5 Temmuz 2008 Cumartesi

Güçler dengede mi?

Güçler dengede mi?

Cumhuriyet mitingini yapanların bir bölümü Ergenekon soruşturması nedeniyle cezaevinde ve soruşturma altındalar. Bugünlerde Anadolu başka bir gösteriye ev sahipliyi yapıyor.

Aklıma hemen bir soru oturdu; gösteriyi organize edenler ileride hangi davadan yargılanacaklar, yoksa onlarında Ergenekon soruşturması ile bağlantıları olabilir mi?

Meydanlara çıkanlar bu ülkede doğru gitmeyen şeyleri protesto ederler. Sokaklar bir tepki alanı olur. O alanı kendi amacı yönünde kullananlarda elbette olur ve 12 Eylül gibi darbenin koşulları binlerce ölen insanın kanı ile oluşturulur. Darbeler meydanlarda biçimlenir, bir sabaha karşıda marşlar eşliğinde bildiri ile duyurulur.

Darbe yaptıkları gerekçesi ile kimse sivil mahkemelerde yargılanmamıştır benim bildiğim. Darbe yapmak amacıyla eyleme geçenler askeri mahkemelerde yargılanmıştır, ilk defa sivil bir mahkemeye çıkma olasılığı olan, olmamış bir darbenin sanıkları mevcuttur. Gerçi buda bir söylem düzeyindedir, çünkü iddianame henüz ortada yoktur. Gazetelere verilen servisler eğer doğruysa bu bir ilk olacaktır.

Bugün gücü elinde bulunduranlar yararlandıkları hukuk kuralları, güçlerini kaybettiklerinde kendilerine karşı kullanacağını düşünüyorlardır sanırım. Çünkü hukuk, devletin güvenliğini öne alır ve devleti yöneten ideoloji yönünde kullanılır. Bugün hain olanlar yarın kahraman olmayacağını kimse bilemez. Kahramanlıklar ihtiyaç üzerine oluşturulur.

Bugünlerde Anadolu’nun değişik şehirlerinde mitingler darbelere karşı oluşturulmaktadır. Bu mitingleri düzenleyenlerde bir örgüt ile ilişkilendirilir, çünkü örgütlü olmayan miting olmaz. Her miting bir örgütlenmenin ürünüdür. Bu örgütler gerektiğinde yasa dışı ilan edilebilinir, eğer şartlar onu gerektiriyorsa. Buna en iyi örnek 12 Eylül dönemidir. Bu dönemde darbe öncesi yasal olan örgütlenmeler yasa dışı örgüt muamelesi görmüş, idarecileri hapis cezası almıştır.

Ergenekon soruşturması adı altında yapılan soruşturmalarda bir mantık aranmaktadır, çünkü bir biri ile alakası olmayan bireyler yan yana getirilmiştir. Şimdi devam eden soruşturmadan ne gibi sonuç çıkacağı merak konusudur. Ergenekon dışarıya verilen imgesi gibi gerçekten bir kontrgerilla örgütlenmesi midir? NATO tarafından yaratılan ve NATO ülkelerinde örgütlenen bir yer altı örgütü müdür? Bu örgütlenmeyi dağıtmayan ülkelerden birisiyiz. Hala bu örgüt aktif midir, eldeki verilere göre net bir şey söylemek mümkün değildir. Eğer bu soruşturma İtalya’da olduğu gibi bir temiz eller operasyonuna dönüşüp, geçmiş ile yüzleşmeyi beraberinde getirecek midir?

Her örgütsel soruşturma geçmiş ile bir hesaplaşmadır aslında, fakat ülkemizde nedense geçmiş değil gelecek ile hesaplaşma daha önemlidir. Olabilecekler üzerine bir hesaplaşma sonucu adaletli olmayan kararlar verildiği bilinmektedir. Şimdi yapılmakta olan soruşturma ve ileride yapılacak olan soruşturmalar bir yüzleşmeyi yani gerçek tarih ile karşılaşmayı yapabilecek midir?

Geçmişte cumhuriyet mitinglerinde yaşananlar ile bugün darbeye karşı yapılan mitingler arasında görsel olarak benzerlikler vardır, her ne kadar yapanlar ve amaçları birbirine zıt gibi görülmesine rağmen. Katılan kitle ve organize edenler bugün yürütülmekte olan bir davanın tarafı konumdalar.

Şu anda ülkede bir darbe ortamı varmış gibi yapılan etkinliklerde kimlere ne mesaj veriliyor? Türkiye tarihinde bir ilk yaşanıyor, daha doğrusu ilkler yaşanıyor. Bu bazıları için Rönesans, bazıları için geriye gidiş. Şimdi benim gibi sıradan biri için ne anlam ifade ediyor?

Bugün hukuk güçlünün yanındadır, yarın güçler dengesi değiştiğinde ne olacaktır?

Sonunda oldu, keneler İzmir’i işgal ediyorlar!

Sonunda oldu, keneler İzmir’i işgal ediyorlar!

İzmir şu sıralar suyu yüzünden başı dertte gibi gözüküyor. Sudaki artı maddeler kanser tehlikesini artırdığını kabul ediyoruz, bu kanserli maddeler ile ne zamandan beri İzmirli tanıştığı meçhul.

Büyük şehir belediyesi su şebekesi alt yapısını olduğu gibi değiştirmek zorunda, o da seçim zamanın yaklaşması ile mümkün gibi gözükmüyor. Büyükşehir belediye başkanı kendisince çözüm önerileri arıyor ama bu seferde gülünç önerileri sesli olarak düşünüyor. Büyükşehir içme sularındaki arsenik oranı ile uğraşırken, başka yönden bir sorun ile karşı karşıya kalacağını düşünemedi. Evet, keneler İzmir’i ve çevresini teslim almak üzere!

Sokak köpekleri vasıtasıyla yayılan keneler şimdi İzmir’in gecekondu mahallelerinden merkeze doğru yayılıyor. Öyle yayılma ki, istila şeklinde. İzmir yerelinde haber veren gazeteler bunu gündeme taşıdılar, yakında ulusal haber merkezleri de gündeme getirerek, bir sokak köpeği temizleme hareketi başlatılacak gibidir. İzmir’in başkanı su ile uğraşırken şimdi hayvan seven dostları ile de uğraşmaya başlayacaktır. Çünkü bu köpeklerin nasıl toplanacağı ve dezenfekte edileceğini acilen bulmak zorundadır. Köpek evlerinin kapanması ve açık olan köpek evleri sadece kısırlaştırma işi ile uğraştığı için köpekler kulaklarında küpeler ile bütün sokaklar ve caddelerde görülmektedir. Gündüzleri yatar konumda olan bu köpekler gece bir çete konumunda gezmekte ve hareket eden her şeye havlamaktadırlar. Hatta saldırmaktadırlar. Gece geç gelenler için bir tehlike oluşturmaktadırlar. Üstelik bu tehlikeyi bizzat ben yaşadım, 6 köpeğin saldırısına kaldım, zor kurtuldum. Köpek korkusu olmayan bende bile köpeklere karşı bir tedirginlik oluştu. Kısırlaştırılmış köpekler şimdi geceleri sokakların hakimi konumdadır.

İzmir şehri ve sahil kasabalara doğru yayılan bu keneler bir korkuya ve paniklemeye yol açmaktadır. Denize girenin herhangi bir yerine kenenin yapışması sürpriz olmasa gerek. Bu durumda halkın kullandığı alanlar kısıtlanacak ve sahil şeridinde işletmelerin işine gelecektir. Kenesiz bir ortamda güneşlenmek için şu kadar para yatırın! Sıcaktan bunalan ne yapacak, kenesiz bir ortam için cebindekini bırakacaktır. Bu avantajlı tarafı, bir de tersi durum var ki, keneli yere neden turist gelsin? Turistlik tesisler kendi imkanları ile çevrelerindeki köpekleri toplu olarak ortadan kaldırmış durumda, Antalya gibi turistlerin bol olduğu yerde toplu köpek mezarlıklarının çıkması bunun göstergesidir. Şimdi bu durum İzmir için de geçerli olacak mı?

İzmir su sorunu ile uğraşırken, kene sorunu ile de uğraşmak zorundadır. Seçim öncesi bu tipte vakaların artması seçilme şansını azalttığını düşünmek abartı olmasa gerek. Sosyal demokratların iktidar olduğu en büyük şehirde yeni sorunların çıkması şaşırtıcı olmasa gerek.

Keneler İzmir’e köpekler sayesinde yayılıyorlar. Elbette sadece köpekler değildir, başka canlıların üzerinden de yayılıyorlar, kediler bu konuda masum sayılmazlar. Sokaklarda bu kadar sahipsiz canlının olması şehir kültürü içinde sorunların yayılmasına zemin oluşturmaktadır. Şehir kontrol edilebilir bir yaşam alanıdır. İnsanlar tarafından kurulan ve yönetilen bir alandır. Eğer iyi kontrol edilemezse bu gibi sorunlar altında yönetim çaresiz duruma düşer. Yaşananlarda bunu kanıtlamaktadır.

Bu sorunlar sadece İzmir için geçerli değildir, diğer şehirlerdeki sorunları görmemezlik edemeyiz. İstanbul virüslü kene olayını saklayarak, Ankara arsenikli suyu içirerek insanlık karşısında suç işlemiştir. Bu suçları cezalandıracak maalesef bir hukuk düzenimiz yoktur.

Enişte beni neden öptü?

Enişte beni neden öptü?

Hükümet kapatma davası, Ergenekon soruşturması rüzgarları arasında aldığı kararlar ile de ilgiyi üzerine çekti. Yabancılara mülk satışı yasası yeniden kabul edildi. Bu sefer anayasa mahkemesinin önceden iptal gerekçeleri göz önüne alınarak anayasaya uygun olarak çıkarıldığını belirttiler.

Bu yasa neden bu zaman dilimi içinde çıktı?

Durduk yere beni eniştem neden öptü gibi bir soru oldu sanırım, evet bu zaman diliminde neden bu yasa onaylandı? Acaba bu durumda kimler ne gibi faydalar gözetecek?

Ülkemizde yabancılara satılan topraklarımızı hep batılılar ve İsrailliler aldığı düşünülür. Bir de büyük Arap şeyhleri gökdelenler dikmek için İstanbul’un göbeğinde arsa tahsis edilir diye kafamızdan geçiririz. (Sadece geçmişte gazetelere verilen tam sayfa olarak anımsarız.) Fakat bu bilgilerin bir bölümü doğrulanırken, bir bölümü hep yalanlanmıştır. Yalanlanan haber İsraillilerin GAP bölgesinden arsa aldığıdır. Fakat bilinçaltında bir de Bayan Ecevit’in söylemleri ile bu kanı doğru olarak kabul edilir. Ülkemizden arsa alanların genelde deniz sahillerinde ev arsası olarak alındığını kabul ederiz. Genel kanı yerleşim amaçlı evler ve arsalardır.

Bu genel kanının dışında başka bir gerçek vardır ki göz önünde bulundurmayız. Üretim için alınan arsalar. GAP projesi içinde alınan ve satılan arsalar. Geleceğin vahası olarak düşünülen alana sadece batıdan, İsrail’den göz dikilmiyor, Arap dünyasından da oraya yönelik ilginin olduğunu dış basına verilen demeçlerden çıkarıyoruz. Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi petrol zengini ülkeler başka ülkelerden tarım arazileri satın alıp kendi ülkeleri için gıda üretimi yaptıkları ve bu konuda daha da geniş alanları almak istedikleri bilinmektedir. Pakistan içinde böyle araziler alınıp, kendi ülkeleri için üretim yapan çiftliklerin kurulduğunu demeçlerden öğreniyoruz. Aynı şekilde geleceğin vahası olarak gösterilen GAP bölgesinden de kendi ülkeleri için araziler alınıp orada üretim yapılacağı konuşulmaktadır.

Bu haberler göz önüne alındığında çıkan son yasanın kimlerin yararına çıktığını anlamak zor olmasa gerek. En zor anlarında Araplar hükümetin yanında yer aldılar. Bir medya devinin satışı için dış destek verenler, şimdi hükümetten kendileri için bir şeyler istiyorlar. Günümüzde destek menfaatler ile ölçülür. Durduk yere Arap enişte öpmez!

Sözümüzün başına dönersek bu yasa neden bu zaman diliminde çıkmıştır yanıtını almış oluruz, çünkü kapatma davasının nasıl sonuçlanacağı henüz bilinmemektedir, fakat hükümet kendinden o kadar emin ki, kapatılsa dahi iktidarda kalacağını ya da emanetçinin kalacağını kabul etmektedir. Yasayı hazırlarken bu mantığın olduğunu görebiliriz, çünkü geniş arazilerin ve stratejik olarak önemli noktalardaki satışlar için hükümetin onayı gerekmektedir.

Hükümet bu kararları alırken, Ergenekon soruşturması sırasında tutuklamalar ile kamuoyuna bir şeyler söylemektedir asında. Söz ağızdan çıkmaz her zaman, davranışı da söylenmesi gerekeni söyler.

4 Temmuz 2008 Cuma

Hormon ve demokrasi!

Hormon ve demokrasi!

Sabah sabah neden aklıma geldi hormonlar? Durduk yere insanın aklına hormonlar takılır mı? Mutlaka bir yerden bir şeyler çağrışım yapmış olması gerek.

Son zamanlarda bende bu çağrışımı ne yaptı diye düşünürken, kendimi yeni bir tevede açık oturumun içinde buldum. Alla alala dedim, neden acaba bu açık oturumları izlerken hormon aklıma geliyor. Yoksa orada sündürülen ve sürekli biçim değiştiren fikirler mi çağrıştırıyor? Ekrana bakarken yorumcuların vaziyete uygun biçim değiştirdiklerini gördüm, yok yok bu bir göz aldanmasıdır!

Düşüncelerde de bir tutarsızlık var, pazardan aldığın ile eve gelen arasında fark var, bir de ekrandan sattığın ile büyük bir fark oluşuyorsa, orada hormondan ya da genetiği ile oynanmışlardan bahsetmek belki daha mantıklı olabilir. İnsanlar durmadan fikir değiştiriyor. İş yeri değiştiriyor, her iş yerine uygun davranış kalıplarına uyum sağlıyor. Bu durum çağrışım yaptırmış olabilir mi?

Hormonlar değiştiriyor, doğada olduğu gibi değil de ilkleri yaşatıyor. Hormon aslında bizlere ilkleri yaşatması açısından önemlidir. Çünkü ilkler karşısında nasıl davranacağımızı tam kestiremeyiz. Duruma göre vaziyet alan bir kedi gibi hazırlıklı dururuz! Her sürprize hazırlıklı olur o zaman insan! Eğer ilklere kanıksadıksa durum kötü!

Demokrasi mücadelesi bile hormonlu oldu, çünkü hormon sayesinde neyin demokrasi, neyin şeriat davası olduğunu karıştırır olduk. Şeriatı savunanlar bile demokrasi kahramanı olabiliyor! Bu karışıklıkların hepsi hormondan kaynaklandığını düşünür oldum. Çünkü biçim değiştiren şeylerin neyi temsil ettiği atık belli değil! Patlıcana patlıcan olarak bakabilir miyiz? Dış görünümü patlıcan olan ama içi boş olan bir şey! Şeyin tanımı bile yok!

Son dönemde kabak ile evlilik yapılan karpuz! Dıştan bakınca karpuz, hem de kocaman! Yarıyorsun, içi kırmızı, tadıyorsun, hıh! Yahu bunun adı neydi? Canım biz buna da uyum sağlarız, neye uyum sağlamadık ki? Yeni kuşak korkarım ki, karpuz diye bunu bilecek, nereden bilecek karpuzun o güzel kokusunu! Yok, yok bilirler, karpuz kokusu olan mumlar satılıyor ya, karpuz yerken bir de mum yakın! Karpuz kokusunu duyarsınız!

Sabah sabah hormon fikri nereden çıktı derseniz açıklayayım. Bir parti başkanın açıklamaları ile ortaya çıktığını şimdi daha iyi algılıyorum. Yapılan son operasyonları demokrasi gereği olduğunu açıkladığında tüm dinci basın onu alkışlamasından çıkarıyorum. Sosyalist olduğunu söyleyen parti başkanı, meclise sunduğu önergesine iktidar partisi milletvekillerinden neden destek gelmediğini anlamaya çalışırken halini gözümde canlandırmaya çalışırken aklıma geldi. Demokrasi için tüm darbeciler yargılansın! İyi de darbe yapanları değil de, darbe söylentisi olanlar için önerge verdiğini unutuyor sanırım! Gerçek demokrat olan olaylara karşı tavır koyandır, olma olasılığı olmayan darbeler için önerge veren değildir. Konuşmalarının birinde ülkemizde darbe olayının zemini yoktur diye açıklama yapar, arkasından 70 milyon ayak ile eşinin yürüyüşüne bakar, sonra demokrasi için araştırma önerisi verir meclise. Şimdi bu çizgiye bakarak acaba burada genetiği ile oynanmış bir şey görüyor musunuz? Yok yok, bütün bunlar hormon sorunları! Hormonlar olmasaydı, bu tipte zikzaklar çizilmezdi!

Her şey demokrasi için!

Demokrasi kavramı bile hormonlu olduğu için anlamı değişiyor, biçim değiştiriyor, tıpkı patlıcan gibi içi boş bir şey oluyor! Şimdi pazarda satıcı patlııcaaaaan diye bağırıyor, sattığı acaba gerçekten patlıcan mı?

Şimdi demokrasi mücadelesi ettiğini söyleyenler, gerçekten demokrasi mücadelesi mi yapıyorlar, yoksa gelmekte olan karanlığa alkış mı tutuyorlar? Hormon ve demokrasi! Yan yana gelmeyen iki kelime şimdi yan yana duruyor acaba neden?

Hormonsuz kalanlardan mısınız?

Hormonsuz kalanlardan mısınız?

Ülkemizde yakında erkek nüfus kalmayacak, diğer ülkeleri bilemem ama ülkemiz için bu bir gerçek olacak! Çünkü ülkemizde satılan yiyecek maddelerinde hormon olayı o kadar abartıldı ki, domatesin içinden domates fidesi çıkmaya başladı.

Ülkemizde hormonlar insanların biçimlerini bozmaya başladı. Sahile indiğimde bunun farkına vardım. Sahil şeridi içinde mayolu bir çok erkek görürsünüz, çoğunun artık kadınların taktığı bikini üstüne ihtiyacı var durumda. Göğüsleri sarkmış yaşlı bir bayanı anımsatandan tutun, genç bir kız göğsü gibi olanlara kadar her türden göğüs geçidini erkeklerde görebilirsiniz!

Sahillerde erkeklere bakamıyorsanız, tişört giymiş erkeklere bakın, göğüslerini saklamıyor tişörtler. Elbette bol kıyafet giyenlerde göremezsiniz. Yaz ayı içinde neden erkekler gömlek giyer diye merak ederdim, meğer göğüsleri göstermezmiş!

Ülkemizde hormonlu yiyecekler o kadar abartıldı ki, bakkaldan aldığın bir tavuk budu bile evde büyüdüğünü düşünebilirsiniz! Canlı cansız fark etmez, büyütmeye devam ediyor!

Salatalıkların biçimi ve boyutları tezgahta değişir dediklerinde inanmamıştım, şimdi inanıyorum, çünkü alışveriş yaparken ayrı, yiyorken ayrı biçimlerde olduğunu gördüğümde önce korkmuş, sonra ne yapalım doğalı kalmadı diyerek yemeye devam ettim! Yoksa açlık grevinde gibi olurdum, hormonsuz yiyecek ararken. Artık hormonsuz hiçbir şey yok! İnsanımız bile hormonlu!

Ülkemizde yakın bir zaman dilimi içinde klasik anlamda erkek kalmayacak!

Ülkemiz içinde son dönemlerde cinsel tercihlerde de değişiklikler yaşandığını düşünmeye başladım. Kadınlar daha çok kadınlara ilgi gösterir oldu. Erkeklerin de kuaförlerden bakımını yapmadan sokağa çıkmadıklarını düşünür oldum, magazin programlarına bakarken. Şimdi bu değişimin bu hormonlarla ilgisi var mı?

Bu hormonlarda oynamak kimin işine yaradı dersiniz?

Güzellik malzemesi satanların kasalarında bir doluluk oranı olduğunu düşünmekteyim. Kadınlar için ne üretirseniz satarsınız mantığı yerleşmeye başladı! Artık ülkemizde etek giyen erkeklerinde fazlalaşması şaşırtıcı olmasa gerek! Erkek doğup kadın olarak ya da kadın görünümlü ölecek insan sayısında artış göz önüne alınırsa!

İngiltere’de bir erkek nedeni belli olmayan bir sebepten önce sakallarını kaybetmiş, sonra göğüslerinin büyüdüğünü fark etmiş. Şimdi kadınlık için tek bir operasyona ihtiyacı kalmış! Belki o da doğal olarak olur, Darwin yasaları gereği kullanılmayan organ körelir ve sonra yok olur! Bugün değişim için çok para verenlerin, bir de erkekliğe geri dönememek için kullandıkları hormon ilaçlarına ileride ihtiyaç kalmayacak! Çünkü erkek ortadan kalkmış olacak! Tıp erkeksiz çocuk olunabileceğini bile keşfetmiş durumda!

Sperm bankaları her ülkede kurulmalı, henüz spermler ortada dolanırken. İleride bu bankaların kıymetleri artacağı ortadadır, eğer başbakan gelecekte de başbakan olarak kalıp, her eve üç çocuk iddiasını sürdürürse! Geleceğin en karlı iş sperm bankalarıdır, parası olan oraya yatırım yapsın derim!

Sonuç olarak ülkemize her şey hormonlandı, erkek kavramı değişim göstermektedir. Durduk yere bu yazın bir yeri şişer ve gelişme gösterirse bilin ki bu yazı da hormonlu! Hormonun girmediği alan kalmadı! Gerçekten ey okur, sendeki hormonal değişim ne boyutta? Domatesteki gibi içinde yeni filizler oluşmaya başladı mı?

3 Temmuz 2008 Perşembe

Gündeme düşenlerin yansıması…

Gündeme düşenlerin yansıması…

İzmir’deyim. Güneş olağan bir Temmuz gününde olduğu gibi gökyüzünde. Asfaltta yumurta düşse altı yanacak gibi. İzmir sıcağı nemli olur, nemi hafif bir meltemle yüzüne dokunur. Deniz durağındır, fakat genelde dalga öğlen sonrası ortaya çıkar. Denize girmek isteyenler sabahı tercih etsin derim...

Ankara’da esen bir rüzgar burada dalga etkisi gösterir, o yüzden son fırtınalardan bana yansıyanları paylaşayım dedim. Hukuku elinde bulunduranlar tarihimizde bir ilke imza attılar ve olmamış bir darbe için darbe yapanlar gözaltına alındı. Eylem yok ortada, eylem yapacak konumda değiller. Emekli askerlerin askerleri etkilediği tarihimizde pek tanık değiliz. Örneğin 12 Eylül darbesini gerçekleştirenler içinde emekli asker yoktur. Emekli olmuş ama sonra başbakan olmuş bir amiral olduğunu biliyoruz, fakat o da darbe sırasında pasif konumdaydı, etkisi yoktu. Yani emekli olmuş biri pasif olur. Aktif zaman dilimi içinde yani darbe için koşullar hazırlanırken yapılacak olan bir soruşturma daha önemlidir. Artık darbe gündemden düşmüş ve yapacakları farz edilen darbe gerçekleşmemiş, şartlar darbe için uygun olmadığı zaman dilimi içinde darbe bahane edilerek bir takım tutuklamalar yapılmıştır. İşlenmemiş eylem suç oluşturmaz.

Büyük başarı olarak gösterilen ve bir ilk olarak lanse edilen soruşturma aslında suç kavramı açıklandığında başarının olmadığını görmekteyiz. Başarı; darbe yapmış generallerin mahkeme önüne çıkarılmasıdır. 12 Eylül darbesini yapanlar hala hayattadır ve onlar hiçbir şekilde mahkeme önüne çıkmamıştır. İşledikleri suçlar ortadadır. Anayasayı değiştirmişler, yasal partileri kapatmışlar, Türkiye’nin geleceğinin rotasını değiştirmişlerdir. Başarı bu emekli askerlerin mahkeme önüne çıkarılmasıdır. Bugün estirilen havanın başarı olmadığını düşünüyorum.

Elbette son tutuklamaları küçümsemiyorum bir başarıdır, bir ilktir, fakat bu ilk olan şeyler demokrasinin önünü açıcı şeyler olarak görmüyorum. Başarı; demokrasi için suç işleyenlerin mahkeme önüne çıkarılması ve evrensel hukuk kuralları içinde yargılanmalarıdır.

Onların suçları sabittir, ortadadır. Suçluları kollayan yasaların bir an önce iptal edilmesi, onların mahkeme önüne çıkarılması ile demokrasi yolunda önemli adım atmış oluruz. Onlar mahkeme önüne çıkarılmadığı sürece demokrasimiz hep güdük olarak kalacaktır. Bugünün panzehiri emekli generallerin mahkeme önüne çıkarılması değildir. Demokrasi gerçekten istiyorsak, adalet istiyorsak önce işlenmiş suçların, suçlularının tutuklanması gereklidir.

Bugün medyada bir bilgi kirlenmesi yaşanmaktadır, yaşananlar olduğu gibi değil, yorumlanarak yansıtılmaktadır. Bir bardak suda fırtına kopmaktadır. Bu fırtınadan gemisinin alabora olacağını düşünenler vardır. Ülkemizi yöneten hükümet ekonomik istikrar derken bir istikrarsızlığa imza atmıştır, çünkü bu dalga ekonomimize ne kadar zarar verdiği ortadadır. Eğer gerçekten demokrasi isteniyorsa, istikrar isteniyorsa yapılması gerekenler ile başlamak gereklidir.

12 Eylül anayasasını savunarak ve onun çerçevesi içinde kalarak bu ülkeye demokrasi gelmeyeceği ortadadır. 12 Eylül ve sonrası kaybolanlar, ölenler, işkence görenlerinin travmaları bu toplum üzerindedir. Öncelikle bu travma ile yüzleşmek gereklidir.

Gelen haberlere mantık süzgeci içinde bakmak gereklidir, demokrasi için neyi alkışlayacağımızı iyi bilmemiz gereklidir. Şeriat tehlikesi yokmuş gibi davranırsak, İran aydınlarının yıllar öncesi düştüğü hataya düşmüş oluruz. Bizler, tarihten ders çıkaramayacak kadar aptal olduğumuzu düşünmüyorum. Birilerinin hedefine giderken koltuk değneği rolü oynamayı ben kabullenemiyorum.

Gerçek hedefimiz demokrasi ve aydınlık bir Türkiye ise, ona göre olaylara bakmak zorundayız!

İzmir’de deniz genelde sakin olur, bu sakinlik insanını da etkiler. İzmir sıcağı altında 2 Temmuz protesto eyleminde İzmirli Gündoğdu meydanındaydı. Meydanda son olaylarda protesto edildi.

1 Temmuz 2008 Salı

Hukuk mu, adalet mi?

Hukuk mu, adalet mi?

Komünist hareket, ırkçı hareketin iktidara taşınmasına tarih içinde genelde koltuk değneği görevini görmüştür. Bu yargıya iki olay öznelinden bakarak ulaşıyorum. Birincisi Hitler’in iktidara geliş süreci ve parlamento içinde komünistlerin tutumları. İkincisi İran. İran devrimi sırasında komünistler (TUDEH) Humeyni iktidarına doğru gidişte oynadıkları rol. Her ikisinde sonuç aynı olmuştur, iktidarı ele geçiren kendi hukuk kuralını işletmiş ve bu iktidara taşıyanlar ortadan kitlesel olarak kaldırmıştır.

Siyasette adalet değil, güç geçerlidir. Hukuk işte bu güce göre biçimlenir. Eğer güç değişir ise, bugün suçlu olanlar yarın kahraman olabilirler. Hukuk adaletli olmaz, çünkü adalet ile hukuk günümüz anlayışı içinde birbirine zıt konumdadırlar. Çünkü hukukta önemli olan güçtür. Adalet ise evrenseldir ve canlıların bilinciyle ve vicdanları ile oluşur. Hukuk ise devletlerin ve iktidarların çıkarları ile belirlenir.

Ülkemizde gelişen son olaylar ve onlara karşı alınan tavırlar göz önüne alındığında acaba bizlerin tarih içinden ders çıkarmadığımızı mı gösteriyor. Tarih bilinci eksikliği günlük yaşantımıza ne kadar büyük engeller oluşturduğunu göstermiyor mu? Başka açıdan sorarsak, insan bile bile idamına gidecek yolda yürür mü? Çünkü Humeyni ve Hitler örnekleri ortadadır.

Bugün büyük göz atı adı altında bir operasyona ekranlar aracılığı ile şahit olduk. Büyük operasyonun sonucu ne tarafa doğru gideceğini şimdiden söylemek zordur, çünkü mutlak güç şu anda tam olarak tarif edilemeyecek durumdadır. Fakat bir güç kendisini pekiştirmek için de olsa operasyonlar yapmaya devam etmektedir, bu operasyonlarda bugün suçlu olanların yarın kahraman olmayacağını kimse karar veremez. Rejime şu veya bu şekilde muhalif edenler ‘suç’ludurlar ve icaplarına bakılması gereklidirler. Onların rejime muhalif olmaları yeterli delil oluşturur ve kanıtlanacak fazla şeye ihtiyaç yoktur. Baskı aygıtlarının başına geçenler, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için, kendisine rakip olarak gördüğü muhalifi suçlu ilan etmek zorundadırlar. Hukukta bunun hizmetindedir.

Bugünde savcılar bir takım soruşturmalar yürütüyor, yargıçlarda hukuka göre kararlar veriyor. Bu hukuk elbette iktidardakilerin çıkarlarına uygun olarak davranılacak. Hükümetin hedef gösterdiklerinin üzerine kararlılıkla gidecektir. Soruşturmalarda dikkat edilirse hükümetin kararlığı önemlidir. Eğer kararlıysa açılan davalar sonuçlanır, değilse zaman aşımından düşer ya da yetersiz delil bahanesi öne sürülür.

Yukarıda açıklamaya çalıştığım hukuk anlayışı içinde devlet ve hükümet mekanizmaları aracılığı ile yapılan hiçbir hukuki işlemin, ‘tarafız’, ‘objektif’ ya da adil olacağına inancım yoktur. Yarın koşullar değiştiğinde aynı hukuku kullanarak şimdi iktidarda olanların üzerine yürünecektir.

Bugün yürütülmekte olan soruşturmalar ve tutuklamalar gündeme bir deprem gibi düşmüştür. Beklenen deprem yer altından değil, İstanbul’daki bir savcının odasından çıkmıştır. Aynı zaman dilimi içinde iktidar partisinin kapatılması için bir davada savcının sözlü olarak iddiaları yüksek mahkeme heyeti önünde dillendirilmekteydi. Bizler içten gelen deprem dalgaları ile uğraşırken, bizi de içine alacak büyük bir saldırı hazırlığı içinde olduğu göz ardı etmekteyiz. İran’a karşı yapılacak her hangi bir operasyon, zaten zayıf dengeler üzerinde duran iç dinamiklerimiz arasındaki denge bozulacaktır. Bu durumda hukukun hangi dengeler üzerinde karar verebileceğini söylemek şimdiden söylemek güçtür.

Demokrasi mücadelesi yapalım derken birilerin koltuk değneği olmayı ben anlamıyorum. Demokrasi mücadelesi yapanların Humeyni ve Hitler iktidara geliş sürecini yeniden okumalarını ve tarih bilgilerini yeniden biçimlendirmelerini dilerim. Çünkü iktidara gelen, ilk yaptığı iş işbirliği içinde olanları yok etmek ile başlar. Kendi iktidarını güçlendirmek için tüm muhalifleri kendi hukuk kuralları içinde meşru zeminde yok eder!

Gücün olduğu yerde hukuk güçlünün yanında olur, adalet ise gücün olduğu yerde olmaz!

Benim Kabem sevidir

Benim Kabem sevidir
Ankara’daydım, Pir Sultan Abdal Dernekleri Genel Merkezindeydim. Bir iş hanının en üst katındaydı. Kapıyı bir alevi vatandaş açtı, eskiden CHP’de çalışmış bir dünya tatlısı alevi evladı.

Ankara’daydım, tartışmalardan uzak. Ankara’nın suyunun Kızılırmak’tan geldiğini biliyordum, arsenik yüklü olan ırmak suyunu habersiz Ankaralılara içirmiş büyükşehir belediye başkanı ve bunu büyük bir başarı gibi anlatıyordu. Bütün Ankara kobay olarak kullanmıştı ve kendisince etik davrandığını sanıyordu. On beş günde kimse kanser olmamıştı! Tıpkı Çernobil sonrası içilen çaylar gibi. Kanser yıllar sonra etkisini gösteriyor ve arka arkaya nice güzel insanları toprağa veriyorduk. Ankara’daydım, Kazım Koyuncu orada yoktu, kansere yenik düşmüştü. Ekran önünde çay içen bakanda yoktu. Gerçekten o bakanın adını kim anımsıyor şimdi? Büyük şehir başkanı da şovmenlik yapıyordu, arsenikli suyu içerken. Bakın kanser oldum mu diyerek! Siyaset bir anlamda şovmenlik değil midir? Görevini yapıyor, şov kandırmacadır!

Ankara’daydım, Pir Sultan Derneği genel merkezindeydim. Kapının hemen sağ tarafında açılan bir kapı vardır. O kapıya doğru gönlüm aktı ve açtım kapısını. Madımak’ta dumanların arasında yaşamlarını kaybedenler için bir müze oluşturulmuş. Kedi imkanları içinde ve olanaklar dahilinde küçük bir odada, yangın yeri durmaktadır. Yangın yerinde müze yok, yangının en çok yaktığı Ankara’da müze var. Bir oda, içinde duman tütmektedir. Ölenlerin özel eşyaları, el azma mektupları, ozanlar, şairler. Daktilolar, semah dönerken giyilen elbiseler… Bir oda, odanın içinde madımak yangını hala tütmektedir. Yangın yeridir, dumanların arasındayız, duman göz yaşlarını gizler, göstermez kimseye. Göz yaşları o odanın zemininde durur, kimse basamaz o yaşlara. Duman içindedir, dumanın içinde gülümseyen semah dönenler. Onlar ateş ile semaha dönmüşlerdir, Maraş, Çorum, Sivas…

Ama bu yürek o, bu dilden anlamaz pek. O, ‘hey gidi kambur fele’k, hey gidi kahbe devran hey’

İçimden geçer Nazım’ın Şeyh Bedreddin destanın dizeleri. Söz olur, yüreğim ateş olur, gözüm pınardır. O küçük oda cem olur, ölenlerin yüzleri semah döner, ben dönerim. El alırım, el veririm. Pirler aşkına, Hacıbektaş yüzüne, Baba İshak’tır yüreğim.

“Dedim ki bak,burda insan toprak gibi, güneş gibi, deniz gibi bereketli.”

Oda küçüktü, yaşananlar büyüktü. O büyük an orada asılı duruyordu.

“Sıcaktı.Sıcak.Sapı kanlı, demiri kor bir bıçaktısıcak.Sıcaktı.Bulutlar doluydular,Bulutlar boşanacakboşanacaktı.O, kımıldamadan baktı,kayalardaniki gözü iki kartal gibi indi ovaya.Orda en yumuşak, en sert,en tutumlu, en cömert,enseven,en büyük, en güzel kadın:TOPRAKnerdeyse doğuracakdoğuracaktı.”

Semaha durmuştu her şey, Ruhi Su sesi doldurmuştu sanki odayı, o söylüyor, onlar semah dönüyordu!

“Benim Kabem sevidirKuran da kurtaran daSevili insanlardır”

Ankara’daydım, 2 Temmuz öncesi. Tıpkı 15 yıl öncesi gibi. O gün ben İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesindeydim, bugün Pir Sultan Abdal Derneğindeydim. O gün Asaf’ın son dakikaya kadar yaşadıklarını haber olarak gazeteye geçtiğini ve hala yaşadığını duyuyordum. Çaresizlik içinde yaşadıklarını Ankara’ya duyurmaya çalışıyordu. O günden beri kulağımda Asaf’ın sesi, gülen yüzü kaldı. Çünkü gitmeden önce Sivas’a gel demişti. Gitmemiştim. O gitti, ateş ile semaha durdu. Tıpkı diğerleri gibi… Giden ve semah duranlara bin selam olsun! Onlar unutulmayacak, unutturulmayacaklar… Baba İshak isyanı bahane edilerek öldürülen binlerce can, Pir Sultan, Şeyh Bedreddin ve yoldaşları, Maraş, Çorum, Sivas unutulamamışsa, bu 2 Temmuz’da unutulmayacak…

2 Temmuz günü Madımak önüne gidemeyeceğim, giden canlar bir de benim için mum yaksınlar, karanfil atsınlar.

Ateşten semah dönenler, tarihin sayfalarında dönmeye devam ediyorlar. Bugün dönülen her semah o dönenlerden bir şeyleri günümüze getiriyordur. Semah dönenlere bin selam olsun!

30 Haziran 2008 Pazartesi

Turizmcinin yüzü gülüyor mu?

Turizmcinin yüzü gülüyor mu?

Bu sene turizmi vuracak diye beklenen kene vurmadı, otellerdeki doluluk oranı bu sıcaklarda iyi gidiyor, turizmci yüzü gülüyor, şu elektrik ve doğal gaz zammı olmazsa!

Kene bildiğimiz gibi iç Anadolu’nun kuzeyi, orta Karadeniz’in güneyinde seyrediyor ağırlık olarak. O bölgelerde turizm bölgesi olarak görülmüyor, acaba demekteyim bu kenelerde bizim turizmcileri düşünerek mi oralarda yayılıyorlar?

Keneden ölen sayısı her gün artıyor, tuzla’da ölen işçi sayısı artması gibi. İkisini de günlük normal haber olarak okumaya alıştık. Bugün acaba elektrik çarpmasından tuzla’da işçi öldü mü diyerek haber bültenlerine bakar olduk, oradaki işçi ise çalışmaya devam ediyor, ölüm parasına çalış!

Bizim turizmcilerin hiç beklemek istemediği bir haber kaç gündür basının ilk sayfalarına doğru çıkmaya başladı. İran’a yönelik olası bir saldırıdır. Bu saldır olasılığının ağustos ayı ile en üst noktaya çıkacağı ve yapılan açıklamalar ile bu ay içinde vurulacağı yönündedir. Önce İsrail İran’a yönelik saldırının provasını yaptığı tatbikat ile son denetimini yapmış durumdadır. ABD genelkurmay başkanı bu tatbikatının sonucunun öğrenmek için İsrail’e gitmiştir. İngiltere İran bankasının mal varlığını dondurmuş, saldırıya zemin hazırlamıştır. İran genelkurmay başkanı saldırı hangi ülkeden gelirse, hangi kendi ülke topraklarını ya da hava sahasını kullandırırsa o ülkeyi vururuz diyerek bir açıklamada bulunmuştur. PKK ile savaşta ortak davranan iki ülke bu durumda karşı karşıya gelmiş durumdadır. Türkiye olası bir saldırıda nasıl bir tavı alacağı ve iç çalkantılarının sonucu ne olacağı şimdiden kestirilememektedir. AKP kapatılması davasının açılması işte bu sürece denk gelmiş ve bu yüzden AKP ve onun destekleyicisi istikrardan söz etmektedir. Bu istikrar sözü ekonomik değil siyasidir. Ekonomik önlem almadıklarını yaptıkları icraatlar ile görülmektedir. Dünya ekonomisi bir tusunami tehlikesi altında olmasına rağmen bizim ekonomistler küçük kararlar peşinde koşmakta ve göz boyamaya devam etmektedirler. Geleni görmemek için sağır ve kör olmak gerek. Bu ülke insanı gerektiği kadar sağır ve kör edilmiştir, toplumsal olaylara göstermiş olduğu tepkiler göz önüne alınarak bunun başarıldığını düşünmek abartı olmasa gerek.

Ülkemiz bir futbol heyecanı dalgasından fazla can kaybı vermeden atlatmıştır, fakat düğünler düşünülmediğinden erken sevindirik olduğumuzu düşünüyorum. Düğün mevsimi ölüm mevsimi gibi. Kutlamalar kurşun ile olur, neden? Çünkü her bireyin silah almasını teşvik ettik. Bu teşviki veren ve silah satan bellidir. Bu ölümlerin bir tek sorumlusu vardır, silah atan değil, teşvik edendir. Katil diyerek birilerini arayacağımıza silahı satanı mahkum etmek aklımıza gelmez. Bu ülke insanı yeteri kadar kör ve sağır olmuştur, gelmekte olanı hissedememektedir. Sadece gördüğüne tepkisel davranışlar göstermekle yetinir. Bu tepkisel davranışta anlıktır ve sürekliliği yoktur. Çünkü bireydir ve bireyin söz ve etki alanı bellidir.

İstanbul depremi oldu olacak derken ev fiyatlarını yukarıya çekenler, büyük siteler kuran firmaların yönetim kurulunda deprem telalığı yapan bilim adamı var mıdır? Bu bilim adamları acaba o firmalardan her deprem çağrısı yaptıkça ödenek alıyorlar mı? Çünkü her deprem korkusu bu sitelerde ev satışını arttırdığını düşünüyorum. Depreme dayanıklı diye söylenen bu sitelerin gerçek anlamda güvenlikleri nedir ve nasıl ölçülür bilemiyorum. Bir Japon bilim adamı açıklarsa inanırım, çünkü onlar depreme karşı bina ürettiklerini olan depremler ile kanıtlamışlardır. Bizdekilerin henüz hiçbir kanıtlamış değildir.

Bu sene turizmcinin yüzü şimdilik gülüyor…

29 Haziran 2008 Pazar

Ardıç

Ardıç

Bozkırın ortasında durur ardıç ağacı. Şehirde yaşayanlar bilmez pek, o tek başına tüm zorluklara karşı duran bir ağaçtır. Toz bulutları arasında, her türlü kemirgen canlılara karşı dimdik durur bozkırın ortasında.

Tarlalar ekim zamanı geldiğinde yer gök sarı renge bürünür bozkırda. Buğday taneleri yeryüzüne doğru başaklarından kopmaya başladığında ardıç ağacının gölgesi vurur küçük bir kemsinin üzerine. O ağaç tarlanın ortasındadır, ne sınırda, ne de herhangi bir yerde. Toplu gidiş yoludur onun gölgesi. Bozkırda güneş yakar, o yüzdendir bozkırın insanın dersi hep yanıktır ve çatlaktır. Gece rüzgar ile biçimlenir o yörenin insanın derisi.

Bozkırın insanı ardıç ağacı gibidir, dimdik durur her türlü baskıya karşı. Gölgesi vurur toprağa, toprağın nefes aldığı andır o gölge zamanı. Eğer toprağa gölge vurmazsa toprak bir toz bulutu olur, gökyüzüne doğru hortum görünümü alır ve o esinti ile yer değiştirir. Bozkırda toprak çatlak değildir, çünkü su geçmemiştir oradan.

Bozkırın insanı sözünün eri olur, kaypağı ise kaypak olur. Kendi şiveleri ile konuşur şehirliler gibi İstanbul Türkçesi bilmezler. Gadanasını alır, yüreğinden geldiği gibi konuşur, sever. Severken de kimsenin görmesini istemez. Bozkır insanını sokakta çocuğunu severken görmezsiniz, döverken görmüşlüğünüz olur, o da çok toza bandığı içindir. Bozkırda yollar toz olur.

Ardıç ağacı öyle tohumu yere düştü diye de büyümez, düşen tohumu karatavuk yemedikçe ağaç toprakta kök tutmaz. Karatavuk yiyecek, o sindirim sisteminde tohumun üstündeki kabuğu kaldıracak ve karatavuğun belirlediği yere dışkısını bırakacak ve şansı varsa ardıç ağacı orada kök salacak. Hadi ben ardıç ağacından fide aldım ekeyim demekle ardıç ağacı olmuyor. Karatavuktur ağacı geliştiren çoğaltan. Karatavuğu ortadan kaldırdın mı ağacın sonunu getirmiş olursun. O dimdik duran ve bozkırın ortasında her türlü zorluğa karşı gelen ağacı. Ağaca direkt saldır, meyvelerini topla ye, tüketmezsin. Fakat bir karatavuğu al onun yanından sonunu getirirsin.

Bozkır insanını da normalde yıkamazsın, sindirmezsin. Her türlü zorluğa kıtlığa rağmen bozkırın ortasında kavgasına devam eder, derisi çatlak olmuş, rüzgar yanığıymış hiç acı duymaz, kavgasına devam eder, fakat toprağını elinden al, karatavuğu olmayan ardıç gibidir.

Bozkır olan yörelerden geçtim, arabanın camından dışarıya baktım. Arabanın camına değemedim sıcaktan. Tarlada çalışan insanları gördüm. Şimdi teknolojinin yardımı ile daha hızlı ve düzenli bir tarım yapıyor gibiler, fakat içinden geçtiğim köylerin evleri boş, sokaklarında çocuk yoktu. Karatavukları elerinden alınmış gibiydiler. Gadasını aldığımın bir tas ayranını içemedim. Çünkü yoktular. Toprak duruyordu, ardıç ağacı yine tek başına duruyordu, fakat insan yoktu. Elleri nasırlı, kocaman elli insanlar yoktu. Tarlada çalışanlara baktım, onlar bana baktı. El salladım, onlar da salladı. Vardım yanlarına toprağa eğilerek verdim selamımı, onlarda topraktan alıp gökten savurdular selamlarını. Tıpkı eski zamanlarda toprağa tohum eker gibi. Hayırdır dedim, kimseler yok sizden gayrı, dediler bizde boşuna çalışırız, çünkü şu topladığımız verim ancak şu makinenin mazotuna yeter, bizde bari mazot parasını verek diyerek çalışırız, pınarlar kurudu, kuruyan pınarın yanında ahali olur mu? Onlarda gittiler şehirlere, orada hamal olarak çalışırlar, çünkü tek bildikleri yük taşımak, yük indirmek. Kocaman ellerimiz, bükülmez yüreğimiz orada sadece o işlere yarar. Bir umut diyerek geldik buraya, görüyon tarlalar çoğu ota bürüdü, kim gelir, kim gider buralara?

Gözlerim ile ufka doğru baktım, yol beni bekliyordu. Ardıç ağacı tohumlarını yere dökmüştü ama onları yiyecek bir karatavuk yoktu ortada.