21 Kasım 2008 Cuma

CHP İstanbul adaylarını açıklarken…

CHP İstanbul adaylarını açıklarken…

Yerel seçimler yaklaşıyor, adaylar şimdiden parti binası ve genel merkez arası gidip gelecek, çünkü adayları sonuç olarak genel başkan ve merkez binada oturanlar belirleyecek. Adaylar halkın adayı olmayacak, bir çıkarlar çatışması sonucu, pazarlıkların ve tanıdıkların araya girmesi ile belirlenecektir. Elbette tanıdıklarda belirli bir para harcayacak ve maliyet hesabı yapacaklardır.

Yerel seçimlerin yaklaşması ile birlikte ayların dışında bir de adayları destekleyenler ortaya çıkar, çünkü onlarda bu kriz ortamında iş yapacaklardır. Matbaalarda basılacak işler, grafiği yapılacak çalışmalar, bayraklar ve eşantiyon malzeme üretenler bu seçim ile kasalarına biraz para aktaracaklardır. Seçim piyasanın canlanması anlamına gelir. Her seçim dönemi kara paranın bol keseden harcanmasını da getiri, kimse sen parayı nereden buldun diye soramaz, çünkü sponsor kaynakları açıklanmaz.

Yerel seçimler kriz ortamı içinde bir hareketlilik getirecek, belediyede tanıdık aracılığı ile girenler, parti kartviziti ile işe başlayanlar var olan başkan için can ile baş ile çalışmak zorundadır, çünkü diyetini ödemelidir. Yeni gelecek tarafından işten atılmamak için, eline aldığı müdürlüğü bırakmamak için altında çalışana baskı uygulayarak başkanı şirin göstermek için her türlü çalışma yapılır. Halkımız sazan balığı hafızası kabl edildiği için iktidarda oldukları sürece bir şey yapmayanlar son seçim dönemecinde her türlü açılışı yapmadan da geri duramazlar. Hiç yapmazlarsa yollara asfalt döker oranın açılışını yapar!

Beni İstanbul ili içinde bir belediye başkanı ilgilendiriyor, çünkü ona karşı her türlü çalışmayı yürüteceğimi orada sergi açtığım gün ilan etmiştim. Onların davetlisi olarak Almanya’dan gelip sergi açtım, sergi için hiçbir duyuru çalışması yapmayan belediyenin kültür dairesini önceleri kınıyordum, fakat daha sonra işin başında olan belediye başkanı görünce neden o şekilde davrandıklarını anladım, çünkü başkanın çalışanları da tıpkı kendisine benziyordu. Üstelik üst üste seçilmiş bir başkan. Nasıl seçildiğini kısa bir araştırma yapınca şeriat geliyor korkusu altında bir tepki seçim olmuş. Halk başkan iyi çalışıyor diye değil, yeter ki AKP gelmesin korkusundan vermiş! Kadıköy İstanbul içinde kendine özgün bir ağırlığı olan sosyal demokrat olduğunu iddia edenlerin yoğun olduğu yerdir. Orta düzeyde yaşayan, çeşitli kültür etkinlikleri olan, solun eskiden beri etkisini gösterdiği bir yerleşim yeri. Yaşam düzeylerinin değişmemesi için, alışkanlıklarının ortadan kaldırılmaması için her türlü özveriyi gösterenlerin yeri.

Kadıköy İstanbul içinde nefes alınacak mekanların olduğu bir yerleşim alanı olarak öne çıkar, fakat İstanbul yağmasından da nasibini almış bir yerdir. Diğer ilçelerde ne yaşanıyorsa orada da yaşanıyor. Kapkaçın en yoğun olduğu yer, cinayetlerin diğer yerlerden aşağı kalmadığı istatistik olarak görebilirsiniz, yani huzurlu bir yer olarak kabul edilmez. Kadıköy hiçbir özelliği olmayan ilçe konumundadır, çünkü orada özel tiyatroların olması orayı özel yapmaz. Meydanında yürüyüşlere ve toplantılara izin verilmesi orayı özel yapmaz, limanında değişik kültürel etkinlilere mekan olması orayı özel yapmaz, çünkü diğer yerlerde de aynı tipe etkinliklere şahit olursunuz. Bu özelliği olmayan yerde başkan özellik katabilmiş midir?

İktidar olduğu yıllar ve dönemler içinde Kadıköy bir biçim değiştirmemiştir, değişim zaten o olsa da olmasa da olacak değişimdir. Yani müdahil değildir gelişmelere. Bir iki etkinliği öne çıkmıştır, büyük şehir belediyesi cami kararına karşı direnmiştir, fakat o olsa da olmasa da orada o direniş olacaktır, oranın halkı bu konuda ondan ileridir. Moda iskelesi direnişi buna örnektir. Alt yapı sorunu mu çözmüştür? Hayır, onsuzda bu işler yürür, peki bu iktidar olduğu süre içinde neler yapmıştır?

Hemen danışmanları sıralayacaklardır, kültür merkezleri, kitap fuarı, vs. vs. diye. Peki, diğer ilçelerde bunlarda yapılıyor, başka ne yaptınız Kadıköy’e özgü olarak? Diğerlerinde ayrı ve sosyal belediyecilik örneği ne yapılmıştır? Başkan halkın arasında mıdır? Belirli günleri kendisi semtlere gidip halk ile sohbet mi etmiştir, yerel sorunlara yerele gidip çözüm aramak için toplantı mı yapmıştır? Ne yapmıştır?

İktidarı olduğu süre içinde kendisi için ayrı yapılan ve ana binadan ayrı üç katlı yerde oturmuştur. Yurtdışından gelen ya da parası olanları orada ağırlamış, aşağıya koydurduğu geçmiş başkanların heykellerini göstermek dışında? Alt katında yaptırdığı toplantı salonunda birkaç etkinliğe ev sahipliği yapmak ile sosyal mi olmuş oluyor? Giriş salonunda açılan sergilerin hangisine gitmiştir? Ben o salonda sergi açtım, sergi boyunca her gün serginin olduğu yerden girdi ve odasına koşar adımlarla çıkmış olmasına rağmen, bir gün olsun sergiyi merak edip bakmamıştır. Bir gün dahi benim ile tanışmak için gayret göstermemiştir. Çevre esnaf ile yaptığım sohbetlerde başkanlarını hiçbir zaman dükkanlarına gelip işler nasıl diye sormadığını öğrenmiştim. Halktan o kadar kopuk bir ne yapar, kendisine yakınları toplar ve ne kadar büyük ve vazgeçilmez başkan pompası verilmesine izin verir. Hemşerilerini çevresinde değişik kademelere yerleştiren bu Kadıköy’ün var olan başkanı Kadıköy için ne yapmıştır ve neden dolayı oy istemektedir? Neden başkanlığa tekrar aday olmuştur?

Yıllar içinde Köln’den Kadıköy’e göçtüm ve orada yerel seçimlerde ben şahsi olarak oyumu ne Selami Öztürk ne de onun partisine vermeyeceğim. Benim oyum gerçek anlamda sosyal belediye ilkelerini savunan ve onu yaşam tarzı olarak gören, halktan kopuk olmayan, halk ile birlikte halk için çalışanlaradır. Eğer bu kriterlere göre aday bulamazsam dahi var olanın dışında başka birinin seçilmesi en yakın olana oyumu vereceğim. Bu seçimimde parti ayırımı yapmıyorum. Çünkü bu seçildiği dönemlerde hiçbir şey yapmayanın bir daha ödüllendirilmesine karşıyım. Artık yeter, yeni iş üreteceklerin oraya gelmesidir, Kadıköy kazanması için var olan değişmelidir. Oyumu Kadıköy kazansın diye vereceğim. Var olan alışkanlıklar devam etsin diye değil.

Eğer Selami Öztürk adaylığı netleşir ise ben bu tipte uyarılarımı zaman içinde tekrarlayacağım ve oyunuzu ona vermeyin diye çağrıda bulunacağım. Oyunuz alışkanlıkları değiştirsin!

20 Kasım 2008 Perşembe

Medya Goebbels rolünü bırakmalıdır!

Medya Goebbels rolünü bırakmalıdır!

Ne zaman ölümlerde bir artış olsa, akranlar savaş çığırtkanları ile dolduruluyor. Savaşın ölüm demek olduğunu unutturuyorlar, ölümü ölüm ile temizlemek! Ölüm ile ölümleri durduracağına inanıyorlar. ölüme karşı ölüm ile gidildiğinde, kan davasına yol açabileceğini ve kan davasının da sonucunun iki taratan birinin soyu kuruması anlamına geldiğini gözden kaçırıyorlar. Kanı kan ile temizleyerek barış elde edilmez!

Kanı kan ile temizleme işini Hitler rejimi ve Mussolini iktidarı yapmıştır. Tarihin dehlizlerinde soykırımı bırakmışlardır. Alman halkı bu soykırım lekesinden bugün dahi kurtulamamıştır, çünkü Hitler’i iktidara getiren onlardır, sonucunu da ağır bir şekilde ödemişlerdir. Hitler’in tasarladığı saf almaya yoktur bugün, göçmen ve çok kültürlü Almanya durmaktadır. Yahudi ve Çingene kanı ile suladıkları topraklarda bugün yaşayanlara bakın, kimin yenildiği ortaya çıkar.

Bugünlerde ekranlara bakarken, Joseph Goebbels’in yeniden hayata geldiğini ve o ünlü propaganda konuşmasını yaptığını düşünüyorum. Alman radyolarında onun sesi hep duyulurdu, müthiş etkileyici konuşması ile halkı güzel günlere inandırdı. İktidara bir ölüm makinesini getirdiğini biliyordu, fakat onun karşı konulmaz hırsı, sevgilisinin Yahudi kadını olduğunu unutturmuştu. Kitlelerin yönlendirilmesinde Goebbels gelecekte yapılan çalışmalara kaynak oluşturmuştur. Diktatörler onun yolunda giden danışmanları yanlarında bulundurmaya özen göstermiştir.

Bugün ülkemizde Goebbels’in yaptığı propaganda tekniğinden daha ileri teknolojiyi kullanarak kanı kan ile temizlemeyi yönlendiren haberler yapılmaktadır. Dramatik görüntüler eşliğinde durmadan kahramanlar yaratılmakta ve yeni kanların dökülmesi gerektiği yönde yönlendirilmektedir. Vatanın bütünlüğü gibi kavramlar ile bir zamanların ilerici argümanlarını, şimdiki zamanın gerici söylemlerini söylemekten çekinmemekteler. Evrensel krizin tusunami dalgası altında neden fakirleştikleri dahi bilmeyenlere, kan ve gözyaşı eşliğinde haberler yapılarak, onları yaşadıklarından bir an için sıyrılmalarını ve kitlesel kıyımlara yol açabilecek söylemler geliştirtmektedir. Bu söylemlerin etkisi ile bayrağı omuzuna bir şal gibi sarıp, kendisini Süpermen ya da Spiederman olarak görenlerin linç olaylarında ön safhada yer alması tesadüfi değildir.

Goebbels radyolardan konuştuğu süre içinde Almanya bir soykırım ve milyonlarca insanın ölümünden sorumludur. O sorumluluğu bugün dahi kara bir leke gibi üzerinde taşımaktadır. Bugün medya akan kanın kaçta kaçından sorumludur?

Türkiye medyası bir an önce bu kanı kan ile temizleme söylemlerinden vazgeçmelidir. Kitlesel ölümlerin önüne geçebilmek, barış ortamın sağlanabilmesi için bir an önce Goebbels rolünden vazgeçip sorumlu olmalıdırlar. Kanı kan ile temizlenmez, bir an önce akan kanın durdurulması için olagelen politikaların dışında çözüm yolları aranmalıdır. Çünkü eğer var olanlar ile başarılmış olmuş olsaydı, bugün kan akmamış olacaktı.

18 Kasım 2008 Salı

Neden alevi bir Hacıbektaş -ı Veli olmak istemez?

Neden alevi bir Hacıbektaş -ı Veli olmak istemez?

Bir soydan gelmek ayrıcalıklı mıdır? Ayrımcılığa karşı olan bir inanç içinde ayrımcılık olur mu?

Babai isyanı olarak tarihe not düşülen büyük alevi soykırımında Baba İlyas (İshak) hiçbir zaman kendine zulüm eden ile masa oturmamış, ona benzemeye çalışmamıştır. O soykırım boyunca duruşunu bozmamış, ölüm yolunda inananlara hiç ihanet etmemiştir. O bir liderdi, savaşın en ön safhasında yer aldı, kendine inanlar ile aynı yolda düşmüştür. Hacıbektaş o isyanın bir tanığıdır, isyan sonrası gidip Konya hükümeti ile pazarlığa oturmamıştır, ocağı küller üzerinde yaşatmak için mücadele etmiştir, kardeşi Menteşe o isyan denen soykırımda toprağa kucaklamış olduğunu unutmadı. Hacıbektaş’ı bugün kendilerine göre yorumlayanlar, onun Baba İlyas’ın yanından onun düşün evladı olduğunu unutturmaya çalışırlar. Bir önderin evladı bilir ki, önünde yürüdüğü halka ihanet etmez, onları aydınlığa temiz eller ile ulaştırmak için mücadele eder. Ellerini kirletmez.

Baba İshak bir halk önderidir, ona karşı saldırı karşısında her duyan olduğu yerde direnişe geçmiştir. O günden beridir Aleviler ulaşılması güç, elde edilmesi zor yerleri mekan seçmiştir ve orada yaşamıştır. Topraklar kan ile sulanmış, dereler renk değiştirmiştir. O tarihin izlerini taşıyanların torunları bugün ayrıcalık istemiyor, bugün haklarını isterken başları dik, yürekleri insan sevgisi ile doludur.

Şah Kulu, Bozoklu Celal, Sülünoğlu, Begçe Bey, Veli Halife, Kalender Çelebi İsyanları, Pir Sultan Olayı ve Şeyh Bedrettin Olayı… Alevilerin ortak seslerini duyurma mücadelesidir. Ayaklanmalarda Aleviler komşu köylerine saldırmamıştır, sürekli savunma konumunda olmuşlardır. Onlar ölmeyi ve öldürmeyi kutsamazlar, çünkü ‘okunacak en büyük kitap insandır’ diyenlerdir. Okunacak şeyi yakmazlar, okumak için özen ile dokunurlar ve anlamaya çalışırlar.

Aleviler, son yüzyılda göçün sonunda şehirlerde buluşmuştur. Önceleri kimliklerini saklayarak ve ürkek olarak geldikleri şehirlerde, zaamn ile o ürkekliklerini yenmişler ve kendi kimlikleri ile yaşamaya başlamışlardır. Çünkü azımsanacak sayıda azınlık olmadıklarını görmüşlerdir. Onlar, bugüne kadar kabul edilmeyen inançlarını özgürce yaşamak için bir araya gelmişlerdir. Geldiklerinde gördükleri ile şaşırıp kalmışlardır, çünkü eskiden köylerinde özgürce yaptıkları ibadetlerinde yöresel farklılıklar vardı. İlk zamanlarda ibadetleri için köylere gidenler, zaman içinde köylere gitmez olmuştur. Cem artık şehirde kurulmalıdır, evleri de açılmalıdır. Açılmıştır da. Alevi isminin yasak olduğu süreç aşılmıştır. Alevi ismi ile dernek kurmak artık yasak değildir. Aleviler kendi açık kimlikleri ile şehirde bir araya gelmiştir. Bir araya gelen bu heterojen topluluk değişik sorunları içinde yaşayarak çözmeye doğru gitmiştir. Farklılıklar zenginliktir diyerek, temel olanlarda birleşmiştir. Cem evleri şehir yaşamın birleşme noktasıdır aleviler için. Çünkü onların özgüce ibadet edecekleri yerlerdir. Kendileri üzerine yapılan asimilasyona karşı bir duruştur.

Aleviler gerçek laiklik istemekteler, ayrımcılığa ve ret etmeye karşı seslerini duyurmak için Ankara’ya yürümüş ve orada seslerini duyurmuştur. Alevi önderleri ile birlikte, Baba İshak oradadır, Menteşe oradadır, Hacıbektaş orada, Pir Sultan, Şeyh Bedrettin ve yoldaşları da oradadır. Orada olmayanlar ise Hızır paşa rolündedirler!

Önder olan, düşmanı ile anlaşarak ona benzemek istemez. Baba İshak, Hacıbektaş, Pir Sultan, Şeyh Bedrettin, Börtlüce Mustafa, Torlak Kemal onlar arkasından yürüyenlere ihanet etmediler. Onlar hep önde yürüdüler, damarlarında taşıdıkları kandan güç almadılar, bilgilerinden, yüreklerinden, kulaklarına fısıldanan sözden aldılar. Çünkü onlar insan okudular.

Bugün postalarından aldıkları mirası, halkın üzerinde bir güç olarak kullananlar, kendi çıkarlarını halkın çıkarı üzerinde görenler, halkı cahil olarak görüp, onları küçümseyenler, Sivas’ta canlarımızı küller içinde bırakanlar ile aynı safta duranlar, hangi gerekçe olursa olsun alevi büyüğü ve bilgini olabilir mi?

Onlar postlarından aldıkları güç ile lider olabilirler mi? Şehirleşen Alevilik birbiri ile kaynaşarak elbette zaman içinde homojenleşecektir. Bu süreç içinde sadece dedelerinden aldıkları miras nedeniyle bazı insanlar ayrıcalıklı mı olacak? Bu ayrıcalıklarını Diyanet İşleri gibi bir asimilasyon kurumundan maaş almak için her türlü özveriyi gösterenler, gerçek anlamda Alevileri temsil edebilir mi?

“Bizim politikamız Sünniliğin Aleviliği, Aleviliğin Sünniliği tanıması esasına dayanır." diyen biri bilmek zorundadır ki, aleviler suniler ile hiçbir zaman sorunları olmamıştır, suni devletin Aleviler ile sorunu olmuştur. Alevileri sapkın inanç olarak gören suni devlettir. Zaten asimilasyon eğitimi ile aleviler, suniliği bir suni kadar bilmektedir. Bilmesi gerekenler karşı taraftır. Aleviliği tanıyabilmeleri için de Cem Evlerini resmen tanımak ve kendisini geliştirmek için olanak verilmesi zorunludur. Bu da ancak ve ancak gerçek laik bir devlet ile mümkündür. Birkaç alevi dedesine maaş vererek, Diyanet İşleri Başkanlığında memur statüsü vererek olmaz.

“Ben Yunus, Mevlana olmak istiyorum, niçin Muaviye olayım?" diyen biri neden Hacıbektaş Baba İshak olmak istemez? Neden Aleviler adına söz söylemeye devam eder? Üstelik ezberi bozuyor diyerek şeriatçı bir gazeteye baş haber olur! Henüz Sivas külleri yanarken, Sivas’ta ölenleri alevi suni diyerek ayırır, rakamlarla kaç alevi, kaç suni olduğunu söyler, bu söylem alevi söyleminde var mıdır? Hani yetmiş iki millet birdir bizim gözümüzde? Hani ayrımcılığa karşıydı? Alevi işadamları ile kurduğu birlik ile Alevilerin içine bir hançer gibi durmaktadır, bu hançer hep duracak mı? Bu tarihin inkarı değil midir? Aleviler tarihlerini inkar mı edecek, yoksa hançeri söküp atacak mı içlerinden?

Alevi önderleri Mevlana değil, Hacıbektaş olmayı seçmelidir. Başkentte oturan değil, halkın dertleri ile uğraşan ve onlara çözüm yolları gösteren gerçek nefes sahibi erenler olmalıdır.

16 Kasım 2008 Pazar

Standart tüketim…

Standart tüketim…

Teknoloji gelişimin sonucunda günlük tükettiğimiz yiyeceklerinde biçimi/ içeriği bozuldu. Bir standart yaratıldı. Her ülkede gördüğümüz Mc Donald’s mağazaları bir standardın günlük yaşama girmesidir. Sadece orası mı?

Standart biçim ve içerik arayışları insanlık tarihi içinde hep olmuştur. Tüketim çılgınlığı içinde bu standartlaşma, markaların günlük yaşamımıza girmesi ile kalıcı olmuştur. Marka demek, standart olmak demektir. Her ürün bir kalitededir. Markalar yaşamın her alanı için geçerlidir. Göz ameliyatlarında bile bir standartlık vardır, bantta giden bir mal gibi hastalar aynı biçimde lazer ameliyatından geçebilmektedir. Hastanelere standart numaralar verilmeye başlandı, tıpkı plajlara mavi bayrak asmak gibi!

Yaşamımız içinde tüketim kaçınılmazdır, standart ürünlerin ortaya çıkması ile tüketim çılgınlığı / hastalığı içinde olduğumuz düşünüyorum, çünkü bizler tüketeceklerimizden fazlasını tüketmeye başladık. Eskiden birkaç kıyafet ile kışı geçirirken, şimdi evin içi değişik markalardan oluşan kaliteli ve standart ürünler ile doludur. Kimse artık düşünmez, vücuda tam oturan terzilerin özenli olarak göz nurunu. Gerçekten terziler neden toplu üretim alanlarında çalışmak zorunda kaldı, düşüneniz oldu mu? Çünkü sanayi devrimin en büyük lokomotifi tekstil sektörüydü! İlk standartlaşma orada başladı!

Gereğinden fazla tüketmek, elbette gereğinden fazla üretme ile mümkün olacaktır. Bir standart içinde ürününüzü verirken, onunda alt yapısını oluşturmanız gereklidir. Tüketim toplumunu biçimlendiren araçlar vardır, bunların en büyüğü reklamlardır ve globalizmdir. Çünkü her şehirde aynı ürünleri, aynı kalitede almayı anlamak gereklidir. Globalizm; her ürünü gittiğin her yerde görmek anlamına gelir, o yöresel güzelliklerin yok olmasıdır!

Son okuduğum bilimsel çalışmalar ile bir gerçeklik ile de karşılaştım. Bilimsel çalışmalarda insanın tüketim alışkanlıklarını bozan ve değiştiren özelliği vardır. O yüzden bilimsel çalışmaların amaçları kesinlikle hep sorgulanmalıdır, çünkü bazı araştırmalar piyasa içindir ve piyasaya tersi kanıtlanmadığı sürece doğru kabul edildiğinden, yaşamı kökten değiştirebilmektedir. Bilimsel çalışmalar en iyi reklam aracı konuma düşmüştür. Büyük hastanelerin ünlü doktorları bilimsel reçeteleri açıklamaları bu çalışmanın bir sonucudur. Okuduğum bilimsel habere göre, ineklerin cinsiyeti önceden belirlenerek üremelerini sağlamak. Bu sayede tükettiğimiz hamburgerin fiyatında ucuzluk olacağı kabul edilmektedir. Tavukları çiftlik yaşamı içinde standart olarak tüketen biz insanlar, şimdi inekleri de bir standart olarak üretip, kısa zamanda verim almaya başlayacağız. İneklerin üremeleri için köylerde yapılan çiftleşme törenleri hiç duyanınız oldu mu? Artık belgesel programlarında bile göremezsiniz! Standart ürün elde etmek için bilimsel temeller yapılan üretimler, sağlığımızı ne kadar bozduğu bugün çocuklara bakarak görebilirsiniz, çünkü çocuklar gereğinden fazla uzun ve yapılı konumdalar. Şişmanlık bir çağdaş hastalık olarak evreni kuşattığına göre, tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamamız gerekmektedir. Bu şişmanlık acaba kimlerin kasalarını doldurmaktadır?

Teknolojinin gelişimi, insanlık açısından iyi olduğunu düşüneniz vardır, bende o konuda hem fikirim, fakat teknolojik gelişimin insanlığın gelişimine ne kadar katkı yapıyorsa da insanı bozan, doğayı yok eden bir duruma geldiğini düşünmekteyim. Bilimsel olanların sorgulanması gereklidir. Standart arayacağız diyerek geçmişin bütün birikimlerini, güzelliklerinin üzerini çizmek zorunda değiliz. Bütün şehirlerde aynı mağazayı ve aynı tadı almak zorunda değiliz. Her ülke ve coğrafya kendisine ait tadı ve rengi olmasına devam etmelidir. Mc Donald’s ve benzerleri her ülkede aynı kalitede ürün verecek diyerek, doğada olan canlıların üremesine karışıp, onları daha ucuza ve verimli kullanmak amacıyla doğal olanı bozup, kendi amaçlarımız amacıyla üretmek ve standart yaratmak gelecek için tehlikelidir. İnsan bilinçli tüketicidir denirdi eskiden, şimdi insan; ucuz ve kaliteyi tüketen konuma doğru değişmektedir, fakat ucuz ve kalite standardın yaşamdan neyi kopardığını düşünecek kadar bilinçli değildir.