ise sadist bir izdüşümü görürsünüz!

Saldırıları yapanları yakalamak zor mudur? Eğer gelişmiş bir ülkede olursanız hiç zor değildir, çocuk pornosu ile ilgili yapılan bir çalışmada Konya’da bulunan birini nasıl yakaladıklarını geçmiş gazetelerin sayfalarında görebilirsiniz! ABD’de çocuk pornosuna karşı olan grup Konya’da suçluyu bulup teşhir edebiliyor, güvenlik güçlerine bilgi verebiliyor.

Bütün sitelere kimlerin tıkladığını kontrol eden bir mekanizmanın varlığı da mevcuttur, kaç kişi nereye tıkladı diye öğrenmek istiyorsanız onun ile ilgili site de mevcuttur, reklam alan siteler bu siteyi bilirler ve kendilerine bu siteyi referans olarak gösterirler. Reklam fiyatları tıklamaya göre belirlenir!

Hacker’ler gelişmiş teknolojinin açıklarını yakalarlar, yazı dilindeki ve güvenlikteki açıklar onların geçim kaynağıdır ve var olma sebepleridir. Hackerler hiçbir kurala göre hareket etmezler olarak bilinir. Fakat onların kurallarını belirleyenlerde bu olanakları verenlerdir. Yani interneti hazırlayan ve sunan firmaların yazım dilidir. Onların açtıkları alan kadar hareket edebilirler.

Yasaların açtıkları alan kadar hareket edenlerde mahkemelerdir. Onların nerede yasak veya özgürlük bırakacakları yasalar belirlemiştir. Yasalar ile sınırlı bir dünyadır, günlük yaşamımız. Her ülkeye göre değişir. Bu yasalar evrensel kurallar ile biçimlenmeye doğru yöneliyor ve yerel yasaların üstünde yasalar oluşma sürecini yaşamaktayız. İnternet dünyası ise bu gelişimin çok önüne geçmiş gözükmektedir.

Yeni bir alandır internet dünyası, bu alanda ulusal mahkemeler ulusal güvenlik gerekçesi ile müdahil olmaktadır. Resmi tarih yasalarımızı belirler. Evrensel söylem içinde resmi tarih uluslara göre olmaz! Evrensel resmi tarih oluşur, onu da egemen devletlerin çıkarları belirler.

Popüler site youtube ülkemizde arada açık kalır hale geldi. Yasaklanıyor, serbest bırakılıyor, sonra tekrar yasaklanıyor. Neden yasaklanıyor, neden serbest bırakılıyor? Yasaklanan sadece bu site mi? Evrensel olarak izlenen sitelerin yüzde kaçı ülkemizde izlenmiyor? Yasaklayan ülkeleri biliyor muyuz? Hangi ülkelerde hangi siteler yasaktır?

Yasaklanıyor, kim için? Türkiye’de kullanıcıları için! Peki, yasak evrensel olabilir mi?

Var mı bunun örneği?

Hacker’ler yaptıkları eylem ile evrensel anlamda yasaklama olarak algılanabilir, çünkü bir site artık gösterimde değildir. Kimse giremez ve göremez! Sadece isimi kalır geriye… Saldıran ortada yoktur, ne için saldırdığı belli değildir. Yani kalleşçe saldırıdır. Arkadan ve en zayıf noktadan vurmaktır.

Saldırı vardır ve o saldırı günlük yaşama yöneliktir. İnsanın yaşama hakkına yöneliktir. Düşüncelerin susturulması isteniyorsa eğer, onların iletişim ağlarını kopar yeter! Fakat tarih bu saldırıların başarıya ulaştığına şahitlik etmez! Saldıranlar her zaman yenilmişlerdir. Kitapları meydanlarda yakan Hitler nerededir? Büyük İskender nerede? İskenderiye kütüphanesini yakan nerede? Gelişim engellenemez, düşünceleri açıklama hiç bir şekilde durdurulamaz!

Uğur Mumcu öldürüldü, peki Uğur Mumcu’nun eriştiği gerçek ortaya çıkmadı mı? Güneş bir gün mutlaka doğar ve üzerine atılan çamurun etkisi hiç bir zaman gözükmez, çünkü güneşe atılan balçık ona ulaşmaz!

Yasaklar!

Yasaklar!

Yasaklar devam ediyor!
Yeniden youtube sitesine yasak geldi fakat sadece ona mı?
http://www.geocities.com/ sitesi de yasaklılar arasında olduğunu bugün bir gezinti sırasında öğrendim..
Ülkemizde kaç site yasaklı şu anda?
Bu yasaklar ile ne yapılmak isteniyor?
Kim ve hangi sebep ile yasaklamaktadır?
İnsan haklarının bir kuralı bilgi alma özgürlüğü, peki bu bilgi alma neden engellenmektedir?
Günümüzde kitap toplatılıyor mu?
Dergi, gazete?
Şimdi bunlar geride kaldı, yeni teknoloji var dediğinizi duymaktayım!
Üstelik yeni teknolojinin sakıncalı olan bölümleri yasaklanabiliyor! Hepsi değil, biz istersek bazı bölümleri yasaklarız denmektedir!
bir de mahkemelerin yasaklamadığı ama hacker'lerin yasakladığı siteler var, onları anlamak daha zor! çünkü neye göre ve ne için hacker yapmaktalar? hacker bozduğu siteye kendi notunu bırakır, al oku demektesiniz! Bazen önüme geliyor böyle sayfalar, örmeğin bir seyahat firmasının bütün müşterilerinin eMail adresleri ve yazışmaları herkes tarafından okunuyordu!
Yasaklar insan doğduğu günden beri vardır, tanrımız elmayı yasaklamadı mı?
Yasaklar hep var olacak!
İnsan hakları hep kağıt üzerinde kalacak!
Bazen de heykellerin üzerinde durur, Ankara'da insan hakları heykeli vardır, oraya gidin okuyun! İnsan hakları taş halde durur!
Yaşam içinde nedense olmaz!
Bir gün bu haklar herkes için gerekli olacaktır!
Yasaklayanda, arar olur!
Özgürlükler sonsuz olur mu?
Yasak olan yerde özgürlük tartışılır!
Özgürlüğün sınırı nerede başlar, nerede biter?
Yasakların sınırı nerede başlar, nerede biter?
Her çağda ve her dönemde bu sınırlar sürekli değişir!
Hatta aynı çağ içinde değişik coğrafyalarda değişir bu durum!