12 Eylül 2008 Cuma

Mozaik sansür!

Mozaik sansür!

Oturma odasına doğru gidiyorum, ekranın karşısında film seyretmek için koltuğuma oturuyorum. Gazetelerden öğrenmiştim, uzun süredir beklediğim film bu akşam ekranlar aracılığı ile ücretsiz seyredecektim. Ben doğmadan önce çekilmişti, fakat izleyememiştim, izlemişte olabilirdim, fakat anımsamıyordum. Dost sohbetlerinde isimi o kadar çok geçmişti ki, izlemek istiyordum.

Oturma odasında koltuğa uzandım, sessiz bir ortam. Ortamı aydınlatan ekrandan gelen ışık ve ses. Sinema izlemek için kendimi hazırlamıştım, sansürsüz bir film izleyecektim, çünkü sansür yapılacak her türlü koşulda ortadan kalkmıştı.

Sansür ne zaman uygulanır bilirdim, iktidar erkini bulunduran rahatsız olduğunu, görmemizi istemediği şeyleri bir siyah bant ya da bir siyah poşet içine sokardı. Hepten yasakladığı da olurdu, o durumda artık kader der, sansürün kalkacağı günleri beklerdik! Sansür kalktığında ise büyük hayal kırıklıkları yaşardım, çünkü o yasaklanan şey bunun için mi diye düşünürdüm, çünkü o yasaklı günler içinde gözümde başka şeyler canlanır ve koskoca ülkeyi yerinden oynatacak bir şey olarak görürdüm! Sansür, yasaklananı gözümde büyütmeme sebep olurdu.

Yıllar geçti ve her şeye sansür uygulama dönemi sona erdi. Benim ilk gençlik yıllarımdaki bir anıyı anlatamadan geçemeyeceğim bu arada, ilk gençlik yıllarım 12 Eylül dönemine denk gelir, sansürcü; gazete çıkmadan önce gazete başına oturur ve gazetede yayınlanacak haberlere ve kelimelere bakardı. Gazete bir daha düzeltme ve yerini doldurma olanağı olmadığı için o çıkarılan (sansürlenen) bölüm boş çıkardı. Gazetelerdeki sansür zaman içinde ortadan kalktı ya da gazete sahipleri sansürlere uygun gazete yapmaya başlayınca o sansürcü memurun işi de bitti! Sansürcü memurun işi bitti ama sansür hayatımızdan çıkmadı.

Koltuğa uzanmışım filmin başlamasını bekliyordum. Ortam karanlık ve beni rahatsız edecek hiçbir şey yoktu! Ekrandan yansıyan ışık ve ses. Film başlıyordu, başlamadan önce uzun uzun reklamları izledim ve alttan geçen her yazıya baktım. Film başladı. Film bir gerilimin filmiydi. Yıllar öncesinin imkanları ile yaratılmış ve çok iyi kurgulanmış bir filmdi. Alacakaranlıkta başlıyordu, tıpkı bulunduğum ortam gibiydi. Alacakaranlıkta sigarayı yaktı, fakat sigaranın üzerinde bir garip işaretler gördüm, ‘olaaamaz!’ dedim, yıllar öncesi olan bir filmin sahnesinde sigara mozaikleştirilmişti. Sigara yasaktı ama dumanı serbestti! Mozaik filmin kurgusunu bozuyordu, çünkü o an adamın yüzü aydınlanıyor, fakat yüzün bir bölümü mozaikti! Filmi baştan sansürlü bakmaya razı oldum, ağır ağır geçiyordu. Fakat bir içki sahnesi vardı ki ve içki bardağı yine mozaikti! İçki ve sigara yasaktı! Daha doğrusu mozaik! (Filmin atar damarı da bu sahneler olduğunu söylemeden geçemeyeceğim, çünkü ipuçları orada saklıydı.)

Sansürün öteki adı mozaik olmuştu! Filmin sonu beklememe gerek kalmadan, bütün izleme heyecanım yok olduğundan, yatağıma doğru gittim. Ekran karanlıkta kaldığında, oda karanlığın içinde sessizliğe bürünürken, mozaiklerde yok olmuştu!

gün aydınlığı içinde sokakta insanların eline baktım, sigara içenlerin elinde mozaik yoktu! Dükkanlarda satılan içkilerin üzerinde mozaik yoktu ama ekranlarda olanlarda vardı! yaşamda gördüklerimiz ekranda görünmesine gerek yoktu, sansürcü beyin bunu öyle istemişti.

Yeni nesilere içki ve sigara içmemesi öğütlenmek isteniyorsa, bundan sonra yapılan filmlerde o sahneler kullanılmaz olur biter, yılların Retkit’i sigara yerine ağzında ot taşır olmuştu! Eskilere sansür yaparak ne yapılmaya çalışılıyor? Tarihten sigara ve içkiyi mi ortadan kaldırmış oluyorlar? Ne amaçları var? Bu bir ılımlı İslam tercihi mi? Avrupa’da o kadar filme baktım, hiç birinde mozaik yoktu, acaba bu Avrupa’dan gelmiyorsa nereden geliyor? Hangi mantığa göre mozaikleştiriliyor? Anlayan varsa açıklasın lütfen!

11 Eylül 2008 Perşembe

Postallar üretilmesin!

Postallar üretilmesin!

Postallar ilk defa Romalı askerler kullanmışlardır. Uzun yolları aşıp ülkelerine ganimet toplayan Romalı asker o güne kadar kullanılan sandaletlerin yerine daha dayanıklı ilkel bir postal geliştirmiştir. Bu sayede uzun yolları katlederken askerlerinde ayakları savaşmak için korunmuş oluyordu.

Bugün kullanılan postallar ne zaman üretilmiştir, bilemiyorum, fakat postalın ayak bastığı yerde ot bitmez olmuş. Postal ölüm anlamına gelmiş. Askerin geldiğini ayakların çıkardığı sert ses ile anlaşılır olmuş. Bugün dahi resmi törenlerde asker olağan gücü ile yere basarak en yüksek sesi çıkarmaya çalışır. Yunan askerlerinin resmi günlerde yaptığı gösteriye bir bakın, ayağını olduğu kadar yukarıya kaldırıyor ve birden ayağını yere vuruyor. Hazır ola geçen askerin ayaklarını yani postallarını birbirine vururken çıkardığı sesi duymuşsunuzdur. Postal bir farklılığı simgeler olmuş. Postallar sivil ile askerin ayrımını getirmiştir. Postal giyen ölür ve öldürür, çünkü onun mesleği artık odur!

Birinci dünya savaşı bizim için yokluk ve yenilgi tarihidir. Genel kötüye gidiş önlenememiş ve bir cihan devletinin de sonu gelmiştir. Kötüye gidiş sırasında askerimiz bırakın postal bulmayı, çarık bile bulamadıklarını, ayaklara keçe sardıklarını o döneme ait fotoğraflara bakarken fark ediyoruz.

Ordu ülkenin geleceğini korumakla görevlidir, eğer her hangi bir saldırı söz konusu olduğunda kollama görevini kendisinde hak olarak görür. Bu konuda yaslar bile düzenlenmiştir. Ülkenin geleceğini kollama görevi olduğuna göre, her türlü kriz ortamında yönetime el koyarak ülkenin geleceğini belirleme hakkını kendisinde görür. Ordu düşünce yapısını eğitim aldığı kurumdan alır. O düşünce yapısı ulus devletin ütopyasına uygundur. Ülke homojen olmak zorundadır, ayrılıklar ülkenin huzurunu bozar, o yüzden ayrı olana karşı her zaman tepkilidir ve düzeltilmesi gereken şey olarak görür. Gerekirse zor kullanır, çünkü asker zor kullanmayı öğrenmiştir. Zor ile toplum şartlandırılır ve o şartlandırmanın her birey tarafından kabul görmesini bekler. Kabul etmeyenlere her türlü eziyeti doğal görür.

Orduda emir komuta zinciri vardır ve ordumuz evrensel kurallara bağlıdır. Uluslar üstü görevlere karşı sorumluluk sahibidir. Bağlı olduğu birlik amacına yönelik yapılanmış ve eğitim sistemi ona göre düzenlenmiştir. O amaca yönelik ülke içinde ordu dışında başka örgütlenmelere siyasi irade dışında yer verebilmiştir. Bir çok NATO ülkesinde çıkan örgütlenmeler bu konuda geniş bilgi vermektedir. Bizde Kontrgerilla olarak bilinen bu özel birlikler ülkenin günlük siyasi gelişmelerine yön verebilmektedir. 12 Eylül oluşum süreci toplumsal olaylardaki rolleri henüz resmi olarak kanıtlanamamasına rağmen, yazarların çalışmasında konu olmuştur. Kamuoyu ve darbe için gerekli koşullar yaratarak ülke geleceğine müdahil olmuşlardır. Bu müdahil sırasında insanlar öldürülmüştür. İşkenceden geçirilmiştir. Değişik eziyet yapılmıştır. Geçmiş bu gelişmelere şahittir.

12 Eylül yaşatılan kaos ortamın bir anda bitmesine yol açarken, başka bir süreci başlatmıştır. Bugünkü siyasi ve ekonomik kriz o günkü müdahalenin yol açtığı kanal ile oluşmuştur. 12 Eylül solun üzerinden panzer, sağın üzerinden postalın geçtiği bir süreçtir. Homojen toplum için atılmış en cüretkar siyasi tercihtir. Okulda okuduklarını gerçek sananlar, yaşam içindeki gerçekler ile yüzleşirken eski alışkanlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu adı konmamış savaşın bilançosu çok ağırdır.

Ülkemiz içinde oluşan her türlü değişim yurtdışının etkisi ile olmuştur, iç dinamiklerin etkisi dış dinamiklerin etkisi yanında hep zayıf kalmıştır.

12 Eylül gibi darbelerin bir daha olmaması isteniyorsa, o 12 Eylül süreci her yönü ile ortaya çıkarılmalıdır. 12 Mart darbesi ile başlayan süreç içinde yer alan tüm postal sahiplerinin rolleri tarih önünde yeniden gün ışığına çıkarılmalıdır. CIA başkanın “bizim çocuklar” dediği kimlerdir? Gün yüzüne çıkarılmalıdır! 12 Eylül’den bugüne kadar gelen süreçte yaşananlar gün ışığı altında yeniden değerlendirilmelidir.
Postalların biçimleri yurtdışında belirlenmiş ve bütün dünyada kabul görmüştür. Postala biçim verenler geleceğe de hükmetmeye devam etmekteler. O yüzden postalların üretimi durdurulmalıdır!

9 Eylül 2008 Salı

Akasya durağı!

Akasya durağı!

Akasya Durağı dizisi henüz gösterime gireli 8 hafta olmuş. Durak; ideal bir duraktır ve toplumun en güzel yanın aynası gibidir. İlişkiler sıcaktır, durak aslında kocaman bir ailedir. Daha önce Çiçek Taksi ile benzerlikler taşırken, dizi boyunca bazı farklılıklarını da yanında taşımasını beklerdim. Fakat genel anlamda oyuncaları farklı olmuş olsa da çizgisi aynıdır.

Akasya durağında çalışanlar hepsi namusludur, dürüsttür ve örnek vatandaştır. Durağın bir sahibi vardır, emekli olmuştur. Emekli parası ile aldığı araçları taksi olarak işletmektedir. Duraktaki araçların tek sahibidir ve tek yetkilidir. Eski patronun iyiliğini gördüğü için, patron intihar ettikten sonra eşini yanına almış bir anlamda onlar ile geçmişine bağ kurmaktadır. Yönetilen iken yöneten olmuştur. İnsan ne oldum dememeli, ne olacağım demelidir.

Taksi şoförleri gündüz ve gece vardiyası olarak iki vardiyada çalışmaktadır. Gündüz vardiyası dizinin ana kadrosunu oluşturmaktadır. Bir öğretmen geçim sorunu yüzünden çalışmaktadır, kızının sağlığı için yaptığı harcamalar ona yetmemektedir. Karı koca çalışır ama geçim sorunu onların başındadır. Fakat öğretmenin başka meslek yaptığı tespit edilirse mesleğinden el çektirilmesi gereklidir, fakat yapılan soruşturma sırasında müfettişin tercihi öğretmenden yana olur ve görmezden gelinir. Diziyi Cezmi Baskın ve Levent Ülgen ikilisinin oyunları ilgi uyandırmaktadır. Rolleri mizah unsurlarını iyi kullanarak izleyici ile iletişime geçer. Fakat senaryo yaşamdan kopuktur, iyi niyetli şoförler yolcularının sorunlarını çözerler. Homojen bir toplum üyeleridir hepsi, sorunlar ortaktır ve ortak imece usulü çözerler. Hepsi oruç tutar, ortak duyguları vardır, empatileri güçlüdür.

Şoförler hep öğreticidir, izleyiciye ders verirler. Patron duygusaldır, askerdeki çocuğunu düşünür, çalışanına eli açıktır, onların ihtiyacını karşılar. Hatta eşleri spor salonun 300 YTL parayı vermeyi tereddüt dahi etmezler. Başlarına her olay gelir ve anlayışlı bir de komiser vardır. Komiser her zaman yanlarındadır, bunlar suçsuzdur. Ne olursa olsun suçsuz olmak zorundadır. Fakat patron çıkarına dokunulduğunda çalışanını kapı dışarı edeceğini söylemeden de duramaz. Arabanın bir yanı çizilmiştir ve Sinan (Levent Ülgen) bu çizilmeyi üstüne almak zorunda kalmıştır, çünkü karşı koyacak gücü yoktur. (8. Bölüm, son sahne) işi şamataya vererek bu gerçeklilikten uzaklaşmaktadır seyirciyi. Durak bir eğlence olarak izleyiciye ulaşır.

Durak yeri kiralıktır. Yerin sahibi eski bir bürokrattır. Arsayı nasıl almıştır? Arsayı satmak istemektedir, zaman zaman seyirci karşısına çıkar ve Sinan’ın sulu şakasına maruz kalır. Patron izleyicidir ve müdahale etmez durumdadır, çünkü çıkarına uygun davranışlar karşısında hoşgörülüdür.

Dizilerde dikkat edilecek ortak yön, homojen bir toplumun bireylerinin kendi aralarındaki çelişklileri ve trajik komik olayların izleyiciye yansıması olarak gelir. Bir iki dizi bunun dışındadır. Doğu ve Karadeniz şiveleri dışında başka şive pek duyulmaz, başka dil olduğunda ise ya İngilizce ya da bozulmuş almanca duyarsınız. Homojen toplumun bireylerinin duygusal değişimi, izleyiciye bir masal havası içinde verilir. Burada önemli olan homojen toplum olmasıdır. Resmi tarihin bakış açısına uygundur, toplumun tarihe bakış açısı eleştirilmez, aksine resmi devlet tarih ideolojisini güçlendirilmektedir. Geçmişte yazılmış romanlardan günümüze uyarlama olduğunda dahi bütün geçmiş yok edilir, yeniden bir geçmiş yaratılırken, geleceğin nasıl olduğuna senaristin bakış açısına göre yorum getirilir. Teknoloji yenidir ama kafalar eskidir. O kafa değişmeyecektir, çünkü roman yazılmış ve sonu bellidir! Resmi tarihe dokunulmaz, eleştiri bireyseldir. Yaşanan toplumsal dönüşümler ekrana yansımaz, ekrana bakarak bu ülkenin yaşadığımız ülke olmadığını hemen görürüz! Yansıtılan ilişkiler, yaşam yerleri ülke gerçekliğinden uzakta bir destan havası içinde verilirken, izleyiciye yeni kahraman profili de çıkarılır, izleyici ile oyuncu arasında bir bağ kurularak, izleyiciyi günlük yaşamdan çıkarıp bir hayal dünyasına aktarırken, gelen zamların, artmayan maaşların sonucunda daha çok fakirleştiğini bir anda olsa unutturulur. Toplumsal sohbetler içinde zamların getirmiş olduğu yıkım pek konuşulmaz, ekranda gördüğü bir süs eşyasını nereden aldığı daha çok konuşulur hale gelir! Eskiden kadınlarımız ekranda gördükleri bir hırka örme modelini taklit ederken kazaklar vb. şeyler üretirlerdi, şimdi kimse örgü örmüyor, başka şeyler örülüyor seyircinin başına!

Yaz sezonu içinde ekranlara gelen Akasya Durağı gördüğü ilgiden dolayı devam etmektedir. Daha önce yayınlanan Çiçek Taksi kadar uzun süre yayınlanıp yayınlanmayacağını zaman içinde göreceğiz.

7 Eylül 2008 Pazar

Besleme insanlar!

Besleme insanlar!

Besleme insan beslendiği yere sadıktır, sahibin sesi olmayı onur olarak kabul eder. Beslenen kişi efendisinin tüm arzularını emir olarak kabul eder ve kendisince yorumlar. Kraldan çok kralcıdır.

“Biyolojik geri-besleme, insan vücudunda olan bir biyolojik işleyişin kopya edilmesi ile geliştirilmiştir. Izdıraplarımız, neşelerimiz ve dünyanın telaşı ne olursa olsun, organlarımızın temposu pek az değişir. Hücrelerimiz işlerine hiç şaşırmadan devam ederler, iç durumlarımızda büyük bir istikrar vardır.”

Biyo-feedback, ağrı, hastalık ve strese karşı vücudun bu aktif durumlara verdiği cevabı düzenleyen bir sistemdir. Kötü bir öğrencinin, güler yüzlü bir öğretmenle arıza çıkarmadan yetiştirilmesi ve başarılı bir piyano ustası olması gibidir.” (Sızıntı Dergisi, Kadir Can, Mart 2000 Yıl :22 Sayı :254)

Yukarıdaki satırları bir cemaatin siyasi dergisinden aldım. Onlar besleme insanı seçerken bazı kriterlere göre ve bilimsel olarak seçtiğini düşünebiliriz. Her seçtiği kişinin başarılı bir piyano ustası olmasını istemektedir.

Besleme insan gerektiği gibi kontrol edilebilmekte ve o yönlendirilmektedir, kapıkulu değildir, geldiği ve içinde bulunduğu kültürü korumaktadır. Besleme insanın hangi kökten geldiği önemli değildir, önemli olan ona verilen ödevleri harfiyen yerine getirmesi ile ölçülür.

Besleme insan yaşamın her alanında uzman olduğu alana göre yerleştirilir. Bazıları basın emekçisi olur, bazıları başka meslekten. Cemaat üyelerinin her türlü ticari işlerde, devlet kademelerinde başarı göstermeleri tesadüfi değildir. Besleme insan verilen her görevi karşılıksız yapar!

Cemaat üyeleri dışında besleme insanların olması örgütsel yapıyı güçlendirmektedir. Yapı, demokratik bir yapı gösteriyor gibidir. Her türlü görüşe ve kültüre saygılıdır ve içinde barındırır durumdadır görünüm sergiler. Eğer çıkarına ve ideolojisine karşı her hangi bir saldırı görmediği sürece besleme insanı içinde barındırır. Besleme insan ise orada bulunmaktan mutluluk duyar, çünkü özgürce görüşünü açıklama yapmasına izin verilir. Bulunduğu ortam kendisine gerçek anlamda sansür uygulamaz, yasak getirmez! Fakat besleme insan bu olanakları kaybetmemek için zaman içinde o ortamın rengini alır ve kendisince bazı çekinceleri olur. O dünya görüşüne saygısı gereği görüşlerinde ve davranışlarında dikkat edeceği ilkeleri oluşur. Sansür yoktur, özdenetim vardır. Sansür uygulanan bir arkadaşının durumu karşısında arkadaşına telefon ederek üzüntüsünü belirtir ama o gazetede bulunmaya devam eder!

Öldürülen arkadaşının hakkını yıllar sonra görünürde savunur, arkadaşı yaşarken dillendirmediği bazı olayları yıllar sonra bir saldırı aracı olarak kullanır ve solu kendisince eleştirir. Onları ortodoks sol olarak suçlarken, solu da kendisince kategorize eder.

Solun geçmişini bir çırpıda yok eder ve onları demokrasi düşmanı, özgürlüğe ve özgünlüğe önem vermeyen insanlar olarak damgalar, fakat suçlarken arkadaşının söylenen o konuşma sonrası yine köşesinden yazdığını göz ardı eder. (Arkadaşını sol çevrenden koparmak istemektedir, ona sahip çıkması gereken AKP’yi demokrat görenler olmalıdır. ‘Hepimiz Ermeniyiz!’ diyenler aslında Ermeni düşmanı ve azınlıklara karşı hoşgörüsüz demek istemektedir! Bunu yaparken yönetiminde olduğu AGOS gazetesini de kullanmaktadır, orada yaptırdığı röportajlar ile AGOS okuyucusunu soldan uzaklaştırmak istemektedir, bir cemaat gazetesini besleme olduğu kapıya yanaştırmak istediğini düşünüyorum.)

Fettulah / AKP beslemesi sol, bugünlerde solu nasıl AKP taraftarı yaparız sorusuna yanıt arıyor gibidir. Onlara göre demokrasi havarisi AKP’nin yaptıklarını görmezler! 1 Mayıs’ta atılan gaz bombaları onlara ulaşmadığı, Tuzla’da ölümler onlardan uzak olduğu ve AKP bir dava açtığı için, emekli olan suçluların peşine düştüğü için dokunulmaması gereklidir, çünkü demokrasi geliyor, demokrasi önünde her engel kalkmalıdır.

Onlar besleme olduklarını gizlemezler, görevlerini tam yaparken gazetenin nereden beslendiğini ise göğüs gere gere sorarlar, var mı ispatı diyerek! Fakat aldıkları reklamların görüldüğünü görmezler. Reklamlar ispat için yeterli değildir, gazete reklam ile yaşar ve o halde her işverenin reklamı yayınlanır, işveren tercih ettiyse bunun altında bir şeyler aramaya gerek yoktur!

Başka bir soru ile bitireyim yazımı, besleme insan dışında besleme basın olur mu?

Esrarlı sokaklar çoğalırken…

Esrarlı sokaklar çoğalırken…

Esrarlı sokaklarda esrarengiz adamlar adım atıyordu. Okulların açılması ile birlikte esrarlı sokaklar şehrinin her yanına doğru yayılmaya başlamıştı. Esrarlı sokaklarda gençler ve esrar kullananlar tarafından dolduruluyordu. Esrarengiz adamlar, sokakları adımlarken gözlere bakarak uygun gördüklerinde fısıldayarak bir şeyler söylüyorlardı. Eğer olumlu tepki almışlar ise köşeye kadar gidip kaldırım taşlarının arasında duran küçük bir şeyi para karşılığında takas ediyorlardı. Onların bu davranışını uzaktan izleyenler ne olduğunu biliyorlardı, fakat yapacakları bir şey yoktu, çünkü sokaklar esrarlı olmuştu, esrarengiz adamaların adım sesleri ile sarsılıyordu.

Esrarlı sokaklarda esrarengiz adamlar tıpkı bizler gibi giyinmişlerdi, tek farkları onlar o sokaktan ayrılmadan bir aşağıya bir yukarıya gidip duruyorlardı. Sokak onlara emanetti sanki, bir de sürekli değişen kalabalığa. Esnaf olanları korkulu gözler ile seyrediyordu, korkuyorlardı, çünkü dükkanlarının ve kendi başlarına ne gibi kötülük geleceğini bilmiyorlardı. Sokaklar tekin değildi ve her an korkunç bir şeyler olabilirdi, korku kendisi gelmeden hissini oraya baskın kılmıştı. Korku ortada yok iken bile insanlar duydukları şeylerin etkisi ile içe kapanık, ‘bana dokunmayan yılan…’ söylemi içinde onlara göz yumuyorlardı. Esrarlı sokaklarda kendisine ait bir kalabalığı da ortaya çıkarıyordu. Esrarlı sokakların müdavimleri vardı ve onlar hep uzaktan gelirlerdi! Esrarlı sokaklar sadece orada yaşayanlar için değil, çevrede yaşayanlar içinde çekicilik özelliği taşırdı. Özellikle bu sokaklarda tatlı satanlar işlerinden memnundurlar, çünkü esrarlı sokakta en fazla tatlı tüketilirdi!

Esrarlı sokaklar genelde okula açılan sokaklar seçilirdi, çünkü okula giden çocuklar tüketicidir ve maceraya açık olanlardan oluşurdu. Ellerine aldıkları ilk sigara deneyiminden sonra başka deneyimlere de açıktırlar. Okulların olduğu sokaklarda bir önder kullanıcının olması genelinde kullanımına yol açacağı bilinir. O yüzden çocuklardan biri esrarengiz adamlar tarafından seçilir ve o bir yem olarak okul içine bırakılırdı. O yeme ne kadar takılacağa göre sokaktaki esrarengiz adamlar çoğalır ya da azalırdı. Fakat sokakların esrarlı olma özelliğini ortadan kaldırmazdı!

Ülke içinde üretilen esrar ile dışarıdan gelen esrarın gerçek ölçüleri hiçbir zaman bilinmezdi, ne kadar tüketildiği ise istatistiklere yakalanan ve tedavi olanlar aracılığı ile girerdi. Bir de istatistiklere girmeyenler, onları kimse bilemezdi. Eğer tesadüfü sonucu bir dinlemeye takılma durumu ortaya çıkarsa tahminde bulunulurdu! Son dönemde beyaz kadın ticareti (hayat kadını) operasyonlarında emniyet içinde üst yönetime kadar gelmiş insanların rüşvet alırken görüntüye yansıması bu ticaretin nerelere kadar yayıldığını gösterirdi. Beyaz kadın ticaretin olduğu yerde esrar ticaretinde varlığının olduğunu söylemek abartı olmasa gerek. Esrarengiz adamların en kadarı devlet içine sızdığı, ne kadarın kollandığını sadece dinlemeye takılmalarda öğrenir olduk!

Esrarlı sokaklar gün geçtikçe artmaktadır, esrarlı sokaklarda sadece esrar yok, her türlü kara para olan ilişkilerinde olduğunu söylemek gerçeküstücü bir yaklaşım olmaz diye düşünüyorum. Esrarlı sokaklarda esrarengiz adamlar tarafından kontrol edilir ve kollanılır. O sokaklarda korku hep hakim olurdu!