17 Temmuz 2009 Cuma

Her şey bir gecede oldu!

Her şey bir gecede oldu!

12 Eylül’de bir gecede her şeyi düzelten askerler, ertesi gün duvarlar arkasında başlattığı korku cumhuriyetini hayata geçirmiştir. 12 Eylül öncesi ölen insan sayısı ile, devlet gözetim altında ölenlerin sayısını karşılaştırdığınızda korku ortaya hemen serilmektedir.

Askerler, yönetimi ele aldıklarında, onun korku cumhuriyetini yaratacak bordrolu çalışanları da hazırdı. Bir günde sessizliğe bürünen Türkiye, aslında sessizliğe değil, sessiz çığlığın içine düştüğünü yıllar içinde anlayacaktık. 12 Eylül, sadece birilerin çocuklarının işi değildi, o çocukların çocukları da vardı. O çocuklar kendi gelecekleri için her türlü görevi yerine getirmekten geri durmadılar.

Biz profesyoneliz ve görev neyse yaparız anlayışı sorgulanmalıdır.

12 Eylül öncesi oluşturulmuş, Derinlemesine Araştırma Laboratuarı (DAL), Ankara’da başka bir şekle bürünüyordu. Bugün DAL’dan geçmiş ama travmayı hala atlatamamış binlerce insan aramızda yaşamaya devam ediyorlar. DAL’ın yaratmış olduğu korku, o kadar etkili olmuştu ki, siyaset ile ilgilenmek, ülke sorunları üzerine düşünmek demek, DAL’a misafir olmak anlamına geliyordu. O dönemde DAL’a kimler misafir olmuştu, bir açıklansa nasıl bir manzara ile karşılaşırız?

12 Eylül sorgulanacaksa eğer, DAL ve DAL’da görev almış tüm bordolu ya da gönüllü çalışanların dosyaları açılmalıdır. DAL süreci içinde kaç kişi öldü, kaç kişi sakat kaldı?

Mamak, Diyarbakır, Metris 12 Eylül ile özdeşlemiş bir işkence yerleri olmuştur. Oraların yönetimi tamamı ile askeri bordrolular tarafından kontrol edilmekteydi. Yaşayan tanıkların anlatımları ile orada işkence ve eziyet gün ışığına çıkmıştır. Ortaya çıkmış olması orada görev yapanların ceza almış olduğu anlamına gelmemektedir.

12 Eylül işine geldiği gibi dokunulmazları kaldırmış, yine işine geldiği gibi geçici maddelerle dokunulmazlıklar yaratmıştır. Bugün gerçekten yüzleşmek isteniyorsa, dokunulmazlıklar koşulsuz olarak kaldırılmalıdır.

12 Eylül ülkeyi demir parmaklıkların gölgesi altında bırakan bir süreçtir. Karayollarında, boş arazilere bırakılan işkence görmüş vatandaşların cesetleri o dönemde ülkenin batı yakasında doğal karşılanıyordu. Zaman içinde bu görüntü doğuya kaymıştır. 12 Eylül ile uzmanlaşan profesyonel bordrolu çalışanlar yanında, öldürme konusunda uzmanlaşan profesyonellerde hayatımıza girmiştir. Koruculuk sistemi bu profesyonel çalışmanın ürünüdür. Para aldığı sürece hangi tarafta savaşacağına karar verir, işine gelmediği gün karşı tarafta savaşa girmekten çekinmezler!

Bu sistemi hayatımıza sokanlar, şimdi emekli olan askerler/ bürokratlar, gözyaşları içinde nasıl kahramanlık yarattıklarına dair söylemleri belirli kanallardan eksik olmuyor. O kahramanlar nasıl kurşunlar altında, az elemanla düşmana karşı savaştıklarını anlatmaktalar. O kahramanlık söylemi içinde her iki taraftan dökülen kanlar ve gözyaşlarından nedense bahsedilmez. Pislik yedirilen köylüler, köylerinden zorunlu göz ettirilenler, yakılan köyler, yakılan köylüler, gazete satan çocuklar, sınırdan öteki tarafa göç ettirilenler… nedense bu söylemler içinde olmaz! Uzaktan bakan biri olmuş olsaydınız görecektiniz gerçeği, çünkü ölen, göç eden, pislik yedirilen, ölüm kuyularında kemikleri yok olanlar, evlerin bodrumlarında mezarda duranlar, kurşunla ölen, satırla doğranan, elektrik ile yakılan tüm vatandaşlar bu ülkenin toprağının insanıdır. Ölende öldürende bizim canımız olduğu gözden düşürülür, bir düşmanlık ve kahramanlık söylemi ile haklar arasında düşmanlık tohumları ekilmeye çalışılır, zaman zaman da bu tohumlar değişik olaylarda boy vermiş ama büyümeden sönmüştür. Sorun çözüleceğine daha karmaşıklaşmış, bu sorundan nemalanan kesimde çoğalmıştır. Kara paranın ortaya çıkması ile doğal olarak paranın gücünün etkisi ile çözüm - çözümsüzlük olarak bugüne kadar gelmiştir.

O dönemlerde görev yapan tüm bordrolu görevlilerin mal varlıkları araştırılmış olsa, acaba nasıl bir sonuç ile karşılaşırız?

Emekli olan üst düzey askerler / bürokratlar belirli holdinglerde danışman olması nasıl açıklanır? O holdingler ile askeriye ya da devlet ile yapılan ihaleler arasında bir ilişki var mıdır?

Bütün bu olumsuzluklar elbette askeriyenin tek başına işi değildir. Asker yönetime el koydu da polis ne yaptı? Mahkemelerin hakimleri, savcıları gardiyanları, sosyal hizmet uzmanları… ne yaptı? Mahalle baskısını oluşturan, korkuyu benliğimizin her yerine dolduran medya ne yaptı? Baskı döneminde medyada çalışanların yazıları bugün okunmuş olsa acaba nasıl bir sonuç ile karşılaşırız? Bugün demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kelimeleri kullanan ve kendisini barış elçisi görenler, o günlerde askerlere ne gibi methiye dizdikleri ortaya çıksa yüzleri kızarır mı?

Darbe yapmak suç, darbe yapmaya teşebbüs etmek soruşturma açılabilir, darbe yapanları pohpohlamak suç değil midir?

Medyada ve üniversitelerde görev yapan öğretim üyeleri bir davayı demokrasi için önemli adım görenler, Susurluk Davasını küçümseyenler, nasıl oldu da Ergenekon savcısı gibi hüküm verir oldular? Onların yüzlerini Sivas Katliamı karşısındaki duruşları ile görebilirsiniz! Türbanı özgürlük simgesi olarak gören ve üniversitelerde özgürlüğü savunanlar, Sivas katilleri ile iyi ilişki içinde olmaları, onları bir gün dahi kınamamış olmaları tesadüfi midir?

14 Temmuz 2009 Salı

Zam, zulüm, işkence işte AKP!

Zam, zulüm, işkence işte AKP!

12 Eylül öncesi sık duyduğumuz sloganlardandı, öznesi değişti ama her şey aynı gözüküyor. Yaşam kalitesi, daha yukarıya çıkacağına, hızlı bir şekilde inişe geçmiş durumda. Yaşam kalitesinin düşmesini gösteren sadece eğitimin, sağlığın, düşmesi değil, tüketim maddelerinin ve hizmetlerinin fiyatının yükselmesi ile ilgilidir. İşçiler için ayrılan, işsizlik parasının kasasında biriken paralar bile, göz göre göre işverenlere peşkeş çekiliyor.

Zam, zam sözcükleri günlük gazetelerde okumaya, görsel medyada daha sık duymaya yeniden başladık. Zam sözü geldin mi, enflasyon canavarının yeniden şahlanışa geçtiğini, paraların üzerinden atıldığı söylenen sıfırların yeniden görünür hala gelmesi anlamına geliyor. Paraların üzerinde sıfırlar artarken, sabit maaş ile geçinenlerin paraları aynı kalması anlamındadır.

Kağıt üzerinde oluşturulan hayat standartları, hükümet lehine çevrilerek, bütçede oluşan deliğe mehlem sürülmeye kalkılıyor. Delik o kadar büyük ki, ne mehlem ne Japon yapıştırıcı ile o delik kapatılır gibi değil!

AKP iktidara geldiğinde, elinde bulduğu hazır reçeteler ile bu döneme kadar geldi. Bugün kendi politikasını oluşturması beklenirken, sorunları görmezden gelmeye, gündem değiştirerek kitleri oyalamaya, kendi bitişini biraz daha geciktirmek ve bu geciktirme ile zaman aşımı hukuk kuralı gereği yargıdan kurtulmaya çalışmaktadır. Zaman aşımını bekler gibi, işi uzatmalara sürmektedir.

Sağlık sektöründe tam gün yasası ile birlikte doktorlara öngörülen maaş artışları sağlık emekçilerine öngörülmemektedir. Doktor maaşı Türkiye koşullarında astronomik artarken, bir hemşirenin, laboratuar emekçisinin durumu gözler önüne gelmez. Doktor tek başına mı muayene ve tanı koymaktadır?

Bugün (14 Temmuz), emniyet teşkilatının verdiği değerli kağıtlara zam haberi geldi. Zam öyle işçiye veya memura verilen cinsten değil, tek rakamın yanına sıfır eklenmiş halde geldi. Maliye Bakanlığı, ki hükümetten habersiz yapamaz, yapmış olduğu bu zamanlar ile emniyet teşkilatının bütçesi hatırı sayılır bir rahatlama sağlayacaktır! Emniyetin kullanmış olduğu kağıda ya da bina kirasına bu arada zam gelmediyse, nereden çıktı bu zaman diye sormadan edemiyor insan! Bu değerli kağıtlara verilen zam oranı, acaba hükümetin emniyet teşkilatına verdiği ödül mü? Bu soru nereden geldi aklıma hemen açıklayayım; emniyetin bir vakıfı vardır, her işlemde bu vakıfa da bir yardım yapılır! Hizmet alanda ona göre bu ödemeyi yapar!

Yukarıda anlattığım doktorlara verilmesi düşünülen zamanlar gözümün önünden geçerken, askeri doktorlar ile sivil doktorlar arasında bir maaş uçurumu gördüm. Aynı işi yapan iki doktor, biri sivil, öteki resmi olmasının getirmiş olduğu bir fark ile karşı karşıyadır.

Şehit haberi uzun zamandır günlük yaşamımızın ayrılmazdır. Şehit haberinin yanında elbette gazi haberi de vardır, fakat bu gaziler nedense pek gündeme gelmezler. Geldikleri zamanda, hükümet gündem değiştirmeye ihtiyaç duyduğunda oluyor. Kürt sorununda bir çıkmaz arandığında hemen bu gaziler ve şehitler anımsanır. O gazilere ne gibi hizmet verildiği sorulmaz. O gazilere kimler hizmet verdiği sorgulanmaz. Politik bir figür konumuna indirgenmişlerdir. Acıları ekranlara arabesk bir şekilde gelmekte ve duygu sömürüsü yapılmaktadır, gerçek anlamda bir çözüm sunulmuş değildirler ve unutulmuş, görünmez konumdalar. Gündemdeyken göreceli bir iki şey yapılır, sonra kaderleri ile baş başa kalırlar.

Askeri doktorlar, özveri içinde şehitlere ve gazilere bakar. Görevleridir, bakmak ile yükümlüdürler. Göreve başlarken bunun bilincidirler. Bu gaziler ve şehitler zaman zaman kutsanır, kutsandıklarında anımsanır. Vatanları için canlarını verenler önemlidir de, onları hayata bağlamak için çalışanlar daha mı önemsiz oluyor? Peki, bunlara hizmet veren ile sivil doktorlar arasında neden ücret farkı vardır? Aynı sektör içinde hizmet veren çalışanlar arasında oluşan bu uçurum neyi anlatmaktadır? Doktor tek başına mı, sağlık sektörünü yönlendirmekte ve biçimlendirmektedir? Tek başına doktor neyi ifade eder? Aynı zaman ve aynı sorumluluk içinde olan diğer çalışanlar neden gözden çıkarılmıştır?

Buradan şu anlam çıkmasın lütfen, doktorlara verilen maaş ayarını çok görmüyorum, her çalışana aynı oranda maaş ayarı yapılmaldır diye düşünüyorum.

Devlet kurumları arasında ücret farkının giderilmesi için çalışma yapılacaktı bir zamanlar, acaba bu farklar giderileceğine, birilerinin lehine daha mı artmaktadır? Asgari ücret ile milletvekilliği, ya da müşavir arasında ücret farkı ne kadardır?

Devlet kurumlarında özel sektör ile rekabet için, ücretler yüksek tutulması savunulur, özel sektör çalışma koşulları ile devlet çalışma koşulları neden karşılaştırılmaz? Özelde çalışana sunulan hizmet ile devlet dairesinde sunulan hizmet kalite farkı neden gündeme gelmezde, sadece maaşlar gündemde olur?

Devlet denetleyici olacağı söylenir, fakat bizim ülkemizde devlet, emekçiden aldığını, sermayeye aktaran konumdadır. Verdiği hizmetleri de yaşam standartları üzerinde zam yapar konuma gelmiştir.

AKP, küresel krizden çıkış yolunu zamlarda görmüştür! Bu yaptığı zamlarda bile, bir ayrımcılık yaptığı gözükmektedir… Acaba, bu ayrım gelişen olaylar ile güç kavramı ile ilişkili midir?

AKP’nin yüzünü görmek istemeyenler, zamlar ile belki maskesini aşağıya düştüğünü görürler ve 12 Eylül öncesi sokaklarda gür ses ile bağırdığımız sloganı, bugün yeniden sokaklarda birlikte bağıralım!

Zam, zulüm, işkence işte AKP!

12 Temmuz 2009 Pazar

İzmir yanıyor…

İzmir yanıyor…

İzmir, Temmuz sıcaklığını en şiddetli hissettiği günleri yaşıyor. Sıcaklar altında araç muayenesine gittik! (Aracımız için aldığımız vize sona eriyordu.)

Araç muayeneleri standartlaşmış, eskisi gibi değil de, daha düzgün görünümlü Alman markası ile Türk adının yer aldığı yere dönüşmüş. TÜV alman standart kuruluşu, Türk ise bu topraklarda yaşayan halkın ismi. İkisini birleştirmişler TÜV Türk olan araç muayene servisler oluşmuş. Eskiden belirli yerlere gidilir, araca şöyle bakılır ve vize verilirdi, bu sefer bant usulü çalışan bir sistem oluşturulmuş. Para verilen kasalar ve araçların yan yana gittiği bant çalışması. Araç banda konur gibi konuyor, aracı muayene edeceğin denetiminde araç bir çizgi üzerinde kısa zamanda kontrol ediliyor ve arka kapıdan teslim ediliyor.

Aracı verdiğin ile aldığın kapı arasındaki alanı yürüyerek geçiyorsunuz. Sıcakların insanı haşladığı günlerde o sıcaklarda arkaya dolanmakta o kadar sözdeki gibi basit olmuyor. Sıcaklarda yola yumurta kırılsa kızartma olur, öyle bıraksan haşlama. Sıcaklardan dolayı aşırı terleyenleri görmek şaşırtıcı değil, üzerindeki giysi üzerine yapışmış yüzlerce insan görmek doğal karşılanıyor. Her kapalı alanda olan klimalar sayesinde nefes alınıyor ama o klimalı ortamdan çıkanların sesinde bir çatallaşma olduğunu hissediyorum…

TÜV Türk’te muayene sırasında oluşan hatalar arka kapıdan liste olarak veriliyor ve yapılması isteniyor. 30 gün iş günü içinde bu hatalar yerine getirilmesi gerekiyor. Kural kuraldır, kurallardan taviz verilmez Alman anlayışını burada görmek mümkündür. Kurallara sadık Türk vatandaşı görmek şaşırtıcı gelse de hemen alışıyoruz!

Bizim aracın yıllardır muayenesi olur ama araç tescil belgesinde motor ve şase numaralarının yanlış yazıldığını bilmezdik. Trafik belgesinde tam yazan numara bu adını andığım belge de ön numaraları atılmış, son haneleri yazılmış olduğunu orada öğrendim. Bu durum düzeltilmesi gerekliydi. Ek 1 adı verilen bir belge doldurulması gerekliydi ve çözümde hemen kapının dışında, bahçenin yanında duran seyyar yazıcılarda mevcuttu. Memurun yapmış olduğu bir hatayı ödüyordum! Düzeltilmesi gerekenler uzaktaydı ve hemen pratik çözüme yöneldik. Pratik çözümler üreten bir milletiz!

Kapının önünde daktilo ve masadan oluşan yere gittik ve denilen ek 1 belgesi doldurttuk. Şoförler derneği adına basılmış kağıtlara 15 TL ve emek ücreti 5 TL ödeyerek, soruna hemen çare bulmuş olduk. Verilen belgede elbette resmi bir şey yoktu. Ne mühür ne imza vardı. Bu kağıtları fotokopi ile de çoğaltılabilinirdi.

İkinci işlem parasızdı ve hemen sıra alarak kağıtları teslim ettik. Sistem araç olarak kabul ettiği için bizi, araçlar ile birlikte sırada bulunduk. Öğlen tatili içinde azalan eleman sayısı ile birlikte uzun bir bekleme geçirdik. Sıcaklar çöle dönüştürmüştü ve bu sıcaklarda yaşlıların ve çocukların olmaması gerekliydi. Sırada bir çok yaşlı olması şaşırtıcı değildi, doktorların söylemi ekranlarda kalmıştı, hayat bu söylemleri ciddiye almıyordu.

İzmir sıcağı öyle doğal değildi, çöl sıcağıymış. Doğanın dengesi bozuldu, çöller buraya kadar sıcağını göndermişti. Orman yangınında daha geçenlerde iki emekçi insan ölmemiş miydi? Yanan orman yerine, meclisten çıkan yaslar ile siteler kurulur, ağaç yerine beton bloklar büyümekteydi. İzmir dağları şimdilerde beton gözükmektedir… Yeşil, maviden çoktan uzaklaşmıştı.

TÜV Türk araç muayenesinde uzun bir bekleme sonucunda plakamıza iki yıl kullanacağımız vize takılmış oldu! Almanlar sadece ülke girişinde vize uygulamıyor, bizzat ülkemiz içinde vize damgası basıyordu! Alman vizesi demek, güven demektir, onlar standartlara aşırıcı derecede bağlı ve kural kuraldır diyerek yılların birikimini ayrım yapmadan herkese uygularlar! Alman mallarına güven, bu denetimler sayesinde oluşmuştur! Gerçi bu Alman adının yarısında Türk var ama güvenmek zorundayız! Yılardır polislerin yaptığı hatayı biz sıcak altında beklemek ve cebimizden çıkan para ile ödemek zorunda kaldığımız gibi… Şimdi trafik şubesine gidip bu hatayı düzeltmek için yeni bir araç tescil belgesi düzenletmek zorundayız. Bunun içinde ödeme yapmak zorundayız. Hata bizim değil, ama birilerin yapmış olduğu hatayı, hem zaman hem de ekonomik olarak ödeyen biz oluyoruz. Adalet bunun neresinde?

İzmir yanıyor, benim sinirlerimde yerinden oynuyor! Sıcaklar kişilerin psikolojisini bozuyormuş, bu ortamda sabır azalıyor, her an kavgaya tutuşacakmış gibi gezenlerin sokaklarda volta attığını görüyorum!

Bir memurun yapmış olduğu hatayı birey olarak ben ödedim, eğer imkanım olmuş olsaydı, (memuru koruyan yasalar olmamış olsaydı) o belgeyi düzenleyen hakkında dava açar ve bu yaşadıklarımı ona ödetmek isterdim… Onun yapmış olduğu hatayı, neden yıllar sonra bu sıcakta ben ve babam ödedik? Bu ülkede dokunulmazlıklar var oldukça, daha çok ödeyeceğimiz bedeller var olmaya devam edecektir…