6 Eylül 2008 Cumartesi

Medya iktidar ilişkisi ortaya saçılırken…

Medya iktidar ilişkisi ortaya saçılırken…

Başbakan bir medya patronunu, medya dışı ilişkisinden dolayı ad vererek suçladı. Medya patronu medya dışı ilişkisini medya aracılığı ile başbakana cevap verdi. Medya aracılığı ile bir oyana bir bu yana döndü durdu!

Medya patronu medya dışı ilişkisi için aracı göndermiş, kimi göndermiş dersiniz? Medya içinde çalışanı mı? Bunu başbakan açıklaması gerek. Medya dışı ilişkilerde, medyanın, medya çalışanında kullanımı ortada duruyor. Başbakan açıklarken, gizli olarak yapılan görüşmelerinde ipuçlarını üstü yarı açık olarak ortaya serdi. Başbakan, “Hilton Oteli'nde istediği plan tadilatlarını bana ve belediye başkanıma yaptıramadığı için bu adımları atmaktadır. Bizzat bana bunu teklif etmiştir, bizzat belediye başkanıma bunu teklif etmiştir.“ demektedir. Bir iş adamı bir başbakandan nasıl böyle bir talebi olabilir, nereden almaktadır bu cüretkarlığı? Olağan karşılanan bir durum mu söz konusudur? Bir medya çalışan başbakanın yanağından makas alabiliyor, demek ki o kadar iyi ilişkiler iç içe geçmiş durumdadır. Üstelik bunlar kamuoyu önünde olanlardır, peki kamuoyu önünde bugüne kadar yansımayan ilişkiler? Medya patronlarının iktidar ile olan ilişkileri ve medya çalışanlarına verilen astronomik paraların kaynağı açıklanmalıdır! Bir patron para kazandırmayan çalışanına neden para versin, çünkü en ufak krizde gözden çıkardığı çalışanları bugünlerde işsiz dolanırken, astronomik maaş alanları hala bünyesinde tutmaya devam ediyor.

Günümüzde ilişkiler bozulmuştur. Bu bozulma medyada, yazılı ve görsel basın ile ilgisi olmayanların medya sahibi olması ile başlar. Medya çalışanın sahip olduğu medya günümüzde yoktur. Bu yüzden medya, medya dışı ilişkilerde kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Bunu hem başbakan hem de medya sahibi yaptıkları açıklama ile ortaya serilmiştir.

“Bugünkü konuşması bana göre Türk basın tarihinde çok tehlikeli bir dönemin başladığının en somut işaretidir. Şimdiye kadar ellerinden gelen baskıyı yapıyorlardı. Demek ki baskıları daha da ağırlaşacak.” demektedir suçlanan medya patronu.

Medya dışı ilişkiler medyaya yansımasını günler içinde göreceğiz, çünkü daha öncede yaşandığı gibi medya sahipleri devlet olanakları karşısında fazla dayanamamış ve hizaya girmişlerdir. Medya dışı ilişkiler medyanın sesini ve yönünü belirlemede önemli bir baskı aracı olarak ortada durmaktadır.

Medya ve iktidar iç içe geçmiş ve bir çıkar çatışması her şeyi olmasa da bazı ilişkilerin gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Medya ve iktidar ilişkisi tarih boyunca olmuştur, fakat günümüzde medya iktidara daha yakındır ve embedded (iliştirilmiş) basın görevini yapmaktadır. Kısaca basın taraftır ve iktidarın çıkarı hangi yöndeyse gerçeklik ya görülmez (haber ajanslara geçmez) ya da eksik bilgi verilerek gerçek farklı algılandırılabilinir. Basının özgürlüğü olabilmesi için basın sahiplerinin basın dışında başka işinin olmaması gereklidir. Aksi halde bugün yaşadığımız sorunların daha keskini ileride yaşamayacağımızı kimse garanti edemez!

4 Eylül 2008 Perşembe

Geçmişimi yok ediyorum!

Geçmişimi yok ediyorum!

“Geçmişimi yok ediyorum!” diye mırıldandı. Geçmiş, şimdi bir ateşin içindeydi.

“Geçmişimi yok ediyorum!” dedi, yazmış olduğu tüm sayfaları ateşe attı.

“Geçmişimi yok ediyorum!” diye düşündü, geçmişte giymiş olduğu tüm kıyafetleri ateşin içine boca etmişti. Ateş alevlerini kıstı, dumanlar çıkardı. Dumanın içinde kalmıştı. Nefes alıyordu, sessizce bakıyordu. “Geçmişimi yok ediyorum!” diye mırıldandı.

Biraz önce attığı kıyafetleri de ateş almıştı, sırada atacakları vardı. O güne gözü gibi baktığı eşyalarını tek tek atıyordu. Geçmişini yok etmek sadece eşyalarından kurtulmak olmadığını biliyordu, en büyük sorun anılarından nasıl kurtulacaktı. Anılarını çağrıştıracak her şeyini atıyordu ateşe, “geçmişimi yok ediyorum!” diye mırıldanarak. Mırıldanma bir süre sonra sesli olmaya dönmüştü, ateşler gökyüzüne doğru yükseldikçe sesi yükseliyor, çığlık atmaya başlamıştı. Bir trans haline girmişti sanki, ateş gökyüzüne çıkarken.

Geçmiş, geleneklerden geleceğe uzanan bir süreç gibidir. Gelecek yeni bir sayfa üzerine açılmasını hayal etmişti. ‘Geçmişimi yok ediyorum!’ diye çığlıklarını gökyüzüne bırakırken hiçbir şey düşünmüyordu, o an vardı ve o an ateşin dansının etkisi ile haykırıyordu. Ateş bir süre sonra azalmaya başlamıştı, azalıyordu. Kontrollü bir ateş olduğunun farkındaydı. Ateş etrafa yayılmamış, bir yerde yanmıştı. Geçmişten kurtulmak bile kontrollüydü. Geçmiş demek kontrollü yaşam demekti onun için.

‘Geçmişimden kurtuluyorum!’ derken yorgun düşmüştü, alev kora dönüşüyordu. Korlaşan alevin içinde geçmişi vardı ve artık yoktu!

Boşluğa düşmüş gibiydi, sonra üzerindeki elbiselere baktı, onlarda geçmişti ve her ne kadar yeni almış olursa olsun geçmişi sembolize ediyordu. Çıkardı, her çıkardığını kozun içine atmaya başladı. Geçmişimden kurtuluyorum diye çığlık attı, sesini bir tek kendisi duyuyordu. Belki başka duyanlar vardı ama o onun farkında değildi. Gökyüzüne bırakılan kelimeler seslerin eşliğinde dağılıyordu. Geçmişimi yok ediyorum dedi, son parçayı ateşe atarken. Çırılçaplıktı, yeni doğmuş bebek gibi hıçkırıklara bürünmüştü. Ellerini yüzüne götürdü, çömelmişti. Dizlerinin üzerinde ateşe doğru duruyordu, bir ürperti hissetti içinde ve ürpertinin etkisi ile olsa sesi çatallaşmış bir şekilde gökyüzüne doğru çıkıyordu, ‘geçmişimi yok ettim!’

Geçmişi doğduğu günden itibaren başlamıştı, kendi tercihi olmayan bir anneden ve babadan bir hastane ameliyathanesinde dünyaya gelmişti, kendi tercihi olmayan bir dili konuşmuş, o dil ile ağlamış, gülmüş ve paylaşmıştı. Dil demek paylaşım demekti. Tek başına yaşayan bir canlının dile ihtiyacı yoktu diye geçirdi içinden. İnsan bir arada yaşayan bir sosyal varlıktı ve dil sosyal yaşamı belirleyen en önemli araçtı. Dili ona seçme hakkı verilemeden verilmişti, dil bir çevrenin ortak iletişim aracı olduğunu, girdiği toplum içinde öğrenmişti. O toplumu belirleyen dil olduğu kadar, dili belirleyende yaşamın kendisi olduğunu yaşayarak öğrendi. Kim kimi etkiliyordu düşünmedi, olduğu gibi kabul etti ve yaşamaya devam etti. Düşünmeden içgüdüleri ile yaşıyordu, düşünmek toplum içinde hoş karşılanmıyordu, verilen görevi yerine getirmesi bekleniyordu, görev ne kadar aptal olursa olsun yerine getirilmeliydi, çünkü o toplum o görevlerin yerine getirilmesi ile canlı bir mekanizmaya dönmüştü. Görevler belirli kuralları içinde barındırır ve katıdır. Kurallar, kurallar!

Sevgisini bile kurallar içinde belirtiyordu, çünkü konuştuğu dilde bile kurallar vardı. Özne ve yüklem arada bağlaç kelimeler. Kurallar her şeyi belirliyordu, kural gereği adı vardı, kural gereği ilişkisi vardı, kural gereği evlilik cüzdanı vardı. Toplum kural koymuştu, kuralarla uymayanlara ceza veriyordu. Sevdiği kız ile birlikte otele gidip sonsuz sevişemez, kural vardı, evlilik cüzdanı olmadan kalamazdı, sevişemezdi. “Sevişme yeri olarak şehirlerde parklar kaldı!” dedi, parkta ancak ön sevişme yapabilirdi. Doyumsuz bir sevişme! Kurallar, kurallar! İşyerinde üstüne konuşurken kural gereği cümleler kurmakta, kurala uygun önünü iliklemekte. Kural gereği kapıya vurmaktaydı. Kurallar tüm yaşamı belirliyordu. Geçmiş kurallara uymakla geçmişti. Geçmiş kural demekti bir anlamda. Giydiği kıyafetler, oynadığı oyuncak, gittiği okul, bulduğu arkadaşlıklar hep kurallar aralığında ve düzeninde olmuştu. Kendisi seçtiği sandığı arkadaşlıklar, ilişkiler hepsi belirli kuralların eseriydi ve yaşam onu bir biçime sokmuştu. Bu toplumda yaşamak demek kurallara uymak anlamına gelirdi. Hangi topluma gidersen git kurallar belirliyordu. Kendi konuştuğu dilin dışında başka dillerin varlığını önce iletişim araçlarında tanık olmuştu, sonra yurt dışına gittiğinde fark etti. Gittiği toplumun kuralları, geldiği toplumun kurallarından çok farklıydı ve başka imgeler kullanılıyordu. Dil imgeler bütünü değil miydi? Her dilin kuralı vardı ve o kural öğreniliyordu. Doğuştan aktarılmıyordu, kural öğrenilen şey olduğunu öğrenmişti. Öğrendikleri ise unutulan şeyler olabilirdi.

Ateşi yakmak için ilk kibriti çaktığında bunları düşünüyordu. Kibritten çıkan kıvılcım kuralları yok edeceğine inandı. Küçük bir kıvılcım geçmişi yok edecekti. Geçmişi bir ocağın üstüne koydu ve yaktı. Yakarken bile kurallara dikkat etmişti, ateş çevreye yayılmaması için bir ocak üzerinde yakmıştı. Kurallar ile geçmişten kurtuluyordu, geçmiş kurallar demekti!

Çırılçıplaktı, elleri yüzüne kapalıydı, ateşin koru geçiyordu ve üşümeye başlamıştı. Geçmiş kül olmuştu. Kül rüzgar ile dağılıyordu inceden inceye. Toz zerreciklerinin bir bölümü üzerine yapışmıştı, duş almalıydı, duş almak için eve yöneldiğinde fark etti, ev kuraların bileşenlerinden oluşmuştu. Eve girdiği an geçmişi ile karşılaşacaktı.

Geçmişten kurtulmak o kadar kolay değildi! Geçmişten kurtulmak için hafızanın silinmesi gerek ve öğretilmiş kuralların hepten yok olması ile mümkündü. Böyle bir olasılık var mıydı dünyada?

Geçmişimi yok ediyorum diye başladığı kısa macerasını, geçmişimin bir bölümünü gerçekten yok etmişti, şimdi elinde ne fotoğraf, ne eski oyuncakları ne de kıyafetleri vardı. Fakat geçmiş kurallar olduğuna göre diye düşündü, kurallar var olduğu sürece geçmiş var olacaktı! O geçmişinden kurtulmuştu, gelecek geçmişine doğru adımını atarken!

2 Eylül 2008 Salı

Mesleklere bakarken…

Mesleklere bakarken…

Meslekler üzerine düşünüyorum kaç gündür, çünkü bir dönem önemli, aranan meslek bir süre sonra değersizleşmekte hatta gözden düşmektedir. Meslekler neden ortadan kalkar ya da gözden düşer?

Teknolojik ilerleme ve ihtiyaçlar bu mesleklerde doğal seçicilik sonucu yok olduğunu hemen düşünebiliriz. Fakat bazı meslekler var ki bu genel kurala uymaz, çünkü her dönem gözde olmalarına rağmen gün geçtikçe önemiz, ‘işte sırtımı devlete dayıyım da ne olursa olsun!’ anlayışının hakim olduğu meslek olabiliyor. Bazı meslekler ise aylık bir küçük para karşılığında özgürlüğünü ve özgünlüğünü yok etmektedir. Ne oluyor da meslekler ortayken bir anda gözden düşebiliyor?

Sorular kafamın içinde dolanırken, karşımda duran öğretmenlik ve avukatlık mesleğini gündemime aldım. Çünkü biri devlet güvencesi altında işini ircaa erken, öteki özel teşebbüs içinde yer bulmaktadır. Her ne kadar küçük bir kesimi özel ve devlet içinde yer almış olsalar da sonuç itibari ile öğretmenlik geleceği garantisi olan bir meslektir. Ne demektir garanti olması, en azından emeklilik ve sosyal güvencesi garantisi vardır. Devlet şemsiyesi altındadır. Öğretmenlik mesleği her dönem içinde vardır, yok olacak bir meslek değildir. Her rejim ve dönemde öğretmenlik mesleği varlığını korur. Cumhuriyet ile birlikte öğretmenlik bir düzene girmiş ve öğretmen olabilmek için belirli bir eğitimden geçmiş olma şartı getirilmiştir. Eğitmen olmak için eğitilmiş olmak ve nasıl eğitim vereceğini bilme şartı getirilmiştir. Öğretmen var olan devlet ideolojisinin geniş kitlelere yayılması için eğitilir. Eğitim aldığı formata uygun olarak öğrencisine aktarır. Eğitmen aynı zamanda toplum düzenin nasıl olması gerektiğini aktarandır. O anlamda eğitmen toplum dinamikleri içinde saygın bir yere sahip olma zorundadır. Fakat son gelinen noktada bu saygınlıktan bahsedebilir miyiz? Öğretmen kendi öz işi dışında başka işte çalışmakta, kendisini geliştirme yerine ekmek için başka yerlerde çalışmaktadır. Eğitmenin hizmet içi eğitim göz ardı edilmiş ve eğitmen okuldan çıktığı bilgiler ile öğrencisine bilgiler aktarmaktadır. Eğitim bakanlığının belirlediği kitaplar dışına taşmadan, resmi devlet politikası gereği bilgileri aktarırken, bilgilerin doğru ya da yanlışlığı üzerinde düşünmez ve düşünmeye de yol açacak tartışmadan kaçar. Verilen eğitimin tek doğruluğuna inanılır. Bizim eğitim sistemimizde tek doğru bilgi öğretilir. O yüzden okullar çocukların biçimlenmesinde önemli işlevleri vardır. Köy enstitüleri zamanında ki eğitim, daha çok ortak üretimi teşvik ederken, günümüzde bireysel tüketimi teşvik etmektedir. Dershaneler bu bireysel tüketim yerlerinden biridir, bol bol cevabı belli soru tüketilir, sınavlar tüketici bireye göre yapılandırılır.

Öğretmenler cumhuriyetin ilk döneminden başlayarak önemini korumuş, fakat günümüzde öneminden bahsedilemeyecek bir konuma düşmüştür. Önemli olduğu dönemler dahi öğretmen olmak isteyenler hep fakir ve orta düzeyde geliri olan ailelerin çocukları olmuştur, çünkü öğretmen olmak demek devlet güvencesine kavuşmak anlamına gelir ve en az riskli gruptur. İşsiz kalması normal şartlarda imkansızdır. Öğretmenler geldikleri sınıfa uygun davranış sergilerler. Bugün öğretmen toplum dinamikleri içinde önemli yerde olması gerekirken, yeteri kadar eğitim almamış, pedagojik format yoksunu, öğrencisi ile nasıl iletişim kuracağını bilemeyen, var olan müfredat dışında başka şey anlatmayan ve okumayan konumdadır! İkinci işte çalışmayan öğretmenler kendilerini geliştirme yerine duman altında sohbetler yapmaya devam etmektedirler. Dershanelerde ve başka yerlerde eğitmenlik yapanlar devlet güvencesi altına girebilmek için Milli Eğitim Bakanlığının açacağı sınavı beklemektedir, bilgisayar kurası ile atanmasını bekler. Öğretmenler neden bugünkü hale düşmüştür?

Bu bir tercih durumudur, eğitim bilgi yerine ideoloji aktarırken, şimdi bir sanayi konumuna dönüşmüş ve öğrencisini müşteri olarak görmektedir. Eğitmen öğrencisinin üzerinden ne kadar çok para kazanacağına bakar, para karşılığında sınavda çocuğun göstereceği başarıdır. Normal okula giden öğrenciler sınavlarda ki başarı oranın düşük olması, özel ders alanlarda yüksek olması bir tercih sorunudur. Eğer normal okula giden öğrenci başarılı olursa, özel derse ve dershaneye neden ihtiyaç olsun?

Avukatlık mesleği bildiğiniz gibi özgürlüğündedir. Avukat özgür olarak müvekkilini seçer ve savunur. Avukat kendi iradesi ile seçimini yapar, hangi alanda uzmanlaşacağına kendisi karar verir. Meslek ilkeleri gereği avukat mesleğini icra ederdi. Fakat son dönemde avukatlarda başka avukatlar ya da bürolarda maaşlı olarak çalışmaya başlamıştır. Avukat artık maaş ile çalışan ve müvekkilini seçme özgürlüğü elinden alınmış konumdadır. Büroda çalışanlar belirli alanlarda uzmanlaşmış ve o alanlarda hizmet veren bir dişliye dönüşmüş konumdadır. Patronu ne isterse onu yapmak ile yükümlüdür. Avukat mesleği henüz öğretmen mesleğinde olduğu gibi dejenere olmamıştır, fakat zaman içinde diğer mesleklerdeki itibar kaybetmesi gibi bu meslekte de kayıplar olacaktır. Çünkü büro hangi davaya bakmasını karar verirken, nasıl davranmasını da belirleyecektir. Hukuk konusunda yardıma ihtiyaç olanları müvekkil değil müşteri olarak görecektir ve sırf daha çok para kazanabilmek için, çalıştığı büroya itibar kazandırmak için kazanabileceği davaları alacaktır. Avukatın özgür çalışma koşulları elinden alınıp belirli kurallar içine hapsedilmesidir.

Meslekler neden itibar kaybeder? İtibar ile ekonomi arasında bir direkt bağlantıdan söz edebilir miyiz? Devletin mesleklere yönelik bir tercihi mi söz konusudur, nedir meslekleri ilkelerini dejenere etmesi? Birden ihtiyaç üzeri meslek elemanı yetiştirilesi bu dejenerasyonda ne gibi rol oynamaktadır? Sorular çoktur, yanıtları da elbette çok olacaktır!

Yukarıda iki mesleği ele alırken meslek içinde çalışanlar bana kızmış olabilir, fakat bunlar benim gözlemlerimdir ve yanılgım var ise kendi düşüncelerini belirtebilirler, çünkü itibar gibi göreceli bir kavram üzerinde görüşlerimi belirttim, benim için itibarlı olan başkası itibarlı gözükmeyebilir. Göreceli kavramlar elbette bir çok meslek adımını kızdıracaktır, fakat soruların açık sorulmasına engel oluşturmayacaktır. Soruları sorarken meslekler kendi değerlerine kavuşmasını istemekteyim, düzen içindeki gibi tu kaka ilan etmiyorum, onların gerçek değerlerine toplum içinde kavuşmasını savunuyorum. Bugün iki mesleği ele aldım, başka mesleklerde de aynı durumlar söz konusudur. Zaman oldukça diğer meslekleri de irdelemeyi düşünüyorum.

1 Eylül 2008 Pazartesi

Barışa çağrı yaparken, savaş kışkırtıcılığı yapmayalım!

Barışa çağrı yaparken, savaş kışkırtıcılığı yapmayalım!

‘Savaşa değil, eğitime bütçe!’ Sloganları ile yürüyordu kalabalık. Savaş karşıtı olan bir yürüyüşte, devletin bütçesinin savaş giderlerine ayrıldığını ve bu bütçenin bir bölümün eğitime aktarılması gerektiği görüşü hakimdi düzenleyen komite tarafından. Kalabalık bu istemini sesini yükselterek bir yerlere ulaştırmaya çalışıyordu.

Kalabalık toplu olarak atıyordu sloganını, gruplar aralarında boşluk yaratarak farklı istemlerini ortaya koyabiliyorlardı. Sloganlar gökyüzüne çıkarken, her grup kendi istemlerini seslendirmeye ve daha çok duyurmaya çalışıyordu. Kalabalık kendilerine ayrılmış yolda yürüyordu. Etrafında oluşturulmuş demir çitlerin ortasında ellerinde bayraklar, dövizler ve grupların belirten flamalar ile yürüyorlardı. Her grubun önünde, hangi gruba ait olduklarını belirten büyük bez afiş vardı. Ellerinde yürüyüşün ortak istemini belirten bir de dövizler vardı. Onlar çitlerin arasından yürürken, etraf bunan binaların pencerelerinden, çitin öteki tarafında duran yayalar tarafından sessizce izleniyorlardı. Ne bir alkış, ne bir protesto, sessizlik yürüyüş alanın dışında hakimdi.

Yürüyüş, hedef olan alana yaklaştıkça sokak aralarında konumlanmış polisler ve panzerler ile karşılaşıyor insan. Bir de çitlerin dış kenarında bekleyen sivil kıyafetli ya da resmi polisler dikkat çekiyordu. Gökyüzünde helikopter olduğu noktada dururken, çıkardığı ses yeryüzünü dövüyordu.

Yürüyüş barış için organize edilmişti, yüzlerce insan bu organizasyona gönüllü olarak katılmıştı. Sessiz çoğunluk üyesi olmadıklarını ve istemlerini seslerini en üst perdesine çekerek yapıyorlardı. Protesto ve yürüyüşler demokrasinin olmazsa olmazıydı. Yürüyüş hakkı yasal bir haktı ve oraya katılanlar tarafından bu hak kullanılıyordu. Polis ise düzenden sorumluydu ve sorumluluk gereği çitleri yürüyüşçüler için yapmıştı. Çitler yürüyüşçüleri polisten, polisi yürüyüşçülerden ayıran en önemli bir araç gibi duruyordu, fakat sokaktaki insanın bu çitin içine girmesini de engelliyordu. Yürüyüşe gönüllü katılanın gönüllü olarak ayrılmasını da engelliyordu. Yürüyüşün sonuna kadar gitmek zorundaydı. Polis ve yürüyüşçü yan yana gelmediği sürece olay olmuyordu. Fakat çitler olay önleyici araç olmaktan çok başka işlevi varmış gibime geldi. Çünkü geçmiş bazı olaylarda görüldüğü gibi, çevrede bulanan mağazaların camları kırılma tehlikesini önlemek amacında gibi geldi. Yürüyüşçüleri kontrol altına almak demek, o alana bakan esnafın ticaret yollarının açık olması anlamındadır. Önemli olan, ticari yaşamın doğal ve normal akmasıdır. Fakat çitler ile gösterici ile esnaf arasında duvar örülmüştür, esnaf o yürüyüşçüden bir şey kazanamaz, sadece bakmak ile yetinir, çitin ortasında yürüyüşçüler ile birlikte giden seyyar satıcılar haksız rekabetten yararlanır. Esnaf bakar, seyyar satıcı kazanır! Bir de her yürüyüşte davul çalan para kazanır!

Yürüyüşçülerin attığı sloganlar içinde en çok dikkatimi çeken şey eğitime bütçe sloganıdır. Savaşa hayır derken, eğitime para ayırın demek, dolaylı olarak devletin en önemli savaş alanı gördüğü eğitimin güçlenmesini savunmaktır. Silahların yapamadığını eğitim yapmaktadır. Eğitim en önemli bir savunma aracıdır ve sisteme uygun insan yetiştirme profilidir. Eğitim silahların yapamadığı yapar ve eğitimden geçen bireylerin belirli bir bakış açısını benimsemesidir. Var olan eğitim özgür beynin köreltilmesidir, daha doğrusu yok edilmesidir. Eğitim; özgür düşünceyi yok eder, üstelik bizim gibi ülkelerde eğitim sadece özgür düşünceyi değil, özgür bireyi de yok eder. Bu devlet eğitiminden geçen birey belirli bir tarih bilincine sahip olur, o bilinç ile kendisini ve ötekini belirler. Öteki onun için yok edilmesi ve değiştirilmesi gerekendir.

Eğitime bütçe derken, var olan eğitimin daha da güçlendirilmesi anlamına gelir. Bugünkü eğitim devlet ideolojisini öne alan, tarih bilincini yanlı öğreten bir sistemdir. Bu eğitim sisteminden geçmiş olanlardan kaçı evrensel boyutta çalışma yapmıştır? Bu gösteriyor ki eğitim sisteminde bir yanlışlık var. Önce sistem tartışılmalıdır. Yok, biz para olmadığı için bu kadarını yapıyoruz söylemi öne sürülmek istenirse, köy enstitüleri yıllarına bir bakın derim, o gün olanaklar bugünden daha mı fazlaydı? Sorun sistemden kaynaklanmaktadır. Savaşı sadece ordu yapmaz, ordu yanında savaş kurumları vardır, iç düşmana karşı yapılan en büyük savaş eğitimdir, çünkü eğitim homojen düşüncenin yayılması için ve homojen bireyin oluşması için en önemli araçtır. Var olan eğitim sistemi bir ütopyanın hayata geçirilmesi projesidir, evrensel eğitimden bahsedemeyiz.
Bir arada yaşamı savunanlar barışı daha çok isterler, homojen bir toplu isteyenlerin istemindeki barış, başkaldırının ortadan kalkması ve her bireyin bir olması anlaşılır ki, orada barıştan söz edilemez. Barış için en az iki tarafın olması gereklidir. Barış isteyenlerin homojen toplumu savunmasını anlam veremem. Barış demek, farklılıklar ile birlikte, bir evren üzerinde ortak yaşamaktır. Barışı isterken savaş kışkırtıcılığı yapmayalım, çünkü farklılıkları ortadan kaldıran bir eğitim sistemi barışa hizmet etmez! O slogan yerine herkese eşit, ücretsiz sağlık gibi temel bir istem seslendirilmelidir ya da sosyal devletin kazandırmış olduğu haklar toplu olarak geri istenmelidir.