19 Ocak 2009 Pazartesi

19 Ocakta ne olmuştu?

19 Ocakta ne olmuştu?

Soru kafamızın içine düştüğünde cevabını arama macerası da yola düşer. 19 Ocakta Ermeni asıllı olan, sosyalist bir yazarın suikast sonucu öldürülmesidir. Azınlıkların sorunlarını çoğunluğun dilini kullanarak tartışmak ve demokrasimizi geliştirmesi yönünde adımlar atmak olarak tanımladığı yaşamında, 19 Ocak günü susturulmak istendi.

Hrant öldürüldü, binlercesi sokaklarda yeniden doğduğunu kanıtladı.

Ülkemizin sorunları keskindir ama üzerine çoğunluk konuşmak istemez! Genelde sorunları ya görmezden gelinir, ya da bulunduğu zemin altına görülmeyecek şekilde süpürmeye çalışılır. Tarih bilgimiz o yüzden önemsenmez, hep gelecek konusunda konuşulur.

O anda yaşadıklarımız geçmişin birikimi ve yakıcılığı önemsenmez. Bir çöp alanında çıkan gazlardan oluşan büyük bir patlama duyarız, belki yüzlerce insan ölür ve bizler bu olayı bile çöp patladı diye algılarız. O çöpün etrafında oluşan ya da oluşturulan gecekonduları düşünmeyiz. O çöpün oraya neden toplandığını sorgulamayız. Bir iki gün çöpü katil olarak görür ve unuturuz. Sorunumuzu unutarak geçiştiririz. Bayrampaşa’da patlamada ölenlerin katili olarak kimi görüyoruz? Kaç gün geçti üzerinden?

Her ölüm unuttuklarımızın aslında unutmadığımızın göstergesidir.

Hrant öldürüldü, arkasından ölüm listeleri bulundu, yine ermeni vatandaşları namlunun ucunda gözüküyordu. Sadece ermeni mi? Elbette değil, azınlık olan kim varsa, öteki olan kimse varsa hepsi namlunun ucunda duruyor. Namlunun kabzasındaki el bellidir, unutturmaya çalışan, unutmamız için her türlü ortamı yaratandır.

Hrant öldürüldü ve onu arkadaşları sanki bir Ermeni azizi gibi anmaya başladılar. Hrant Ermeni Hıristiyan aziz değildir, o sosyalisttir. Sosyalist inancına uygun olarak yazılar yazmış, kavgasını vermiştir. Sosyalist dünya görüşüne göre dergi çıkarmış, Ermeni halkının sorunlarını Türkçe olarak yayınladığı AGOS gazetesinde dillendirmiştir. Gazete içinde ermeni cemaatinin bir çok tepkisini çeken yazılarda yazmıştır. Ermeni patriği ile çelişkilere düşmüş, direkt sorunlarını dillendirmeyi seçmiştir. Gördüklerini açık açık ve patadan söylemiştir. Öyle politika yapayım, şuradan kıvırtayım gibi bir art niyeti olmadan. Yurtdışında olan ermeni cemaatleri ile çatışmaktan çekinmemiştir. Sorun varsa ve sorunun olduğu yerde sorun çözülür inancını hep korumuştur. Bu ülkede Ermeni doğmak suç olmadığını ve bu ülkede yaşadığı sürece de herkes gibi sevebileceğini göstermiştir.

Ermeni doğmak ayrıcalık değildir, fakat Ermenilere karşı bakış bu ayrıcalığı doğumdan hemen sonra başladığını hisseder. Çünkü Ermeniler bu topraklardan zorla koparılan bir halk olarak tarih sayfalarında durur. Unutturulmaya çalışılsa da onlar oradadır. Sıraya dizilmiş, çöllerin sıcağına doğru yol alan o fotoğraflar tarih sayfalarında durmaktadır. Sadece cephe arkası olarak ileri sürülen sürgün, aslında cephe arkası olmadığı Anadolu topraklarının en batı kesiminden de götürüldükleri tarih sayfaları içinde yerlerini almıştır. İki şehrin Ermenileri bu büyük sürgünden kurtulmuşlardır ama yıllar süren büyük bir korku bulutu altında da yaşmak o sürgüne gidenlerden daha büyük acıları içlerinde yaşamış olduklarını kim farkına varabilir?

Sizler, kaybolanlar için oluşturulan başvuru merkezlerine gittiniz mi? Onlar için yapılmış sitelerde, onlar için oluşturulmuş kurumlara adımınızı attınız mı? Sizler, hiç yakını kaybetmiş, kimsizler yurdunda büyümüş bir insanın acısını hissetiniz mi?

Ermeniler ve kaybolanların acıları tarih sayalarında durmuyor, yaşamaya devam ediyor.

Bir yerde kayıp vatandaş varsa, orada acı kendisini yeniden büyütür ve dünyayı sarar!

Hrant Dink anmalarına bakıyorum, mumlar yanıyor, onun adına türküler okunuyor, sanki bir ayinde okunan ses tonu ile. Hrant bir aziz değildir, o sosyalisttir ve bu ülkenin aydınıdır. O acıları seslendirmiş ve acılar son bulsun diyen çığlığını sonsuzluğa bırakmış bir aydındır.

Onun dostları, arkadaşları onu bir sosyalisti anar gibi anmalıdır. O bu ülkenin insanı ve tarihi olarak görmelidir.

Ermeni doğmak ayrıcalık değildir, kimse doğumunda hangi ulusa ait olacağını seçemez. Ayrımcılık doğumdan sonra başlar. Bizler, bir arada yaşamı savunan insanlar olarak, her türlü ayrımcılığa karşı olmalıyız. Karşımızdakini olduğu gibi kabul ederek, onu kendi gerçekliği içinde değerlendirmeliyiz.

Nazım’ı komünist kimlikten soyutlamak istemeleri gibi, kişileri siyasi kimliklerinden soyutlayarak sahip çıkmak ne anlama geldiğini yaşayarak bilmekteyiz.

Nazım komünisttir, memleket sevdalısıdır.

Hrant sosyalisttir ve memleket sevdalısıdır.

Memleket sevdalıları namlunun ucunda yaşamıştır, Nazım, Kıvılcımlı, Sabahattin Ali, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan…. Binlerce memleket sevdalıları bu ülkede namlunun ucunda toprağa düştüler ama binlerce memleket sevdalıları bu ülkede yaşamaya devam ediyorlar, binlerce Hrant, Mahir, Nazım olarak.

19 Ocakta ne olmuştu sorusu soruldun mu, cevap için artık ilk adımı atmış oluyorsun!

18 Ocak 2009 Pazar

Aday adayları ne yazık ki parti başkanın ağzına bakıyorlar!

Aday adayları ne yazık ki parti başkanın ağzına bakıyorlar!

Yerel yönetimler seçimleri yaklaşırken aday adayları da kendilerini açıkladılar ama esas açıklama parti genel başkanından gelendir. Partinin belirlediği adaylar seçimlere katılmaya hak görülüyor, yoksa adayların kendilerini açıklamaları o kadar bu koşullarda önemli değildir.

Adaylar kendilerini açıkladılar ama adayları açıklayacak genel başkanın gözüne girebilmesi içinde bir çok yeteneğinin ve başarılarının olması şarttır! En büyük başarı bence başkanın yakın çevresine sızmak ve onun aracılığı ile başkan ile birkaç etkinliğe katılmaktır. Bu sayede oluşacak parti içindeki kamuoyu sayesinde aday adayı olanın adaylığa bir adım daha yakınlaşması anlamına gelmektedir.

Ülkemizin her noktası değerlidir ve önemlidir, hiç birini diğerinden ayıramayız. Yerel seçimler her bir noktaya hizmet götüreceklerin seçilmesi demektir. O yüzden her aday enine boyuna araştırılmalıdır ve adaylar desteklenirken hizmet verebilecekler seçilmelidir. Kısaca kişinin sözüne, giydiği elbisesine ve çevresine verdiği imajına bakmamak gereklidir. Geçmişinde yaptığı işlere bakmalıdır. Yerel yönetimde neler yapmış, sosyal mi, hangi toplumsal olayda rol almış, gelecek için projeleri var mıdır?

Yerel yönetimleri genel seçimlerden ayıran en büyük özellik, hizmet vereceklerin temsilci olarak değil, direkt seçimidir. Demokraside en önemli olan şey hizmet verecek kişiye güven duygusu verilmesidir. Aday kendisini aday olarak ilan etmesi önemli değildir. Adayı, kendi aday olarak görmek ve onu desteklemek önemlidir, çünkü nasıl bir gelecek istediğine dair bir tercihtir. Tercihlerimiz; sosyal, adaletli, sokakların engellilere göre düzenlenmesi, onlar için ve çocuklar için özgür olmasıdır. Hizmeti sadaka ya da rüşvet olarak alma yerine, hakkın olduğun için alacağın bir yerel yönetimdir. Bir sorunun olduğunda, sorunu direkt ulaştırabileceğin, kapısını çaldığında konuşabileceğin bir yönetim ve yöneticidir. Karar mekanizmasında danışılan biri olabileceğin bir anlayıştır. Her bireyi ilgilendiren kararlarda referandum yapmaktan çekinmeyen bir anlayıştır. Siyasi görüş ayırım yapmayan, partizanlığa son veren anlayışın hakim olacağı bir düzendir. Hizmet veren firmalar için yapılan ihaleler, kamuoyu önünde ve denetime açık olacağı bir anlayışın yerleşeceği yerel yönetim istemek en doğal hakkımızdır.

Uzun süredir tanıdığım ve geçmişi, duruşu ile örnek bir insan olan Avukat Ali Yıldırım Ankara Çankaya’dan CHP’den aday adaylığını koymuş olduğunu basın aracılığı ile duydum. Ali Yıldırım, diğer adaylardan farklı olarak nasıl bir belediyecilik anlayışı içinde bu göreve talip olduğunu yazdığı yazılar ve afişler ile seçmene duyurmuştur. Aynı yerden aday adayı olan yine dost ve gazeteci Yüksel Işık ismi öne çıkmaktadır. İki güzel insan aynı yerden aynı görev için aday olması benim için şaşırtıcı olmuştur… Bu iki değerli insan Çankaya’da yaşayanlara hizmet için aday olmuştur. Kırşehir’den CHP’den Yıldırım Kaya aday olmuştur. DSP’den Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığına Prof.Dr Yılmaz Büyükerşen aday olmuştur. Ankara Büyükşehir’den aday bellidir. İstanbul aday adaylar bellidir, Ercan Karakaş ne yaptığı ve ne yapabileceği belli olan dürüst bir politikacıdır, İstanbul’a Karakaş yeni bir yön verebilir diye düşünüyorum. Kim hizmet verebilecekse onu seçin, yerel seçimler hizmet veren adayların desteklendiği bir seçim olmalıdır. DSP Adayı Üsküdar Belediye başkan adayı Levent Kırca desteklenmedir. O sanatçı kimliği ile Üsküdar’a yeni bir kimlik kazandırabilir. O yüzden kim hizmet vermeye adaysa onu seçin. AKP korkusuna kapılmadan, kötünün iyisi diye oy veremeyin. O düşünce ile verdiğinizde sonuç ortadadır. Parti ayrımı yapmadan, laik, çağdaş, demokrat ve hizmet verirken ayrımcılık yapmayanı seçin. Aklıma gelenleri yazdım, bağımsız adaylardan da olabilir, çatı partisinden de olabilir, kim hizmet vereceğine güveniyorsanız onu seçin. Liste yapmaya kalkarsak bu yazının sonu gelmez, umarım seçimlerde hizmet verebilecekler seçilir.

Aday adaylarını, aday olarak belirleyen yine parti başkanı olacaktır. Ne yazık ki, bizler parti başkanına adayımızın yanında olduğunu belirtmek ile yükümlüyüz. Bunu sözlü olarak değil de, sandık başında seçime gidecekleri oylarımız ile belirlemiş olsaydık. Parti başkanın açıklamasını beklemiş olmasaydık. Adayı seçim kurulu şeffaf bir şekilde oyların sayımı sonucunda açıklamış olsaydı.

Demokrasilerde seçmen aday adaylık sürecinde kendi adayını seçer ve değişik görüşteki adaylar ve partiler seçim sürecinde kendi seçmeni ve projeler ile karasız seçmeni kendi yanına çekmek için mücadele edebilirdi. Demokrasimiz ne yazık ki çağdaş demokrasilerde olduğu gibi değildir, eksik yönleri sayesinde çağdaş ve medeni ülkeler seviyesinden çok uzağız. Umarım bir gün parti başkanlarının belirlediği adaylar değil de, seçmenin belirlediği adaylar kendi aralarında hizmet için yarışırlar.