27 Haziran 2008 Cuma

Pedofli

Pedofli
Pedofili adını hiç duydunuz mu? Duymadıysanız yakında bol bol duyacaksınız gibidir. Çünkü bu hastalık olarak kabul edilirse çocuklarınızı en yakınızdan bile sakınmak zorunda kalabilirsiniz.

Bu hastalık büyüklerin karşı cinsten çocuklara yönelik cinsel istismarıdır. Bir büyük hastalık gereği sitem dışı çocuk ile ilişkiye girmesi olarak adlandırılıyor, fakat ne yazık ki bu ilişkiye girenler genelde okumuş insanlardır. Yani bu işi cahiller yapmıyor, her türlü cinsel duyumu yaşamış bir yetişkin de yapmaktadır. Burada hasta olan ile sapık olanı ayırmak zor. Doktor kendisine gelen çocuğu beğenir ve ona tecavüz ederse eğer bu durumda o doktor ne olacak?

Doktoru yargılamak için meslek odasından izin almak gerek, meslek odaları genelde doktor lehinde olaya bakar, çünkü mesleki dayanışma vardır. Bu doktora pedofili teşhisi konsa ne olacak?

Okumuşlar bazı davranışları bilinçli yaparlar, çünkü hukukta olmayan şey suç değildir mantığını bilirler. Suç olamayan her türlü hareketi yapabilirler. Şimdi Avrupa ülkelerinde bu konu tartışılıyor, Danimarka’da bu hastaların yaptıkları eylemleri suç olarak görmedi. Bu durumun yaygınlaşması için çaba sarfediyorlar mı bilemem ama çocukların cinsel ilişkiye girme yaşını yasalarda indirmek için uğraşan ülkeler var. Ülkemizde Ceza Kanunu 18 yaşın altındaki biriyle kendi rızası olsa bile cinsel ilişkiyi suç kabul eder.

Pedofilin seks objesi çocuktur. Genelde erkekler arasında yaygın olmakla beraber kadın pedofil vakaları da vardır. Bu eğilime sahip yetişkinler birincil olarak çocuklara karşı cinsel ve duygusal eğilim içindedirler. Çocuklara karşı okşama, kucaklama, koklama, dokunma veya öpme gibi davranışlar gösterirler.

Bu tanımı okuduğumda çevremde ne kadar çok hasta var dedim, bizim geleneğimiz içinde olmamasına rağmen, bu tip davranışların birçoğu doğal karşılanır. Düşünün çocuğunuzla gidiyorsunuz ve biri gelmiş başını okşuyor, dur pedofili çek elini mi diyeceğiz? Hastalıkları öğrendikçe çevremize karşı kuşkularımız da artıyor ve güvensiz oluyoruz. Acaba demekteyim bu tip sonradan duyduğum adlar ile çevremize karşı güvensiz ve yalnızlaşmayı mı ortaya getiriyor. Bu durumda zaten yalnızlaşan insan hepten kuşkuları içinde paranoyak olur. Bu durumdan fayda görenler kimler diye bakma ihtiyacı duymaktayım.

Sizce bu hastalığın sonucundan kimler fayda görür?

Sadece ilaç firmaları demeyin, araştırma ve proje yöneticileri de değil, daha başka alanlara bakın!

Ülkemizde 70 yaşında bir ağanın 12 yaşında bir çocukla evlendiğini normal karşılarız, en azından filmlerde öyle, üçüncü sayfa gazete haberlerinde. Bunun bir hastalık olduğunu düşünebilir miydiniz?

Arkadaşının çocuğu ile evlenenleri hep kınardım, şimdi kınamıyorum!

Çünkü hastalık!

Hastalık olduğunu düşündün mü, güven ortadan kalkar!

Tedavisi var mı bu hastalığın, henüz yok! Araştırıyorlar.

Tedavisi bulunana kadar çocuklar tehlikede!

Avrupa’da çocuk kaçırmaları çok yaygındır, hatta 3. Dünya ülkesinden çocuk gelin getirmekte modadır! Müslüman ülkelerde doğaldır bu durum, geleneğinde vardır çocuk düğünleri. 14 yaşında anne olan ülkemizde kaç çocuk var?

Ben artık sonradan çıkan hastalıkları duymak istemiyorum açıkçası, dünyaya bakışım değişiyor, her şeyden kuşkulanır oldum! Bu davranışları yapanlar bana göre sapıktır ve o sapkınlıklarına kılıf uydurması olarak görüyorum.

24 Haziran 2008 Salı

Düştü!

Düştü!

Düştü düştü ne düştü?
Elma düştü, yer çekim kanunu bulundu!
Elmayı yedi Adem, cennetten oldu, elmayı veren ile birlikte! O da düştü dünyaya!
Düştü düştü başka ne düştü?
Hayata dönüş davası düştü!
Nasıl düştü?
Zaman aşımından düştü!
Nasıl oldu?
Dava o kadar mahkeme değiştirdi ki, davaya bakacak hakim bulunamadı ve bir bürokrasi zaferi olarak dava düştü!
Devlet memurunu korur mu?
Elbette, devlet memurunun iş bilenini sever hem de korur!
Ama bazen davalar açılır!
Evet, açılır ama o da ‘zaman aşımı’ndan ya da delil yetersizliğinden gerekli cezayı alamadan düşer!
Düşen neydi gerçekten?
Hayata dönüş!
Hayata dönüşü anımsayan var mı?
O olayda kaç kişi hayatını kaybetti?
Kimler acımasızca saldırdı?
Dava düştü ya, artık unut gitsin!
Unutulur mu?
Ateş düştüğü yeri yakar, diğer taraftakiler duymaz bile.
Davaların düşmesi sonucu iş bilir bürokratlar istediklerini yapmaya devam eder.
Devletin olanakları ile kimsesizleri bulup, öldüren, mallarına el koyan çete çıkar!
Devletin olanakları ile haraç toplayanlar…
Devletin olanakları ile sindirenler…
Devlet o kadar çok olanak vermiş ki, kullanmayana ne gözle bakarlar?
Düştü düştü, devletin çivisi düştü!
Düşen neydi gerçekten?
Hayata dönüş!
Bir de gündeme düşenler var!
E Muhtıra gibi!
Günlük yaşama düşen ise darbe!
Şeriat!
Bir de iktidarın üzerine karanlık düşer, iktidar karanlıktan çıkmayı hep bilmiştir!
Bir de devletin en başında olanın davasının dosyası kaybolur, sonra düşer! Düşünce anlaşılır ki, onu yargılayacak makam yoktur! Makam olmayınca elbette davada düşer!
Davalar hep kimlerin lehine düşer dersiniz?
Dink düştü, tek kurşun ile!
Malatya’dakiler bıçak darbesi ile düştüler!
Sivas’takiler duman ve ateş ile düştüler!
Maraş’takiler komşusunun darbesi ile düştü!
Ergenekon düştü, fakat nereye düştüğü belli olmadı!
Susurlukta Mercedes içindekiler düştü, ne oldu dersiniz? Parti başkanı olan ve milletvekili olanların davaları düştü! Mercedes’ten dışarıya düşen silahlara ne oldu? Düştükleri yerde kalmadılar sanırım!
Her şeyin ilacı zaman, zaman aşımı birçok şeyin düşmesine sebep olmaktadır!
Gerçekten ne düştü?

23 Haziran 2008 Pazartesi

Demokrasi yürüyüşü…

Demokrasi yürüyüşü…

Demokratik yaşam homojen olmaz, heterojendir. İçindeki çeşitlilikleri bir zenginlik olarak görür. Demokrasinin bir siyasi tercih olarak ortaya konması bir gelişmişlik sorunudur. Fakat ülkemizde demokrasi savunucuları nedense hep dikta rejimini günlük yaşamana alanlar arasında söylem olarak durur.

İktidarda olanların ne kadar demokrat oldukları aldıkları kararlar ile ortadadır. Bugünkü iktidarı ve geçmiş iktidarları demokrat olarak görebilir miyiz? Dink neden öldü? Hangi iktidarların birikimi sonucu öldürüldü?

Demokrasi için sivil inisiyatif kurulur, orada sağlı - sollu, laik - anti laiklerin bir birliği kurulur. Demokrasi isteyenler bu heterojen yapı içinde yerlerini alır. Fakat bu inisiyatif iktidar eleştirisini neden yapmaz, Dİnk’i öldürenler ve ölümüne sebep olanlar hala görevlerinin başında, kim kolluyor dersiniz?

Ülkemizin karanlık bir sayfası 15 yıldır kanamaya devam ediyor. Ölümlerin olduğu yerde bir lokanta ve içinde et pişiyor, oraya gidenler kimin etini yemeye devam ediyor dersiniz? O lokantanın kapatılıp yerine müze yapılması acaba demokrasinin gereği değil mi? demokrat olanlar o yangın yerinin müze olarak geleceğe aktarılacağı bir alan olmasına neden duyarsızdırlar?

Demokrat olmak bir günlük iş değildir, uzun solukludur. Yolarlımız kesişti diyerek hadi birlikte omuz omuza demek ne kadar doğru? Çünkü kendi dikta rejimi için bir günlük takviye yapanlar demokrat olabilir mi? gerçekten demokrasi isteyenler bu oyunlara neden gelir? İran TUDEH gerçeği ortadadır. Demokrasi için idam sehpalarında vücutlarını bıraktılar. İran demokrat mı şimdi? TUDEH hata yapmıştır, o hatası tarih içinde ve şimdi İran üzerinde durmaktadır. Ondan ders almayanlar demokrasi maskesi takanları görmesi mümkün müdür?

Demokrat olmak o kadar kolay değildir, çünkü bir arada yaşamı savunmak, farklıkları kabul etmek ve o farklılıkları değiştirmek için uğraşmamak, yani asimilasyona karşı olmak demektir. Çingene (Romanların) mahallelerini dağıtmamak, onlar ile onlar gibi eğlenebilmek ve hüzünlenmektir. Demokrat olmak bir birikimdir. Her dile ve inanca saygı duymak ve ibadethaneleri kabul etmektir. Cem evleri şimdi kabul eden bir hükümet ve muhalefetten bahsedebilir miyiz? Alevileri nasıl görüyorlar bu sivil inisiyatifteki arkadaşlar?

Demokrat olmak her koşulda inancını savunmak ve başka görüşlerin düşüncelerini açıklaması için mücadele etmektir. Fakat bu karşı düşünce kendi dikta rejimi için faydacı yaklaşıyorsa ona karşıda uyanık olmayı gerektirir. Demokrasi adına kendi idam ipimi boynuma geçirmeyi ben aptallık olarak görüyorum.

Başörtüsü özgürlüğü mücadelesi verenler, işkenceler karşısında, idamlar karşısında neler dediler? Cem evleri konusunda düşünceleri nedir? Devletin verdiği bütçeyi ret ettiler mi? komşum açken ben tok yatmam diyerek kendi camilerinin imamlarının maaş almasına karşı geldi mi? alevi köylerine yapılan camilere karşı ne dediler? Tuzla ölümleri ile ilgili yapılan mitingde neredeydiler? Kendi çıkarlarına gelen yerlerde boy gösterenler, roman mahallerinin boşaltılması karşısında neredeler? Demokratlık bir gün yürüyüşe katılmak demek değildir.

Demokrat olmak, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli bir toplumda yaşamayı savunmak demektir. Bunu gerçekten kaç sivil örgüt savunmaktadır?

Darbelere karşıyım, fakat Hitler darbe ile gelmemiştir. Tarihten ders almayanlar birilerinin hedefine gitmesine yardım etmekten öteye gidemez. Demokrat olmak uyanık olmayı getirir, at gözlüğü takmayı değil.

Bayrak satışları arttı…

Bayrak satışları arttı…

Bayrak satışları futbolda kazanılan zaferler ile katlanmış. Son yıllarda bayrak satışlarında artıştan söz edilmektedir. Bayrak stokları tükeniyor ve yeniden bayrak üretiliyor. Bu bayrakları da Çinliler üretiyor sanırım, çünkü bu satışlara bakarak her bireye bir bayrak düşüyor gözüküyor. Şimdi her bireyin bir bayrağı olduğuna göre, bayrak satışları yeniden patladığını düşünürsek ne anlama kalıyor?

Satın alınan bayraklar satılmıyor ve hemen kutlamalar sonrası yok edildiğini düşünebiliriz. Çünkü bayrak satışının artışını ortaya çıkaran ortamlar sürekli oluşmaktadır. AKP’yi protesto et, kasana para aktar. Düşünüyorum bu bayraklı mitingleri bayrak üreticileri mi organize etti? Çünkü bu mitinglerden en karlı AKP ve bayrak üreticileri karlı çıkmış gözüküyor. Bayrak üreticileri sakın AKP’li olmasınlar?

Futbolda kazan, bayrak al. Elde bayrak, boyunda bayrak, her yerde bayrak. Bayrakların boyutları da o kadar gelişti ki, bütün rekorlar bizde olduğunu düşünüyorum. Bu devasa boyuttu bayraklara elbette bayrak direkleri gerek, acaba demekteyim bu bayrakları asmak için direk üretiminde patlama oldu mu?

Bayrak bir ulusu temsil eder, o yüzden bayrağın önemi ulus devleti ile başka bir anlama bürünmüştür. Ulus devlet olmadan her iktidara göre bayrak değiştirmek kolaydı. Kim iktidara gelirse kendi bayrağını ve sembolü ile gelirdi. Halk içinde hangi bayrak kimi temsil ediyor bilemezdi, zaten halkında bayrak ile ilgisi olmazdı. Bayraklar değişir, bayrak üreticileri o zamanda yanlarında eleman çalıştırır ve bu karlı iş ile ilk sermaye birikimini yaratmışlardır. Sanayi devrimi bayrak üretimi ile başlamıştır dersem abartı olmasa gerek!

Her bireye bir bayrak düşerken ve yıllardan beri yapılan bayrak satışları ile nüfusun artışına uygun satışlar normalin üzerinde olduğu halde, her zafer sonrası bayrak satışlarında artışı nasıl yorumlamak gerek?

Bana göre eğer her zaferde bayrak satışı artıyorsa, bayrak alanlar bayraklarını ya evde unuttular ya da kutlama sonrası çöp kutularının üzerine bırakıp zafer sarhoşluğu içinde gökyüzüne doğru kurşun atmışlardır. Bu arada merakım silah satışları üzerinde olduğu halde ne kadar silahın zafer sonrası satıldığına bir türlü ulaşamıyorum. Silah satanlar acaba her zafer sonrası ciroları kaç lira olarak açıklamaktalar? Bayraklar gibi silah satışları artıyor mu? Çünkü her zafer sonrası yanlışlıkla vurulan insan sayısında bir istikrar söz konusu olmaya devam ediyor. Her derbi sonrası Kadıköy sokaklarında silah sesi duymam bu konuda ki düşünceme körük olmaktadır. Silah ve bayrak satışları arasında bir ilgi var mı?

Başka bir açıdan düşünüyorum, bayrak üreticileri bayrakları Çin’de ucuza üretip satıyorlarsa eğer, bu durumda tek kullanımlık bayrak üretiliyordur. Bir de milli takımın forması neden değiştirildi? Yine bana göre bu tekstil sektörüne verilmiş bir sübvanse olarak duruyor. Düşünün, yeni formlarda zaferler ile birlikte patlama yaşaması doğal değil mi? bayrak üreticileri acaba tişört üreticileri ile ortaklıkları var mı? Bunların kaçı ülkemizde üretiliyor?

Zaferler bizde ne gibi çağrışımlar yaratıyor? Ülkemiz neden bu kadar büyük bir zafer açlığı içinde?

22 Haziran 2008 Pazar

Yollardaydım…

Yollardaydım…

Yollardaydım, kafamda sorular ile. Yollar düşünmek için en uygun yerlerdir, çünkü karşınıza hangi sürprizlerin çıkacağını bilemezsiniz bir bakmışsın, düşünmediğin yerde ve o güne kadar farkına varamadığın bir gerçeklik ile karşılaşmışsın. Kafanın içinde bir ışık süzmesi olur.

Yollar, yaşamın gerçeklerindendir. Yollar ile hareketi görürüz, yürümek ile hedefin varlığını biliriz. Her yol bir hedefe gider, fakat o hedefi iyi belirlemek gerek. Eğer iyi belirlemezseniz, Dostyoveski’nin Türk köylüsü gibi oluruz. Her yolun bir sonu vardır, sonuçta elde edebildiğin bir başının üzerinde duran taş olabilir.

Yollar her zaman aydınlığa götürmez, fakat sonuç karanlıkta olsa bir süre sonra aydınlık olur, tıpkı aydınlığın arkasından karanlık gelmesi gibi. Dünyanın dönüş hızına uygun yol alırsan hep aydınlıkta ya da karanlıkta olursun, fakat bugüne kadar bunu başarmış her hangi bir canlı yok diye düşünüyorum. Tıpkı canlı gibi toplumlarda yoktur. Toplumlarda karanlıktan aydınlığa gider, sonra yeniden aydınlığa çıkar ama artık eski toplum değildir. Değişmiştir.

Ülkemizde karanlıkların bol olduğu, aydınlıkların kısa sürdüğü bir toprak üzerinde durmaktadır. Bu topraklar üzerinde kurulan ve yok edilen toplumları kültürleri düşündüğümüzde aslına bu karanlığın ve aydınlığın kavgasının ne kadar dengesiz ve bizim anladığımız zaman birimi ile açıklanamayacağını görüyoruz.

Yollara çıkmadan önce kafamda yazacaklarımı biçimlemiştim kendimce, bir mola yerinde kağıda dökerim dedim, fakat kalemimi yanıma almamıştım. Hiç ödünç isteme alışkanlığım olmadığı için cümleleri kafama yazdım. Kafama yazdıklarımın bir bölümü unutmam kadar doğal bir şey yoktur, çünkü her an insan bir görüntüyü ya da sohbeti kafasının içine atıyor ve süzgece bırakıyor. Süzgeç kalemi eline aldığında kendisini gösteriyor ve o an hissetliklerinin gerçek ile alakası olmadığını bile düşünebilirsin.

Ülkemiz karanlığa doğru gidiyor. Gün henüz doğmadan karanlığın içine doğru sürükleniyor gibi hissediyorum. Mahya’ların aydınlığı ile karşılaştım. Her yerde mahya ışığı ile aydınlıkta yollar aydınlanmış gibi. Aylardan eski takvime göre ramazan olmamasına rağmen mahya’lar karanlığın içinden kendisini göstermeye devam ediyor. Eğer bir yere ışık koyarsanız, orası hedeftir. Karanlıkta yollunu kaybedenler o ışığa doğru yürür. Gece yarısı doğada eskiden yıldızlara bakarak yol alanlar, şehirlerde yıldızların iz düşümünü bile göremezsiniz. Mahya içinde yıldız gibi yanan ışıklar görürsünüz.

Yollar sokak lambaları ile aydınlanmıştır, fakat ülkemizde aniden bir elektriğin gitmesi ile şehir karanlıkta kalabilir. Karanlıkta kaldığı an ev pencerelerinden yansıyan kibrit ile çıktığı belli olan bir aydınlanma ve küçük bir ışık süzmesi ile karşılaşırsınız. Sonra bir mumun titrek dansı ile karşılaşmanız sizi şaşırtmasın. Yol karanlıktır, yoldaki tehlikeleri göremezsiniz, çünkü belediye ya da başka kurumun açtığı çukura düşmeden hedefinize ulaşmanız artık bir şanstır. Evler sizin yolda olduğunu hissini verir. Karanlık içinde hedef her zaman küçük bir ışık süzmesi olur!

Ülkemiz karanlığa doğru hızlı bir şekilde kayıyor. Mahya ışıkları şimdi hedef gibi duruyor. Fakat her an bir elektrik kesintisi ile karşılaşmamız sürpriz olmasa gerek. Bu karanlıkta kaç kişinin elinde bir fener vardır? Fener olurda, ama feneri yakacak bir çakmak vardır? Karanlıkta yollar tehlikelidir! Elbette karanlığa gözler alışır, fakat o gözler aydınlıktan çıktığı için bir süre kör olur!

Yollar gelmekte olanı anlatır bazen….