21 Temmuz 2009 Salı

Ağlayanlar ittifakı…

Ağlayanlar ittifakı…

12 Eylül öncesi ağlayan çocuk modası yoktu, kimse evine, dükkanına ağlayan çocuk resmi asmazdı. 12 Eylül ile birlikte ağlayan çocuk resmi günlük yaşantımıza ‘sızdı’!

12 Eylül, ağlayanlara yol açmıştı, sol ile mücadele ağlamak ile olacağına kanaat getirmişlerdi. Ülkemizi karakol görenler, var olan ekonomik yapı değişimini istemişti. İleri karakolda düzenleme yapılıyordu.

Önceleri ağlayan çocuk sembolü ortada pek gözükmedi, paşa eli öpmek için randevu beklendi ama randevu alındıktan sonra gündemden düşmeyen bir büyüme ile karşılaştık. Suudi destekli sermayeye o yıllarda kapılar açılmıştı. Faizsiz yaşam hayata geçiyordu. Yeni yaşam, bu yeni ekonomik düzen içinde yerini alıyordu.

Yeni yaşam, hayatın her alanında değişimi de beraberinde getiriyordu. Böyle gelmiş, böyle gitmeyecek günleri başlamıştı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu değişim her alanda olmaya başlamıştı. Küfür romanları hangi yönde olacağının ilk habercileriydi. Geçmişin muhasebesini yapmak adına küfürler ediliyordu, küfür ettikleri nasıl olsa ses çıkaramazlardı. Ülke demir parmaklıklar ile örülüyordu. İşkence altında olanlar, kendisine küfür edildiğini düşünecek durumda değildi. Onlar savunmalarında ‘işkenceyi durdurun!’ diye söze başlıyorlardı.

Ağlayan çocuk resimleri ülke saffında yayılıyor, arabesk müzik en güzel yıllarını yaşıyordu. Arabesk filmler ile, yeni idoller ortaya çıkıyordu. Bankerler batıyor, yastık altında para havaya uçuyordu. Bankalar buharlaşıyor, yenileri kuruluyordu. Adları hiç duyulmayanlar bir anda isim duyurur oldu, yeni zenginler ülke kültürüne uygundu. 71’indeki delikanlı, mankenler ile hayatlarını birleştiriyordu. Mankenler hayatımıza girdi. Mankenlerden önce özel TV kanalar başbakanın oğlu aracılığı ile hayatımıza göz kırpıyordu. Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz derken, kalbura çevirmişti ama anayasanın ruhunu yaşatıyordu. Ruhu yaşatmak ve beslemek onun inancı içinde vardı.

Ağlayan çocuk resimleri yaygınlaşıyordu, yeni yaşamda kendisini her alanda hissettiriyordu. Camiler artıyor, kuran kursları mantar gibi her binanın altında mescitlerde açılıyordu. Kuran adı altında başka şeyler öğretiliyordu ama kim sorgulayabilirdi ki, yeni düzen bunu sorgulamayı değil, uymayı öğütlüyordu. Aynı kitaba inanıyoruz diyen general, binlerin karşısında ağlayan çocuk propagandasını yapıyordu. Kemalettin Tuğcu çocuğu hayatta kendine yer açıyordu. TV dizileri ile her eve giriyordu. Ekonomik olarak büyüyen hizmet sektörü gelişiyordu. Hizmette sınır yoktu. Huzurun adresi verilmeye başlanmıştı. Hizmet sektörü, huzur için her mahallede farklı bir şekilde örgütleniyordu!

Hizmet sektörünün büyümesi yeni iktidarında rengini belirliyordu. Hacivat - Karagöz tartışmaları ekranlar önünde başlaması tesadüfi değildir. Önce, ‘köprüyü sattıracağım sattırmayacağım!’ diye başladı, bugün satılmadık ne kaldı? Özneler değişmiş ama roller aynen uygulanmaya devam ediyordu…

Ağlayan adamlar geldikleri köklerde farklıydı. Biri Almanya milli görüş gömleğini giymekten geliyordu, o gömleği çıkarıp çıkarmadığını bilmiyoruz ama görünüm ile bugün nur cemaatinin ağlayan hoca efendisin görüntüsünü çizmektedir. Ağlayan çocuk, işte bu nur cemaatinin ağlayan hoca efendisidir. Hoca efendi ‘en çok karşı olduğu’ bir ülkenin topraklarında yaşamaktadır. Orada sağlığına kavuşurken, hizmet sektöründeki büyümesi de önlenemeyecek düzeyde gelişmektedir.

Hoca efendi, göz yaşının ne zaman bırakacağı belli olmaz. Cemaat önünde olduğu an, bir bahane bulur ve göz yaşarını bırakır. Sonra o gözyaşlarına bir sebep yaratır. Derinden bir ağlaması vardır. Ne konuştuğu önemli değildir, onun ağlamasıdır. Ağlayan çocuk görüntüsü onun ile değişime uğramıştır, arabeskleşmiştir ama çağına uygundur. Ellerini öptüğü generalleri, şimdi mahkum edecek organizasyonlar içinde yer almaktan çekinmemektedir, çünkü el öpen, el öptüren konuma gelmiştir.

Hoca efendi kendisini büyüten geliştiren generalleri bir hizaya almak ve kontrol etmek istemektedir, çünkü iktidarını ve bugünkü seviyesini korumak istemektedir. Bilmektedir ki, verilen roller geri alınabilinir. Geri alınmasını engelleyebilmek için, demokrasi adına yeni rolünü göz yaşları içinde oymaktadır. Bugün iktidarda bir gözyaşı koalisyonu vardır. Kaybettiği yere gidip, sizler beni ağlatıyorsunuz, çünkü amacımız yönünde çalışmadınız. Sadece konuştunuz diyerek azarlayabilmektedir. Gözyaşları ile kurulan koalisyon bugün yeni bir düzen vermek ile uğraşmaktadır. Bu düzeninde alt yapısı uzun süredir zaten yerine getirilmektedir.

19 Temmuz 2009 Pazar

Hadım!

Hadım!

Erbakan, ‘iktidara kanlı mı gelinecek, kansız mı’ derken, başka yerlere işaret gönderiyormuş. Bu işaretin dilini hadım nasıl yapılır sorusuna cevap ararken anladım!

Hadım, iki türlü oluyormuş, kanlı ya da kansız. Hadım yapan kişi hangisini biliyorsa onu uygularmış. Hadım yapılan kişi ise genelde, en fakir ve köle olmaya adaylar arasından, en yakışıklısı ve güçlüsü seçilirmiş. Ona bakan aşık olur ama o elinden bir şey gelmediği için sadece bakarmış!

Hadım edilmiş erkekler, genelde hareme alınırmış. Yani, iktidarın yatak odasına alınırmış. Devlet, bir süreliğine de olsa bu yatak odasından yönetilir. Geri dönülmez aşklar filan da bu yatak odasında olurmuş. Yatak odası aşklar, iktidarın boyuna bazen ip olurmuş. Bir başbakanın aşkı mahkeme tutanaklarına girdi yakın tarihimizde…

Hadım ağaları işte bu gelişmeleri görür ama konuşamazlarmış, çünkü onlar konuştuklarında, dinleyenler iri kıyım vücuttan bu kadar ince ses nasıl çıkar diye hayret içinde bakarlarmış, sonrada ellerinden olmadan gülerlermiş. Hadım ağaların anlattığı bütün gerçekler duyulur ama anlaşılmazmış. O yüzden haremin yabancı erkeği hadım edilerek, yatak odası dedikoduların dışarıya çıkarılması engellenirmiş. Bir de iktidar yatak odasından hanımın elden gitmesi engellenirmiş, çünkü o sayede ‘bak o kadar güçlüyüm ki, benden güçlü ve yakışıklı olanın erkekliğini elinden alırım’ diyerek iktidar sahibi gücünü gösterirmiş.

Hadım ağalığı o kadar önemli bir durum olmuş ki, koskoca imparatorlukta, başbakan bile atanmış. Hadım ağaların yönettiği imparatorluklarda kim kimi yönettiğini sormaya gerek var mıdır?

Hadım edilen erkekte bir takım değişiklikler olur. Ses incelir, kafa yapısında bozulma olur. Erkeğin erkeklik hormonun tamamı ile ortadan kalkmasıdır… Bu bireysel anlamda hadım olayıdır, bir de toplumlar hadım edilir. Bu durum günümüzde dahi geçerlidir.

Toplumun gür sesi, zaman içinde yok olmuştur. Sesi incelmiş ve hepten yok olmuştur. Kaderine karşılıksız boyun eğme vardır. Bütün gelişmelere karşı ses çıkarmaya bakar ama o kadar ince ses gelir ki, o güzel cüsseden bu ses nasıl gelir diyerek gülmeye başlar onu duyması gerekenler. Gülerler, çünkü duymak istemediklerini söylemektedir. O yüzden, duyması gerekenler istediklerini duyar, istediklerini hasır etmeyi öğrenmiştir.

Erbakan yıllar önce kansız mı, kanlı mı geliriz derken bir başka şeyi işaret etmiş olduğunu bugün yaşananlara bakarak anlamaktayım. Çünkü, toplum bu kadar zam karşısında yapmış olduğu tepkiler, hadım edilmiş erkek gibi duruyor. Erbakan, kendisi iktidara gelmemiş olmasına rağmen, fikirleri iktidardadır, iktidara ise nasıl geldiği ya da getirildiği ortadadır. Benim merak ettiğim, toplum ne zaman hadım edildiğidir?

Kansız bir hadım süreci yaşarken, neden toplum acı içinde çığlıklar atmadı, attı da yoksa o gürültü içinde kaçırdık mı? Hadım edilme olayı müthiş can acıtan bir şey olduğunu okudum. Tamam, şimdi anladım, toplum tam vücut anestezi uygulanmış olma ihtimali büyüktür. Bu anestezi hipnoz ile de olabilmektedir…

Siz hipnoz olmak için ne zaman bir nesneye dikkatli bakmıştınız? Bu nesne başörtüsü olmuş olmasın? Hani özgürlük sembolü olan! (sembollerde kişiden kişiye göre değişebilmektedir, kimine göre özgürlük, kimine göre kölelik sembolüdür) benim için ne anlam ifade ettiğini söylemeye gerek var mı?