8 Mayıs 2009 Cuma

H5N1 yeniden…

H5N1 yeniden…

2002 yılından beri günlük yaşantımız içine bir korku girmiştir. Bu korkunun adı H5N1’dir. Bu virüsün belirtileri değişik isimler adı altında yıllara göre değişmiştir. Üç isim bugüne kadar dikkatimizi çekiyor. Sars, Kuş ve Domuz. Her üçü de hayvan isimleri ve hayvandan insana geçen virüs ile özdeşleşmiştir.

Ortak belirtileri normal gribe benzemektedir. Öksürme ve hapşırma yoluyla bulaştığı düşünülen bir solunum yolu hastalığıdır. Bu virüslerin ortak özelliği yakın temasla bulaştığı gibi küçük partiküller halinde havada birkaç km yol alabilir ve solunum yoluyla da bulaşabilir. Yani biri öksürdüğünde oradan geçenin bu virüsü kapma olasılığı vardır. Üstelik hapşıran vatandaş oradan ayrıldıktan sonra da havada asılı kalmaktadır.

“Tarihsel olarak incelendiğinde son 300 yılda 10-13 kadar, 20. yüzyılda ise 9-39 yıl arayla antijen kayması sonucu ortaya çıkan yeni virüs alt tiplerine bağlı üç büyük grip salgını olmuştur.
1918-1919 yıllarındaki (H1N1) İspanyol gribi 20- 40 milyon (bazı verilere göre 50-100 milyon) kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir. Ardından 1957-1958 (H2N2) Asya gribi, 1968-1969 (H3N2) Hong Kong gribi olmuş ve 1977-1978 döneminde H1N1 tekrar dolaşıma başlamıştır. Halen dünya üzerinde H3N2 ve H1N1 virüsleri dolaşmaktadır.

H5N1 (Avian influenza) yaklaşık yüz yıldan beri bilinmektedir. Tavuklarda ilk kez İtalya’da gösterilmiş. 1959 da tavuk vebası hastalığının H5N1 olduğu belirlenmiş, 1997’de ise ilk kez Hong-Kong’da insanda enfeksiyon belirlenmiştir. Bu tarihten itibaren H5N1 giderek daha fazla bulaşıcılık özelliği kazanmıştır. “ Ahmet Faik Öner http://www.sdplatform.com/KonukYazarMakale.aspx?ID=32

H5N1 global bir korku olarak günlük yaşantımıza girmiş durumdadır. Sınırlar çok hızlı bir şekilde aşılmış ve dünyanın hemen hemen her bölgesinde benzer vakalar gözükmektedir.

- Bu arada kısa bir parantez açayım, Dünya Sağlık Örgütü, hastalığın domuzlardan ya da domuz eti ürünlerinden geçtiğine yönelik bir kanıt olmadığı için, bundan böyle virüsün "H1N1 / Grip A" diye adlandırılacağını bildirdi. Dünya Sağlık Örgütü sözcüsü, isim değişikliği kararının, tarım sektörü ve BM Gıda ve Tarım Örgütünün "domuz gribi" teriminin tüketicileri yanıltacağı ve ülkelerin gereksiz yere domuzların itlaf edilmesi talimatı verebileceği kaygısını açıklamasından sonra alındığını söyledi. - http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2009/05/090501_swine_update.shtml

Korku yayılırda ticareti yayılmaz mı? Uluslararası Polis Örgütü Interpol, dolandırıcıların, domuz gribi krizini sömürerek sahte ilaçlar satabileceği konusunda tüm tüketicileri uyarmış. Son dönemde internet ortamında henüz keşfedilmemiş ilaçlar satılmaktadır!

Korku, global ekonomik / siyasi krizin aşılmasında bir neden olabilir mi? Eskiden büyük krizler savaşlar ile ortadan kalkardı, şimdi savaşların yerini global salgın hastalıklar mı aldı?

Neden son üç grip salgını nüfus yoğunluğu ülkelerde ve şehirlerde başlamaktadır?

Ortaya çıkan son vakalar genel olarak genç yetişkinler arasında yayılıyor. Neden acaba?

Son olarak dünya sağlık örgütünün derecelendirmesi hakkında da bilgi vereyim;

Birinci Derece: Hayvanlar arasında bulaşan ama insanlara bulaşmayan virüsler.

İkinci Derece: Hayvanlardan insanlara bulaşan grip virüsü. Potansiyel salgın tehdidi.

Üçüncü Derece: Belirgin bir biçimde insandan insana geçmeyen, bazı bölgelerde ve insanlarda rastlanan grip türü.

Dördüncü Derece: İnsandan insan geçtiği doğrulanmış ve toplumsal düzeyde yayılabilen vakalar. Salgın riskinde belirgin bir artış.

Beşinci Derece: En az iki ülkede görülen, insandan insana bulaşan vakalar. Güçlü ve yakın bir salgın tehlikesi uyarısı.

Altıncı Derece: Virüsün başka bir ülkede farklı bir bölgede ortaya çıkıp yayılması. Sürmekte olan küresel bir salgın.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Devletin silahı kontrol altında mı?

Devletin silahı kontrol altında mı?

Devlet kavramı içinde yer alan güvenlik ve güvenliği sağlayan kolluk kuvvetlerinin kullandığı silahlar kontrol altında tutulabilir mi?

Yukarıda sorduğum soru başlangıçta bir mantık hatasını taşıdığını düşünebilirsiniz, devlet silahını elbette kontrol altında ve kayıt içinde tutmaktadır dediğinizi duyar gibiyim, fakat kontrol dışına çıktığını, son yaşadığımız olaylar göstermektedir. Devletin envanteri içinde yer alan mühimmatlar, son yaşananlar ile birlikte keyfi olarak ya da kendi çıkarları amaçları doğrultusunda kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Hatta yanlış anımsamıyorsam korucu olarak belirlenen kişilere dağıtılan silahların, savaşacakları kişilere verildiği yönünde davalar açılmıştır, bu davaların sonuçlarının ne olduğunu bilmiyorum.

Yer altından çıkan ve bir davaya ek dosya olarak giren silahlarında, devlete ait bir silah fabrikasından üretildiği ve devletin haberi olmadan satılamayacağı bilinmektedir. Kara delik var ve o delikten devlete ait silahlar başkalarının eline geçip, kontrol dışı amaçlarda kullanıldığı düşünülmektedir. Devlet, bu durumda kendi güçsüzlüğünü göstermiş olmuyor mu? Çünkü silahların kimler ya da kim tarafından kullanıldığını bilmiyor! Bilinenler ise devlet sırrı olarak kalmaya devam ediyor…

Kontrol dışı kullanılan silahların, faili meçhul cinayetlerde kullanıldığı ve belirli bir amacın çerçevesinde kullanıldığı düşünülürse, silahlar / olaylar karanlık sayfalarda yerlerini almış olmaktadır.

Devlet adına ya da bağlı bulunduğu halk adına silah taşıyabileceklerin listesi bellidir. Fakat serbest piyasa ekonomisi, silah taşıma işini ruhsata dayandırarak genişletmiş ve her üç vatandaşımızda silah, yasal olarak bulunur hale gelmiştir. Bugün halk adına silah taşıyan yanında, kendi adına silah taşıyanlarda mevcuttur. Bunların dışında geçici olarak verilmiş ve ‘düşük yoğunluklu çatışmalarda’ kullanılmak üzere silahlar vardır. Bunlar, korucu adı verilenlerdir. Korucular, amaçları dışında düğünlerde kendi egolarını tatmin içinde olsa havaya kurşun yağdırmaktadır. Havaya atılan kurşunlar, devletindir. Devletin vermiş olduğu amaç dışında kullanım mevcuttur. Yine o bölgede, çatışmalara katılmışlar, evlerine döndüklerinde o bölgeden anı olarak bazı mühimmatı evlerine götürdükleri ve bir dava nedeniyle yapılan aramalarda delil olarak ortaya serilmiştir. Kullanıldığı sanılan mühimmatlar anı olarak evde saklanabildiği gibi, toprak altında durabilmektedir! Kullanılmış ya da kullanılmamış mühimmatlar bugün devletin silahlarını kontrol altında tutulup tutulmadığı konusunda soruya kadar geliyor.

Bir düğün ve düğün akşamı işlenen büyük katliam. Bu katliam gözler önündedir, anlatılanlara göre kullanılan silahlar devletin. Yani devletin koruculara verdiği silahlar. Bu silahlar düğünlerde havaya atılmamış, bu sefer insanların üzerine sıkılmıştır. Ölü sayısı korkunçtur. Ölüm ilk defa bu kadar açık olarak kamuoyu önüne gelmiştir. O bölgede, yıllardır olan çatışma, bu kadar büyük boyutlu ve canlı olarak ekranlara düşmemiştir. Buradaki katliam ve sonrası elbette sorgulanması gereklidir, çünkü ilk ifadelerine göre, savaşacakları kesim yaptığı kabul edilsin diye, katliama mizansen hazırladıklarını söylemişlerdir. Yani bir başkasının kıyafetine / rolüne girerek sanmaları için, -kamuoyunu yanıltmak için- katliamı hayata geçirilmiştir. Şimdi, bu son örnekten yola çıkarak, orada o şekilde ne kadar cinayet işlenmiştir? Çünkü başkası gibi davranarak işlenen cinayetler ilk değildir. Klasik söylem ile, ‘at izi it izine’ karışmıştır. Kim, kime silah sıktığı veya öldürdüğü açık değildir. Eğer imza atmak için içlerinden birini yakalatılmamışsa.

Susurluk davası sırasında ortaya çıkan ya da karartılan belgeler ile o bölgenin haritası bu katliam ile yeniden kamuoyu önüne çıkmıştır. Cem Ersever Kürt kıyafetler ile köyleri dolaştığı ve orada kendisine yakınlık gösterenleri cezalandırdığı konusunda açıklamalar olmuştur. Bu açıklamada kullanılan söylemin, başka bir yönden uygulanması bu katliamda ortaya çıkmıştır. Kar başlıklar ile çocuklar öldürülmüş ve bu katliamı savaştıkları kesimin üzerine atarak, suçtan kurtulmaya çalışmışlardır. Savaşın kirli yüzü, başka bir neden ile ortaya çıkmasıdır. Devletin silahları ile işlenen cinayetlere bir yenisi daha eklenmiştir.

5 Mayıs 2009 Salı

Şehir efsanesi!

Şehir efsanesi!

Şehir efsaneleri fakirleştikçe artmaktadır, kimin veya kimler tarafından söylendiği belli olmayan efsaneler kulaktan kulağa, ağızdan ağza ve şimdi teknolojinin nimeti, cep telefonundan cep telefonuna sms ile büyüyor!

Şehir efsanelerinin nerede ve hangi coğrafyada çıktığı bile net olarak söylenemez ama bir küçük fısıldama büyük bir dalgaya sebep olabilmektedir. Klasik söylem ile, bir kelebek kanadının çıkarmış olduğu dalga, büyük fırtınalara sebep olmaktadır.

Küçük fısıltı, küçük bir şehirde başlar ve büyük şehirler de dahi banka önlerinde kuyruklar oluşturmasına sebep olur. Kimlik numarasının son hanesi 4 ile biten annelere devlet, 400 TL yardım edeceği sms haberi bütün coğrafyayı bir anda kuşatıyor ve banka önlerinde kuyruklara sebep oluyor. Kuyruklara baktınız mı? Kuyruklarda daha çok kimler duruyor? Kuyrukları oluşturan bir şehir efsanesi olmasına rağmen, kuyruklar artık efsane değil, gerçektir.

Kuyruklarda bulunanların ekonomik durumları ve görüşlerine bakın, nasıl bir birine benziyor? Moda kıyafetler üstlerinde duruyor, tek tip kıyafet gibi. Saçlarının bağlayış biçiminden, kullandıkları örtülere kadar. Önümde birden çok şehirde çekildiği söylenen fotoğraflar, birbirine ne kadar çok benziyor. Şehirlerin isimlerini kapadın ve habere bakın, siz nerede çekildiğini tahmin edebilir misiniz?

İnsanları bu şekilde banka önlerinde kuyruğa dizmeyi getiren sonuçlar beni ilgilendiriyor. Bu insanlar durduk yere banka önlerine gelmediler, onları oraya getiren sebepler vardır, o sebeplerin oluşumu kısa zamanda olmamıştır. Bu efsaneler, neden şimdi bu kadar büyük ilgi topluyor? Demek ki, küçükte olsa bir yardım kelimesini duyanlar, yardım verildiğine inanılan yerin önünde, kendisine yer bulmak için her türlü mücadeleyi yapıyorlar! Şehri efsaneleri bu kadar gerçek kabul edilip içselleştiriyor ise, o toplumun yaşamış olduğu bir travmayı ortaya seriyor demektir.

Hangi şehirde çekildiği belli olmayan fotoğraflara bakarak, fotoğrafın analizini yapmaya kalkmak artık günümüzde zor, çünkü tek tip yaşam biçimini, her yerde görmeye başladığımızı ve geçmişin tüm birikimlerinin yok olduğunu göstermektedir. Tüketim çağında, tüketim değil yağma bir şehir efsanesi olmaktan çıkmış, gerçek olmuştur.

Bir kelebek bulunduğun noktada kanat çırpsa, dünyanın öteki ucunda fırtınaya sebep oluyor ise. Bu fırtınanın olması için, dış etkenlerin ortadan kalkması gereklidir. Yani bir fanus içinde olduğumuzu düşünmek zorundayız. Görüldüğü gibi, dış etkiler o kadar azaldı ki, en ücra köşede, bir küçük haber, yağmaya dönüşebiliyor. Dünyadaki bugünkü sistem, bir bütün olarak, geçmişin biriktirmiş olduğu değerleri yok ediyor ve yerlerine balon köpükçükleri bırakıyor. En ufak bir evrensel krizde, nasıl bir kasırga içinde yaşadığımızı bugüne bakarak söyleyebiliriz.

Şehir efsaneleri, şehir efsanesi olarak kalmıyor, gerçek olarak algılanıyor ve gerçek olduğuna inanılarak banka, yardım kuruluşları önlerinde uzun kuyruklar oluşturuyor. Kuyruklara bakarak hangi şehirde olduğunuzu tahmin edemezsiniz!

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Yüzleşme…

Yüzleşme…

Tanrıların yeryüzüne inmesi, peygamberler aracılığı ile yeryüzündeki canlılarla iletişim kurması ile evrende gerçeklik kavramı büyük bir değişim göstermiştir. Gözle görünen gerçeklik yanında, gönül gözü ile görülende eklenmiştir. Bir de kafaların içinde oluşturulan gerçeklik vardır ki, bu da eğitim ile olur.

Bugün üç gerçeklik dışında gerçeklikler ile de tanışıyoruz, çünkü gerçek olarak algılananlar kişiden kişiye değiştiği gibi, çağdan çağa, coğrafyadan coğrafyaya değişimler göstermektedir. Gerçekler, doğrular olarak algılanır. Doğru dediğimiz gerçektir!

Bizim doğrularımızı belirleyenler yaşadıklarımızdır, yani geçmiş birikimlerimizdir. Geçmiş birikimlerin oluşturmuş olduğu dünyaya bakışımızdır. Gerçek olarak gördüklerimiz, birikimlerin sonucunda oluşan imgelerdir. İmgelere verdiğimiz veya yüklediğimiz anlamlardır.

Bugün, dünya üzerinde milyonlarca doğru vardır, fakat tek tanrılı dinler kendi doğrularını tüm evrene kabul ettirmek için seferler düzenlemiştir, başarılıda olmuştur ama bu başarı bir süre sonra yıkılmak ile karşı karşıya kalmıştır. Onları yaratmış olduğu tek doğrular, büyük bir coğrafyayı ve insanları etkilemeye devam ediyor. Bu coğrafyalarda yaşayanların, dünyaya bakış açısında üç doğru yer elde eder, bir inançları yönünde bakış açısı ve o bakış açısı içinde de değişik doğrular vardır. İki, gözle görünen doğrular ve de üçüncüsü kendi doğruları. Bu doğruların oluşturmuş olduğu gerçeklik içinde ise, insan, yaşadığı toplumun genel kabul gören doğrularını (gerçekliliklerini) kabul ederek hareket eder.

Ayan Hirsi Ali, Kafir adlı kitabında bu doğruların yaratmış olduğu çatışmaları gözler önüne serer. Doğduğu, büyüdüğü ve gençliğini yaşadığı yerlerden, yeni bir dünyaya göçü ve orada karşılaşmış olduğu doğruların çatışmasını bizim gözümüzün içine sokar bu çalışmasında. Doğruların ve çatışmanın içindedir, çatışmanın içine davet eder ve bizi düşünmediğimiz alanlarda düşünmeye çağırır. Yüzleşmektir, doğrular ile. Yüzleşirken, geçmişin huzurunun aslında bir çatışmayı beslediğini hissettirir. Huzur kelimesinin birileri için ne anlama geldiğini, diğerleri için ise ölüm anlamına geldiğini tüm çıplaklığı ile haykırır.

Kitap, Theo van Gogh’un öldürülmesi ve sonrasında yaşanan güvenlik duvarı içinde hissedilen duygular ile bizi yaşadığımız ana davet eder.

Bugün yaşadığımız ve bizim için gerçekler olarak yansıyanlar nelerdir? Tek kutsal doğruların yerlerini başka tekler almaya başlamıştır. Bu doğrular bizim günlük yaşantımıza nasıl bir yansıması vardır? Global olarak tüm dünyaya yansıyan ve ekranlar aracılığı ile evimize kadar giren bu yeni doğrular, bizim geçmiş birikimimizi yok ettiğini ve yerine balon köpükleri bıraktığını hissediyor muyuz? Balonların tek tek söndüğü bu kriz ortamında bizler, olaylar karşısında neye göre tepki veriyoruz? Tepkimiz, daha çok tüketim mi? Tüketim yapacak birikimiz yoksa ne yapmaktayız? Bir çöküntü ve bu çöküntüye karşı verilmiş olan kişisel doğrularımız çerçevesi içinde neredeyiz? Binlerce soru her yüzleşme sonucunda ortaya çıkar.

Kâfir adını alan bu kitap bir yüzleşmeye davet ediyor. Bu davetin sonucu, kitap bittiğinde size ne gibi iz bıraktığı ile ilgilidir. Her yüzleşme, bir iz bırakır, bu kitapta sizi başka gerçekler ile yüzleştirecek ve sizin gerçekleriniz ve doğrularınız içinde bir çatlamaya yol açacak mıdır? Bu sorunun yanıtını okuduktan sonra siz karar verin!

Kafir, Ayan Hirsi Ali, Altın Kitaplar, İstanbul 2008
Theo Van Gogh filmini http://www.youtube.com/watch?v=nbwZIjxTEU8 izleyebilirsiniz.

3 Mayıs 2009 Pazar

Sokaklar, kelimesi olmayanlar tarafından işgal edildi!

Sokaklar, kelimesi olmayanlar tarafından işgal edildi!

Kelimesiz insanlar sokakları doldurmaya devam ediyor. Kelimeleri yok söyleyecek, gölgeleri kaldırıma dahi düşmüyor. Gölgesiz insanların oluşturduğu bir kalabalık, şehrin caddelerini dolduruyor.

Dünyanın bir yerinde bir kız idam ediliyor, gözyaşları onun idamından çok sonraları yeryüzü ile buluşuyor. Onun acısını, hiç gitmediği ülkelerin insanı duyarken, kelimelerin hükmetmediği ülkelerin insanı normal karşılıyor.

Gözyaşlarının suladığı topraklarda bir şey yetişmez, kuraktır ve de çöldür. Gözyaşı toprağı yok eder, tuza dönderir. Tuz çürür ama kelimeler insanların ağzından dökülmez. Feryatlar yeryüzünü kaplar ama kelimeler yoktur. Feryat ile anlatırlar bütün acılarını ama kelimeler kağıda dökülmez. Acılar kelimesiz kalır, geçmişin zaman dilimi içinde. Acıları hiçbir kelime anlatamaz!

Dünyanın her hangi bir yerinde, bir yönetmen acıyı anlatan film yapar, acı çektirenler tarafından kendilerine ayna oldu diye öldürülür. Öldürülen yönetmen hakkında bir bilgi olmadan, kelimelerin olmadığı ülkede cinayet hemen kabul görür. Çekmeseydi öldürülmezdi denir. Seçim onundur. Ölümü hak etmiştir, çünkü ölen her daim suçludur. Kelimelerin hakim olmadığı ülkede yaşayanlar, her zaman haklıdır ve kutsaldırlar. Öldükten sonra ise konuşulmaz bile, çünkü ölüm unutma demektir. Unutma ise kelimesiz insanlar arasında yaygındır. Hafızası olmayan toplumların, kelimesiz insanların çok olması ile ilgisi vardır. Kelimesiz insanların doldurduğu bir caddede, işlenen bir cinayetin bile izi hemen yok edilir ve orada hiç cinayet işlenmemiş gibi davranılır. Tepkisizlik, kelime yoksunluğu ile ilgilidir.

Yönetmen acıyı işler, acı veren öldürür. Kimse o yönetmenin acıyı nasıl işlediğini göremez, çünkü filmler hafıza demektir ve kelime yoksunu insanların hafızaya ihtiyacı yoktur. Yönetmene, senaryo yazan ise nerede ve hangi tehditler altında yaşadığını bilemeyiz, çünkü bilmek için kelimelere ihtiyaç vardır, kelimelerin olmadığı yerde duyarlılık olur mu?

Genç bir kız idam edildi, henüz gözyaşı toprağa düşmeden idam edildiği topraklarda unutuldu, çünkü yaşadığı ülkede idam doğaldır ve olması gereken olarak algılanır. kelimelerin hakim olmadığı yerde, sonsuz itaat vardır.

Yaşanan gerçeklik, kafalardaki gerçeklik ve de kitapta yazan gerçeklik ile günümüzü tamamlarız. Kelimelerin hakim olamadığı yerlerde, tartışma olmaz, sorgulanmaz. Tek gerçeğe inanılır ve gerçeğin tek olduğunu düşünülür. Eğer birden fazla gerçeklik olursa, o zaman ne yapacağını şaşırır, fakat duyguları onu doğru yola götürecektir. Toplum nasıl tepki veriyorsa, o şekilde tepki vererek, genel gerçeğe itaat edilir. Toplumun gerçekliği, itaat etmeyi getirir. Eğer, yaşanan gerçeklik, kafadaki gerçeklik ile çelişiyorsa, o zaman anlamlar ve imgelerin yüklü olan gerçekliğe sorgusuz itaat edilir. Her davranıştan bir anlam çıkarılır ve o anlam üzerine kendi gerçekliğini kurar, bu kurulan gerçeklik ise İtaat etmek demektir, soru sormamak demektir. Eğer bir yerde soru soruluyorsa, orada kelime var demektir ve orada var olan gerçeğin sorgulanması anlamına gelir ki, bu da toplumun huzurunun bozulması anlamına gelir.

Huzur kelimesi, kelimesiz toplumlarda önemlidir, çünkü huzuru bulacağı yer bellidir. Huzur kendisi gibi yaşayanların oluşturmuş olduğu, tek doğruların ve tek yaşam biçiminin hakim olduğu ülkeler için geçerlidir. Huzur aranmaz yaşanır! Huzur demek, birbirine benzeyen insanların caddeleri doldurmasıdır.

Kelimesiz insanların oluşturduğu toplumlarda her türlü gelişim şaşırtıcı değildir, çünkü şaşırmak için kelimelerin insan kafası içinde çağrışım yapması gereklidir, şaşırmak için, birikim olması gereklidir.