23 Ekim 2009 Cuma

Zam yağmuru ne zaman başlar?

Zam yağmuru ne zaman başlar?

Ülke gündemi yoğun olarak bir şeye odaklandığında, zam yağmuru başlar ve bu zamlardan canları yananlar homurdanmaya başlandı mı, başka bir gündeme odaklanırız ve o zamların acısını çabuk unuturuz! Unutkan toplumda iktidar olmak büyük şanstır, o şansıda hükümetler çok iyi kullanmaktadırlar!

Birlik, beraberlik, kardeşlik söylemleri altında zamlar başlar. Zamlardan en çok yararlanan kesim kimdir acaba? Memurlar ve işçiler olmadığı toplu görüşmeler ile ortaya çıkar! Hükümet onlar ile dalga geçer gibi ‘enflasyon altında ezdirmeyeceğiz kadar zam yapacağız!’ derler ve emekçinin eline örneğin yaklaşık 10TL geçer! Zamlar sonucunda toplama bakınca; 10TL yanına bir sıfır eklenir! 10 alan 90 verir! Kaşıkla verilen kepçe ile alınması sözü bir kere daha kanıtlanır!

Zam yağmurları bir bakmışsınız ‘dalga’ ile başlar, bir bakmışsınız ‘açılım’ söylemi altında olmuştur. Eğer hükümet yetkilileri ağzına bu iki kelime düştün mü, biliyoruz ki zam yağmuru başlayacak! Zam yağmuru sonucu halk biraz daha fakirleşir, fakirleşen halk daha çok muhtaç olur ve Ramazan ayının bir an önce gelmesini bekler!

Hükümet, memur, işçi ile görüşür ve gülünç bir rakamı zam olarak onlara söyler. Karşı tarafta yer alan sendikalar ise o söylemin en az üç ya da dört misli bir rakamı masaya koyar ama sonuç hiç değişmez, hükümetin dediği olur! Bir iki eylem olur ve sonuçta daha çok fakirleşmiş bir emekçi kitlesi ile karşılaşırız. İşinden olmamak için riski göze alamaz! Sessizleşir!

Sessizleşen emekçiler değildir yalnız, emeklilerde seslerini çıkaracakları bir yaptırımı ortamı yoktur. Ne veriliyorsa sessizce kabule zorlanılır. Onlar bu dünyada fazlalık, hükümet bütçesi için yük olarak görülür. Çünkü adaletsizlik, emeklilik zamanı içinde tüm çıplaklığı ile sergilenir. Adalet diye söze başlayanlar, genelde adaleti ayaklar altına alır.

Özel sektöre verilen destek ve hısım sermaye birikimine verilen önem, çalışanlara verilmez. Zam yağmuru da işte bu anlayış ile ortaya çıkar, çünkü özel ve hısım sermayeden alınması gereken para, emekçilerin üzerine yıkılır ve onlardan tahsil edilir. Bir de küçük sermeye grubundan alınır. Küçük sermaye karşı koyacak durumu yoktur ama köylü kurnazlığı ile küçük vergi kaçaklıkları yapar. Yaptığı bilinir ama fazla üzerine gidilmez, çünkü toplumun can suyu onlardır. Fakat gerek görüldün mü, o küçük sermeye hemen buhar olur! Yeter ki büyük sermeye ayağına dolanmasınlar!

Zam yağmuru, ülkenin gündemi başka bir noktaya odaklandığında ortaya çıkar ve toplumsal tepki olmadan her şey yoluna gider, çünkü bizim insanımız hemen var olan duruma alışır ve kabullenir! Kanıksamayacağız diyenler, en çabuk uyum sağlayanlardır!

Zam yağmuru benzine verilen ayarlamalar ile başlar, çünkü bizde her ürün karayolunda benzin üzerinden olur! Dünyanın en pahalı benzini kullanırız, çünkü o sayede bütçe açığını kapatacak vergiler oradan alınır! IMF; ‘kaynak yarat’ dediğinde yeni vergiler konur! Çünkü borç ödenmesi onlar için önemlidir, bizim yaşam kalitemiz onların umurlarında dahi değildir. Yaşam kalitemiz zam yağmuru ile düşer, fakat bu düşük yaşam kalitesi altında hemen uyum gösterilir, göreceli olarak yaşam standardı bize göre artar ama diğer ülkelerde yaşamın hangi boyutta sıçradığını göremeyiz!

Zam yağmuru, gündem bir olaya odaklandığında gelir, eğer homurdanma başladın mı başka bir olay yaratılır ve homurdanma sesleri o gündemin ağırlığı altında yok edilir! Bazı duyarlılıklarımız vardır ve o duyarlılıkları kaşıyan gündemler olur, her homurdanma sonunda. İkilemde kalanlar zamı unutur, oraya adaklanır! Çünkü hassasiyetler daha önemlidir! Hiç kimse düşünmez sermaye birliklerinde hiç ırk, dil vb ayrımı duydunuz mu? Ama emekçilerin / halkın içinde ayrılıkları tetikleyen o kadar şey var ki, say say bitmez!

Alıştık her şeye…

22 Ekim 2009 Perşembe

Hukukun iflası, paradigmanın zaferi!

Hukukun iflası, paradigmanın zaferi!

Habur Sınır Kapısı bize yeni süreci anlatırken, bir yandan da fısıldamaktadır, “hukuk resmen iflas etmiştir! Çünkü duruma göre uygun hukuk kuralları uygulanmıştır. Siyasi konjonktür neyi söylüyorsa hukuk odur!” Siyasi tercihler bir çıkar üzerine oturur, o çıkar sizin hukuk yapınızı beliriyorsa, orada hukuk iflas etmiştir. Paradigma, bugünlerde zaferini çığlık atarak ilan etmiştir!

Konjonktür; sınır kapısından geçenler için özel mahkemenin kurulması ve oraya uygun kuralların işletilmesi için (söylenene göre) başbakanın bizzat telefon ile müdahil olması durumudur. Burada amaç belirli bir açılımın uygulamasının sağlanmasıdır. Bir tercihtir, bu tercihin, duruma özel yapılması ise paradigma kelimesinin yazının ortasına oturmasını beraberinde getirmektedir. Çünkü çağdaş hukuk, kişiye ve olaylara göre düzenlenemez ve biçimlendirilemez, fakat hukuk kuralları yorumlanabilinir.

Cumhuriyet kuruluş süreci içinde, asker kaçaklarını hizaya sokmak için kurulan İstiklal Mahkemeleri, o dönemin paradigmasının sembolüydü. İşlevi bitince ortadan kaldırılmıştır, fakat uygulamada sadece asker kaçakları üzerine durulmamış, ülke çapında korkunun hakimiyetini de beraberinde getirmiştir. Hükümetin istemlerine karşı gelen ya da eleştiren her muhalif bundan payını almıştır. O dönemde de ayaklanmalar bahane edilerek idam sehpaları kurulmuştur, o idam dosyaları bir daha pek gündeme gelmemiştir. Tarihin unutulan sayfalarında yerlerini almıştır, çünkü bir çok İstiklal Mahkemesi tutanakları bugün dahi ortada yoktur.

Hukuk, siyasi bir tercih doğrultusunda oluşturulur. Fakat bu tercih her zaman tercih edilenin lehine olmaz, çünkü hukuk kurallarını uygulayanlar, kendi yorumlarını katarak halkların özgürlüğüne bir nebzede olsa katkı sunabilirler.

Hukukun alenen siyasallaştığı ve o siyasi irade yönünde karar aldığı dönemler olmuş mudur? Mahkemelerin yürütülmesi ve aldığı kararların tartışıldığı dönemler olmuş mudur? Eğer araştırılırsa tarihimiz içinde bulunur ama gözün gördüğü, kulağın duyduğu, kameraların kayıt ettiği bir sonuç ile bu kadar çıplak olarak ‘Sınır Kapısı’nda karşılaşmamıştık! Duruma uygun kurulan geçici mahkeme, bir davayı gördükten ve karara vardıktan sonra hemen helikopter ile esas görev yerine dönmesi ilk defa ekran önünde karşılaşılan durumdur. Bu olağan üstü dönemlerde dahi zor karşılaşılan durumdur. O dönemleri de yakın tarihimiz içinde yaşadık ama o dönemde özel yetkiler ile donatılmış mahkemeler, yine belirli bir şehirde ve belirli bir fiziki mekan içinde kararlarını uygulamıştır. O mahkemeler, işkenceleri görmemiş ve o işkence dolu ifadelere rağmen kararlar verebilmiştir, siyasi iradenin istekleri yönünde. Tarih, karar sayfaları lanetleyerek kendi hanesine yazmıştır ama bugün dahi o lanetli sayfalarda rol alanlar ifadelerini vermemiştir. Bir gün mutlaka hesabı sorulacaktır, çünkü hesapsız hiçbir karar sonlanmamıştır.

Özel yasalar ve özel yetkiler ile kurulan mahkemeleri tarihimiz içinde yaşadık. Onların almış olduğu kararlar daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye aleyhine bozulan davalar olarak karşımıza çıkmış ve binlerce Euro tazminat ödemek zorunda kalınmıştır. Bu göstermektedir ki, lanetli kararlar bir yerde çağdaş hukuk kuralları içinde düzeltilmektedir, fakat yaşanan o kadar şeyin hesabı hala ortada durmaktadır. Ellerinden alınan yaşamlar, parçalanan aileler, yok olan hayallerin hesapları hala ortada durmaktadır. Davanın dönmesi ve yeniden yargılanması o yaşananları yok etmemiştir. …

Özel mahkemeler, özel durumlar için oluşturulur ama orada uygulanan hukuk yürürlükte olan hukuktur, eğer hukuk devletinde yaşıyorsak. Sırf o dava için hukuk üretilemez. Hukuk kuralları, hakimlerin inisiyatifinde yorumlanabilinir. O inisiyatif yüzünden hukuk kuralları içinde çelişkili bir çok karar ile karşılaşmaktayız.

Eğer özel bir durum için yasa çıkarılıyorsa, bu yasa geneli de kapsayacak boyutta olmalıdır, birine varda ötekine olmaz durumu yoktur. Eğer bir af çıkmış ise, mahkumlar arasında ayrım yapılamadığını geçmişteki afların sonuçlarına bakarak söyleyebiliriz. Kanun yapıcı birisi için düşündüğü affı, hiç düşünmediğinin yararlandığını gördüğünde kendi kendine mırıldanma dışında bir şey yapamamıştır. Eğer bir af söz konuysa, bu af veya yorum tüm hükümlüler için yapılmalıdır. Birkaç kişinin özel durumu için kural değiştirilemez, değiştirilir ise orada çağdaş hukuktan bahsedemeyiz, geçmişin kralların, padişahların keyfi uygulamalarını çağrıştıran hukuktan söz edebiliriz.

Çağdaş, demokratik ve hukuk devleti anlayışını yaşamın tüm katmanlarına yayılmasını istiyor ve paradigmanın zaferini ilan etmesini istemiyorsak, o durumda içinde dinamik, değişimi ve çağı yakalayan yorumlar ile hukukumuz yeniden yorumlanmalı ve ayrım gözetilmeden herkese uygulanmalıdır. Özel hukukun olduğu yerde eşitlik, adalet ve demokrasi olmaz.

20 Ekim 2009 Salı

PKK yasal statüye kavuşurken…

PKK yasal statüye kavuşurken…

Habur sınır kapısından geçen PKK gerillası ve üyeleri Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Millet Meclisi Başkanına mektup getirmişler. Doğal olarak bu mektuplar bir şekilde hedeflerine ulaşacaktır.

Yeni bir süreç başlanmış durumdadır, bu yeni süreç içinde nasıl bir çizgi izleyeceğini yaşayarak göreceğiz. Habur Sınır Kapısı yeni bir sürecin başlangıcı sembolize etmektedir. Özel görevlilerin gözetiminde ülke sınırına giren PKK’lılar, artık onları temsil edecek bir partiye ya da başka bir organizasyona ihtiyaç duymayacaktır, çünkü partinin temsilcileri yasal olarak bu ülke topraklarında meşru zemin içinde özgürce hareket edebilmektedir.

Eğer bir masa olacaksa taraflar arasında, o masa etrafında meşru zemin içinde karşı karşıya oturabileceklerdir. Bu durumu bugüne kadar temsil konusunda kafa karışıklıkları sona ermesinin başlangıcı olarak kabul edebiliriz. PKK, artık bu ülke toprakları içinde yasal zeminde kendisine yer bulmuştur. Parti üyeliklerini saklamayanlar elbette örgütlenecekler ve kendi isimleri ile siyasi yaşamımız içinde yerlerini alacaktır. Habur yer altından yer üstüne geçişin bir sembolü olmuştur.

Türkiye gündemi bu sefer şeklide değişmiştir. Bu değişim ülke sorunları karşısında kişilerin ve partilerin duruşunda netliğini ortaya çıkaracaktır, çünkü bugüne kadar ayrılıkların ve parçalanmışlıkların nedenlerinden biri olan Kürt sorunu kendi kulvarı içinde çözüm yoluna girmiştir. Silahlı mücadele, bugün başlangıç hedeflerinden çok uzak bir şekilde değişmiş ve yeniden biçim almıştır. Bugün PKK başlangıcı ile kişiler dışında hiçbir şekilde bağlantısı olmayan bir yapısal özellik göstermektedir. PKK Habur sınır kapısından geçerken, yeni koşullara uygun ve yeni önderlik içinde örgütlenecektir. PKK, onursal başkanın gölgesi ve yönetimi altında yeni bir kapının eşiğinden geçmektedir. Habur Kapısı bir kırılma noktası olarak tarihteki yerini almıştır.

Habur sınır kapısının bir yanında bekleyen DTP ise, sonun başlangıcını yaşadığını sanırım hissetmiştir. Çünkü DTP elinde bugüne kadar bulundurduğu bayrağını yeni sahiplerine devretmek zorundadır. PKK yeni yaşam biçimine alışırken, DTP’de kendisini yeni duruma göre değiştirmek zorundadır. Adı konulmamış savaşın tarafları, bugünden sonra yasal zemin içinde yerlerini almıştır. Bu zemin içinde sorunun çözümü için ne kadar yol kayıt edeceklerini yaşayarak göreceğiz ve görebildiğim kadarı ile artık bu süreçten geriye dönüş olmayacaktır. Eğer istenilen yönde bir değişim yaşanır ve söylendiği gibi ülkemize şeffaflık oluşursa, bir çok cinayet gün yüzüne çıkacaktır. Fakat kayıpların ortaya çıkması, katillerin yüzüne de ışık vuracağını sanmak saflık olacağını düşünüyorum.

Türkiye yeni bir sürece de adım atmış durumdadır. Tarihimiz içinde bir kırılma noktası olarak anımsanacak ama bunun etkisi zaman içinde anlaşılacaktır. Tarih kendisine ait notlarını alırken, kimi ırkçı söylemlerin üst düzeye çıkması şaşırtıcı olmaması gereklidir. Uzun süren savaş ve sonuçlarını her kesim hissetmiştir ve hislere göre tepki verilmekteydi. Yaşanacak süreç içinde, acaba hisler mi yönlendirecek, yoksa akıl mı? Hepsinin dışında başkasının yazmış olduğu senaryoyu mu yaşayacağız? Bütün soruların cevabını zaman çizgisi içinde öğreneceğiz!

Başbakan randevu erteletmeye çalışıyor!

Başbakan randevu erteletmeye çalışıyor!

Başbakan, başkanın vermiş olduğu çalışma randevusunu erteletmek için araya adam koymuş! Çünkü randevu verildiği gün ülkenin cumhuriyetin ilan edildiği günmüş. Elbette bunu başkan nereden bilsin? Belki, başkan randevu defterinde, uygun saatler içine uzaktaki ülkenin başbakanına randevu yazın demiştir, sekreterine. O kendi programına göre davranır, çünkü dünyanın hakimdir! Hakim olunca randevu defterinde yer bulmak zordur!

Sonradan görme olan bir çok zengin, randevu defterini hep dolu tutar, en samimi arkadaşı bile gelse, onu sekreterine yönlendirir ve en uygun zamanı kararlaştırmasını söyler. Çünkü o artık parası olan bir yerde bulunmaktadır. Paranın hakimi olan, her şeye karar verecek gücü kendisinde bulur. Parayla değil mi? Gerektiğinde satın alır, gerektiğinde görmezden gelir, gerekirse eğer yerine başkasını atayabilir.

Başbakan, başkandan gelen randevu karşısında ne yapacağını şaşırır, çünkü o gün ülkesi için önemli bir gündür, gerçi eski özelliğini ve heyecanını çoktan kaybetmiştir ama simgesel olarak hala bir anlam ifade etmektedir. O simgesel günde havayı ışıklar ile doldurur, sokaklar bayraklar ile süslenir, şehir merkezleri fener alayları geçişine şahitlik yapar. Başkandan gelen randevu o günü işaret eder!

Başbakan, başkandan gelen randevuyu iptal etmek için araya tanıdık aracıları koyar, başkanın olduğu ülkede ise, bu işi profesyonelce yapan insanlar olduğunu bilir, eskiden devlet yönetiminde yer almış ama şimdi danışmanlık ve lobi faaliyetini para karşılığında yapan profesyonellerden yardım alması gereklidir. Onlarında elbette bir değeri vardır. O değer o ülke için belki bir anlam ifade etmez ama başbakanın ait olduğu ülke için göze batan bir değerdir! Fakat bunun da bir yolu vardır, örtülü ödenek! Adı üzerinde örtülüdür, nereye gittiği belli olmayan ödenek!

Başbakan ülke içi sorunları yanında çevre ülkelerin sorunları ile de uğraşır, stratejik ortakların yer değiştirdiği bir dönemde, yerini almak istediği rolü çok iyi çalışmak zorundadır. O eskisine göre daha çok çaba göstermek ve başkanın gözüne girmek zorundadır. Verilmiş olan rolü en iyisini oynayacak ve en iyisi olduğunu kanıtlamak zorundadır, aksi halde bir daha o rolü oynayacak imkanı olmayacaktır. Ya yapacak devam edecektir ya da gözden düşecek ve bir daha gelmemek üzere tarihin sayfaları içinde yerini alacaktır.

Başbakan bu ikilemler arasında durmaktadır, büyük bir stresin altındadır, bir yandan kafasında gibi yaşamı topluma kabul ettirmek için uğraşıyor, öte taraftan yerini korumak için mücadele ediyor. Kendisini şakşaklayan bir çok liberal sayesinde kendisine güvenini sürekli sağlamlaştırmaktadır, onların vermiş olduğu destek ile yoluna devam etmektedir. Açıklayamadığı yol çizgisi üzerinde gitmektedir, çünkü yol çizgisinin nereye doğru kıvrıldığını kendisi de bilmemektedir. Bugüne kadar şansı ile bir çok kırılma noktasından kurtulmuştur, başkanın kendisine vermiş olduğu destek ve rol ile o noktalardan şansının da yardımıyla geçmesini bilmiştir. Gündem onu sıkıştırdığında bir olay olmakta ve o sıkışık ortamdan rahatlayarak çıkmaktadır. Başkanın sevdiği başbakandır ve o sevgiyi hak edecek her şeyi yapmaya devam etmektedir.

Başbakanı bekleyen yollar vardır, kendisine verilen rolü iyi yaparken, belki üzerine iyi olmak için fazladan rol biçmiş olabilir. O fazladan biçtiği rolü oynamak için yola çıkacaktır ama tam bu yolun son günü içinde başkan kendisini istişare yapmak için yanına çağırmıştır. O istişarede başkan kendisinden neler isteyecektir, kafası karışıktır, çünkü iç ve çevre sorunlar ile o kadar içli dışlı olmuştur ki, dünyada gelişen fırtınanın hangi boyutlarda büyüdüğünü farkında dahi değildir. O fırtına belki çok yakınında bazı rollerin sökülüp, yeniden biçim verileceğini öğrenmeye gidecektir. Başkan durduk yere ve acil olarak neden randevu versin? Duyulmuş ve görülmüş bir şey mi? Durduk yere başkan neden randevu verdi dersiniz?

Yaşadığımız günler masal günleri olmasın, çünkü bütün anlatılanlar ve yaşananlar bir masal hikayesinden çıkmış gibi. Anlatılan başkan ve başbakan hangi ülkede yaşar, ne yaparlar bilinmez! Gölgelerin ters döndüğü, suyun her daim aktığı yönün tersine aktığı günleri yaşıyoruz! Acaba dünya mı tersine döndü, biz mi başımızın üzerinde durmaya başladık?

Domuz gribi!

Domuz gribi

Domuz gribi, diğer griplerin devamı gibidir. Kuş gribi, domuz gribi sonrası bir de at gribi ortaya çıkmış… Bu griplerin hiç birinden korkmuyorum ama bir de eğer köpek gribi çıkarsa ortaya o zaman işte tırstığım gün olacağını şimdiden ilan ediyorum.

Köpekler, hayatımızın vazgeçilmezi olması, son yılların bize ait şehirciliğin içinde yer almaktadır. Dünyanın hiçbir gelişmiş şehrinde bu kadar köpeği yan yana görme imkanız yoktur! Görseniz görseniz, tasması elinde gezdiren insanları ve köpekleri görürsünüz. Bizim köpeklerimiz küpe takar, dünyada başka ülkede var mı bu kadar gelişmişlik? Cins ayrımı yapmadan küpe takılı! Küpeli köpeklerimiz şehirlerimizin vazgeçilmezidir, o küpeli köpekler gündüzleri miskin miskin sokağın ortasında rahat rahat yatarken, gecelerin efendisi olabiliyorlar. Gece boyunca boş sokakların korkulu efendileri olabilmektedirler. Hiç gece saat 3 civarında, - hani bazıları için sabah demek daha doğru olur, - o zaman dilimi içinde boş sokaklar ve caddelerde yürüdünüz mü? Sizin önünüze o saatte tiner çeken çocuk çıkmaz! Sizin önünüze başka bir şey çıkmaz, sadece hırlayan ve havlayan köpekler belirir! Öyle bir iki tane değil, grup grup gelmekteler! Havlayan, hırlayan köpeklerin sesini eğer uykunuz kaçmışsa evinizden dinleyebilirsiniz! Ne kedi sesi duyarsınız, ne de başka bir ses, köpekler sokakların efendisi olmuştur!

Bu kadar köpeğin kontrol dışı gezmesi, kulaklarına takılı olan kısırlaştırma sembolü ne ifade etmektedir? Ey şehirli insan! Bu köpek çoğalamaz, çünkü onun üreme organını işlevsiz bıraktık! O zamanı geldiğinde kendiliğinden ölecek! Ölene kadar çöpler ondan sorulacak, sabaha kadar sokakların sessizliğini o bozacak! denmektedir.

Gecenin karanlığının içindeki köpekler eğer grip olmuş olsalar, ki zaman zaman oluyorlar ve bu gripleri insanlara geçmiş olsa ne olacak? İşte o anın durumunu ne görmek, ne de düşünmek istiyorum!

Sokaklarda köpeklerin durumu yanında, bir de evde işkence gören köpekler var, ki onlar köpek gibi havlama hakları bile elinden alınmış cariye konumundadırlar! Bu DNA’ları değiştirilmiş köpekler, sokaklarda sahiplerinin gözetimi altında dolaşmaya çalışıyorlar, çalışıyorlar çünkü, onların özgürce hareket edebilecek bir şehir yapılanmamız yok! Şehirlerimizin ne kaldırımı insan göre düşünülmüş ne de diğer canlılara göre düşünülmüştür! Şehirler, kullanılan araçların hareket edebileceği kadar düşünülmüş ve onların park alanları olarak yağmalanması gereken yerler olarak düşünülmediğini de görmekteyiz! Yaşadığımız şehirlerin büyük bir bölümü, ne için inşaat edildiği belli olmayan bir yapılanma içindedir. Yağmalanmanın izlerini taşıyan ve yağma kültürünü çıplak olarak sergileyen alt yapısı olmayan yaşam alanlarıdır. Bu yaşam alanında insanlar kendisi serbest hareket edemezken, bir de evlerinde köpek besliyorlar ve bu köpekleri gezdirmeye çıkarıyorlar. Ellerinde plastik eldiven ile dolaşan bir çok insan görmekteyim! Güya sokaklar çok temizmiş gibi köpeğin pisliğini temizlemeye çalışan batı hayranı hayvan dostu (!) hayvan besleyenler gördüm! Öyle dost ki, o hayvanın yaşam alanını ve özelliklerini ortadan kaldırmış, kendi arzusu gibi hareket eden ve etmez ise cezalandıran biri konumunu korumaktadır. Dost dediğin, kendisine benzetir dostunu!

Şehirlerde ne kadar köpek nüfusu yaşar? Bu konuda istatistik olduğunu bilmiyorum ama her sokakta başıboş köpeğe rastlamak mümkündür. İstanbul’un en işlek caddesinde bile, yolun ortasına kıvrılmış yatan köpeğe rastlamak mümkündür.

Köpeklerin şehir içinde ki nüfusu azalacağına gün geçtikçe artıyor gibi geliyor bana, hani onların üreme şansları yoktu? Nasıl oluyor da gün geçtikçe oturduğum sokakta köpek nüfusu artmaktadır? Kedileri anladım, kediyi besleyen çok ama ya köpekler?

Sokak köpeklerine tasma takıp koşturan çocuklar görmekteyim, gün boyunca tasma ile gezdiren çocuk akşam olunca tasmasını çıkarıp sokağa bırakmaktadır. O köpekleri birer koku aracı olarak kullandığını gördüm! Sokakların eskiden fedaileri olurdu, şimdi sokak köpekleri olan çeteler görüyorum!

Köpeklerin gerçek yaşam alanları sokaklar mıdır? Evler midir? Yoksa doğada onların yaşayacağı bir alan mı yok? Köpekler normalde nerede yaşaması daha uygundur? Köylerde şehirleşince artık çoban köpeği de ortadan kalkmaktadır? Ne olacak köpeklerin durumu? Hayvancılığı ortadan kaldırmaktayız, köylülüğü ortadan kaldırdık gibi, tarımı öldürdük, doğal olarak orada insan ile yaşayan hayvanların ya da canlılarında soyunu kurttuk gibi! Hani eskiden at ya da eşek eti sucuktan bahsederdik, şimdi duyuyor musunuz eşek etinden yapılan sucuk lafını! Eşek bile yaşamımızdan çıkıp gitti! Şimdi atlar sadece yarış alanlarında görür olduk! Üzerinden para kazandığımız hayvanları, yaşam alanımız içinde yaşama şansı vermekteyiz! Sokak köpeklerinin üzerinden acaba birileri para kazanmış olsaydı, o köpekler sokaklarda kalır mıydı?

Üzerinden para kazanılan köpekler büyük rakamlar ile satılmaya alınmaya devam ediliyor ama benim kafamı hep sokak köpekleri kurcalıyor, bu köpekler nasıl oldu da sokağa düştü? Hani kaldırım serçeleri vardı, etini pazarlayan kadınlar? Hatta üzerine romanlar, piyesler yazıldı, ama sokak köpekleri üzerine yazılmış bir piyes ya da roman var mıdır?

Domuz gribinden, kuş gribinden korkmam ama köpek gribi olursa o zaman korkaram balam korkaraaaam!

18 Ekim 2009 Pazar

Düşlerimin sessizliği yazılarımda isyana dönüştü!

Düşlerimin sessizliği yazılarımda isyana dönüştü!

Yaşadığımız çağda kişisel isyanın büyüdüğünü görmekteyiz. Paris sokakları hala geçmişin isyanın izlerini taşımaya devam ediyor. Bütün dünya şehirleri ise, kişisel isyanların her türlüsünü görmeye devam ediyor. Sokaklar isyanın bastırıldığı, biber gazlarının hüküm sürdüğü alanlar gibi, fakat kişisel isyanda biber gazının etkisi yoktur! Göz gözü görmeyen gazın yakıcı etkisi kişisel isyanın içinde yerini bulamıyor!

Kişisel isyan, yaşadığınız dört duvarın arasındadır, o dört duvara karşı duyulan isyan, kendi iç duvarlarını da oluşturmaktadır! İsyan ederken kişi, kendisine başka duvarlar örüyor, bireyselleşiyor, bireyselleştikçe düşlerin sessizliğinin içine hapis oluyor!

Düşler, sessizliğini hala korumaktalar. Düşlerin gerçekleştirilmesi için, aynı veya benzer düşleri görenlerin yan yana gelmesi gereklidir. Yan yana gelemeyen düşler, ne kadar büyük olursa olsun, yaşam içinde bir noktayı ifade etmiyor. Yan yana gelemeyen düşler, Paris sokaklarına düşmüyor! İstiklal caddesinde, bir kişinin düşünün çığlığı kalabalık içinde yok olurken, kişinin isyanı ancak kendi çevresinde küçük bir alanı etkiliyor, küçük bir dalga oluşuyor ve kısa sürede yok oluyor!

Kalabalık, isyanları örgütleyeceğine, yok ediyor! Kalabalık ve genç nüfus, isyan dalgasının bir anda içine kapılabilir, fakat bu içine düşülen durumdan bir anda yok olabiliyor! İsyan, bir etki ile yayılırken, bir küçük engel ile yere düşüp, yerde bulunan mazgalların arasından kanallara akarak yok olmaktadır. İsyan bir anlık patlama, bir anlık alevin gökyüzüne ulaşması gibidir. Önemli olan o alevin hep yukarıda tutmaktır. Ağrı Dağı’nın tepesinde yakılan ateşin, başka bir yerde hala sürdüğünü görmek şaşırtıcı gelebiliyor, sanılıyordu ki, o ateş yıllar önce sönmüş! İsyan ateşi hiçbir zaman sönmez! Hephaistos’un ateşi, Kawa’da isyan olur! O ateş binlerce yıldır bu topraklarda ve Olympus dağında yanmaya devam etmektedir. Ateşe semah dönülmeye devam ediliyor!

İsyaaaan diye bağırarak koşan gençleri görüyorum sokaklarda, gösterilerde. İsyan bugün sokak duvarlarında bir yazı olmuş olsa da, aslında bu duvar yazsının sokakların sesi olma durumunu da hep korumuştur. Paris sokakları isyanı yaşar, bizim sokaklarımızı korkuyu yaşatır. Korkunun hüküm sürdüğü yerde ise isyan hep vardır! İsyan bu durumda korkunun yenilmesinin öteki adıdır. Korkuyu yenmek için sokaklarda isyankarların artması gereklidir, fakat bu isyankarların kişisel bir düşün peşinde olmaması gereklidir, eğer kişisel isyan halinde devam ederse, istiklal caddesinde küçük bir dalgalanma yaratmasından başka bir şey ifade etmemesi anlamına gelir.

Uzun bir zamandır yazılar yazmaktayım, yazılarıma dönüp baktığımda sessiz olan düşlerimin yazılarımda isyana dönüştüğünü görmekteyim!