4 Nisan 2009 Cumartesi

Adana’da neler oluyor?

Adana’da neler oluyor?

Adana’da seçim sonrası başlayan tartışma, eski kirli çamaşırların ortaya serilmesi ile devam ediyor. AKP eski belediye başkanı, şimdi ki MHP belediye başkanı Durak’ın nasıl başkanlığı bu kadar uzun süreli elinde bulundurduğunu anlatan trajik komik bir öyküyü, AKP medyası sayesinde izliyoruz.

Burada olanlar büyükşehir gibi bütçesi büyük belediyeler ve küçük bütçeli belediyeler içinde geçerlidir. İktidarda kalmak bu kadar önemli olmasının tek bir nedeni vardır, o da bütçenin kullanımıdır. Bu bütçeleri nasıl kullandıkları ise açık değildir, çünkü o kadar karmaşık ilişkiler ve uygulamalar var ki, bu yasalar içinde kanıtlamak zordur. İslam yasası içinde zinayı kanıtlamak ne kadar zor ise, belediyelerin bütçelerinin kullanımındaki ayrımcılığı kanıtlamak o kadar zordur. Sadece hissederiz!

Seçimler söz konusu olunca, seçimlerin sadece görüntüsel olduğunu, asıl seçimin kimler tarafından yapıldığını yakılmış oy pusulaları daha iyi anlatır. Sandığa atılan oy normalde bellidir, kimler oy kullandığı da bellidir, fakat çıkan sonuç kontrol edilmesi zordur, çünkü kimin hangi partiye oy attığı bilinmemektedir. İşte bu bilinmezlik durumu oyların renginin değişimine sebep olmaktadır.

Seçimler gündeme geldikten sonra, AKP taraftarı gazeteler hep bir ağızdan belirli bir propagandayı yapmıştır. Bunların içinde en dikkate değen yakın zamanda el değiştiren Sabah ve ATV olmuştur. Her iki medya taraflı haberleri yanında, taraftar sorular ile okuyucusu ve izleyicisini yönlendirmiştir. Basın tarafsız değil, taraf olduğunu açık açık ilan etmiştir. Bu açıklık, o kadar çıplak olarak sokaklara dağılmıştır ki, yandaş aday belediye başkanları sokaklarda dağıttırmıştır. Sokaklarda dağılan gazetelere, belediyeye ait yerlerde seyredilen kanallara bakılırsa, hangi yayın organı yandaş olduğu açık olarak kendisini gösterir. Kısaca diyet ödenmiştir ve ödenmeye de devam edilmektedir.

Seçim yasaklarının başlamadan önce, başbakan bir fabrika açmıştır. O fabrikanın sahibi gözlerden kaçtı sanırım, yeni bir medya grubunun sahibine aittir. Burnunda çiçek taşıyan ve farklı bir gazete olduğunu belirterek yaşam alanına giren, Haber Türk gazetesinin sahibi olan Ciner grubuna ait olan bir fabrikanın açılması ve sonucu ortadadır. Bizler sadece hissetmekle kalırız olayları, kanıtlayamayız aralarındaki konuşmaları. Fakat yayın politikasına bakılırsa, kimlere karşı sesini yükselttiğine bakarak bir şeyleri kavramaya çalışırız. Yandaş olmak demek, illa açı açık desteklemek anlamına gelmez, gazetelerde ve dizilerde yapılan gizli reklam gibidir. Ve bizim ülkemizde medya bu gizli yönetmeleri çok iyi öğrenmiş ve uygulamaktadır.

Seçimler başka bir gerçekliği tüm çıplaklığı ile sermiştir. Bir seçmen Diyarbakır’da DTP’li, İstanbul’da AKP’li olduğunu çıplak olarak göstermiştir. Konya Cihanbeyli kasabasına bakın, orada da çok ilginç sonuç ile karşılaşırsınız. Orta Anadolu’da Kürt sanatçıların verdiği konserlere on binler katılmaktadır. Fakat seçim sonucunda sandıktan Kürtleri temsil ettiğini iddia eden partiye bir oy bile çıkmamıştır, aksine oralarda MHP oy artırması yapmıştır. Kimlik politikası yaptığı iddia edilen parti, belirli bir coğrafya ile sınırlanmış, sınırı geçince potansiyel seçmeni o partiye oy vermemiştir. Hani genel bir söylem vardır, et ile tırak gibi, şimdi ülkemiz şehirlerinde her kültür kendine yaşam alanı bulmuştur, o yaşam alanında seçmenin tercihleri de değişmektedir. Üstelik kendilerini o yaşam alanında saklamamaktadırlar. Kendilerini gizliyor derse yanılırız, büyük şehirlerde Kürtler açık kimlikleri ile ortadadırlar ve yürüyüşlere kendi sesleri ile katılmaktadır. Bu seçim bir çok soruyu ortaya bırakmıştır.

CHP Güney ve Doğu Anadolu’da yok denmektedir, peki, aynı soruyu Orta Anadolu diye sorsak, acaba orada var mıdır? Seçim sonuçlarına göre iki il dışında yoktur. Güney’de ne kadar varlık göstermişler ise, Orta’da da aynı şekilde varlık göstermiştir. CHP şimdi bölgesel bir parti mi diye soramadan geçemiyorum, bölgesel olmaz ama kıyı partisi diyebiliriz! Denizi görmeyen ilerde yoklar!

Adana’da neler oluyor diye sormuştuk, Adana’da olan şeyler Türkiye’de olan sıradan şeyler oluyor dersek, acaba haksızlık mı etmiş oluyoruz?

3 Nisan 2009 Cuma

Bir açıklama yapılır…

Bir açıklama yapılır…


Bir ülkenin başbakanı ya da başkanı bir açıklama yapar ve açıklama bir çok hatayı içinde barındırır. Bunun üzerine açıklama yapana yakın görüşteki medya çalışanları, o hatanın bilinçli olarak yapıldığını düşünür ve hemen o açıklamadan ne anlatılmak istendiği kamuoyuna açıklanır. Aslında başkan yanlış söylemedi ama siz yanlış anladınız demek ister!

Düz bir okuma ile mantık hatalarını görürsünüz, tıpkı kutsal kitaplarda olduğu gibi. Fakat o hatalar bir mucizeyi anlatıyor diye düşünülür ve ona göre yorumlanır. Tesadüfi gelen rakamlara verilen anlamlar, yine tesadüfi olarak bir kelimeden binlerce anlam çıkarılmaya zorlanılır ve hatta o kadar anlamlar yüklenilir ki, bir çok doğru ortaya çıkar ve her doğru kendi doğrultusunda yürür. O yüzden, bir dinin yüzlerce yolu vardır, yani tarikatları olması doğaldır. Her tarikat, kendi doğrularını ve anlayışlarını anlatır ve her tarikat yine bir doğruyu o kutsal kitaptan bulur. O doğrular tartışılmaz ve sonsuz itikat gereklidir.

Bir ülkenin seçilmiş ya da seçilmemiş başkanı bir açıklama yapar ve onun yolunu kendi yolu olarak görenler, o açıklamadan bir çok anlam çıkardırlar ve kamuoyuna sunarlar. Ondan dolayı, iktidar yanında yer alan basın sayısı fazladır. Her basın, kendi doğrularını kamuoyuna aktarır ve kendi okuru tarafından tartışılmaz doğru olarak kabul edilir. Ondan sonra yapılacak yorumlar işte, o yorumlar temel alınarak yapılır. Bugün basında yorumun yorumu yapılması kadar doğal bir şey yoktur. Orijinal söylemden çoktan uzaklaşıldığı, hatta yok sayıldığı bile görülür.

Karikatür sanatı içinde daha çıplak görülür. Bir politikacının karikatürü çizilir, o çizilen karikatüre bakarak diğer karikatüristler çizim yapar, sonuçta orijinal olandan daha sevimli ya da sevimsiz bir tip çıkar. Sevimli çizimler genelde yalaka basında olur. Karikatürlere bakarak bir sözün ne kadar anlamlar yüklendiğine şahit olursunuz. Burada amaç iktidar sahibinin otoritesinin daha güçlendirilmesidir. Eğer bir adam üzerine çok yazı yazılır ve söylenir ise, ona yüklenen anlamlarda o kadar çoğalır ve ne kadar çok anlam yüklenirse, o kadar kutsal bir kişilik olarak görülür. O yüzden iktidarı elinde bulunduranlar sürekli medya önünde olmak isterler, onlar bilirler ki, medya önünde ne kadar çok olursa o kadar az tartışılır!

İktidarda olmak demek, yönettiği kesimi mutlak itaate zorlamak demektir. Mutlak itaat ise, o kişilerin başka şeyler düşünmelerini engellemek, başka yaşamların görmelerini ve hissetmelerini ortadan kaldırmaktır. O yüzden, kapalı toplumlarda dikta rejimlerin olması şaşırtıcı değildir. Kapalı toplumda mantık ile hareket edilmez, duygu ile dünyaya bakılır. Duygunun ise yönlendirilmesi ve gerektiğinde silaha dönüştürülmesi insanlık tarihi içinde çok görülmüştür. Kitlesel katliamlar ve soykırımlar bunların sonucunda olmuştur.

Başbakan bir açıklama yapar, der ki; teğet geçti bütün krizler bizi. Yaşanlar bilir ki, teğet değil, deldi de geçti! Hatta geçmedi, hala kıvır kıvır kıvırmaya devam ediyor! Fakat yandaş medya hiçbir şey yokmuş gibi, son üretilen lüks daireler ve arabaların nasıl kapış kapış gittiğini anlatan haberler yaparlar. Hatta bazıları, bu sorunlara hiç değinmez ve son yüzyılın veya tarihimizin ilk soruşturması diye bir davayı gündeme alarak, sürekli gündem değiştirilir. Orada yargılananların ceza almış olması bizim sorunlarımızı sanki ortadan kaldıracak, ülke güllük gülistanlık olacakmış gibi sunulur. Ve saf saf vatandaşlara denir ki, bu sorunlar çözülürse, ülke eskisi gibi hiçbir zaman olmayacak! Evet, hiçbir zamana eskisi gibi olmadı, olamayacakta, çünkü yaşanalar bir daha yaşanmamıştır. Birkaç eski suçlunun ceza alması küçümsenmez, en azından gelecekte yapacaklar için bir gözdağı olur ama hiçbir zaman geçmiş ile gerçek anlamda yüz yüze gelinmeyecektir, çünkü devlet sırları hep kendisini bir noktada gösterecektir. ‘Bu vatan için kurşun atan kahramandır ve devlet sırrıdır.’ Eğer sırlar ortaya yayılırsa, ki onu ancak büyük birader istediğinde yayılır, yerine yeni sırların alacağı kaçınılmazdır.

Devletin üst kademesinden biri açıklama yapar ve açılama yalanlanamayacak kadar açık ve net ise, o zaman o açıklama yok sayılır ve yalanlanır. Bunu da yandaş medya en iyi şekilde yapar, eğer yandaş medya güvenirliğini yitirmiş ise, o zaman başka yol bulunur ve tehdit ile güvenilir olduğuna inanılan medyada açıklama yapılır. Bu sayede hem siyasetçi güvenirliğini korumuş olur, hem de siyaset temize çıkmış olur. O yüzden siyasiler bir şey açıklama yaptıklarında her cümle özen ile seçilir ve her kelimeye başka anlamlar yüklenecek şekilde cümleler kurulur. Bu cümleler mantık hatalarını kapsaması önemlidir, çünkü gerektiğinde her kelime üzerine oynanarak anlam yüklenebilir. Ondan dolayı iktidar başında olanların açıklamaları hep çelişkiler içindedir.

Bizde bir atasözü vardır, ‘delinin biri kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkarmamış!’ Acaba, bu söz bugün için mi söylenmiş? Bu anlattıklarım dünyanın herhangi bir ülkesi içinde geçerlidir, hemen özel anlamlar yüklemeyin lütfen!

NATO’ya hayır!

NATO’ya hayır!

Bugünler de iki ülke 27 ve 28. üye olarak NATO zirvesine katılacakmış. Onlar o katılım anlaşmasını imzalarken, dışarıda da protestolar olacaktır.

NATO ülkemize mutluluk değil, acıyı getirmiştir. NATO üyesi olan ülkemizde Gladio örgütlenmesi henüz çözülmüş ve sorgulanmış değildir.

NATO, bize ne kazandırmıştır? Bugünkü koşullara bakarak rahat olarak söyleyebiliriz, NATO ülkemizde köklü bir sol düşmanlığı yaratmış, halkalar arasında düşmanlığı körüklemiştir. NATO’ya üye olmak için Kore savaşında yer almış ve binlerce evladımızı orada bırakmak zorunda kalmışız. Bütün bu ölümler, bugünkü güvensiz ortam için mi? Bugün korku cumhuriyetinde yaşıyorsak eğer, bunun tek sorumlusu vardır, NATO!

NATO, sadece ülkemiz içinde değil, komşularımız arasında da düşmanlığı körüklemiştir. Komşularımız ile sorunlar yaşıyorsak bunun bir tek sorumlusu vardır! NATO!

Devletin organlarının yurt dışından kontrol mekanizmasını yaratan ve sistemli bir darbeci yapıya kavuşmamızın bir tek sebebi vardır, NATO üyeliğidir!

NATO’nun varlık sebebi olan kutuplaşma yok olmuş olmasına rağmen, eski doğu bloğundaki ülkeleri arasına alarak, NATO neden vardır ve kime karşı örgütlenmektedir?

NATO’ya üye olmak için Kore dağlarında bırakılan sigara ve orada dökülen kanlar bizimdir. Bugün ülkemiz içinde toprağı sulayan kanlar bizimdir. Kanın toprağı sulanması istenmiyorsa eğer, NATO’ya HAYIR!

NATO’nun yaratmış olduğu GLADİO (Kontrgerilla) örgütlenmesi dağıtılsın! Dağıtılabilmesi için, NATO üyeliğinden çıkmamız gerekmektedir, çünkü NATO gerek gördüğü yapılanmayı korumaya ve yaşatmaya devam etmektedir. Bugün Ergenekon davası altında yapılan soruşturmada, hala aktif olarak çalışan kontrgerilla örgütlenmesine ve yapılanmasına dokunulmamıştır. O yüzden bugünkü dava Susurluk davasından geridir. Çünkü susurluk davası görev başındakilerini sorgulamak istiyordu, başaramadı. Başarmamamsının arkasında en büyük güç NATO’dur. Eğer NATO istemiş olsaydı bugün Gladio sorunu ve sonuçları ile uğraşır olmazdık.

NATO, ülkemizdeki demokrasisinin çelişkiler ve çarpıklıklar ile oluşmasının tek sorumlusudur, çünkü NATO istemiş olsaydı darbeler ile demokrasimiz kesintiye uğratılmazdı, 12 Eylül anayasası hala yürürlükte olmazdı.

Bugün ülkemizin içinde demokrasi mücadelesi yapılıyorsa eğer, NATO’nun bize giydirmiş olduğu elbise yüzündedir. Bizler, NATO’nun bize giydirdiği elbiseyi kullanmak istemiyorsak, gerçek demokrasi ve özgürlük istiyorsak, o zaman sesimizi yükseltelim ve NATO’ya hayır diyelim…

29 Mart 2009 Pazar

Kriz ortamı!

Kriz ortamı!

Kriz ortamı içinde iş arayanları bekleyen en büyük tehlike, iş mektuplarının çöpe atılmasıdır. Büyük umutlar ile yazılan mektupların amacına dahi ulaşmadan çöp kutusuna gitmesidir. Umut ile cevap bekleyenler ise umutlarını Godot’u bekler gibi bekleyenlere döndermiştir. Hiç gelmeyecek olana yönelik umut, büyük hayal kırıklıklarını ve gelecek için yapılacak olan enerjinin tükenmesidir.

Kriz ortamı içinde yaşayanların enerjileri tükenmiştir. Tükenen sadece enerji değil, umutlardır. Umudu olmayanın bu dünyada beklentisi de olmaz. Umudun yaratılması için kişinin yapabileceği fazla bir şey yoktur, çünkü o güne kadar kişi, görev adamı olarak yaşamıştır. Görev verilmiş ve o görevi gerektiği gibi yerine getirmiştir. Bütün görevleri en iyisini yapan birinin, bir gün işinden olması anlaşılır gibi değildir. Verilen her işi titiz olarak yapan vatandaş, bir gün kriz adı verilen büyük bir ekonomik durgunluk ile kapının önünde olmasıdır.

Çalışan insanlar genelde görev adamıdır. Çünkü çalışan insan, o güne kadar verileni yapmıştır ve çalıştığı kurumun ilerlemesi için her türlü özveriyi göstermiştir. Bir gün yaptıklarının anlaşılacağı ve takdir göreceğini düşünür. İş aslanın ağzındadır ve ne görev verilirse onu yapmak ile yükümlüdür. Hiçbir zaman görevini aksatmamış, patronun gözde elemanıdır. Onun sanki bir sırdaşıdır. İşte yaşananlar, işte kalmıştır. Eve iş götürmüş ama evdekilere dahi bir şey söylememiştir. Mutsuz olduğu durumlarda dahi içine atmıştır. Dışarıya sır vermemiştir. Her türlü olumsuz durumu görmemezlikten gelmiştir, örnek bir çalışan olarak, hep önde olmuştur.

Kriz yaşananların yok olmasıdır. Onca yılın birikimin kapı ile ayrılmasıdır. Kapının arkasında olmak ile önünde olmak gibi bir çizgidir. O çizginin hangi tarafında olduğu önemlidir. Önünde olduğunda, sıra beklemek zorundadır, çünkü kapının arkasındaki masa başındaki ile görüşmek için araya adam koymak zorunda olduğunu yaşayarak öğrenecektir. Çünkü yazdığı iş başvuruları, çöpe gittiğini bir telefon konuşmasında öğrenecektir.

İş başvurusu yaptıktan sonra, bir süre beklemiştir ve tecrübeleri ile o işe layık olduğunu düşünmüştür ve işe alınacak en şanslı insan olduğunu peşinen kabul etmiştir. Fakat zaman geçer ve beklediği yanıt gelmemektedir. Eski çalıştığı yerden bilir, iş peşine düşülmeden olmaz. İş başvurusunun peşine düşer ve telefon ile arar. Telefonun arkasından gelen sakin bir ses ile konuşur ve durumunu anlatır. Aynı tek düzeydeki ses, şirketin durumu ve başvurular hakkında bilgi verir. Bu kriz ortamında eskisinden daha çok fazla iş başvurusu geldiğini ve o başvuruları okuyacak elemen bulmak zorunluluğu ortaya çıktığını ama o elemanı alacak ekonomik güç olmadığına göre, başvuruları ilk önce görüntüsel olarak ayırdığını, pulun yapıştırmasına göre, yazının biçimine göre ön eleme yapıldığını anlatır. Hiç içi açılmayan bir çok başvuru mektubu baştan elenir. İçeriği dahi bilinmez. Sonra en az düzeye indirildiğinde, bir kaçının zarfının açıldığı ve ilk cümlelere bakıldığını bildirir. Fotoğrafları genelde yakışıklı ve güzel olanlar tercih edilir, diğerleri elenir. Bu elemeler sonucunda, en aza indiğinde, genç ve maliyeti en düşük olan tercih edilir, çünkü şimdi ne kadar aylık ile çalışmak istediğine ilgili bilgi başvuruda vardır. Eğer bu bilgi yoksa peşinen elenir. Tıpkı ihaleye giren firma gibi başvurular olur. En düşük maliyetli ve en tecrübeli, yakışıklı / güzel biri ile, ön görüşme için randevu yapılır ve çağrılır. Diğerlerine yanıt dahi yazılmaz, çünkü maliyet sorunu vardır. Bütün bunları aşanlar şanslıdır.

Bunların dışında en önemli tercih, birinin başvuran kişiyi o firmaya tavsiye etmesidir. Tavsiye edenin patronlar ile samimiyeti bu aşamada önemlidir. O orana göre kişinin iş başvurusu kabul edilir ve incelenir.

Günümüzde bütün bunları aşarak işe başlayanlar çok şanslıdır ama işe başlayan kendisini kanıtlayabilmek için, hasta dahi olsa rapor almaz, en zor koşullarda olan görevi bile gönüllü kabul eder. Kadın ya da erkeklerin iş yerinde taciz ya da birlikte yaşama tekliflerine açık olması gereklidir. Çünkü iş artık ağızda değil, başka yerdedir. İş için yapılmayacak özveri yoktur. Hükümetin vermiş olduğu her türlü teşviklerden de yararlanır işveren. Yeter ki iş yeri açık kalsın!

Günümüzde iş arayanlar, tecrübelerine göre değil görünümlerine göre tercih edilmesine itiraz etmemeleri kendi çıkarları açısından önemlidir. İşi olanlar, eskisi gibi hak için greve akıllarına bile getiremezler. Daha uzun çalışmaya itiraz etmemeleri gereklidir. İş için görev bekleyen milyonlar artık kapının önünde sıraya girmiş durumdadır. Tanıdık arayanlar da sırada olduğunu unutulmamalıdır.

Kriz ortamı demek, sefaletin ve açlığın daha fazla olması yanında, kimliksizleşmiş insanlarında çoğalmasını getirir. Kimliksizleşen insanların çoğalması yaşam kalitesinin düşmesi ve kriminal olayların artması tesadüfi değildir.

Kriz ortamı birilerini teğet geçerken, birilerinin yüzünü güldürür, birilerinin yüzlerine yeni maskelerin takılmasına sebep olur. Kriz toplumlarının mutluluk üzerine bir araştırılma yapılmış olsa, nasıl bir sonuç ile karşılaşırız dersiniz?