27 Haziran 2009 Cumartesi

Dış kaynaklı ya da iç kaynaklı!

Dış kaynaklı ya da iç kaynaklı!

12 Eylül öncesi olayların büyük bir bölümü dış kaynaklı değildi diye düşünebilirsiniz, dışarıdan bakan biri olarak. O dönemde yaşamış olmakta önemli değil, o dönemi anlatan bir çok araştırma kitaplar ve belgesel filmler çıktı. Halkların birbirine düşman edilmesi, katliamların yapılması öyle sıradan bir olay değildir. 12 Eylül darbecisi general kendisi açıkladı; ‘henüz zamanı değil, biraz daha gelişsin sonra müdahale edelim!’ demek ki olaylara müdahil olma durumu varken seyirci kalınmıştır. Bu seyirci kalanlar, darbe yapanlar ve onun yalakalarıdır. Darbe dışarıdan planlandığı ve uygulandığını ise ‘bizim çocuklar’ sözünden çıkarabilirsiniz.

12 Eylül bilerek ve planlı olarak Amerikan politikalarına uygun olarak geldi. 12 Eylül yargılansın derken sadece ülke içindeki işbirlikçiler değil, dış ellerinde sorgulanmasıdır. Evet, 12 Eylül öncesi her gün kan akıyordu, şimdi ne oluyor? Kan durdu mu? İşkenceler ve işkencede ölümler ne zaman doğallaştı? Kayıplar ve kayıpların oluşturduğu mezarlıklar?

12 Eylül öncesi ortamdan kimse memnun değildi, çözüm içinde arayışlar sürüyordu. Sistem tıkanmıştı, bu tıkanıklık bir plan doğrultusunda olmuştu ve Ecevit açıklamada bulunmuştu, ‘seyirci olmayın, sahaya inin’ diyerek! Fakat seyirci büyük bir kesimdi ve oyun bozulamadı. Oyun bozulmadı ama ülke daha da geriye gitti. Bugün devletin elindeki imkanlar ile o günkü imkanlar karşılaştırılmış olsa, elbette teknolojinin gelişimi göz önüne alınarak, hangi dönemde insanlar daha mutluydu? 12 Eylül askerlerini savunmak demek, bugünü savunmak ve bugünden memnun olmak anlamına geliyor.

Türkiye sadece Türklerden oluşmuyor, oluşmadığını 12 Eylül yasaları gösterdi. Kürt dilinin yasaklanması ve Kürtçe isimlerin değiştirilmesi 12 Eylül ile daha sıkı şekilde gerçekleştirilmiştir. Ulus devleti anlayışı içinde olan ama hayata geçirilmekte zorluk yaşananlar, 12 Eylül ile birlikte ‘realize’ edildi. 12 Eylül neden Mamak ve Diyarbakır olarak anılır? Orada insanlık dışı uygulamalar sonucunda ne kazanıldı? Teslim olmuş vatandaştan, işkence ile ne öğrenilmeye çalışıldı? Suçu henüz sabit olmayan biri, önce asıldı sonra kararı yazıldı. Bu hangi dönemde hayata geçirildi, bunu yapan mahkeme hangi dönemde çalışmasına devam etti? 12 Eylül’ü savunmak bu suçlara ortak olmaktır...

12 Eylül beş general ile sınırlı değildir, beş general sadece görüntüseldir. O beş general arkasında duran yargıyı sorgulamak gerek. (bütün idamlar yargı kararı ile olmuştur.) Alt kademede görev yapan ve sıkıyönetimin yetkisinde olmayanı yapanı sorgulamaktır. Bunu sorgulayacak ülkemizde hukuk yapısı var mı? Elbette generallerin yaptığı yasalar ile bu iş zor. Zor olduğu için yargılansın diyen bir savcı işinden oldu.

Bugün Ergenekon davası ve darbe yapmaya teşekkül edenler yargılansın denmektedir, yapanlar ortada duruyor, onlara karşı ne yapılmaktadır? Eğer, hükümet bu konuda sonuna kadar gidecekse, yapmış olanlardan başlaması gerek. Sondan geriye doğru gidildiğinde beklenmedik sonuçlar ile karşı karşıya kalınır. Yapanlar ile yapmaya teşebbüs edenler ve o ortamı yaratanlar yargılanmalıdır. Bir taraf kollanarak olmuyor, olmadığı içinde Susurluk erken bitmiş dava olarak tarihte yerini aldı.

Bugün görev başında olan, halen TV ekranlarına çıkıp yorum yapanlar ve gündem değiştirenler bulunmaktadır. Onların şimdiki maskeleri 12 Eylül sorgulanması ile düşecektir. Bugün demokrasi havarisi olan Nazlı Ilacak, o gün askeri başarısından dolayı alkışlıyordu. O gün Emin Çölaşan askeri kızdırmayacak haberler yapıyordu. Savaş Ay idam edilen Erdal Eren'i haber yapıyordu, tabi askerin isteği doğrultusunda. Bugün demokrasi isteyenler, o gün neden askeri alkışlıyordu ve göklere çıkarıyorlardı? Bugüne bakarak cevap verebilir misiniz?

Demokrasi kavgası olarak türban özgürlüğü ile sınırlı olduğunu, diğer ötekilerin özgürlüğünü ağızlarına almayanlar ne kadar demokrasi istedikleri kanıt olarak ortada durmuyor mu? Bugün 12 Eylül ile ve o dönemde yaşananlar ile hesaplaşılmadan, kişilerin gerçek yüzlerini göremeyiz. Bugün en çok demokrasi istediğini söyleyenler, demokrasi için ekranlarından her görüşü açıklayanların o gün neler yaptığına bakın ve kimler gerçek demokrat olduğunu görün!

Ülkemizde nelerin dış kaynaklı, nelerin iç kaynaklı olduğunu söyleyebilmek için, tarih bilincine ve tarihte biçilen rolleri görme ile ilgilidir. Dış güçlere karşı mücadele ettiğini söyleyen sağ güçler, genelde Amerika’ya bağlı kalmalarını şu şekilde mi açıklamak doğrudur; “bizler Amerika’yı dış değil, onun parçası ve içimizden görüyoruz!” iç güç görenler, darbeleri yapmış ya da darbe için zemin hazırlayanlardır!

12 Eylül’den, 2 Temmuz’a…

12 Eylül’den, 2 Temmuz’a…

12 Eylül bir kırılmadır. Toplumsal olarak geçirdiğimiz bir travmadır ve o travmanın etkisi de bugün yaşanan tartışmalara bakarak söyleyebiliriz ki, devam ediyor. Travmadan kurtulmak için yüzleşmek zorunludur.

12 Eylül ile ilgili olarak değişik zamanlarda yüzleşmeye çalıştık, bireysel olarak yüzleştik, küçük gruplar olarak yüzleştik ama toplumsal yüzleşme henüz gerçekleşmiş değildir. 12 Eylül hala birileri için terörden kurtuluş günü olarak sunulur. 12 Eylül öncesi ölen insan sayısı ile,
12 Eylül sonrası ölen insan sayısını karşılaştırın, hangi dönem daha büyük çatışmanın olduğunu gösterir?

12 Eylül öncesi işkencede ölen insan sayısı ile, 12 Eylül sonrası işkenceden ölen insan sayılarını karşılaştırın, nasıl bir sonuç ile karşılaşırsınız?

12 Eylül öncesi ölümler normalleşmişti, sokaklar özgür değildi. Geceler sokaklar tekin değildi, her an bir yerde patlama olacak ve o patlama ile hayatını tesadüf sonucu kaybedenler olacaktı. 12 Eylül sonrası ise, devlet erki ile birlikte yapılan cinayetler? Sokaklar ne zaman özgür oldu? El ele tutuştukları için dayak yiyen gençler hangi dönemde oldu dersiniz?

12 Eylül öncesi sağ partiler düşünce özgürlüğünü savunmadılar, onların yerine liberallik görevini CHP gibi bir sosyal demokrat parti üstlendi. Gerçek anlamda ülkemizde sosyal demokrat parti örgütlenemedi, çünkü anayasa buna izin vermiyordu… Bugün de vermiyor, bugünde sosyal demokrat partiler liberal parti görevini görmeye devam ediyor, sağ partiler ise hala düşünce özgürlüğü önünde en büyük engel olarak durmaya devam ediyor. CHP artık liberal parti görevini dahi görmez konuma geldi, daha sağa kaydı.

12 Eylül sonrası ilk zamanları siyasi partilerin yeniden açılması tartışmaları ile geçti, 12 Eylül’e muhalif edenler, partilerini yeniden açmak ve örgütlenmek için örgütlendiler. Solcular ile kol kola yürüdüler, fakat o haklarını alıp iktidara geldikleri gün, eski konumlarına geri döndüler. Düşünce özgürlüğü önündeki engelleri kaldıracaklarına, yeni engeller eklediler. Sağ liberal olmayı hiçbir zaman başaramadı. Kendisi gibi olmayanların örgütlenmesi ve düşüncesini açıklamasını hoş görü ile yaklaşılmamıştır. Kürt sorunu konusundaki açılmaları buna örnektir. Askeri çözümü direten 12 Eylül anlayışı, bugünde devam etmektedir. (biraz esneklik kazanılmıştır ama sonuç itibari ile çözüm hala askeri olarak görülmektedir.)

12 Eylül ürünü olan hükümetler, ılımlı İslam’a doğru yol alırken, ekonomi yaşam alanımızda yeşil renge doğru dönüyordu. Suudi kaynaklı finans kuruluşlarının destekleri ile ABD kaynaklı yeşil kuşak politikasının ülkemiz üzerinde, izleri açıkça görülmeye başlandı. 12 Eylül ile hesaplaşmayı, parti açılması ile sınırlayanlar iktidara geldikleri gün hesaplaşmaları bitmiştir ve toplum önünde inandırıcılıkları ortadan kalkmıştır. O yüzden AP devamı olan parti, iktidar olması ile birlikte DYP olarak marjinal bir parti konumuna hızlı bir şekilde yer aldı. Parti başkanı kendisini cumhurbaşkanı olarak en üst noktaya taşırken, misyonun da bitirmiş oldu. Bugün yaşanan olaylar, bu politikasızlığın sonucudur. 12 Eylül ile hesaplaşamayan, merkezi sağın yok olması ile sonuçlanmıştır.

Bu geçiş süreci içinde 2 Temmuz başka bir kırılma noktasıdır. 2 Temmuz günü yaşanlar düşünce özgürlüğüne karşı gösterilmiş bir hoşgörüsüzlüğün ürünüdür. Aziz Nesin, demokrasi sevdalısı olarak, demokrasi mücadelesi için, düşünce özgürlüğünün ifadesi olarak bir kitabı yayınlatmış ve yayıncı olarak altına imza atmıştır. İktidarda olan sağ ve liberal parti bu girişim karşısında 12 Eylül’den beri devam eden anlayışı sürdürmüş ve aydınını gerici ve yobazlar karşısında yalnız ve savunmasız bırakmıştır. Her türlü saldırıya karşı hiçbir önlem almamıştır. Türkiye’nin çağdaş, demokrat, özgür ve her türlü düşüncenin yaşayabileceği ülke özlemi ile bağdaşmayan bir iktidar mevcuttu ve bu mevcutluk yaşanlar ile kanıtlanacaktı. Çünkü bir grup aydın insan, Sivas ilinin merkezinde yer alan otelde ateşler içinde bırakılacak ve ölümü canlı olarak izlenecekti.

Ölümleri gerçekleştirenleri bir ‘Adalet’ bakanın savunma avukatı olması ise işte bu 12 Eylül anlayışının ne boyutta yaşandığını gösteriyordu. 12 Eylül, 2 Temmuz’da tüm canlılığı ile yaşıyordu ama iktidarda olanların sadece biçimleri değişmişti. 12 Eylül mağduru olduğunu söyleyenler iktidardaydı ve o gücü 12 Eylül generallerinin bıraktığı anlayış yönünde kullanıyorlardı. İktidarda şekilsel bir değişim yaşandığı ortadaydı. Daha sonra kurulacak olan hükümetlerde 12 Eylül ruhunu yaşatmaya devam etmiştir.

2 Temmuz ile hesaplaşmak demek, 12 Eylül ile hesaplaşmak demektir, çünkü 2 Temmuz, 12 Eylül’ün eseridir. Toplumsal dönüşümünün sonucudur. 1984 yılında Van’daki öldürülen öğrencide bu dönüşümün ilk işaretidir ve 2 Temmuz sadece bir sonuçtur. Kendisi gibi olmayana karşı duyulan düşmanlık, bugünde varlığını korumaya devam ediyor.

24 Haziran 2009 Çarşamba

Profesyonel!

Profesyonel!

Profesyonel, para karşılığında verilen görevi yapan kişidir. Burada işverenin kimliği yoktur, işveren; kimdir, nedir, necidir önemli değildir. Görev vardır ve görevin yerine getirilmesidir. Bu profesyonel tanımı içinde ahlak, gelenek filan yoktur. Profesyonel kişi parasını aldıktan sonra her türlü hizmeti yerine getirir.

Profesyonel çalışma yaşamı ne zaman başladı dersiniz? İnsanlık tarihi kadar eskidir diyebilirsiniz. Belki birileri cennette mekan kapmak için her türlü hizmeti vermiş olabilir ama karşılığında mutlaka bir şey alan profesyoneldir. Profesyonel insan için sonuç önemli değildir, yapılan iş ve işverenin memnuniyeti önemlidir.

Profesyonel çalışan, görevinin dışında bir şey düşünmez, görev görevdir sözü her ne kadar Almanya’dan çıkmış ise de, bugün bütün profesyonellerin anayasası oldu! Bu anayasaya uygun olarak çalışan profesyonellerin yaratmış olduğu büyük bir kaosu yaşıyoruz, çünkü görevini yapan kişi, görevinin dışındaki yan etkilerle ilgilenmez ve bilemez. Kendi yaptığının kaosu oluşturulduğu söylendiğinde ise anlamakta zorlanır, çünkü onun dünyası içinde bir bütünü görmek yoktur. Çalışma dünyasının daha karmaşıklaşması bu sonucu doğal hale getirmiştir. Sanayi devrimi ve bant üretim tarzının yaygınlaşması ile birlikte, çalışan neyi ürettiğini bilmeden, çalışmaya devam eder.

Profesyonel işçi, ürettiği bir çarkın nerede ve hangi amaç ile kullanıldığını bilemez, o sadece işini kaybetmemek için her türlü özveriyi göstererek üretime devam eder. Yeter ki çocuklarının karnı aç kalmasın. Elbette bazı profesyoneller çocuk parası için çalışmaz, daha fazla kazanmak için mücadele eder, doyumsuzdur.

Profesyonel yaşam tarzı, yaşamın her alanına sinmiştir. O kadar benimsenmiştir ki, artık çalışmayan insan bile profesyonel biri gibi düşünmeye başlamıştır. Para kazanmadan profesyonellere akıl veren taraftarlar buna örnektir. Futbol takımı için her şeyini verir ama sonuçta belki bir maça giriş bileti kazanır! Profesyonel amigolar yanında, çığırtkanlarda vardır. Ölüm törenleri için profesyonel ağıtçılar gibi. İslam dini içinde profesyonel imam olmamasına rağmen, camilerde profesyonel din adamların olması gibi. Profesyoneller için önemli olan verilen görevi yerine getirilmesidir. Geçmiş birikimleri, dünyaya bakış açısı önemli değildir. Onun için önemli olan görevini laiki ile yapmasıdır. Aldığı ücreti hak edenin vicdanı rahattır. Profesyonellerin vicdanları hep rahat olur!

Profesyonel asker, bir ülkede darbe yapar, darbe sonucunda değişim onu ilgilendirmez, onun için önemli olan, o anki verilen görevini yerine getirmektir. Profesyoneller işverenin lehine hareket eder, iş ahlakı onu getirir, elbette burada istisnai durumlarda olur. İstisnailere ise hain gözü ile bakılır. Profesyonel demek, verilen görevin hiç soru sormadan yerine getiren demektir. Profesyonel işveren olmaz, onun için profesyonel CEO olur!

Ölüm makineleri olan silah ve kimyasal ürün üreten fabrikalarda çalışanların hepsinin gönülleri rahattır, çünkü onlar, o işi buldukları için şanslı hissederler ve verilen görevi en iyi biçimde yerine getirirler. O üretilen silahların nerede kullanıldığını bilemezler, hatta bunu hiç sorgulamazlar bile, sadece canlı yayında işgali ya da savaşı ekrandan izlerler, orada atılan bir silahın, kurşunun, bombanın kendi fabrikasında üretildiğini ya da dişlisinin üretildiğini bilemez.

Afganistan üzerine insansız uçak gönderen bir askeri işçi, uçağı başarılı bir şekilde Amerika’dan kaldırıyor, hedefi ekrandan görüyor ve o hedefe taşıdığı silahı bırakıp geri getiriyor. Bu arada, uçuş zamanı dilimi içinde, otomatik pilota bağlayıp, çocuğunun okuluna ziyaret edip, okuldaki çocuğun gelişimi hakkında bilgi alabiliyor. Burada profesyonel işçi, yaptığı işin sonucunu algılamak için çaba sarf etmiyor ve itiraz dahi etmeden, gönlü rahat olarak ailesinin geleceği üzerine planlar yapabilmekte ve yatırım yapabilmektedir.

Bu örnekler çoğaltılabilinir, profesyonel yaptığı işin sonucunu düşünmez, her şey para içindir ve çalışma saati içinde bütün benliğini satandır. Profesyonel gazetecilerin ikide bir saf değiştirmeleri, değiştirdiklerinde yeni patronlarının çıkarı için, geçmişte çalıştığı patronun her açığını, yeni patronuna açıklaması artık etik sorun değildir. Görevinin gereğini yapmaktadır.

Her meslek profesyonelleştikçe, toplumsal ahlak, değerler ve toplumun ihtiyaçları önemi ortadan kalkar. Ulus devletinin değişim yaşadığı ve yok olmak üzere doğru giderken, profesyonellerin katkısı unutulmaması gereklidir. Çünkü profesyonel için ulus önemli değildir, çalıştığı ve para aldığı yer daha önemlidir, onun için her türlü özveri yapmaktan geri durmaz. Hatta içinde çıktığı toplumu yok edecek kararlara dahi, çalıştığı kurumun çıkarları doğrultusunda gözü kapalı olarak karar alır ve uygular. Bunun örneğini kısa zaman önce de yaşadık.

Profesyonel, verilen görevi gözü kapalı kabul edendir! Almış olduğu eğitim, tecrübeyi işverenin lehine kullanandır. Eğer profesyonel katil ise, öldürdüğü insanları hangi amaçla ve ne için öldürdüğünü sorgulamaz! Görev, görevdir, sorgulanmaz! Hatta para aldığı kişi ya da kişileri açıklamaz, profesyonellikte işvereni kollamak ve savunmak vardır, elbette daha fazla para verene kadar!

Profesyonel, gözünü kapar, vazifesini yapandır! Hatta para için kendisini satandır!

Bugünlerde profesyonelim diyen birini gördüğümde, tarihin en eski profesyonelleri gözümün önüne gelir. Hiç değilse onlar daha namuslu ve dürüsttürler…

22 Haziran 2009 Pazartesi

Sınav soruları…

Sınav soruları…

Sınavlar günlük yaşantımızı belirleyecek konuma ne zaman geldi?

Hayata başladığımız gün hayat sınavına tabi olduk ve her gün sınav ile karşı karşıyayız diye bilirsiniz, kendinizce doğrudur! Yazımda konu olan sınavlardan anladığım, okulların girişinde, işe başlarken yapılan ve kitlelerin katıldığı sınavlardır.

Üniversiteye, işe giriş, kamu personeli sınavı... diye uzayan sınavlardan bahsediyorum. Bu sınavlar, ne zaman hayatımız belirleyen ve yön verir hale geldi?

Bu konuda miladi takvimim 12 Eylül ile başlar! Daha öncesinden elbette vardı ama o sınavlarda öğrencinin tercihi hala belirleyici oluyordu. Öğretmen olmak isteyen öğretmen okulların açmış olduğu sınavlara katılırdı. Merkezi bir yapı özelliği göstermezdi. Çok seçmeli sınavlar ÖSYM ile birlikte, günlük yaşantımıza girmiştir. Sınavlar ile birlikte hemen yan sektörü de hızlı bir şekilde gelişmiştir. Bir yandan iyidir, çünkü üniversitelerden ve okullardan uzaklaştırılan öğretmenlere ve üniversite mezunlarına iş çıkmıştır. 12 Eylül karanlık döneminde bir anlamda birilerinin geçim kapısı olmuştur, fakat bu geçim kaynağı kısa zamanda başka bir yola doğru dönüşüm yaşamıştır. Konumuz bugün bu değildir.

Merkezi sistem ile yapılan sınavlar, zaman içinde okullardaki eğitimin biçim değiştirmesine yol açmıştır. Okullar, sınavlara yönelik öğrenci yetiştirmeye başlamış ama dershanelerin etkinliğinin artması ile birlikte, okuldaki öğretmenlerinde oralarda ek işte çalışmasıyla, süreci hızlandırmıştır. Okuldaki öğrencisine sınava yönelik değil, dershanedeki öğrencisine sınavda yapması gerekenlere yönelik eğitim vermesi ve okulda sorduğu soruları daha öncesinden dershanede sorması ile birlikte öğrenciler ve velilerin umut kapısı olmasının yolunu açmıştır.

Umut kapısı, dershanelerin olması öyle sıradan bir olay değildir, Türkiye’nin değişiminin yansımasıdır. Gençlerin önüne, üniversite eğitimi bir amaç ve o olmadan kişinin kurtuluşunun olmayacağı fikri aşılanmıştır. Her çocuğun gönlünde üniversite rüyası, çocuktan önce ekonomik zorluk çeken ailesinden başlamıştır. Üniversite bir kariyer ve gelecek olarak algılandı. Oradan geçen biri, her türlü ayrımcılığa sahip olacaktır. Erkek çocukların askerlik süresini bile belirler konuma gelmiştir. Üniversite mezunu demek, toplum içinde konumunu belirlemek anlamındaydı. Bir hedef ve amaç oluşturuldu. Bu amaç 12 Eylül’ün getirmiş olduğu koşullar ve 24 Ocak kararların etkisi büyüktür. Tek kanallı TV yayıncılığı içinde yayınlana programlarda bunu körüklüyordu. Tartışmalar, konuşmalar bu sınav ve sonuçları üzerine odaklanıyordu. Sınav sonucunu yayınlayan gazeteler yok satar olmuştu. Sınavın ertesi gün yayınlanan gazeteler bayiiye gelemden gece yarısından kuyruklar oluşuyordu. Her lise son sınıf ve mezunun için en önemli sınavı konuma geldi. Sınavı başarabilmek için aileler, çocukları için her türlü özveriyi göstermeye başladı. Sınavlara girecek çocuklar okulda ne kadar başarılı olursa olsun, dershanelere gidiyordu. Okulda başarılı öğrenciler bir süre sonra dershane reklamlarında kullanılmak üzere, dershaneye burslu (bedava) alınmaya başlandı. Çünkü dershanelerin başarısı, ne kadar öğrenciyi üniversiteye soktuğu ile ölçülüyordu. Bir anlamda serbest piyasa rekabet koşulları dershaneleri bu yolda hilelere başvurmasına sebep olmuştu. Konunun bu tarafı ayrı bir yazı konusundur. Kısaca geçiyorum, çünkü benim bu yazıdaki amacım daha farklı.

Sınavlar, bir anlamda öğrenciyi ya da sınava gireni yönlendirir. Kim hangi sınava girerse girsin, sınavın soruları, sınava girenin bakış açısını ve hazırlığını etkiler. Bir kişi ister üniversite, ister kamu personel sınavı olsun, sorular gireni biçimlendiriyor. Bu biçimlendirme öğrenciyi soru yapanın istediği biçime girmesini hızlandırmaktadır. Bir anlamda sınav, hedef için bir araç olması yanında, sistemi elinde bulunduranların amacına yönelik bir silah konuma gelmektedir. Bazı okulların ve dershanelerin öğrencilerin üniversiteye istedikleri bölümde girmesi, bu tezin kanıtı olarak durmaktadır. Sınavlar, bir ölçüm aracıdır. Fakat bugün sınavlar, kişilerin dünyaya bakışını biçimlendirmek ve yönetme aracına dönüşmüştür.

İstenilen tipte ve başarıda öğrencinin (memur adayının) sınavda başarı göstermesi bir tesadüf konumda değildir. Bilinç ile hazırlanmış ve belirli bir anlayışı (açıkta olmazsa) bilinç alına seslenen sorular ve yanıtları ile yönlendirici konuma gelmiştir. Bu sınavlar başarı oranı kişinin ekonomik gücü yanında başka araçları da devreye sokmuştur.

Sınav soruları içinde, belirli bakış açısını belirten ideolojik soruların olması ve tartışılır soruların her sınavda gündeme gelmesi tesadüfi değildir. Sınav sorularını hazırlayan komisyon üyelerinin dünyaya bakış açısı ve tercihi bu konuda önemlidir.

Sınavlar, bir çok sektörü yaşam alanına katmıştır. Sektörün yan yapılarını da doğal olarak günlük yaşamımızın içine girmiştir. Okullar, günümüzde çocuğu oyalama merkezi konuma gelmiştir, çocuk sınavlara dershanelerde ya da özel eğitmenlerin gösteriminde hazırlanır hale gelmiştir. Bu siyasi bir tercihtir. Okulların özelleştirilmesi, eğitim sistemin çökertilmesi sadece bize ait sorun değildir. Global olarak okullarda eğitim çökertilmiştir. Eğitimin çökmesi elbette sonuç olarak birilerin işine gelmiştir.

Gelecek korkusu, insanların içine işlemiştir ve bu korku yüzünden, kendisini kurtarmak için her türlü özveriye hazır bir güruh yaratılmıştır. Çocuğunun geleceği için her türlü özveriyi yapan aileler, yastık altında tuttukları paraları da çocuklarının geleceği için harcamışlardır. Aileler ve bireyler borçlandırılmıştır. Bugün her kesimden insan borçlu konuma getirtilmesi ve borçların ülke ekonomisini yönlendirecek konuma gelmesinden kimler yarar görmektedir?

Dünyada sol politikanın çökmesi ve sol kültürün yaratmış olduğu değerler birer anı olarak kalması, acaba bu sürecin etkisi olmuş mudur? Almanya ve İngiltere sol partilerinin sağ partilerden daha liberal ekonomik değişimi savunur konuma gelirken, işçi örgütlerinin kan kaybetmesi nasıl açıklanır? Ülkemizde sendikaların birer tabela sendikasına dönüşmesi ve kitleselliğinden uzaklaşmasında bu sınavların etkisi nedir? Sağ partilerin alternatifi yine sağ partiler olması tesadüfi midir? Bu sorulara yanıt global olarak verilmeye çalışılırsa, birkaç ülke dışında nasıl bir sonuç ile karşılaşırız?