22 Aralık 2009 Salı

Rengin Arda hastalanmış dediler…

Rengin Arda hastalanmış dediler…

Sinemanın kalbinin attığı yere yakın oturmak istedi hep, belki bir gün bir yapımcı onu bir rol için çağırır ve filimin bir yerinde oynamak isterdi. Onun kalbi bir rol için atardı.

Sinemanın kalbi istiklal’de atar. Her ne kadar büyük yapımcı firmalar yeni binaların içine taşınmış olsalar da, kalbi hala oradadır. Sinemanın nefes alması onun kadri gibidir, onun ile nefes alır, onun ile boğulur. 12 Eylül karanlığı döneminde boğulduğunu hissediyordu, kucağına aldığı kedinin sıcaklığı yaşamın devam ettiğini gösteriyordu. O kedi ile birlikte nefes aldı. O yüzden istiklal ve çevresinde bol kedi vardır. Apartmanlar kedi kokara, evler kedidir!

Komşuları onu hep sinema artist olarak görür, o eski filmlerden kalan afişlerini duvarından indirmez. Yaşı ilerlemesine rağmen o komşularının gözünde artisttir. Kedilerde onu film artisti olarak tanır, o kedilerine filmlerdeki isimleri takmıştır.

Komşuları onu iki isim ile bilir, biri nüfusundaki ismi, öte afişlerde ve filmlerde yazan ismi ile. Her rolünde ayrı ismi kullanmış olmasına rağmen, hayatta iki ismi hep olmuştur. Bir dönem rolünün ismi ile anılır olmuş ama hemen gözden düşmüştür o ismi. İş yaptığı dönemlerde aranır, sevilen, istiklal cafelerinde kahkahaları duyulan bir hanımefendiydi. Şen şakrak günler, çok çabuk geçmiş olmasına rağmen, anıları hala yaşıyordu. Bilmem kim onun ile görüşmek ve tanışmak için ne çabalar sarf etmişti. O mücadeleleri, eğlenceler, yokluk içinde çekilen filmleri, kamera arakası şakaları, sohbetleri. İlk premiere sunumları, salona verdiği selam. Hepsi ama hepsi dün gibi yaşıyordu. Aradan geçen onca zaman ve acı yok gibiydi. Onun hayatında rolünü oynadığı günler dündü, aradaki uzun zaman saatler ve günler ise dakika gibiydi. Bütün acılar, yokluklar o dakikalar içinde yaşanmıştı.

Komşuları onun geçmişine duyduğu saygıdan ve kişiliğinden dolayı çok sevmişlerdi. O diğerleri gibi insanı kıran değil, hep gülümseyen olarak görürlerdi. Kucağına hep kedi olan, kucağında yoksa etrafında kedi olan kadın olarak bilirlerdi, kedilere evinde olmayan ekmeği paylaşırdı. Kendisi için süt alamaz ama yeni doğmuş kedi için süt alırdı. O insandı ve insanlığını hep yaşıyordu. Komşuları da ondan dolayı onu beğenir ve tekdir ederlerdi. Yoksuldu, yoksulluğunu kimse yüzüne vurmazdı. Yeşil kart almıştı, doktora gitmek için, kaymakamlık kapısında bekleyişlerini hiç yaşanamamış gibi kabul ederdi. O yoksuldu ama zengindi, çünkü onun nefesi sinema için atardı. Ne zaman yeni bir proje duysa, kalbi çılgınlar gibi atar, biri anımsar ve çağırır diye kapıya ve postacıya bakardı. Belki bir gün kapısını çalan olurdu, ama hiç kimse çalamdı, kediler dışında! Kedilerde kapsısını çalmaz, miyav sesleri eşliğinde tırmalardı!

Kediydi onun yakını. Kediler aç kalamazlardı, acıktıklarında camdan dışarıya süzülür, karınlarını doyurur gelirlerdi. Ama ya kendisi, kendisi aç kalırdı ama kapıdan dışarıya süzülmezdi. O açlık içinde soğuk odasında kış günleri geçirmişti. Komşuları bilirdi, iki gün kapısı açılmadın mı, o içeride kaderini benimsemiş kadın olduğunu bilirler ve sıcak bir çorba ile kapısına dayanırlardı. Sıcak çorba, soğuk odanın içinde bıraktığı o eşsiz görüntüyü kim tanımlayabilir veya çekebilirdi. Kokunun ve buharının bıraktığı o muhteşem görüntüyü!

Kapısı iki gün açılmadı, kapıya yine gittiler komşuları. Dayandılar ama bu sefer gülen yüzü ile yoktu kapıda. Kapı kapalıydı. Komşular korktular, hemen bir çilingir çağıralım dediler ama ya sonrası. Evet sonrası için polis çağırmanın en uygun olduğuna karar verdiler. Çünkü bir olaya tek başına şahit olmanın ne demek olduğunu biliyorlardı, uzun yaşam onlara neler öğretmemişti ki! Polis geldi. Kapı bu sefer ufak bir yüklenme ile açıldı. Giriş holde yatıyordu, cansız gibiydi ama eli hafif oynuyor gibiydi. Son bir gayretle kapıya yönelmiş ve sanki oraya düşmüş gibiydi. Onu öyle buldular.

O yerde buldular ve hemen ilkyardım aracı ile en yakın hastaneye kaldırdılar. Elbette en yakındaki devlet hastanesine… Özele kaldıracak ne bütçeleri vardı, ne de özel hastane kartı olmayanı himaye altına almayacaktı. Sevkler ile zaman harcanacağına devlet hastanesine götürmeleri en mantıklısıydı ve öyle yaptılar. O şimdi bir devlet hastanesinde son nefesini verip vermeme mücadelesini yapıyor. Onun kulağına eğilin, sinema canlanıyor deyin, görün nasıl canlanacağını! Bir de çorba getirin o yoğun bakıma…

Rengin Arda, beyazperdedeki ismi, hastane kayıtlarında Süheyla Akarkan olarak yazıyor. Buna benzer ne kadar çok öykü var, İstiklal Caddesi ve çevresinde… kaç kişi biliyor dersiniz?

Bir şeyler oluyor!...

Bir şeyler oluyor!...



Gündemin sürekli değiştiği ülkede, gündeme uygun yazı yazmak da o kadar kolay olmaktadır, çünkü daha önce yapılanların bir tekrarına düşülüyor zaman içinde. Ülke gündemi, hükümet her hangi bir konuda sıkıştıkça değişmektedir. Bu değişimler sırasında kişilerin duruşları da durmadan değişmekte ve kişilerin kimlik ve omurga kayması zaman içinde olağan karşılanmıştır, şimdi doğallaşmıştır!



Caminin minaresi bir fırtınada yıkılmış, altında dört kişi kalmış. O minarenin çökmesi sorgulanmıyor, ölenlerin yakınlarının ağıtları ve cenaze merasimi gösteriliyor. Minareyi yapan çoktan kılıfına uydurmuş, değişen gündem içinde nasıl olsa ödüllendirilmeye devam edilecektir.



Polis içinde, üst yönetimine yönelik değişik operasyonlar olmaktadır, polisteki değişimin hangi yönde olduğunu bilmiyoruz, sonuçlarını ve etkileri gündem değişirken yok sayılmaktadır uzun zamandır! Askerler yönelik en küçük operasyon gündem değiştirme aracı olarak kullanılırken, neden bu operasyonlar gündem değiştirmek için kullanılmıyor ya da gündeme gelmiyor?



Açılım isimleri sürekli değişen Kürt açılımının hedefi artık net olarak ortaya çıkmıştır, eskisi gibi kıvırtmadan hedefe kitlenilmiştir. Bu hedefin en büyük yardımcısı adada bir tutukludur, ondan medet uman, medetine yanıt almakta gecikmiyor. İlk tutuklandığında verdiği sözü yerine getirmektedir. Ona ödül olarak, Avrupa’dan getirtilmiş duvar kağıdı ile hücre duvarı badana ediliyor! Kontrol altında olan ve bilgi süzgeci bile kontrol edilen birinin, kontrol dışı beyanda bulunabilme ihtimali ne kadardır dersiniz? Bu ilişkide kim kontrol etmektedir ve biçimlendirmektedir diye sormak gereklidir.



Yılsonuna yaklaşırken, hükümet kimin yanında yer aldığını açıktan ilan etmiş olmasına rağmen, onu demokrasi hükümeti olarak görenlerde az değildir. TEKEL işçilerin durumu ortadadır, onlara kimler sahip çıktığı, kimler görmezden geldiği de ortadadır. Gündem peşinde koşanların omurgasızlaşması sonucu, bu olaylar karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar! Eskinin solcuları, Kürt açılımın nimetlerinden yararlanmak isteyenler, hükümete şirin gözükmek için her türlü özveriyi gösterip, para kazanacakları işi rayına oturtmak için ellerlinden gelenlerini yapmaktadırlar. Kasaya para doldurmayı onurlu görenler, yaşananları kendi çıkarlarına uygun olarak yorumlamaya ve görmeye çalışıyorlar. Kendileri gibi görmeyenleri ise dinozor ilan etmekte ve küçümsemeye de devam ermektedirler. Parası olmayanın değeri olmaz fikrin benimsemişler ve bu benimsenmiş anlayışa uygun olarak dünyalarını yorumluyorlar. Çıkarlarına uygun olan eylemlerinde gözüken, başka olayları görmeyen ya da sessiz kalanlar doğal karşılanmıştır.



Hep başkasından bir şey bekleyenler, kendilerine güvenlerini kaybedenler, suçu genelde başkasında ararlar ve güçsüzlüklerinin temel nedeni geçmişte yaşamış oldukları yenilgilere dayandırırlar. O güçsüzlük ile, olanı elinden kaybetmemek için, her türlü özveriyi göstermekten geri kalmayanlar, olayları masa başında ve dost meclisinde yorumlayan, eleştiren ve küçümseyen tavrını doğal karşılıyoruz ve bu tip insana alıştık artık!



Her şeye zam gelirken, zam karşısında homurdanmaktan öteye gidemeyenler, sürekli değişen gündem içinde, değişimin nedeni sorgulamadan hemen uyum sağlar görünümündeler. Protesto edenleri ise, rahatları bozulduğunda kınayan, saldıran anlayışsız kişilik içinde olmalarına alıştık!



Yağmur çiselediğinde, şehirlerin alt yapı sorunları hep gündeme gelir ama gündem hemen ertesi gün güneş açtığında unutulur. Homurdanma anlıktır ve anlık yaşamaya alıştık!



Yaşamı ve olayları bir balon köpücüğü gibi görüyoruz, izlerken ve içinde yaşarken algılıyoruz ama biraz geçtikten sonra hemen unutuyoruz. Tıpkı ekran önünden ayrılmadan izlediğimiz dizler gibi.



Gündem, diziler gibi, ekranda olduğu sürece algılanıyor, ekrandan uzaklaştığında hemen unutuluyor! Gündem dizilere ne kadar çok benzediğini hiç düşündünüz mü?