12 Temmuz 2008 Cumartesi

Taşınırken…

Taşınırken…

Birkaç gündür ev taşımak ile uğraşıyorum. Taşınacağımız evin inşaatı bir türlü bitmedi, tahminimden fazla uğraştık ev ile. Evin inşaatı ile uğraşırken bir yandan da nefes almak ve yeni taşınacağımız sokağa bakmak için balkona çıkıyorum. Etrafa bakıyorum, ne var ne yok diyerek. Varsa duvar yazılarını okuyorum. 12 Eylül öncesinden hiçbir iz yoktur, onun yerini başka ve biçimli yazılar almış.

Sokak birbirine bakan apartmanlardan oluşuyor. Şehir merkezine daha yakınız şimdi. Eski İzmir gibi sokaklarında kaldırım yok. Var olanlarda işgal edilmiş arabalar tarafından. Sokakta önemli olan trafiğin akmasıdır. İnsanlar nasıl olsa yol bulur geçerler. Tıpkı yağmur sularının kendilerine yol bulup denize dökülmesi gibi.

Sokaklarda elektrik kabloları hala yukarıdadır. Telefon, elektrik, kablosu, kablolu teve kablosu sokağın vazgeçilmezleri gibi. Yukarıdan biri intihar etse bu kabloların üzerine düşer. Sokak canlıdır, demir parmaklıklar arasında komşular birbirileri ile sohbet ediyorlar, gençler ise birbirlerine uzaktan bakmakla yetiniyorlar. Elbette uzaktan bakanlar karşı cinstekiler, aynı cinstekiler birbirleri ile muhabbet halinde, kahkaha sesleri sokağı doldurmaktadır.

İzmir büyük yangından sonra yeniden kurulmuş bir şehir olmasına rağmen, eski sokak yapısını olduğu gibi korumuştur. Birbiri içine girmiş binalar, dar sokaklar. İnsan sıcaklığını burada görürken, havanın ısısını da hissetmemek olmuyor. Gerçi yollardaki asfalt yeteri kadar ısınmadığı için geniş yolları olan sokaklar kadar sıcağı içinde barındırmıyor. Yola sadece öğlen vakitleri güneş vuruyor, onun dışında gölge halinde. O da bir serinlik veriyor sanırım. Doğal klima gibidir sokaklar.

İzmir merkezinde oturanlar denizi göremez, görenler ise arkadakilerini engellemiştir. Denizi gören azdır merkezde oturan için. Sahil kenarında kimler oturur bilemem, fakat arka sokaklarda kimlerin oturduğunu taşındığımız an gördüm. Sıcak kanlılar, dostça muhabbet halindeler, en azından yobaz ve bağnaz değiller. Gelene güler yüz gösteriyorlar. Sokak büyük bir aile gibidir, sokağa giren ve çıkan sokağın yapısını bozmuyor, gelen uyum sağlıyor gözüküyor.

Şehir kültürü hakkında yeniden düşünmeme yol açtı, balkondan bakarken sokağın görüntüsü. Şehir bir ekolojik çevre değildir. Kendi kendine yetmez. Yeniden dönüşüm yaparak elde ettiği ürün ise kısıtlıdır. Şehir tüketicidir ve tüketimi hızlıdır. Şehir kültürü bir çöp yığını gibidir, içinde her türlü kokuyu barındırır. Modern şehir anlayışı kokuyu ortadan kaldırmak için çözüm yolları aramış ve hayata geçirmiştir.

Şehir demek beton ve asfalt demektir. Doğadan bir parçada olsa küçük parklar içinde yeşilliği barındırır. Yeşilliğin içinde birkaç kuş türünü görebiliriz. Şehir kurulmadan önce orada yaşayan hiçbir canlı yoktur. Doğadan hiçbir iz bulunmaz, şehir insanın doğa karşısındaki zafer anıtıdır. O anıt içinde yaşanır.

Şehir tüketicidir, fakat aynı zamanda kısıtlı dönüşümün olduğu yerdir. Gelecek nesillere bırakılan somut bir yaşam ve kültür birikiminin somut alanıdır. Şehir içinde tükettiklerimizden yeniden kazandırma işini, şehir içinde yaşayan en alt tabakaya bırakılmıştır. Onlar çöp çöp dolaşarak topladıklarını yeniden dönüşüm alanlarına para karşılığında bırakırlar.

Para şehir yaşamının vazgeçilmezidir. Bütün verimlilik esasları bu paraya göre belirlenir.

Denizi gören bir yerde yaşamak için paranın olması gereklidir. Nasıl kazandığın ve hangi koşullarda parayı oluşturduğun sorgulanmaz. Şehir suçları örten bir yapısı vardır. Ekonomik olarak eskiden şehir dışında gecekondu mahallerinde oturulurdu, şimdi o mahalleler yeni oluşturulan uydu şehirler ve sitelerin önünde yer almaya başladılar. Şehirde çalışanlar ve parası olanlar artık şehir dışında oturmakta ve geceleri ve hafta sonlarını insanlardan uzak geçirebilmektedir. Şehir insanları kategorize eder, yaşam alanına göre insanları sınıflandırır. Şehir bir anlamda depo gibidir, hangi ürün nerede yer alacağı bellidir. Göç alan şehirlerde bu o kadar göze çarpmaz, fakat yerleşik hayata geçildiğinde sınıflandırma ile karşı karşıya olduğunuzu görürsünüz.

Apartmanlar ilk olarak bir İtalya şehrinde Yahudi yerleşim alanında çıktı. Çünkü Yahudiler o dönemde belli bir coğrafi alan içinde oturmak zorundaydı ve etrafları duvarlar ile örtülüydü. O duvarların içine kapılardan girilirdi O kapılar gecenin bir saatinde kapanır ve sabah belli bir saate açılırdı. Açılış ve kapanış saatleri o şehrin efendileri olan işverenler tarafından belirlenirdi. Zaman içinde nüfusu artan Yahudiler bugünkü apartmanı doğal olarak bulmuşlardır. Onların ihtiyaç olarak ürettikleri yaşam alanları şehir kültürünün vazgeçilmezi oldu. Yenidünya Amerika’da bu yaşam alanı olan apartmanlar biçim değiştirerek efendilerin bir gösteriş alanı oldu. Yahudilerin kurduğu bu apartman alanlarına İtalyancada Getto dendi. Getto bildiğimiz gibi Hitler Almanya’sında bir toplama kampı oldu. İnsanlar orada öldürüldüler.

Şehri tehdit eden iki şey çok önemlidir. Biri yangınlar, öteki depremdir. Bu iki felaket şehrin beklemediği anda ortaya çıkar ve o toplum için büyük bir kriz olarak durur. Modern şehir kültürü bu beklenmeyen ama beklenen karşı önlem geliştirmiştir.

Bugün balkondan yeni taşınacağımız sokağa bakıyordum, biz acaba bu beklenen ama beklenmeyen kriz karşısında ne gibi önlemler aldık? Modern bir şehir yapısı göstermiyoruz, hala eski alışkanlıklarımızı ve güler yüzlüğümüz gösteriyoruz. Şehir insanı normalde yaşadığı yer gibidir, beton! Neyse ki İzmir’de henüz beton insan oluşmamış, şanslıyız.

Demokrasiyi arıyorum!

Demokrasiyi arıyorum!

Son gelişmeler hakkında o kadar çok değişik yazı yazmışım ki, aslında değişik dediğim vurgusu anlamında, mantığı aynı. Mantığım bellidir, mutlak demokrasi.

Demokrasi isteği olduğunu söyleyen şeriat taraftarları ile aynı kulvarda buluşamam. Çünkü şeriatta demokrasi olmaz. Osmanlı imparatorluğu geçmişe bunun ile örnekleri ile doludur. Olmuş olsaydı Osmanlı’da demokrasi mücadelesi olmazdı.

Demokrasi adına eylem yapan Amerika politikaları ile aynı safta olamam. Çünkü Amerika demokrasisi yayılmacı ve sadece kendi sınıf politikası doğrultusundadır. Portakal devrimleri buna örnektir.

Demokrasi, bireylerin düşüncelerini açıklayabildiği bir ortamda olur. Köle düzeninde köleler düşüncesini açıklayamaz. Ülkemizde düşünce açıklamayı engelleyen yasalar varlığını devam ettiriyor.

Demokraside korku olmaz. Korku cumhuriyeti yaratılıyor son yapılan eylemler ile…

Demokraside biri sizi gözetliyor olmaz. Çünkü demokraside güven vardır. Karşılıklı kontrol vardır. Biri sizi gözetliyorsa orada tek yönlü kontrol var demektir.

Demokraside darbeler olmaz, darbe yapanlar öncelikle evrensel hukuk kuraları içinde sorgulanır ve mahkum edilir.

Ülkemizde 12 Eylül darbecileri hala yargılanmadı. Öncelikle sanal darbecilerden önce bu generallerin yargılanması gereklidir. Kayıpların, idamların, işkencede ölenlerin, sakat kalanların hesabı bu dünyada evrensel hukuk kuralları içinde verilmelidir. Darbe yapanlar yargılanırsa gelecek darbeler engellenebilinir.

Demokraside isteyen istediği inanca sahip olmamalıdır, diyanet başkanlığı olmaz. Diyanet suni inancını diğer inançtaki insanlara yaşam koşullarını ve düşünce biçimini zorla dayatmasıdır. Demokraside zorlama olmaz.

Demokraside hiçbir kültür diğer kültürlerden üstün değildir, eğer orada bir kültüre asimilasyon isteniyorsa, ülke genelinde homojenlik isteniyorsa orada demokrasi olmaz. Demokrasi heterojen bir arada yaşamayı peşinen kabul etmektir. Farklılıklarla birlikte ortak yaşamaktır. Yani bir arada yaşamayı savunmaktır.

Demokraside bir kişi dahi gereksiz yere özgürlüğünden mahrum edilemez, eğer ediliyorsa orada demokrasi ve hukuk ‘gücün elinde’ bir söylem özelliğini gösterir. Azınlığın haklarına göre çoğunluğun hakları ve özgürlük alanı belirlenir.

Demokrasi çoğunluğun istediğini yapma alanı değildir. Denetlenmeye açık olmak demektir. Sorumluluğun olduğu bir alandır, bugün ben bunu düşündüm hayata geçirelim denemez. Lider istediğini düşünür ama istediği gibi hareket edemez. Davranışını kontrol edebilenlerin, hoşgörülü olanların yaşam alanıdır.

Demokrat olmak aptal olmak anlamına gelmez. Demokrasi bir araç değildir. Eğer demokrasiyi bir araç olarak gören anlayış varsa, onların politikalarının yanında olamam, çünkü o araç gördüğü bir alanda koltuk değneği görevi görürsün ki, İran, Hitler Almanya’sı buna örnektir.

Demokrat olmak, olaylar karşısında tepki verendir. Sadece kendi kendisine homurdanandan demokrat olmaz, sadece pasif birey olur ki, ‘giden paşam, gelen hocam!’ der.
Her koşulda yaşamaya kendisini hazırlamış ve bireysel kurtuluşu ekonomik zenginlikte görendir. Bireysel olarak kendisini zenginler kategorisine koyanların değişen koşullar sonunda en fazla intihar edenler olduğunu görmek istenmez. İntiharlar bireyin toplum ile uyumsuzluk ve beklentilerinin karşılanamamasında yatar.

Yukarıda saydığım özelliklerden biri yoksa orada demokrasiden bahsedemeyiz. O zaman akıllara hemen şu soru geliyor, peki bizim ülkemizde demokrasi yoksa ne var?

Biz cumhuriyet rejimini 2.Meşrutiyetten beri koruyoruz, fakat demokrasiyi hiç yaşadık mı?

İlkelerime bakarak ben şahsen yaşamadığımızı düşünüyorum. Fakat hiç yaşamamış olmak demokrasi mücadelesini engeller mi?

Demokrasi ütopyadır, fakat ütopyalarda hep var olur!

8 Temmuz 2008 Salı

Yalnızım artık!

Yalnızım artık!

Dosyaların içine gömülmüş birinin gözlerine bakmak ne kadar zor olduğunu o odaya girdiğimde hissettim.

Perdeleri açılmıyormuş bu odanın, söylendiğine göre boğazı en iyi gören yeriymiş üstelik. Kim girip bakmış o pencereden ve o sonuca ulaşmış bilemiyorum. Ben sadece duyduklarımın yalancısıyım.

Bir masa ve üzeri okunmak için bırakılmış dosyalar ile doluydu. Odanın her tarafını gören yerde duruyor masa. Odaya hakim bir yerde. Kapılar dikkatli şekilde açılıyor kapanıyordu, bir hummalı çalışma içindeydik. Sanırsınız Kafka’nın ‘Şato’su.

Gözlerini görmek için masaya iyice yaklaştım, ışık arkadan vurduğundan gözlerini göremedim. Karanlıktaydı. Karanlıkta hiçbir yaşam belirtisi göstermiyor gibiydi. Sessizce benim davranışlarımı inceliyor gibi geldi bana.

Gözleri yoktu ama hareket eden elleri vardı, dosyanın kapağını açmış, birkaç sayfa çevirmişti bile. Nefesimi tuttum gelecek soruyu bekliyordum. En ufak bir sesteki mimiği hissetmek istiyordum. Neden buradaydım, kapıdan girerken biliyordum. Bir suç örgütüne üye olmaktan! Fakat ben örgütlülüğe hep karşı gelmiş, bireysel davranışı öne çıkaran bir bireydim!

Örgüt adı üzerinde, birden fazla insanın bir araya gelerek aynı hedef yönünde hareket etmesidir. Bu siyasi olabilir, olmayabilir ama örgüt mantığında hedef birlikteliği vardır. Hükümetlerde bir örgüttür ona bakarsanız. Ama yılların birikimi olan benim gibi bir bireyin ne işi olabilirdi o örgütlerin içinde?

Nefesimi tutmuş, sayfaların çevrilmesinin getirmiş olduğu sesi dinliyordum. Odada uçuşan toz taneciklerini gördüm, pencereden sızan ışığın izinde. Gözlerini göremiyordum. Gözlerini görsem rahatlayacağım, çünkü gözler çok şeyi anlatıra inanmıştım.

Sayfaların arasından;
‘- Canım, seni özledim. Kaç gün oldu gideli, sesini duymak istedim. Neredesin, ne yapıyorsun. Özledim canım seni.
- Ben de aşkım.
- Canım!”

Bir telefon konuşmasıydı. Kimdi bana bu canım diyen, onu soruyordu. Sevgilim dedim. Nereye gitmiştin diye sordu, karanlıkta kalan gözler hala görünmüyordu. Bir konferansa gitmiştim.

Sonra başka bir sayfadan;

‘ - Aşkım ;-)))
- Canım!
- Seni özledim!
- Bende canım, iyi ki laptop almışım yanıma, bak senin ile her yerde konuşabiliyorum. Burada internet bağlantısı var, arada çıkıp seni görmek istedim.
- Aşkım!
- Kamerayı açar mısın, seni göreyim!
- Çılgın!
- Seni göreyim dedim, bu buhranlı toplantı sonunda. Hani birileri sahneye çıkmadan seks yaparmış ya, bende toplantı arası göreyim dedim.!
- Elbette aşkım!
- Ev eskisi gibi, değişen bir şey yok, iyisin değil mi canım?
- Evet, iyiyim.
- Özledim seni!
- Bende!
- Canım göğüslerini açar mısın, görmek istedim!
- Canım, çılgınsın, peki beni orada kimse görmez değil mi?
- Yok, en köşe yere geldim, kimse görmez!
- Tamam canım!
- Caaaaanııııııııııım!
- Oldu mu canım!
- Aşkııım, özledim seni!
- Görüşürüz aşkım, işlerim var!
- Görüşürüz!’
Gözünü göremiyorum ama benim yüzüm su içinde kalmıştı. Okuyordu. Anlam veremediğim ses tonu ile okumaya devam ediyordu.
- O sırada neredeydin dedi.
- Toplantı yapılan yerin kafeteryasında. Orada internete bağlanabiliyorsun, diye açıklamada bulundum.

Başka bir sayfa döndermişti, o sayfadan;

Cep telefon kayıdı.
‘ - Aaloo?!
- Birtanem, duydum ki benim olduğum şehre gelmişsin, çağrını şimdi gördüm!
- Evet, seni özledim, sıkıcı bir toplantıdayım, çıktığımda senin ile baş başa bir yerde görüşmek istiyorum.
- Tamam canım, senin için her şeyi yaparım, yeter ki sen iste!
- Sağol canım, nerede bulaşalım?
- Çıkarken beni çaldır, sana kahve yaparım!
- Oldu!’
Kimdi arayan dedi, o şehirdeki sevgilim. Evli değimliydiniz dedi, evet dedim. Evli olmak sevgili olmaması anlamına gelmiyor! diye mırıldandım. Her şey ortaya dökülüyordu, kirli çamaşırımı bile biliyorlar diye içiminden geçirdim.

- Buluştuğunuzda neler yaşadınız?
- Nasıl yani?
-Bir mesaj alışverişi oldu mu? Çünkü senin konuştuğun kadın bilmem kimin de aynı zamanda sevgilisi. O kişide bugün burada gözaltında olanlardan biri. Hatta elebaşı. Onu araştırıyorduk!

Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü, bir çapkınlık yapayım dedim, başıma bak ne iş almışım! Nasıl yırtacaktım bu işten? Oturduğum sandalyenin içine doğru kayıyordum. Bütün görüşmelerim, cep, MSN sohbetlerim kayıt altındaydı ve o sayfalarda duruyordu. O an karar verdim, bir daha MSN ve telefon üzerinden sohbet etmeyeceğim diye içimden geçiriyordum. Teknoloji özgürlük getirdi derken, daha çok saydamlaşmışız onun farkında değildim. Kişi özgürlüğünü savunurken, kişinin yok olduğuna tanıklık ediyordum. Yok oluyordum!

Dosyalar arasında gözlerini göremediğim kişi tarafından sorgulanmıştım. Suçlu muydum? Bilmiyorum, bana bir şeyler söylemedi gözleri. Sonra kapı açıldı, biri girdi, kollarımdan tuttu, çıkardı beni dışarıya.

Şimdi ben bunları neden anlattım, anlatmayayım da ne yapayım, nasıl olsa medyaya servis yapılacaktı, yapılmadan önce ben anlatayım dedim!

O odada ne konuşulduysa orada kalmadı, dışarıda her kes biliyor.

Düzenim bozulmuştu artık, düzeleceği de yoktu! Sevgililerim beni terk ettiler, o güne kadar başarı ile götürdüğüm tüm bireysel ilişkilerim bitmişti. Yalnızdım, yalnızlığa bir ortak arıyorum!

Not: yukarıdaki satırlar son göz altıları ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bir ilgi de aramayın, çünkü burada bahsedilenlerin hepsi kurgu dünyasında yaşayan gerçek bireylerdir.

Yolda delil bulunur mu?

Yolda delil bulunur mu?

Gelişen olayları ekranlar aracılığı ile izliyoruz. Yazılı basın bildiğimiz gibi dünü yazdığı için geç geliyor haberler ve geldiğinde de zaten bilmiş oluyoruz.

Gazeteler haberleri sıcağı sıcağına değil, ayrıntılı ve anlaşılır vermek zorundadır. Tabi bizde haberler; bilmem kim nereye oturdu, kim bu yaz kaç kilo aldı üzerine kurulu olduğu için, haber olması gerekenler yeterli alan bulamıyorlar. Haberleri ancak köşe yazarlarının satır aralarında bulur olduk.

Köşe yazarı da haberi sanırım ekrandan alıyordur!

Son operasyonları duyduk, ekranlara yapışarak izledik. Ekran yanındakiler ile yorumlar yaptık. ‘Bu kadar da olmaz canım!’ dedik.’ Pes!’ dedik. Bu sözleri her kesiminden insanın ağzından duyduk. Bu şaşırtmasın, çünkü olaya bakışımıza ve olayların yorumlanışına göre dedik.

Şimdi kafanız karışmasın diyerek aynı olaya nasıl tepki veriliyormuş örnekleyeyim; Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklamalar oldu. Olay hepimizin gözü önünde ekrandan canlı canlı izledik.

AKP’li biri ya da F medya okuru / izleri nasıl yorumlar? Bu kadar da olmaz canım, adamlara bak, darbe için kimleri örgütlemişler? Pes yani, geç bile kalındı! Eğer polisimiz olmasa bunlar daha bizim başımıza neler örecekti? Başbakanımız sağ olsun, onun iktidarında gün yüzü gördük, onun sayesinde ordumuzda bir düzene girdi, artık darbe yapmak eskisi gibi kolay değil! Şapkasını alıp gidecek bir başbakanımız yok! O peygamber gibi adam!

Bir de muhalif olan taraftan bakalım.

Adamları görüyor musun, Ergenekon adı altında bir korku cumhuriyeti kuruyorlar, pes yani! Bir de savcının önüne çıkarılanlara bak, sanki önceden belgeler hazırmış gibi tutukluyorlar. Adamların evlerinden, iş yerlerinden aldığın dokümanlar, bir de cep, MSN konuşmaları delil gibi önlerine sürülmüş, bu kadar da olmaz ki canım! Pes yani!

Şimdi bu farazi söylemlerin gerçek olma olasılığı ne kadardır dersiniz? Ben bilemem, hayal gücüm buna yetiyor.

Suçlular ile suçlu adayları birbirine karıştırılmış, bir soruşturmada çıkış yolu aranıyor gibime geliyor.

Dava Ümraniye’de bir evin çatısında bombaların bulunması ile başladı, bu durma nasıl gelindi?

Bombaların sahipleri arasında Susurluk soruşturmasında da adı geçenler vardır. Önemlidir. Susurluk davasında gidilemeyen sonuca belki bu soruşturma ile ulaşılır diye umut edilir. Cumhuriyet gazetesi bombalanır, bombalar bu evde bulunanlar ile aynıdır. Fakat zaman içinde bu davaya, gazetenin iki önemli yazarı iliştirilir. Şimdi bomba atanlar ile atılan yerdekiler aynı safta buluşurlar. Kafalar karışır, çünkü örgüt kendi evine bomba atmış oluyor bu durumda.

Soruşturma ilerledikçe hedef ile ulaşılan sonuç arasında bir uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Çünkü hedef NATO’nun ülkemizde kurduğu yer altı örgütlenme kontrgerillaydı. (ya da ben öyle düşünüyorum.)

Soruşturmada hedeften ne kadar uzaklaşıldığı ya da yakınlaşıldığını bilemiyoruz. Fakat medyaya servis edilen yazılar var. Bu servis edilen yazılardan çıkardığımız sonuç, bir darbe günlüğünden yola çıkılarak gerçekleşmeyen darbenin failleri üzerinde duruluyor. Yani suç henüz olmamış ama söylemin soruşturmasını izliyoruz. Örneğin 12 Eylül darbecileri hakkında bir soruşturma açılmış olsaydı, darbecilerin üzerine gidiliyor derdim.

Eğer baştan belirtilen Ergenekon soruşturması bir kontrgerilla soruşturması ise, faili meçhul cinayetlerin failleri ortaya çıkarılması gerek. Binlerce olay, suikast, öldürmeler, yaralamalar hala sonu açık davalar olarak ortada durmaktadır. Onların ortaya çıkarılması ile dava amacına ulaşmış olur.

Örgüt yargılanmaları geçmiş ile hesaplaşmaktır.

Suç, belgelendiği anda suç olur. Hukuk kuralları bunu gerektiriyor. Söylem ile suç olmuyor. Şimdi bizler bugün hep söylemler üzerinden sonuçlar çıkarıyoruz. Söylemler üzerinden aynı şekilde tepkiler veriyoruz. Bu bir cepheleşmeyi de yanında getiriyor. Bunu gelecek için pek olumlu görmüyorum. Cepheleşmek yan komşunun ne düşündüğünü ve hangi konuda ne tepki vereceğini bilemeden, top yükün saldırı demektir.

Bugün gelinen ortamda bir çatışma durumu ortadadır. Bu ortamın bir an önce sonlanması için savcılar ellerindeki belgeler ile iddianame hazırlamalı ve kamuoyuna ve mahkemeye sunmalıdırlar.

Hükümet hangi konuların üzerine nasıl gideceğini de bilmelidir. Bu son yapılan operasyon ile tecrübesizliğini göstermiş ve gereğinden fazla siyasi yoruma açık kapı bırakmıştır. Eğer temiz eller operasyonu yapılacaksa, önce deliller ortaya çıkarılır, somut belgeler olayın üzerine gidilir. Önce yola çıkalım, delilleri nasıl olsa yolda buluruz derseniz, işte Kuddusi Okkır gibi bir sonuç ile karşı karşıya kalınır. Bu ölümün sorumlusu kim oldu, kim nasıl ifade verecek?