15 Kasım 2008 Cumartesi

Değişim başlarken…

Değişim başlarken…

Obama başkan oldu, bütün dünyadan Beyaz Saray adresine hediye yağmaya başladı! Bu çılgınlığa kapılanlar genelde az gelişmiş ya da gelişmekte olan adı verilen ülkelerin insanlarıdır. Kendi ülkelerinde lider olana bile hediye göndermeyen halkımız, kıtaların ötesindeki bir başkana aklına gelen ve elinde olanı hediye olarak gönderiyor!

Krizin tam ortasında ya da başına başkan seçilen birine yönelik bu ilgi nasıl açıklanır? Obama rüzgarı bütün dünyada değişim çılgınlığını tetiklemesine rağmen, değişim denilen şeyin ne olacağını yakında yaşayarak öğreneceğiz. Çılgınlık elbette köklü değişimi taşımayacak, izafi olarak gerçekleşecek değişimler gözlere bir renk, ağızlara bir parmak baldan öteye gideceğini söylemek abartı olmasa gerek.

Değişimin ilk ipuçları kriz ile ortaya çıktı ve bütün dünya haber ajansları özel haberleri dahi birbirine benzer oldu! Basın içinde gazetecilerin yerlerini görev yapan ve emrinde çalıştığı müdürün isteklerini gerçekleştirmek için mücadele eden elemanlar yer almaya başladı. Gazeteci araştırmacıdır, fakat günümüzde araştırma denince hayat pahallığı olduğunda ülkemizde Eminönü piyasasına gidip klasik soru sormak, giyim ve ev eşyaları olduğunda belli Outlet mağazalarına bir muhabir göndermek yeterlidir. Bu sayede medya haber yaptığı yerden reklam ücreti alan, hem de haberi yapan konuma düşmüş oluyor. Haber aynı zamanda sponsorunu içinde barındırır hale geldi. Büyük değişim, sponsorunu da yanında taşıyor! Sponsor ne isterse kamera ve yazı onu göstermeye başladı.

Büyük değişim başkanın seçimi ile dünyaya yayılırken, ezilmiş olanların iktidara gelme hayalleri de ortaya çıktı. Ezilmiş bir kesimin temsilcisi iktidara geldiğinde efendisinden daha çok efendinin hakkını savunur konuma gelip gelmeyeceğini zaman içinde göreceğiz, fakat tarih bize öğretmiştir ki, kölelerin başına bir köle çavuş bırakılırsa, kölelerin canları pahasına daha fazla verim verdikleri gözlenmiştir.

Son yılların ön önemli kelimesi sizce nedir diye sorsam hemen yanıt vereceğinizi biliyorum. ‘Verimlilik!’ bu kelime bütün yaşamımızı değiştirdi, en az enerji ve emek ile çok ürün elde etmek. Teknoloji bu konuda yardım etti ve çalışanın bütün zamanını yok ettiği gibi, zaman kavramı artık sadece yeni yıl kutlamalarında hissedilmeye başlandı. Zaman hızlı geçerken, yanımızda birlikte nefes aldıklarımızın, yanımızdan ne zaman yok oluğunu dahi hissedemez olduk.

Obama başkan olduktan sonra acaba ne değişecek? Değişimden neyi anlayacağımızı gelecek yakın zaman içinde öğreneceğiz! Umarım ki, Obama başkanlığı altında Bush rejimi altında yaşadıklarımızı yaşamayız, onların iç bunalımının hesabını bir daha biz ödemeyiz! (İşte bu istek ‘ütopik’ diyenleriniz olacaktır, olmayacak şeye amin deme alışkanlıklarımız içinde yer almıyor mu? Biz dileyelim de gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tarih söylesin!)

14 Kasım 2008 Cuma

Krizi fırsata çevirenler…

Krizi fırsata çevirenler…

Mayami (Miami) Florida eyaletinin en güzel ve sosyetenin oturduğu bir sahil şeridi. Orada son kriz ile birlikte Türk nüfusunda artış olmuş. 66 bin aile orada ev almış. Krizi yatırıma çevirmişler!

Haber bu şekilde ve çeşitlenerek devam ederken, kafamın içinden binlerce soru geçti. Bizde parayı nereden buldun diye sormadan her türlü para aklama yasaları çıkartılırken, Amerika bizden daha önce davranmış sanırım, paranın kaynağını sormadan villaları satmaya başlamış. Türkler kendi ülkelerinden daha ucuza evi orada alıyormuş. Paranın dışarıya doğru akmasını bir yatırım olarak gösteriyor haberler. Ülke bir kriz içinde, küçük esnafa verilmek için ‘can suyu’ adını verdileri krediler gazete sayfalarına yansırken, can suyun nereye doğru aktığını sorgulamıyoruz.

Amerika’ya yatırım teşvik edilirken, ülkemizin insanı pazar yerlerinde çöpleri karıştırmaya devam ediyor. Seçim bütçesinin olanakları ile oyunu bir torba yardıma teslim edenlerin bu haberlerden ne anladığını düşünmek gerek. Bir torba için sırada birbirini acımasızca saldıranlar, bu haberler karşısında tepkileri nedir? Acaba bu haberleri duyuyorlar ve algılıyorlar mı? (Onların gözleri var görmek için, onların kulakları var duymak için, fakat kafalarının olup olmadığını kimse sormuyor! Göz ve kulağın olmuş olması beyin olduğu garantisini veriri mi? Bir çok canlının gözü ve kulağı vardır, fakat muhakeme yapamazlar!)

Amerika’da kaç Türkiye vatandaşının evi vardır? Türkiye’de kazanan ama orada yaşayanların oranı ne kadardır? Göçmen olarak giden ve orada çalışıp yaşayanlar eleştirimin dışındadır, çünkü onlar emekleri ile kazanmışlardır, fakat Türkiye gibi geliri ve gideri belli, ülke ekonomisinin büyüklüğü ortada olan bir ülkenin insanı nerelere yatırım yapmaktadır? Biliyoruz ki, ev en kötü yatırım aracıdır, evlere yatırılan paralar, toprak altına gömülen değerli maden gibidir!

Sıcak paranın kontrol edilmemesi krizi daha çok derinleştirmektedir. Kriz, kontrollü müdahale ile daha az hasar ile atlatılırken, bizim gibi ekonomisi küçük ülkelerde bu kriz tusunami etkisi göstermektedir. Her ne kadar kendi insanına küçük bir kriz olarak sunulsa da, boyutları ve sonuçları ile küçük olmadığı ortadadır. Avrupa gazeteleri Türkiye üzerine bir çok haber yaparken, krizi biz sanki yaşamıyormuş gibi yaparak, krizi ortadan kaldırdığımıza mı inanıyoruz? (Canımız acımadan, canımızın acıyacağını düşünmeyiz.)

Amerika sahil şeridinde Türklerin ev alma çılgınlığı devam ederken, Türkiye’de ekonomik olarak ayakta durmak için mücadele edenlerin mücadelesi dışarıdan nasıl görülüyordur? Amerikalı, ülkemizi bir zengin körfez ülkesi olarak mı algılıyor? Körfez ülkelerin şeyhleri nasıl ki her ülke için para anlamına geliyorsa, bizim mutlu azınlığımızda o kategoriye girerek onlar ile bütünleşme yolunda önemli adım atmış mı oluyorlar? Siyasi olarak henüz dönüşüm tamamlanmadı ama krizi fırsata çevirme anlayışı olarak körfez ülkelerin şehirlerine benzedik!

Yurtdışında villa alanların acaba listesi yayınlansa nasıl bir gerçeklik ile karşılaşacağız? Türkiye’de en az vergi verenlerin, yurtdışında bonkör olarak tanınmaları acaba şaşırtır mı bizi? Bir mahalle bakkalından daha az kazandığını gösteren zenginler, devletin bürokrasi içindeki ayrıcalıklarını korumaya devam ediyordur diye düşünüyorum.

Mayami’de krizi fırsata çevirenlerin isimlerinin yayınlanmasını istemek acaba bir ceza yasasına dokunur mu?

Otobüsten…

Otobüsten…

Yollar olunca insan ne gibi olaylar ile karşılaşacağını önceden tahmin edemiyor. Yollar ilginç hikayeleri içinde barındırmaya devam ediyor.

Her otobüs yolculuğunda gördüğünüz bir gerçeği bir de benim kalemimden dinleyin bakalım, size gözümüzün önünde olan ama kanıksadığımız bir gerçeği anlatıyor mu?

Yol denince aklımıza nedense hep otobüsler gelir, çünkü toplu olarak seyahat edilen ülkemizde en çok kullanılan araç. Her insanın bir otobüs yolculuğu olmuştur. Eskiden otobüsler bu adar lüks ve rahat değildi, mutlaka bir yeri bozuk olur, o tarafı da bize batardı. Günümüzde her şey birbirine benzemeye başladı, daha çok rahat ve konfora önem verilir oldu, elbette her dönemde olduğu gibi bunda da bir aksilik mevcut. Yol boyunca dünyadan kopuyorsunuz, cep telefonu ulaşıma engel olduğu düşünüldüğünden yasaklanıyor. Birkaç otobüs türü bu yasağı da aşmış durumda, hatta ileride yapılacak aksiyonların ilk adımları bile duyulmaya başlandı, her yolcuya laptop verilecek ve yol boyunca internet gezisi de bedava! Olur mu olur demeyin, yakında hayatımızın içine girince hemen kanıksayacağız! Neleri kanıksamadık ki?

Gelelim esas konumuza, gözleriniz bir an kapatın ve düşünün. Otobüs içindeyiz. Her firmanın yaptığı klasik bir anons ile başlanır yola. Sevgili yolcularımız, firmamızın otobüsü bilgisayar ile donanımlı olduğundan dolayı lütfen cep telefonlarınızı kapalı konuma getirin. İyi yolculuklar dileriz. Gideceğimiz istikamet ve varacağımız yol hakkında kısa bir bilgi verilir. Yola çıkar çıkmaz hostesimiz hemen hazırlığa başlar. Su servisi, sonra küçük pasta ve meyve suyu ya da başka bir içecek. Her yolcu içmek zorundaymış gibi dağıtılanı alır. Almak içinde önceden hazırlık yapar. Koltukların arkasındaki masa açılır, sabırsızca hostesin servis arabası ile gelmesi beklenir. Gözlerin ucu ile giden yola bakılır. Koridor daha ilginçtir, çünkü gelecek olan beklenilir. Dağıtım bittiğinde çöpler toplanır, sonra su ile davam edilir. Hemen hemen her otobüste bu servis vardır. Gece gündüz fark etmez, yollar olduğu sürece servislerde birbirine benzer, çünkü bütün yollar birbirine benzemeye başlamıştır. Çift yönlü ya da otoban yollar!

Arka sırada oturan bir yolcu diyelim ki başı ağrıdığını belirtir ve bir ilacın olup olmadığını sorduğunu düşünelim. Hemen hostes elbette var diyecektir, çünkü ecza dolabında buna karşı ilaç bulundurur otobüs firması. Her türlü aksiliğe karşı hazırlıklıdır. Bir kutu aspirini alır ve gelir, elinde bir bardak su ile. Bardak dediysek hemen bardak olduğunu düşünmeyelim, şu bardak gibi üretilen üstü kapalı sular. Aspirini uzattığında hostes, ilacı alanın yanında oturanında bir anda başı ağrımaz mı? Aranızda ağrımaz diyen var mıdır? Ben hatta işi biraz daha ileriye götüreyim, aspirini görenin hepsinin başı ağrır desem abartmış mı olurum? Neyse bizde tüketim toplumu olduğumuzdan ne tüketebiliyorsak tüketiriz. Yeter ki bedava olsun! Hizmet içinde olsun, her şey tüketilir. Başı ağrımayan ile ilaç bedava diye ilaç yutabilir, hani derler ya bedava olduktan sonra mezara bile girer yatar!

Bu davranışların toplamı size ne anlatıyor acaba? Bir yağma kültürünün izi görülüyor mu? Ne dersiniz ve nasıl açıklarsınız? Başı ağrımayan bile ilaç alıp içmesini? Tüm yolcular bir şey içmek ve yemek zorunda mı? Neden her dağıtılan alınır ve tüketilir? Acaba bu davranışlar ve servisler nasıl bir sosyolojik ya da psikolojik bir davranış sonucunda gerçekleşiyor. Ben bilim adamı olmadığıma göre, o zaman soru sormak ile yetineyim, siz çözüm yolunu bulun! Sadece bulmakla kalmayın, benim ile de paylaşırsanız sevinirim.

11 Kasım 2008 Salı

Baba ve iki oğul!

Baba ve iki oğul!

12 Eylül bir kırılmadır yaşamımızda. Sol geleneğin ret edildiği, solun marjinalleştiği ve onun yerini seks, uyuşturucu ve hortumculuğun doldurduğu yıllardır. Sol argümanlar içinde –küfür- romanlarının bir başarı gibi sunmaları ve bazı kitapların poşetler içinde satıldığı yıllardır.

12 Eylül bir kırılmadır, çünkü o kırlıma içinde geçmişte inançları uğruna kürsüde yumruk yiyenler, yumruk atanlar ile birlikte piyano sesleri altında viski kadehlerini tokuşturdukları günlerdir. O günlerde havaya kaldırılan kadehler kendi çocuklarının geleceğinin yönünü de çiziyordu. Şimdi çocukları da kendisi gibi köşe yazıyor, sözleri ciddiye alınıyordu. Her ikisi çocuğu da besleme basın içinde yerlerini almıştı. Biri AB hayranlığı içinde tüm sorunların çözüm yolunu AB olarak gösterirken, öteki demokrasinin en büyük engelin darbe yapacaklar olduğunu söyleyip, darbe yapacak konumda olanlara saldırı ile yol alıyordu. Ne ilginç tesadüftür ki, her ikisini besleyen kaynak aynı kökten geliyordu. İki çocuğu başyazar olmuştu ama F tipi sermayenin beslemesi konuma düşmüşlerdi. Eğer onlara sorarsan asla böyle bir durum yoktu, çünkü özgür iradeleri gereği düşüncelerini özgürce ifade ediyorlardı. Hangi sermayenin ekmeği ile beslendiğinin önemi yoktu. Sözlerini başyazarı oldukları sayfalardan duyuruyorlardı, onlar önemliydi ve bütün bürokratlar onların iki sözüne bakıyordu! Akşamları buluşulan toplantılarda memleket meseleleri görüşülüyor, orada devletin geleceğine yön verecek kararlara etki yaptıklarını düşünüyorlardı. Ekranların vazgeçilmez yorumcusu olmuşlardı. Gülerek ve küçümseyerek konuşuyorlardı. Onlar durdukları noktadan her şeyi doğru yorumluyorlar ve doğru yön gösteriyorlardı. Kendilerinin düşünceleri karşısında başka bir yol olduğunda hemen sinirleniyorlar ve sinirlerini saklamıyorlardı. Onlar babalarından aldıkları mirası sadece gazetede köşe yarı olarak kullanıyorlardı. Yeni liberal politikanın ilk tohumları viski kadehleri tokuştururken atılmamış mıydı? Doğru aldıkları mirası doğru kullanıyorlardı.

Akşam sohbet toplantılarının vazgeçilmezleriydiler. İslamcı kanalların ve devlet kanalların vazgeçilmez yorumcusuydular. Zayıf düştüklerinde hemen yazdıkları gazetenin ana sayfasından destek verin mesajı atar ama bu mesaja nedense hep İslami kesimden yanıt gelirdi, çünkü o kesimin haklarını özgürlük adı altında savunuyorlardı. Onlarda elbette destekliyorlardı, zaten bugün yaşadıkları olanakları da onlar vermemişiydi. Biliyorlardı, okuyucu mektupları her şeyi gösteriyordu. Sol adına duruyorlardı ama okuyucu mektupları onların gerçek yüzlerini ortaya seriyordu. Köşelerinden onlara teşekkür etmeyi de unutmuyorlardı elbette. Kafası karışık sol düşünceli olduğunu düşünenlerde bunları solcu olarak görüp, onları onlardan daha çok savunur konuma gelmişlerdi. AB her şeyin ilacı gibi sunuluyor, fakat sunulan çözümün kimin işine yaradığını düşünmüyorlardı. Dışarıdan söz söylemek kolay, elini hiçbir şeyin altına atmayan, çocuklarını siyasetten ve soldan uzak tutmak için her yolu mubah sayan bu kesim, bu iki kardeşin mücadelesini hayranlıkla ve ekranlar karşısından gıpta ile izliyorlardı. Onlar bir baba ve iki oğlu takdir ediyorlardı. Babayı o yumruk yediği dönemde gibi anımsıyor, oğullarının da o dönemin mirasını taşıdığına inanıyorlardı. Meydanlarda sol yoktu ama bu bir baba ve iki oğul vardı! Desteklenmesi gerekliydi, destekliyorlardı! Elbette çocuklarını soldan uzak tutarak! Kendileri çok eziyet görmüşlerdi, çocukları görmemesi gerekliydi. Yaşadıklarını yaşamaması gereklidir, ama bir yandan da gelmekte olandan korkuyorlardı. Çocuklarının geleceği için yurtdışına nasıl kapak atılırı düşünür olmuşlardı. Her şey çocuklar ve aydınlık gelecek içindi!

Baba ve iki oğul. Geçmişte babalar oğullarından daha geri olacağı düşünülüyordu, fakat oğullar bugün baktığımızda babalarının yarısı kadar olamamışlardı. Onlar acaba babaları gibi viski bardağını kaldırıp, çocuklarının geleceği için bir şeyler yaptılar mı? Yoksa onlarda diğer okuyucuları gibi çocuklarını yurtdışına maaş aldıkları kesim tarafından verilen burslar ile okutmaya mı gönderdiler?

12 Eylül bir kırılmadır, eğer bu darbe olmasaydı baba ve oğulları şimdi ne yapıyor olacaklardı?

10 Kasım 2008 Pazartesi

Aralık ayına doğru bir bakış…

Aralık ayına doğru bir bakış…

Aralık ayı kışı söyler. Aralıktan bakar dünyaya ve dünyada beyazın altına gizlenmiş güzellikleri bulmaya çalışır. Eskiden Aralık ayında yer kürenin kuzeyi beyaz olurdu. Şimdi kutuplarda dahi beyaz örtü gitti, yerini gri bir renge bıraktı. Denizin ortasında beyaz bir kütle dolaşır, aralıktan bakmaya çalışırız, giden olana ve gelene…

Aralık ayı eskiden kıştı, şimdi sonbahar! Yaprakların yeryüzünü örttüğü ay oldu son yıllarda. Dökülen ve uçuşan yapraklar… Uçuşan yapraklar sadece doğada değil, takvimlerin son yaprağını da sembolize eder. Yeni bir başlangıç, yeni umutlar beslenirdi eskiden, şimdi sadece hangi ayda olduğumuz ve hafta sonu ne zaman geleceğini sorar olduk yakınlarımıza. Geçen günlerden ve gelmekte olanı düşünecek kadar zamanımız bile yok. Eğer çocuklarımız varsa, onların ne kadar hızlı değiştiğine şaşırarak bakıyoruz, değişen biz olduğumuzu görmüyoruz. Değişim kaçınılmazdır, tek değişmeyen şey değişimin kendisi deriz!

Aralık ayı bir doğumu sembolize eder. Son gününde gelir yeni bir yıl. Hıristiyan dünyası doğum günü konusunda anlaşmazlık içindedir ama yeni yılın hangi gün geldiğini biliriz. İsa bazılarına göre Aralık 24’de doğdu, bazılarına göre Ocak! Fakat ortak bir nokta vardır, yeni yıl 31 Aralık bitiminde doğdu! Aralık ayı demek doğum ayı demektir. Doğanın doğmasına daha üç ay vardır ama biz erken kutlarız gelen olanı. Takvimleri değiştirir, o doğum anı sarhoş oluruz. Başımız döner, çünkü gitmekte olanı hissederiz. Ne çabuk geçti, bir göz açımı kapaması arası. Aralık ayında seks başkadır! Çünkü göz açımı kapaması arası çoğalmalıdır, çoğalmak ve bir gölge bırakmak ister iç güdüsü ile insan! İçgüdü nedense insanda aralık ayına denk gelir, kediye ise Mart! Aralık ayı bir anlamda insan için Mart ayı sayılır! Fakat doğum tarihlerine baktığımızda bu dengeyi nedense göremeyiz! İnsan için çoğalmanın ayı yoktur!

Aralık ayı diğer aylardan farklı olması belki kışın getirmiş olduğu beyaz örtüdür. Eskiden sobalar vardı, ondan önce tandır. Bir sıcaklığın etrafında yapılan sohbetlerin izleri vardır duvarda. Şimdi duvarlar daha soğuk ve sessizdir. Yatak odaları özel sesleri saklar! Yatak odaları özel sesleri saklar ama Aralık ayı hediyesi de özeli içinde barındırır! Özel olanı diğerler görmez ama hisseder!

Aralık ayı günahın ortaya çıktığı ay olarak kabul edilir, o yüzden günahtan arınma ayıdır. Çünkü bu ayda doğan İsa, tanrının günahı olarak kabul edildiğinden, doğan tüm çocuklar Hıristiyan inancına göre günahkar olarak doğar, doğumdan sonra vaftiz edilerek af edilir. Günahın ortaya çıktığı ve af edildiği aydır! Aralık sadece sözlük anlamı ile aralık değildir, yaşama bakışımızın ve geçmişe doğru kapı aralığından bakmaktır. Aralıktan bakar insan ve görmek istediğini görür! Geleceğe doğru bakan falcılar da bir aralıktan bakarlar. Bir olayı anlatırlar, genelin içinde özeldir anlattıkları şeyler.

Aralık ayını bu kadar özel kılan ise dünyada bir standart kazandırmak isteyenlerdir. Bütün özel aylar ve günler dünyanın her tarafında kutlanıyormuş gibi algılanır ve o günlerde bütün insanlık o şekilde davranması beklenir. Bu bir ticari/ siyasi beklenti olabilir, fakat kültürler ve gelişim bunun standart olamayacağını söylemesine rağmen, son yıllarda gelişen teknoloji ve iletişim sayesinde bir kısır döngüye ve ortak eğlenmeye, algılayamaya doğru gidiliyor. Farklılıkların daha çok ortadan kalktığı bir evrenselleşme hareketi, insanın algılayışını da yok ediyor ve aralık ayında olduğu gibi sadece takvim değiştirme anlamına gelebiliyor. İnsanlar komedi filmlerinde olduğu gibi gülme efekti ile güler hale geldi. Belirli günlerde sevişme, çiçek alma, parfüm kullanma durumlarını da takvimler belirlemeye başlamıştır. Aralık ayı bizim için o kadar önemli değilken şimdi önemli olmasının tek bir nedeni var, o da evrenselleşme ve global tercihlerdir!

Aralık ayında aralıktan baktık, ne gürdüysek kendimize göre paylaştık! Aralık ayı size mutluluk getirsin, sağlık hep yanınızda olsun.

Unutturulan şeyler üzerine…

Unutturulan şeyler üzerine…

Unutulmuş kıtanın insanı dünyaya başkan olursa ne olur? Bu sorunun yanıtını kısa zaman içinde öğreneceğiz diye düşünüyorum, bugün yapılan tüm yorumlar sadece beklentiler ile ilgili olacaktır.

Afrika dünya tarihi içinde önemini sömürge dönemiyle artırmış olmasına rağmen, son otuz yıl içinde koskoca bir kıta verimli olmadığı için yok sayılmıştır. Orada yaşanan vahşetler dünya gözünden kaçırılmıştır. Son yirmi yılda ne kadar çok soykırım ve katliam ile karşılaştı kıta Afrika’sı? Eğer batının ekonomik çıkarına dokunmuyorsa bu katliamlar hep yok sayılmıştır. Afrikalı katiller batı başkentlerinde ağırlanırken, o anda işkenceden ölen, haksız yere idam edilen, ellerinde silah olan çocuklar katliam katliam peşinde koştuklarını görmedik, duymadık, duyulmadı.

Afrika kıtası batı için verimli olmadığı dönemden sonra orası dünyanın çöplüğü işlevini görmeye başlamıştır. Büyük çiftliklerde insan emeğinin yerini aletlerin alması ile kölelik göreceli olarak bitmiştir. Büyük köle ticaret yollarında artık ellerinde kelepçe ile dolaşanlar yoktur. Onların yerini safari seferine çıkmış son model arabaların olduğu turistler yer almıştır. Afrika unutulmuştur, unutturulmuştur, çünkü yakın tarihin en kanlı serüveni orada yaşanmıştır.

Yakın tarihin kirli dosyaları hasıraltı edilmektedir, çünkü güç kendilerinde olduğunu düşünenler, gerekli gördüklerinde hasıraltı edilmiş dosyalar ortaya çıkarılıp sorgulanabilmektedirler. Eğer Afrika kıtası unutturulmamış olsaydı, bugün insanlık suçu işleyenlerin dünyaya hakimliği daha rahat sorgulanır olurdu. Dünyaya hakim olanlar istedikleri ülkeleri işgal ederken, suç işlediklerini düşünmezler, çünkü onlar suçlunun peşi sıra koşan kahraman kovboydurlar. İşgal, köle almak kendi çıkarlarına olduğu sürece meşrudur ve yasaldır, çünkü yasaları yapanlar kendileridir!

Bugün ülkemizde dolara bağlı olarak zamlar yapılmaktadır, neden? Çünkü hakim devletin borçlarını bizler ödüyoruz. Hakim devletin işçisinin, orta sınıfının daha rahat yaşayabilmesi için bizler dolara bağlanmış zamlar ile destek veriyoruz! Bugün yapılan zamların tek bir anlamı vardır, kendi rahatlığımız için değildir. Bu zamlar bizim dışımızda, bizim ülkemizin dışında belirlenmektedir. Bugün yapılan zamlar özgür bir devlet olmadığımızı göstermektedir. Bugün cebimizden her alınan vergi, hakim devletlerin kasalarında, o yaşadıkları krizi hafifletmek için kullanılıyor. Bugün Amerikan başkanı batan firmalara verdiği para bizim cebimizden çıkmaktadır. Bu hortumlamayı görmemizi engelliyorlar, çünkü koskoca bir kıtayı bile unutturduklarına göre, bu sıradan bir şeyin gözümüzden kaçması kadar basit bir şey var mıdır?

Afrika kökenli bir siyahın dünya liderliğine getirilmesi ne anlama geliyor, onu ilerleyen günlerde göreceğiz. Birleşmiş Milletler genel sekreteri Afrika kökenli olduğunda Afrika ülkelerinde ki soykırımlar ve onlara karşı yapılan sözde tepkileri yaşayarak gördük ama kaçımız bundan haberimiz oldu?