3 Haziran 2009 Çarşamba

Yazıp yazmama arasında…

Yazıp yazmama arasında…

Bazen insan yazıp yazmama arasına kalır ya, bende o durumda kaldım. Eleştirsem, değer mi, çünkü değmeyen olayları eleştirmek ona değer vermek olur. Eleştirmezsen insanın içi rahat değil. En iyisi arada bir yazı yazayım da ortasını yakalamış olayım!

AKP tarafından organize edilen ‘çalıştay’ üzerine bir yazı yazmıştım. Çalıştay başladı ve kimlerin katıldığı, kimlerin katılmadığı netleşti, çünkü başladı. Belki bu yazı bitene kadar sonlanır bile, çünkü bizim ülkemizde bazı işler hızlı gider, bazıları ise bir adım bile yol alınmaz, eğer o işten para yiyen bir sektör var ise, adım dahi atılmaz, bombalar patlar!

Alevilik üzerinden fazla para yiyen kurum ve kurumlar yok, Alevilik adına ne uyuşturucu ticareti yapılır, ne de büyük firmalar kurulur. Bugüne kadar ticari anlamda iş yapanlardan biri, siyasi bir parti kurdu, uzun ömürlü olamadan kapandı, şimdi karayollarında çalışmaya devam ediyor! Devletten aldığı ihaleler ile yolunu bulmaya çalışıyor…

Alevilerin devlet ile direk bir ilişkisi olamadığı içinde, devlet ihalelerinde alevi olmak avantaj sağlamıyor, o yüzden alevi olmanın çekici bir tarafı yok, aksine itici yönleri biraz daha fazla, Fetthulah Gülen cemaati yanında! Demek ki, Alevilerin sorunları tartışamaya açıldığında Kürt sorunu kadar patırdı çıkarmaması bundan… Alevi sorunu AB ve ABD gibi ülkelerin, hükümet üzerinde baskısı sonucu gündeme gelmiş durumdadır, eğer oradan baskı gelmemiş olsaydı, seksen küsür yıl nasıl kabul ediliyorsa öyle kabul edilmeye devam edilecekti. Okullarda din dersi zorunluluğu olmamış olsaydı, belki AB’nin bile olaydan haberi olmayacaktı. (Çok yaşa sen Kenan paşa! İyi ki din dersini zorunlu yaptın, Alevilerin adı olmayacaktı!) Şaka bir yana, Alevilik konusunda hükümet durduk yere bir toplantı organize etmez, dışarıdan gelen baskı olmamış olsaydı. Kaç yıldır iktidardalar, bugün mü akıllarına gelmiş toplantı yapmak? Kendileri açıkladı, aslında seçim öncesi yapacaktık ama hükümetimizin sağ görüşü yüzünden bugüne kaldık! Sağ görüş, bugüne Aleviliği gündeme alıp bir otel salonunda toplantı yaparda, davet edilenler koşa koşa gitmez mi? Meğer davet edilenlerin bir bölümü Muharrem Orucu zamanında AKP destekli, başbakanın katıldığı yemeğe gitmeye göbek atmışlar ama o zaman ‘Alevi açılımı’ yapanlar tarafından fark edilememişler. Eğer fark edilmiş olsalardı o günde katılacaklarmış. Onlar adına üzüldüm, en azından bugün onlar anımsanmaktan büyük onur duyduklarını gazete sayfalarından okudum. AKP bu durumdan ders çıkaracaktır elbette ve gelecek Muharrem Sohbetlerinin içinde bu davet edilenleri görmekten büyük mutluluk duyacağı davetiyeyi gönderir, bu sayede en azından aleviler arasında düşkünlük tartışması olmaz! Gidemeyenler, gidenleri düşkün ilan etmişler ve ağır eleştiri bombardımanı altında bırakmışlardı. Keşke o eleştirileri yapmasalardı, bugün karşılarında eleştiri yaptıkları kesim ile oturuyor olacaklar. Burada karşılıklı dedim değil mi, kusura bakmayın, yan yana demem daha doğru olurdu.

Aleviler, bu toplantı ile ortaya çıkmış gerçek ile karşılaştılar, davet edilmeyenler, edilenleri kıskanmış ya da çekememiş duruma düşmüşler ve eleştirmişlerdir. Eleştirilerinin arkasında duranlar bugün AKP tarafından yapılan etkinliğe katılmayanlardır, elbette burada da ayrı bir çizgi var, davet edilip gitmeyenlerden bahsediyorum. Davet gitmediği için katılmayanlardan bahsedemiyorum, çünkü bir daha ki sefer bu unutulanlar davet edilecektir, o zaman onlarında davranışını görmek gereklidir. Önyargılı olmak hiç iyi değildir, bakın önyargılar nasıl ortadan kalkıyor!

Bir siyasi partinin toplantısına katılanların bir bölümü, belki Çamuroğlu gibi milletvekili olur muyum diye katılıyor olabilirler, çünkü en çok Çamuroğlu’nu eleştirenler, şimdi orada sandalyede oturuyor durumdalar. Milletvekili hayali ne muktedir, ilke filan bırakmaz insanda! Bir milletvekili ol, gör bak kimler kapını arşınlıyor, kimler önünde ceketinin düğmesini ilikliyor! Kimler programa davet eder, kimler ile masa başında buluşur! Gözü büyüktür mevkinin! O mevkiye ulaştın mı, emeklilik sorunu da ortadan kalkıyor, geçim derdi olmadan toplantı toplantı dolaş, görüşlerini açıkla! Bir de iktidar partisinden girdin mi, bakan olma durumu bilem var!

Alevilik dediğim gibi öyle çekici bir tarafı yok, tek başına bir siyasi partiyi iktidara taşıyamaz ama bugünkü sistem içinde meclis içine muhalefet partisi olarak taşır. Geçmişte Alevilerin kurduğu partilerin milletvekilleri olmuştur, gidip MC hükümetlerinde bakan dahi olmuşlardır! Sağ sol fark etmez, yeter ki koltuk, koltuk! Ceylan derisi koltuğa oturmak için neler yapılmaz ki! O koltuk için geçmişin tüm birikimleri kendi siyasi geleceği için harcanabilinir. Ölenler ölmüş, onurumuzdur denir, sonra onların üzerinden kitlelere ajitasyonlar çekilir, her yıl dönümde anılır. Çelenk taşınır. Çelenk taşımıyorsa kitle önüne fırlanır, konuşulur. Yeter ki birileri fark etsin! Yeter ki, bir parti başkanı davet etsin, koşa koşa gidilir. Gerçi bazıları parti başkanı davet etmeden gidilip aday adayı olmuşlardır. Ama parti başkanı ve aday tespit edenler bunları fark etmemiş, aday listesine dahi koymamıştı! (Onlar adına ne üzücü bir durumdu, o travma bugün dahi yaşanıyor bazıları için…)

Geçen yerel seçimler sırasında parti başkanın katıldığı tüm toplantılara katılıp, ön sıralarda oturanlarında fotoğrafları gözlerimin önünden gitmiyor. En ön sırada başkanın ağzından çıkan her kelimeyi onaylayarak dinleyenlerin fotoğrafları henüz eskimiş değildir. Düşünün bir, iktidar partisi bir davet yapıyor, gelin buraya ne istiyorsun kardeşim diyor ve koşarak gidiyorsun! Ne istediğini açıklıyorsun. Ama açıklıyorsun da adamı ikna edemiyorsun, çünkü ikna etmek için sizi çağırmış, ikna olmak için değil! Alevi açılımın içeriğine bir bakın, kim kimi ikna turuna çıkmış? Eski alışkanlıklarınızı bırakın, gelin yeni sürece ayak uydurun! Bakın bize ayaklarını uyduran Kürt, Arap işadamlarına ne kadar büyüdüler, parmakları ile balları tadıyorlar, siz de baldan tatmak için gelin!

Bu çalıştaydan kimler parmağında bal ile ayrılacak merak içinde bekleyeceğim! Şimdi bu konuları yazıp yazmama arasında kaldım, çünkü Alevileri temsil ettiğini söyleyenlerin büyük bir bölümü bu çalışma içinde yerlerini almış durumdalar… Ey, yüzyıllardır kendisini koruyan Alevilik, bugün erkeksen kendini koru! Öyle bir dönüşüm içindesin ki, nerede duracağına karar ver, temsilcilerin mi seni bir yere taşıyacak, yoksa sen mi rüzgara kapılıp bir yerele gideceksin!

Sabırlı insanlarız biz bekleyerek göreceğiz bu durumu!

Komşun aç ise, sen tok olma!

Komşun aç ise, sen tok olma!

Komşuluk açlık ve toklukla ölçülürdü, aç olan eve davet edilir, bir kapta onun için açılır ve sofra paylaşılırdı. Komşuluk karın tokluğu ve gülen gözler ile ölçülürdü. Ev alacağına komşu al denirdi eskiden. Komşuluk, kötü günde gösterilen davranış ile ölçülürdü.

Gazetelere yansıyan haberler, duymadıklarımız ile komşuluk ortadan kalktığı gibi, bütün davranışlar tersine dönmüş gibidir. Aç olanların olduğu yerde, mutfaktan çıkarılan kokular hakim kılınmış, aynı apartmanda oturup ama kimin oturduğunu bilinmeyenler dönemine girdik uzun zaman önce. Acı çeken ile acı çekilirdi, şimdi acı çektim, komşumda acı şeksin diyerek her türlü olumsuz davranış sergilenir oldu.

Adana’da bir kadın, çocuğunu kaybetmiş. Acı çekmiş. Komşusunun da acı çekmesi için, komşusunun çocuğunu alıp eve götürmüş ve boğarak öldürmüş. Sonra ekranlara çıkmış ve çocuğu en son gören olarak yalanlarını doğru gibi anlatmış. Günümüzün yükselen değeri sanırım, yalanları doğru gibi anlatmak. Kurumlar yalan söylüyor, kulları neden yapmazsın?

Ekranlardan yansıyanlara bakıyorum, ne mübarek komşu diyorum. Mahallenin çocuğuna sahip çıkmış, korumuş, kollamış. Mahallenin namusunu koruyan biçkin delikanlının ruhu var diyorum. Nede olsa gecekondu mahallesi, orada eskiden kalan bir şeyler olmuştur! Ekranda acı ve duygu var. Paylaşım var.

Ekrandan yansıyanlar bir süre sonra yalan olduğu ortaya çıkıyor, çünkü ekranlar her zaman doğruyu yansıtmaz! Komşusunun çocuğunu öldürmüş ve sobada yakmış. ‘Ben acı çektim, o da acı çeksin’ diyerek! Acıya ortak aranmış, acı çeken acıyı çevresine ihale etmiş, acı çekenlere bakarak acısını unutmak için! Bütün yaşananlar, gelenek ve göreneklerin ters yüz edilmesi gibidir!

Her şey ters yüz ediliyor, ayaklar başa, başlar ayak oluyor. Ayakların dünyayı algılaması da geçmişe göre ters oluyor. Komşun acı çekmiyor ise, acı çektir durumuna doğru bir kayış gözüküyor. Ekonomik krizin etkileri de, aile içinde şiddet ve ayrılıklar ile kendisini göstermeye başladı. Son yıllarda şehirlerde ev bulmak sorun iken, bugün evler boş, kiracıdan olmamak için ev sahiplerinin mücadelesine şahit oluyoruz. Evler boşalıyor, çekirdek ailenin fertleri annelerine ve babalarının yanlarına taşınıyor. Çekirdek ailenin parçalanmasını yaşıyoruz. Kapitalimin çekirdek ailesi mutluydu. İki çocuk ile idealize edilen aile parçalanıyor. Neden iki çocuk diye düşündünüz mü? İki çocuk, çünkü küçük olan, büyük olanın oyuncağı ve canı sıkılmasın diye dünyaya getirilmiştir. Sokaklarda çocuklar yok, evde oynayacağı bir arkadaşa ihtiyaç vardır. O yüzden küçükler, büyükler için dünyaya gelir! Çekirdek aileler yalnızdır ve içlerine kapalıdırlar. Bu kapalı durumda ortadan teknolojinin yatak odasına girmesi ile birlikte ortadan kalkıyordu ama en son yaşanan kriz ile yataklarda ayrıldı! Ekranlardan yansıyanlar gerçeği göstermiyor, fakat yalanında yaşayacağı zaman dilimi belirlidir, mutlaka bir gün bir duvara çarpacak ve gerçek yerini alacaktır.

Bugün kurumların başında olanlar, kendi iktidarlarını sürdürmek için veya başka alanlara sıçrayabilmek için yalanlar söylemekteler, bu yalanlar bir gün duvara çarpacaktır, o duvara çarptığında neler hissedeceklerdir? Bugünün kahramanı, yarının şarlatanı olarak anılmaya devam edecektir.

Komşuluk anlayışı ortadan kalkmaktadır büyük şehirlerde. Yerini ne doldurduğunu sayfalara bakarak görüyoruz!

2 Haziran 2009 Salı

Tüm dünya İngilizce konuşunca!

Tüm dünya İngilizce konuşunca!

İngilizce ne zaman dünya dili oldu, nasıl oldu? Kimse artık bu soruları düşünecek durumda değil, her ülkenin konuştuğu ikinci dil oluverdi. Sömürge dönemlerde sömürenin dili hakimdi, şimdi klasik anlamda sömürü olmadan ikinci bir dil olarak ve doğal olarak kabul etmiş gibiyiz.

Birbirine iki komşu ülkelerin halkları ve politikacıları bile aralarında İngilizce konuşur oldu. Örneğin Çin ve Hindistan aralarında kendilerine özgü İngilizce konuşarak anlaşıyorlar. Kendilerine özgü, çünkü onlar şu anda İngiltere’de konuşulan İngilizceden farklı bir İngilizce konuştuklarını İngilizler tarafından ifade edilmektedir. İngilizler, bunların konuşmalarından ve yazışmalarından fazla bir şey anlamadıklarını ama iki halk arasında anlaştığı gibi garip bir durum yaşandığına dikkat çekiyorlar. Haklar, kendi dilleri dışında üçüncü bir dili kendilerine uygun şekilde yorumluyor ve biçimlendiriyor. İngilizce gramer kuralları ile kendilerinin anlam verdiği kelimeler ile konuşuyorlar. Haklar, ulus devleti içinde, kendi içlerindeki çeşitliliği yok ederken, ulusların dilleri arasındaki ayrımlarda yüzyıl içinde erimeye başladı.

Ülkemizde birden çok dil konuşulduğunu geldiğimiz süreç içinde devlet nezdinde kabul görmüştür. Bugüne kadar diğer dillerde konuşanların Türkçe bildiğini kabul ettik ve onlardan Türkçe cümleler kurmalarını bekledik. Kuramayanların ise yabancı bir dil ile konuşmasını bekledik. Bu değişik dillerin akrabaları örneğin, Suriye’de kalmış olsun. Suriye’deki vatandaş ile rahat İngilizce anlaşabiliyoruz, hatta onun ile İngilizce konuşmak çok doğal geliyor ama kendi vatandaşımız ile kendi dilimizde konuşmayı bekliyoruz! Neden?

Yukarıda sorduğum soru aslında beklentiler ile ilgilidir. Komşu ülkenin vatandaşı ile neden İngilizce konuşuyoruz? Biz onlar ile ortak başka dil bulamıyor muyuz? Örneğin Arapça, Süryanice, Farsça… gibi komşu ülkelerin dillerinin konuşulmasını neden beklemiyoruz?

Okullarımızda öğretilen dil İngilizce, eskiden İngilizce bilmeyen öğretmenlerin öğretmiş olduğu ve ders geçmek için kuralların öğretildiği dil iken, bugün öğrenilmesi hayati bir önem kazanan dil olmasını nasıl değerlendirmemiz gereklidir?

Örneğin, yan komşumuz Bulgaristan’a turistlik gezi yapan biri hangi dili konuşuyor? O okulda öğrendiğimiz İngilizce ile sadece o anlık ihtiyacımızı karşılarken, zaman dilimi içinde İngilizce dil kuralları içinde, Türkçe ve Bulgarca kelimelerden oluşturduğumuz, bize özgü dil ürettiğimizin ne zaman farkına varıyoruz? Bir üçüncü ülke insanı ile konuşurken değil mi? Çünkü, bizim konuştuğumuz İngilizce üçüncü ülke insanı ile anlaşmamıza olanak vermiyor! Komşu ülkelerin insanları neden üçüncü dil olan İngilizceyi kendilerine iletişim dili olarak seçer?

Bütün ülkelerin insanları İngilizce konuşmuş olsa dahi ülkeler arasında yine farklılıklar olacaktır. Örneğin Amerikan İngilizcesi ile İngiliz İngilizcesi arasında farklılıkların zaman içinde oluşması gibi. Aynı kökten gelenlerin dilleri coğrafik özelliklere göre çeşitlilik gösterirken, neden bizler bugün bir dünya rengi olan dillerimizin yok edilmesine veya asimilasyon edilmesine sessiz onay vermekteyiz? Neden biz komşumuzun dilini öğrenmek için çaba sarf etmiyoruz da, bir dünya sömürgesi olan ABD ve İngiltere’nin dilini kendimize ortak üçüncü dil olarak seçiyoruz?

Bu dillerin kurallarına uygun yazılan eserler bütün dünya dillerine anında tercime edilirken, her dilin kendine ait güzellikleri keşfetmek için çaba sarf etmiyoruz. Bizler, bir arada yaşamı savunurken, neden ortak anlaşma dili olarak İngilizceyi kendimize rehber ilan ediyoruz?

Global dünyanın sembolü olan firmaların isimleri bile İngilizce yazım kurallarına uygun olarak düşünülüyor ya da değiştiriliyor. Global dünyanın ve globalizmin sembolü İngilizcedir, her hangi başka bir değildir. Bir gün bütün dünya İngilizce konuşacak ama yine de iletişim için yeterli olmayacaktır. Bugün çeşitliliğimizi korumak ve geliştirmek bana göre daha güzel ve daha renkli geliyor. Bir arada yaşamak demek sadece tek dilin konuşulması anlamak değildir.

31 Mayıs 2009 Pazar

Bağımlılık, kolayca tutuşmayı yaratır.

Bağımlılık, kolayca tutuşmayı yaratır.

Son dünya krizinin başlangıç noktasına baktığımızda, dünyanın iplerinin oraya bağlı olduğunu görürüz. Bu iplerin ucundaki ülkelerde yaşanan krizler, dünya krizi olarak yansımaz, fakat iplerin tek merkezde toplanması ve o merkezde başlayan bir krizin nasıl dünyayı kucakladığını kısa zaman içinde öğrendik.

Bağımlı ülkelerin birbirini domino taşı gibi itekleyerek krizin girdabına düştük. Burada sorgulanması gereken bağımlılıktır. Bağımlılık ilişkisi ülkeler arasında eşitsiz durmaktadır. Yatay bir bağımlılıktan bahsetmiyoruz, dikey bir durum söz konusudur. Dikey olan bağımlılıkta tepe noktasında olan herhangi bir olumsuzluk alt tarafta bulunanlarda büyük depremlere ve sosyal patlamalara sebep olmaktadır.

Amerika’da yanlış olarak kurgulanan ve yapılan yatırımın, dünyayı bir anda büyük bir dalganın altında bırakabileceğini ekonomistler önceden görebilmişler midir? Çünkü bu devrilme durumu kapitalizmin sonu olarak algılandı, fakat kapitalizm yerini dolduracak henüz büyük çaplı bir sosyal hareketlilik oluşmamıştır. Demektir ki, kapitalizm kendi iç dinamikleri içinde kendini dönüştürmekte ve bağımlılık ilişkisi içinde başka ilişkilerin oluşmasını yaratmaktadır. Bugün yaşadığımız süreç, yeni bir dünyanın oluşması sürecidir. Bu süreç içinde yeni bağımlılıkların ve ilişkilerin örüldüğünü görmekteyiz. Bu ilişkilerin uluslar üstü firmaların daha çok söz sahibi olması ve ilişkilerini daha da karmaşıklaştırarak çözüm arayışı içinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü, çıkış noktaları farklı coğrafik merkezler olmasına rağmen, bütün dünyadaki ülkelerde şubeler açarak bütün dünya ticaretini tröst firmaların belirlediği arz ve talep üzerine kurgulandığını görmekteyiz. Bu süreç son yirmi yıldır zaten hızlı bir şekilde devam etmekteydi, fakat bugünkü duruş itibari ile ulus devletin hakimiyeti ve merkez bankasının belirlediği süreç el değiştirmektedir. Örneğin Amerikan GM tarafından sahip olunan Opel Otomotiv fabrikası, Alman hükümetinin desteği ile Kanadalı bir firmaya satılmaktadır. Burada Amerika belirleyici konumda değildir, ulus devletinin temel taşı olan GM ulus devletinden bağımsız olarak içinde bulunduğu krize çözüm yolu aramaktadır, fakat bu arada ABD hükümetinden de diyetini almak istemektedir.

Ülkelerin bağımlılık ilişkisi dışında, firmaların birbiri ile bağımlılık ilişkisi kurulmaktadır. Dünyayı yöneten nüfus % 3 kabul edildiğine göre, bugün gelinen durum bu % 3’ün içinde yeniden bir bağımlılık ilişkisi kurulduğu ve bu yeni ilişki içinde yeniden roller verilmektedir. Bu oran belki daha aşağıya çekilecektir. A firması sahibi birisi, diğer firmalar ile ortaklık kuracak ve bir şekilde bağımlılık iliklisi içinde olacaktır. Firma, silah üretirken, ilaç, otomobil, enerji diye başlayan tüm alanlarda üretim ve üretimin kontrol aşamasında yer alacaktır. Bu durumda dünya ticaret örgütü tarafından belirlenen sınır ticareti kavramı da doğal olarak değişim gösterecektir. Çünkü artık üretimin nerede yapıldığı önemli değildir, nerede ve hangi kalitede tüketildiği önem kazanacaktır. Aynı marka ürün A ülkesinde üretilirken, o ürün D ülkesinde tüketimi sağlanırken, aynı marka ürünün C ülkesinde üretileni G ülkesinde tüketildiğini görmek artık doğal bir durum söz konusu olacaktır. Ve bu üretim aşamasında A ülkesinin firmaları ortak olmayacaktır. Dışarıdan gelmiş sermaye olarak algılanan bu firmalar, o ülke coğrafyasının istihdamı için önem kazanırken, ayrı bir bağımlılık ilişkisi kurmuş olacaktır. Firmanın çıkarları yönünde eskisi gibi ülke baskısını değil, firmanın istekleri yönünde devletin örgütlenmesi sağlanması önem kazanmaktadır. Bu durum ulus devletinin yok edilmesi ve başka bir ilişkinin oluşmasını getirmektedir. Bugün yaşanan süreç, ulus devletinin tavsiyesidir.

Çalışanlar açısından baktığımızda ise, durum daha karmaşıktır, çünkü göçmen işçi kavramı da değişim göstermektedir. Ulus devletlerin oluşturmuş olduğu sınırlar, sermaye birikimi için başlangıçta önemliyken, bu durum bugün AB süreci ile birlikte ortadan kalktığını genel kabul görmüştür, dünyada yeni birlikler önerilmektedir. Yeni birlikteliklerin sınırları insan göçünü engellemek içindir. Çünkü yeni sınırlar iç istihdam için önem kazanırken, hizmet sektörü önem kazanmaktadır. Bu yeni sınırlar içinde halklar birbiri içinde olurken, uluslar üstü firmalar çalışanları evrensel bilgi birikimi ve yeteneğine göre tercih edecek ve çalışanlarını global olarak çalıştıracaktır. Gerekli gördüklerini dünya saffındaki fabrikalarında geçici olarak istihdam edebilmektedir, fakat bu daha da yaygınlaşacak ve bu durumda yeni iş ve işçi ilişkisi kurulacaktır. Yeni ilişki içinde kişi ömür boyu istihdam değil, iş olduğu süre için istihdam kavramı gelmektedir. Firma verimlilik kavramını kendi amacı yönünde belirlerken, geniş kitlelere hizmet sektörü içinde yer almasını düşünmektedir!

Ulus devletin yaratmış olduğu geçmiş ile hesaplaşma bu süreç içinde başlangıçta önem kazanırken, zaman içinde önemini kaybedecek ve yeni aidat ilişkisi içinde ilişkiler belirlenecektir. Dünya yeni sürecinde ilişkiler değişime uğrayacaktır, bugün yaratılan ilişkiler ve siyasi tercihler geçmişin bugüne karşı direnişini de ortadan kaldırmaktadır.

Yeni ilişki içinde bağımlılık, kolayca tutuşmayı yaratır. Bu yeni dünyada sosyal devrimler bu yeni ilişkilerin üzerinden olacaktır. Her yeni ilişki yeni krizlerin de davetlisi olduğunu söylemek abartı olmasa gerek!...