9 Aralık 2009 Çarşamba

Ölümler…

Ölümler…

Ölümler arka arkaya geliyor, sokaklar insan seli ile dolu, intikam yemini edenden, savaş dursun diyene kadar, her sesin hakim olduğu sokaklar. Sessiz çoğunluk, izledikleri haberlere göre görüşlerini değiştirmektedir. Haberlere bakarak, komşusunu düşman ve katil olarak görmeye başlamıştır, birçok insan.

Zaman zaman sokakların hareketliliği artar, hatta 6-7 Eylül’de olduğu gibi talanda olur, Trabzon’da olduğu gibi linç kültürü de yükselir. Malatya’da olduğu gibi, farklı dinden oldukları için canlı canlı kesilirler. Sokaklar, toplumsal olaylara tanıklık eder, tarih defterine bir şeyler yazılırken.

Bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde, bu yaşananlar doğaldır. Neden insanlar bir birini öldürür, neden sokaklar ölüm kokar, sorgulamaz. Olayların akışına kapılır ve gidilir. Hiç kimse sorgulamaz, bizde neden kaşif çıkmadığını? Macera denince eline silah alıp dağa çıkmak, dağa çıkanın arkasından kurşun sıkmak olarak algılanır. Macera bizde ölümdür, keşfetmek değildir.

Ölümlerin nedenleri sorgulanmaz ama kahramanların tarihi yazılmaya devam eder, her kahramanın öyküsü içinde bir ölüm vardır. Kahraman gerektiğinde öldürendir, gerektiğinde ölendir. Onu kahraman ilan edeceklerin niyetine bağlıdır, çünkü yaşarken kimse kahraman değildir, ne olacağı belli olmayan hikaye içinde yaşıyordur çünkü! Sonlanmayan öykülerin, yaşamların kahramanı olmaz ama kader mahkumu olur, kurbanı olur.

Yaşam dediğimiz, mezar taşının üstünde iki rakam arası çizgidir. Bu bireysel yaşamı sembolize eder. Bir çizgi. O da mezar yapan üstadın elindedir, çizginin uzunluğu ya da kısalığı! Mezar taşı yazıcılar genelde katillerdir. Çünkü ölüm üstünde para kazanırlar, yaşamlarını öyle belirlerler. (burada gerçekten mezar taşı yapan ustalardan bahsedilmiyor) Yazıcılar, genelde profesyonellerdir. Maaşları bellidir, maaşlarının dışında kelle başına para kazanırlar. O profesyonellerin işverenleri de bellidir, belli olmasına bellidir ama kimse kanıtlayamaz! Çünkü onlar, büyük ve dokunulmaz kurumlardır, o kurumlar sayesinde ayakta durur toplum! Onlara dokunmak demek, toplumun değişimini istemek gibidir.

Bir gün, bir yol kıvrımında pusu kurulur, kurşunlar yağmur taneleri gibi gökyüzünden değil, yere paralel olarak gelir! Ölümdür her mermi, her mermiyi üreten bilir, ölüm aracı ürettiğini. Üreten, şimdi evinde çocuğu ile oyun oynarken, ürettiği, birinin canı içinde son nokta olmaktadır. Ölüm, her yerden gelmektedir. Birileri her ölümde kasasına bir şeyler istiflemektedir. Mezarlıklar toplumun aynası gibidir, tarihi orada görürsünüz! Cellatların mezar taşlarında isim yazmaz!

Her toplumsal olay sokaklarda cereyan eder. Sokaklar, tarih yazara ama kendisi not alamaz. Tarihin içinde birçok toplumsal olaylara şahitlik etmiş yol vardır, şimdi nerede olduğu bilinmez. Her ölüm, bir kuşkuyu da beraberinde taşır. Kimin öldürdüğü, neden öldürdüğü sorgulanmaz, ölünün arkasından katillerin adı dahi anılmaz, sadece soyut bir şeyler söylenir. Eğer toplumsal olaylara neden olan ölümler araştırılmış olsaydı, katil de, katili arayanda aynı kurumun insanı olduğu belki ortaya çıkacaktır! Toplum sözleşmesi gereği sorgulanmaz ama kimin bu sözleşmeyi imzaladığını kimse bilemez!

Bugün yaşadığımız toplumsal sözleşeme 12 Eylül ürünü olduğunu biliriz ama nedense bu olaylar sırasında aklımıza gelmez. İstanbul’da ölen genç kızımızda, Diyarbakır’da ölen gençte, Tokat - Reşadiye’de ölen gençlerimizde bizim… Ölümler farklı yerde ve nedenleri farklı olarak algılansa da, sorunun temelinde katil bellidir. Katili gerçek anlamda ortaya çıkaracak yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç vardır…

6 Aralık 2009 Pazar

12 Eylül süreci devam ederken…

12 Eylül süreci devam ederken…

12 Eylül süreci bugün bitmiş değildir, hala kurumları ve öngördüğü politikaları ile yaşamaya devam etmektedir. İktidar, 12 Eylül ürünü olduğu içinde, henüz 12 Eylül ile hesaplaşmamaktadır, onun yerine 12 Eylül artçı sarsıntıları ile gündem değiştirmeye devam etmektedir.

Ergenekon davası biçim değiştirmektedir, bu biçim savcının ifadesinde kendisini bulmuştur. Bu dava darbeleri sorgulamaktadır demektedir. Ergenekon örgütü olarak adlandırılan yapının gerçek yüzü bir anlamda saklanmaktadır. Çünkü, darbeler sonucu oluşmamış bir yapı söz konusundur. Darbeleri besleyen ve darbelerin oluşması için ortam hazırlayan yapı bugün gün yüzüne çıkmamıştır, diğer ülkelerde kabul görülen Gladio yapılanması hala görevinin başındadır. Çünkü, Ergenekon adı verilen dava, Gladio’nun yaratmış olduğu toplumsal olayların sonuçların bir bölümü ile ilgilenmektedir, hükümetin belirlediği gündeme uygun bir seyir izlemektedir. Bu dava sonucunda, eğer Ergenekon Örgütü ispatlanamaz ise, o zaman müthiş bir hukuk skandalı ile karşı karşıya kalabiliriz, çünkü örgüt üyeliğinden yargılananlar, bir anlamda aklanmış olarak, bir dönemin üzerine sünger çekilme tehlikesi vardır.

Ergenekon davası, bugünkü içeriği ile, Gladio yapılanmasıyla hesaplaşma ve yüzleşme değildir. Çünkü savcılığın hazırlamış olduğu iddianamede, o konuda bilgilerin ipuçları olmasına rağmen, gerçek anlamda açığa çıkaracak bir yola girmemiş olduğu gözükmektedir. Çünkü darbe yapanlar iddianamede yoktur, darbe yapma girişimi içinde olmuş ama darbe yapamamışlar üzerine yoğunlaşılmıştır. Dava konusu içinde, bir dönemin açığa çıkarılması yoktur, olup olmadığı henüz kanıtlanamayan bir örgüt ve onun üyeleri üzerinedir. Dava içinde gerçek anlamda suçlular vardır, bundan kuşku duyan kimse henüz benim bildiğim kadarı ile ortada yoktur, fakat ortada hukuk anlamında bir çıkmaza doğru yol aldığımızı görmekteyim. Dava, darbeleri hedef almış olsa, bir anlamda anlaşılır bir sonuca varılabilinir, fakat dava bir suç örgütü olarak kabul ettirilen ama henüz kanıtlanamayan bir soyut örgüt üzerine kurulmaktadır. Bu soyut örgüt somutlanamaması, elbette kamuoyunun beklentisinin yok olması anlamına gelmektedir.

Darbe girişiminde olduğu söylenen üç orgeneralin ifade vermesi tarihin çarkını geri döndüremeyecektir. Onlara bakarak da kimse darbe yapmayalım havasına giremez, çünkü darbe yapan kişi, her türlü olasılığı göze almıştır, bu göze alma durumunu darbe yapan Orgeneral Evren’in anılarından okuyabilirsiniz. Bir suç girişim aşamasında kalmış ise, hukuk önünde ne kadar suç teşkil eder? Çünkü sonuç olarak, girişim kağıt üzerinde kaldığı ortadadır. Girişim yerine sonuçlanan darbeler ise, hala dokunulmazlığını korumaktadır.

Ergenekon davası içeriği değiştirilmelidir, Gladio ve onun yaratmış olduğu suçlar üzerine odaklanarak, NATO’ya üye olduğumuz günden bugüne kadar gelişen tüm toplumsal olaylar ve cinayetler sorgulanmalıdır. Göstermelik ifadeler ve şovlar ile bu davanın seyri sürekli değişim göstermektedir. Ülke gündemini değiştiren bu durum, gerçek hedefine (eğer Gladio ise) doğru yönelmelidir. Darbeciler ve darbelerin oluşması için ortam hazırlayanların gerçek yüzleri ortaya çıkarılmalıdır. Faili meçhul cinayetler ve olaylar ortaya çıkarılmalıdır. Halen görev başında olan Gladio üyeleri etkisiz hala getirilmediği sürece, ülke geçmişi ile yüzleşmesi sorunlu ve şovlar eşliğinde olmaya devam edecek gibidir. İktidar sahibi ve muhalefet liderleri savcı ve avukat rolleri içinde alkış tutmaktadır ve gerçek anlamda yüzleşmekten kaçınmaktadırlar, eğer yüzleşmek istemiş olsalar, darbe yapanları bugün hesap verir konuma getirirler, onların yaratmış olduğu sürece dur diyebilecek konumdadırlar.

12 Eylül bugün yaşanmaya devam ediyor, darbeyi yapanlar ve onların hazırlamış oldukları yasalar ve o dönemde görev yapanlar hala görevlerinin başındalar… NATO’ya üye olduğumuz sürece de Gladio varlığını korumaya devam edecektir. Öznelerin değişmesi, politik hedefin ve uygulanmasının değişmesi anlamına gelmiyor.