21 Haziran 2008 Cumartesi

On kuruşa ne oldu?

On kuruşa ne oldu?

Sokaklar içinde büyürken neler hayal ederdik? Ben on kuruşları toprağa gömerdim, büyüdüğümde ya da ihtiyacım olduğunda gidip o gömdüğüm yerden alıp kullanırım düşüncesi içindeydim.

Çocukluğum neşeli geçmişti. Güzeltepe sokakta adına uygun bir yerde büyümekteydim. Her yaz o sokağa gelir, Şafaktepe’den başlayan Demirlibahçe’ye uzanan sokakta neler oynamazdım ki? Kovboyculuk, üçtaş, elim sende, akşamları saklambaç, yakan top… Çocukluk içinde hayal edebileceğimiz her oyunu oynardık. Teksas ya da Tommiks’ler bizim vazgeçilmez kitaplarımızdı. Okuduklarımızı paylaşır, oradaki kahramanlar olurduk. Demirbilek olur sarhoş olurduk. Çocuktuk ve hayallerimiz okuduklarımız ile sınırlıydı.

Çocukluk hayalleri büyüdükçe yok oldu, büyüklerin kurallarını öğrendikçe çevremize yabancılaştık. Daha çok kurallar ve kuralların belirlediği bireyler oluyorduk. Fakat o kurallar içinde toprağa gömdüğüm on kuruşları unutmuyordum. Bir gecekonduda oturuyorduk, gecekondunun içinde iki uzun kavak vardı. O kavakların yanına gömüyordum. Kavakları hep uzun olarak görmüştüm. Uzun kavaklar yaprakları ile yazın serinliğini bize ses olarak yansıtıyordu. Yaprak oynadı mı serinlemiş gibi olurduk. Bir de onun gölgesi vardı. Gölgesi bizim oyun alanımız olurdu. Gecekondular yeşildir. Ağaçların arasında derme çatma olarak kurulmuş birer yerleşim yerleriydi. O gecekondularda ne acılar ve sevinçler yaşanmıştı. Fakat o gecekondular içinde en çok dayanışma ve dostluk, sevgi görmüştüm. Komşuluk ilişkisi vardı. Kapılar kilitlenmez, gece gündüz açık olurdu. Bir şeye ihtiyaç mı oldu hemen komşunun kapısına gidilir seslenirdi. Kapı çalınmazdı, çünkü her zaman kapıda biri olurdu. Bir ses vermek yeterlidir. Bir eğlence mi oldu hep beraber eğlenirdi, acı hep beraber çekilirdi. Kim demiş acı hep tek başına hissedilir diye, bu düşünceye katılmazdım, bütün sokak acı çektiğini bilirim. Tıpkı eğlenmek gibi.

Ben her yaz ananemi ziyaret ederdim. Çünkü köyden şehre gelmek ve orada sevdiklerin ile kucaklaşmak ayrı bir duygudur. Sabahları guguk kuşlarının sesleri ile günü karşılamak, o karşılamak içinde bir sevinç dalgasının kaldığımız o küçük odanın her tarafını kaplaması anlatılabilecek gibi değildir. Gecekonduda yaşamayan anlamaz.

Ben her geldiğimde para gömerdim o ağaçların altına. Hiç düşünmezdim o ağaçların büyüyeceğini. Ağaçların büyüdüğünü ve kesilme zamanlarının gediğini büyüdüğümde anladım. Tıpkı o gecekonduların yıkılması gibi. Bir kat karşılığında yıkılıp oraya apartman dikildiğinde eski dostluklarında yok olacağını düşünmedik. Gerçi ben o gecekondu yıkıldığı günü ve diğer günleri görmedim. Gönlüm razı gelmedi yeni halini görmeyi. Hep gidenler anlattı, fakat ben gidip görmedim Ankara’nın o güzel sokağını. Çocukluğumda gömdüğüm o paralar şimdi doğaya karışmış mıdır?

Dostluklar ve sevinçler geçmişte kalan bir anı oldu, dayanışma sadece ismini duyduğumuz bir şey. Her şey değişti. Betonlar şehirleri teslim aldı. İnsanlardaki o doğal duygularda ortadan kalktı. Şimdi bütün kapılar kapalı ve kilitli. Hatta kapıları çelik yaptırmışlar. Bir sürü anahtar deliği ve anahtar taşır olduk. Çocukluğumda hiç anahtar taşımadım.

Acaba o toprağın göğsüne bıraktığım on kuruşlar ne olmuştur?

19 Haziran 2008 Perşembe

Köpekteki keneler…

Köpekteki keneler…

Köpekteki keneyi çıkarmak isteyen çocuk öldü. Gazetede üçüncü sayfa haberinde böyle bir başlık kullanılmıştı. Köpekteki kene insanı öldürdü!

Keneler insanı öldürmeye devam ediyor, fakat hayvanları öldürdüğüne dair bir habere rastlamadık. Neden hayvanlara karşı etkisiz gibi bir soru kafamda oluştu. Gerçekten hayvanlara bir şey yapmıyorsa eğer o zaman insanların yapısında bir şey eksik demektir. Elbette insan ölümleri haber olur, hayvan ölümleri görülmez veya önemsenmez. Toplu mezarlarda çıkan küpeli köpek ölümleri hariçtir.

Keneler üzerine çok şeyler yazıldı, söylendi, söylenmeye devam ediyor. Ölümler olduğu sürece maillerde ileti olarak kalacak. Sonra ölümlerde kanıksanmaya başlayınca haber niteliği düşecek ve duymayacağız. Duymadığımız diğer canlı ölümleri gibi.

Keneler kan emerek yaşarlar. Başlarını damarın içine sokar ve kanı emer, emme işlemi bittikten sonra salgısını bırakır. Bu bıraktığı salgı eskiden bizim ülkemizde yoktu. Kongo’da ilk defa görülmüş olan bir hastalık olması nedeniyle oranın adı ile anılır olmuş. Uzakta bir ülkede yeryüzüne gelmiş. Afrika unutulmuş bir kıta ve unutulmuş insanların üzerinde her türden deneyler olmaktadır. Unutulmuş insanlar kobaydır!

Genelde biyolojik ya da kimyasal silahlar bu unutulmuş insanların üzerinde uygulanır. Çünkü kimse onların sonların ne olduğunu duymaz, hatta onların üzerinde ne türden bir deneme yapıldığını bile bilmeyiz. Onların tarihin sahnesine çıkamayan gölgedirler!

Ülkemizde son yıllarda önemini artıran bu keneler kuş gribi gibi ne olduğu tam anlaşılamamış bir salgın sonrasında ortaya çıktı. Kanatlı hayvanlar özgür alanlardan çekilince bu tipte parazit yaşayan hayvanların tehlikesi ortaya çıktı. Keneler hep var olmuştur. Fakat kene yüzünden ölümler son yılların üründür. Bir biyolojik ya da kimyasal silah dünya çapında zaman zaman denemeler yapıldığını düşünüyorum. Bir silahın ne kadar alanda ne kadar nüfusu etkilediği üretici firmalar tarafından bilinmek istenir, çünkü malının ücretini etkisine göre belirleyecektir.

Köpekteki kene bir çocuğun ölümüne sebep oldu diyerek bütün hayvanlar bir anda dikkatleri üzerine çeker konuma gelmiştir, çünkü kene sadece köpekte değil, doğada hareket eden canlı bütün hayvanlarda olabilir. Bir kuzuda, bir dana da ya da bir kedi… Her hangi bir hayvanda kene olabilir. Ölümler ile ortaya çıktı ki, insanda da kene olmaktadır. O halde kene görülen köpeğe karşı düşünülen önlem acaba bir insan için düşünülebilinir mi?

Köpekler şehrin her tarafında kulaklarında küpeler ile gezmekteler, çocuklar bu uysal hayvanların canlarını acıtmasına rağmen, onlar sessizce yapılanlara katlanmaktalar. Karanlık bastığında ise sokaklar köpeklerin oluvermektedir. Köpek tarafından gece karanlığında saldırılan oldunuz mu hiç? Elbette bütün köpekler ne kene taşır ne de saldırgandır. Fakat başıboş dolaşan köpekler şehirler için bir tehlike olarak görülmesine, bu kenelerinde katkısı olabilir mi?

Köpekteki keneyi eline alan çocuk öldü. Bu sadece üçüncü sayfa haberlerinden biriydi. Ben bu haber üzerinde düşüncelerimi paylaştım, bakalım siz ne düşüneceksiniz?

Dikkat köpek var!

Dikkat köpek var!

Dikkat köpek var! Yazısını duvarlarda kapılarda görmüşsünüzdür. Bu yazıyı görüp de hiç merak ettiniz mi? ben bu yazı üzerine kısa bir düşünceye daldım ve sizin ile paylaşayım dedim.

Dikkat köpek var! Bir korkuyu anlamlandırır, korkun demektedir, başınıza geleceklerden biz sorumlu değiliz, uyarıyoruz işte!

Uyarı bir korkudur, korkun buradan!

Korkutulan şey bir köpek!

Köpek geçmişte bizim güvenimizdi,güvenirdik. Köpek insanların dostu, kötü niyeti kurtların düşmanıydı. Köpek dağda ki sürülerin koruyucusu, sürümüzün bekçisiydi. Köpek insana korkuyu değil güveni, dayanışmayı anlatırdı. Düşman olarak gelenlere karşı bir güvenin sembolüydü.

Köpek demek güven demekti!

Gel zaman git zaman evvel zaman kalbur filan derken masallar sona erdi ve modern yaşam geldi, modern yaşamda masal olmaz, çünkü masallar artık benimsenmiş ve önemi ortadan kalkmıştır. Her şey masal olunca masal algılanmaz olur. Algımız ise güven duyduklarımızı teker teker korkuya dönüştürdü. Köpek korkudur! Dün güvendiğimiz şey bugün korkumuzun sebebi oldu!

Kapılarda duvarlarda asılı olarak duran tabela ile korkuyoruz. Duvarın arkasında nasıl bir köpek bekliyor bizi? Bilmiyoruz ama korkuyoruz. Belki çok sevimli ve şirin mi şirin bir canlı bekliyordur bizi, fakat görmediğimiz, bilmediğimizden korkar olduk! Neden?

Korkar olduk, çünkü korku ile yönetiliyoruz. Korku bilinmeze karşıdır!

Bilinmeyen olan nedir, doğanın bir parçası olan köpektir! Doğadan kopan insan doğadan gelen her şeye karşı korkar oldu! Küçük bir böcekten korkan insan sayısı azımsanamayacak kadardır. Köpekten korkmadan seven kaç insan kaldı şehirlerimizde?

Şehir doğadan kopuşu anlatır. Doğal olan şehirde olmaz! Olursa da doğal olmaz!

Doğal olamayan bir yaşam bize normal gelmektedir. Kontrol edilmiş bir yaşam içinde korkular ile yönetiliriz!

Korku insanı kandırır, yanıltır. Ve kendisi ile barışmasını zorlaştırır. Kendisi ile barışık olmayan ise her şeye düşman ve yok edilmesi gereken şey gibi bakar.

Dikkat köpek var! Tabelasının arkasında acaba ne vardır?

Yaşam sudur!

Yaşam sudur!

Yaşamın başlangıcı sudur. Su yaşam demektir, fakat yaşam bugünlerde alınıp satılan bir mal konumuna dönüşmüştür. Su yeniden üretilen ve tüketilen birer sanayi aracına dönüşmüştür.

Yaşam sudur dedik giriş cümlemizde, fakat yaşamların alınıp satıldığı klasik dönem köle anlayışı yerine modern düşünce yapısı içinde yeniden anlamlandırılmıştır. Eski zaman birimi içinde tükettiğimiz su ile günümüz içinde tükettiğimiz su arasında da bir farklılık doğal olarak görülmektedir.

Günümüzde mal olan her şey dönüştürülebilmektedir. Su bunlardan sadece bir tanesidir.

Tüketim aracı olan ve kimyasal işlemden geçirilen su, bir maliyeti içinde barındırmaktadır. Maliyet olunca elbette satışı da mümkündür. Satış olan yerde satanda vardır. Satan olan yerde elbette artı değerden bahsedilir. Su artık insan için yabancılaşmış bir tüketim aracıdır. Eski dönemde doğada bolca gördüğümüz su, şimdilerde damacanaların içinde şişelere hapsedilmiş olarak marketlerden bize ulaşır. Bize ulaşan su ise elden geçirilmiş bir kimyasal üründür. Bu kimyasal ürün olması ile birlikte insan sağlığına zararlı ya da yararlı olup olmadığı konusunda tartışmayı da beraberinde getirmektedir. Tartışmalar sürerken şehir şebekesi içinde borular içinde seyahat eden su, artık suların karışımı ile birlikte o yerleşim bölgesi içinde salgın hastalıklara sebep olabilmektedir. Bu durumu dikkate alan silah sanayisi suyu birer silah aracına dönüştürmekte ve onu insana yani yaşama karşı birer silah olarak kullanabilmektedir.

Su kontrol edilebilir ve dönüştürülebilir hale gelmesi durumu, silah sanayisindeki gelişim ile ilgilidir. Doğanın değişimi, kontrol edilmesi demek suyun kontrol edilmesi ile mümkündür. Suyu kontrol eden yaşamı kontrol edebilir.

Suyun kontrol edilmesini sağlayan şey ise teknolojidir. Teknoloji yaşamı kolaylaştırmak ve rahat yaşamak için insanlık tarihi içinde kullanılmıştır, fakat emperyalist bakış açısı insanın yaşamını kolaylaştırmak için değil, sömürünün daha kolay yapılması için kullanımını getirmiştir. Teknoloji sahibi ülkeler sömüren ülkeler olması tesadüfi değildir. Su teknolojik üründür ve bu ürün olmasından gelen durum itibari ile sömürenlerin elinde bir silahtır. Bugün şişelerde ve damacılarda evimize ulaşan su bir silah olarak karşımıza gelmiştir.

Su yaşama demektir, suyu kontrol eden yaşamı kontrol eder.