18 Şubat 2010 Perşembe

Medyada çöl fırtınası…

Medyada çöl fırtınası…

Hükümet, gereği gördüğünde kendisine yakın medya grubu içinde telefon konuşmalarını deşifre ettirebiliyor, yoksa ettirmiyor mu? Bu ikilemin cevabını zaman içinde yeni kanıtlar altında daha rahat öğreneceğiz ve söyleyeceğiz. Çünkü nereden geldiği belli olmayan “uçan kuşlar”, haberleri taşımaya devam ediyor, zamanında birilerine sunarken, şimdi başkaları için çalışıyor. Dönem değişir bir bakarsınız o kuşlar başkaları için çalışır. Her dönemin uçan kuşu olur, o kuşlar haberleri ve gerekli görülen bilgiler deşifre edilir. O bilgiler ışığı altında araştırmacı gazetecilerin kitapları piyasaya sürülür ve araştırmacı gazeteci unvanı yanına yazar eklenir. Hatta o kadar ileri gidilir ki, bir yandan da, TV yönetici / sahibi bile olabilirler! Dikkat edin, uçan kuşların getirdiği bilgileri kitap haline getirenler, bir süre sonra kendi medyasının sahibi olur! Olmaz ise üst yönetici olur…

Bu araştırmacılık özelliği, haber kaynağının gözü ile olayları yorumlama üzerine kuruludur. Haber kaynağının istediği haberi, ona uygun olarak sunar. Sunarken haber yazma tekniği içine yeni bir kavram sunulur. Kolajlamak. Kolaj, resim sanatı içinde geçerli olurken, şimdi gazetecilerin elde ettikleri bilgileri daha çok nasıl satarım düşüncesi üzerine geliştirilmiştir. Öyle sunulur ki, film tanıtımı sırasında fragmanlarda yer alan görüntüler gibi olur. o fragmanlarda yer alan görüntüler, filmi anlatmaz ama iyi bir kolaj örneği olarak ortada durur. O kolaja inanarak sinema salonuna gidenler, hayal kırıklığı ile döner. Kolaj haberleri okuyanlar ise, hayal kırıklıklarını, tartışmalar içinde yeni anlamlar yükleyerek yok etmeye çalışırlar, çünkü kolajlanmış haberde, bir çok gelişme, daha doğrusu ayrıntı yok edilir. Okuyucu okuduğu kadar bilir ve ona göre yorumlar.

Bugün tartışmaların gölgesinde kalan veya çöl fırtınası içinde kalan gerçeklerin büyük bir bölümünü kısa zamanda öğrenemeyeceğiz. Bizim önümüze sunulan tartışmaların arka yüzü belki bir gün açıklanacak. Belki bir gün, adı geçen kişilerin arasındaki konuşmaları “uçan kuşlar” sayesinde gün yüzüne düşecektir.

Örneğin Habur sınırı kapısında Ahmet Türk’ün kullandığı tüm telefonlardaki sesler ortaya çıksa neler olur?

Başbakanın telefonun konuşmaları ortaya serilse, acaba nasıl devlet sırları diye kapatılan konuşmalar, gün yüzüne dökülür?

Başbakan yardımcılarının telefon konuşmaları, başbakana gaz verenlerin telefonları ortaya çıksa, acaba her şey daha mı şeffaf olur?

O kadar değişik kesimin telefonları ortaya dökülebildiğine göre, bir bakmışsınız bu konuşmalarda ortaya dökülmüş olur. Olur mu olur, olmaz demeyelim! Çünkü güç dengeleri ile ilgili olarak konuşmalar ortalığa dökülmekte ama dökülen bölümler bile kolajlanmış şekildedir. Şimdi neye inanacağımızı şaşırdık!

Cemaat liderleri hakkında açılan soruşturmaya sebep olan hükümet büyüğünün gerçekten sesi karıştı mı?

Medyada sürekli değişimler olmakta, bir bakıyorsunuz, iddialar üzerinden kolaj haberler yapılıyor, kitaplar yazılıyor, soruşturma yok. Bir bakıyorsunuz devam eden bir davanın soruşturma belgelerine bakarak bir haber/ kitap yapılıyor, yazarı için soruşturma açılıyor. Medyada bir şeyler oluyor… Çöl fırtınasının estiği bugünlerde, yağmur yağdığında nasıl etraf çamur oluyorsa, bu fırtına sırasında yağacak yağmura dikkat etmek gerek, kimler çamur içinde kalacak? Kimler, evinden dışarıdaki fırtınayı izleyecek?

12 Eylül rejimi yeni biçimine bürünürken…

12 Eylül rejimi yeni biçimine bürünürken…

AKP iktidarı devam eden bir sürecin ürünüydü. 30 yıl önce başlayan kırılma, tarihin akış yönünü değiştirmiş, yeni bir rota içinde Amerikan çıkarlarına uygun olarak gelişmeye devam ediyor. Zaman zaman göreceli olarak Amerikan çıkarlarına aykırı kararlar alınmış olması, o rotadan sapıldığı anlamına gelmez, kararlara rağmen askerler sınırların içinden geçip gitmiştir ve Irak’ı işgal etmiştir.

12 Eylül rejimini yaratan ideoloji, bugün yaşamaya devam ediyor ve yaşamını içinde yaşadığı kırılmalar ile devam ediyor. Bugün yaşanan süreç, 12 Eylül ile hesaplaşma değil, rejimin yaratmış olduğu bazı unsurların tasfiyesi olarak gözükmektedir. Rejim, kendi içinde güçlerini çarpıştırmaktadır, bu çarpışmada, sıradan vatandaşın taraf olması için koşullar yaratılmakta ve rejimin istemlerine uygun değişiklikler yaratılarak, bu sürecin tamamlanması istenmektedir.

30 yıl önce yaşanan kırılmanın yaratmış olduğu sistem içinde değişik zamanlarda, krizler yaşanmış ve her kriz, kırılmanın kollarını değişik alanlara taşımıştır. Bugün yaşanan krizlerin temelinde tek adam tartışması yoktur, çünkü 12 Eylül rejimi anlayışını, tek adam ve parti diktatoryası üzerine oturtmuştur.

Bugün gelinen aşamada, var olan anlayışın sonu mu, sorusu sorulmaktadır. Sorunun cevabını düşünürken yaşanmış diğer krizlere bakmakta fayda vardır ve ben geçmişten aldığım tecrübeler ışığı altında, hayır sonu değildir kanımı rahatlıkla söyleyebilmekteyim, çünkü bu süreci tamamlayacak alternatif her hangi bir örgütsel güçten bugün itibarı ile söz edilemez. Bugün çatışan taraflar, sistemin ürünüdür ve o sistemin daha sağlıklı devam etmesi için mücadele etmektedirler. Sistemin yeniden yapılanması için atılmış bir tek somut adım dahi yoktur. Sözde bile demokrasi henüz hayata geçmemiştir. Dokunulmazlıklar devam etmektedir. O dönemde yaratılan tabular varlığını korumaktadır. Seçim sistemi o günkü gibi devam etmektedir. Parlamento ve hükümet içinde yer alan üyeler, o günkü anlayıştan pek farklı değildir. Bugün o günkü kadar aleni olarak bir şey yapamıyorlar, çünkü dış baskının biçimlendirdiği bir süreci yaşamaktayız. Bugünde, o dönemin yaratmış olduğu problemlerin çözümsüzlüğü üzerinde birlik sağlanmış durumdadır.

Beğenmediğimiz ve tasvip etmediğimiz yasaları bile, bugün savunur duruma getirilmek istenmekteyiz. O yasaları hiçbir zaman savunmayacağız ama bugün yapılan var olan yasaların bile dışındaki uygulamaları da tasvip etmeyeceğiz. Çünkü bizler taraf olmamız istenmekte ve bir cephe içinde yer almamız arzulanmaktadır. Bu kriz koşulları altında yapılan seçim için kamuoyu araştırmaları, bugün yaşanan çatışmanın arka yüzünü açıkça ortaya sermektedir.

Cepheleştirerek var olan sorunların üzeri bir şekilde örtülmekte ve sistem kendi güvenliğini cepheler yaratarak çözme yolunu başarı ile uygulamış olmaktadır. Bugün ve daha önce yaratılan bütün tartışmalar, cephe mantığı içinde yürütülmüş ve cepheler sorunun ortadan kalkması ile birlikte, roller yeniden dağıtılmış olarak karşımızda durmaktadır.

12 Eylül rejimi altında toplum hangi konularda cephelere ayrıldı? Sonuç olarak ne oldu? Bu soruyu sorduğumuzda oynanan oyun tüm çıplaklığı ile ortada durmaktadır. Cepheleri oluşturacak ve tartışmalara neden olacak hareketler, hep kriz koşullarında yaratılmış ve var olan krizin yerini başka krizler ikame edilerek, sistem kendi can güvenliğini sağlamış olmaktadır.

AKP iktidarı bu yönetimi sürekli ama bilinçli bir şekilde uygulanmaktadır. AKP iktidarı döneminde toplum kaç defa ve hangi konularda cephelere ayrıldı? Bu sorulara yanıt bulunduğunda bugün yaşanan cepheleşmenin neyin üstünü örttüğünü rahatlıkla görebilirsiniz!

Yaşanan süreç, yeni sistemi yaratmayacaktır, demokrasi olmayacaktır, sadece 12 Eylül rejimi, yeni makyajlanmış ile karşımızda durmaya devam edecektir.

16 Şubat 2010 Salı

Gazete tirajlarına bakarken…

Gazete tirajlarına bakarken…

Gazete tirajlarını Medya Tava sitesi aracılığı ile izliyorum. http://www.medyatava.com/tiraj.asp sayfasında yer alan bilgiler ışığı altında, neler düşündüğümü yazayım…

Bayilerde az satan gazete (Zaman Gazetesi), abone sayısı dahil edildiğinde en çok satan gazete konumuna gelmiştir. Gazete satmıyor, fakat bilinçli bir şekilde okuyucu ile buluşuyor. Buluşma noktası ise, yerel örgütlenmeye verilmiş olan büyük bir emekte saklıdır. Gazete yanında dergiler, web siteleri, TV ve radyoları ile medya devi konumuna gelmiştir. Gazete kendi içinde bir bütünlük taşırken, değişik renkleri içine alıp, kendi rengine benzetmede ustasıdır. Yan yana gelmemesi dahi düşünülemeyen renkler, o gazete çatısı altında buluşmuş, sayfalarından okuyucusuna seslenmektedir. O anlamda kendisini takip eden medya içinde örnek teşkil etmektedir. 12 Eylül rejiminin sağı solu aynı hücrede buluşturma fikrini, gazete sayfaları içinde gönüllü olarak yapmıştır. Dört görüşün temsilcisi artık siyasi yaşamda yoktur ama onun uzantısı ve oradan aldığı destek ile bugünde ayakları üzerinde durmaktadır.

Radikal sağın popüler gazeteleri de satış konusunda 50 binlerin üzerinde durmaktadır. Fikir gazetesi olduğunu söyleyen sağ ve sol gazeteler ise 10 bin rakamının altında satış yapmaktadır. Burada istisnai bir gazete göze çarpmaktadır, Milli Gazete. Bu gazete bir siyasi görüşün gazetesi olduğunu saklamamaktadır. O görüşe uygun yayın politikasını taviz vermeden devam ettirmektedir. 50 bin okuyucu ile fikir gazetesi olduğunu iddia eden gazeteler içinde ayrı bir noktada durmaktadır. Popüler bir söylem tutturmamaktadır, savunduğu siyasi parti görüşlerine uygun haberleri gündemine alıp, o dünya bakış açısına göre yorumlamaktadır.

Fikir gazetesi konumunda olmayan ve ama satışı ve etkisi ile dikkat çeken başka bir gazete (Taraf Gazetesi) vardır. Şu anlık satış ortalaması 50 bin civarındadır. Fikir gazetesi değildir, o yüzden arkasında ideoloji filan aramaya gerek yoktur. Popüler gazeteciler vardır içlerinde, alanlarında uzmanlaşmış köşe yazarlarını içinde barındırmaktadır, fakat gazete yaptığı haberler ve karıştığı polemikler ile gündemde durmaktadır. Gazetenin maddi gücü tartışmalı durumdadır, o yüzden aldığı reklamlara bakarak kimler tarafından desteklendiği daha açık gözükür. Gazete daha çok kavga eder konumdadır. Hükümete ‘gaz’ verir gibi haberler yapmaktadır. Gazetenin “uçan kuşları” durmadan dosyalar taşımaktadır ve o dosyalar çarpıcı cümleler ile okuyucuya ulaştırmaktadır. Kolaj habercilik konusunda basın tarihimiz içinde önemli bir yer elde ettiğini ileriki günlerde göreceğiz. Çünkü açılan davalar sonuçlandıkça, ne kadarı kolaj, ne kadarı gerçek olduğunu gözler önüne serilecektir.

Gazete için iki cephe vardır ve bu iki cepheden bir tarafı açıkça desteklemese de, yapmadığı haberler ile el altından desteklemektedir. Gazete, ordu ve darbe hazırlığı içinde olanlar ile sürekli bir cephe içinde durur gibi haber yapmaktadır. Taraflardan bir tarafı olan hükümete ise, kendisi gibi tepki vermediğinde kızmakta ve hükümetin icraatlarına karşı haberler yapmaktadır. Hükümetten aldığı tepkiye göre haberlerini geri çekmekte ve bir süre sessizlik içinde kalabilmektedir. O kızgınlık, yeni bir dosya geldiğinde ortadan kalkmakta ve hiçbir şey olmamış gibi davranabilmektedir. Gazete yaptığı haberler ile kimin yanında, kimin karşısında olduğunu ve bu cephe içinde yer alamayanları ise bir davanın taraftarı gibi göstermekte uzmanlaşmıştır. Demokrasi anlayışını, kendi durduğu noktayı merkez alarak çizmektedir. O noktadan bakmayanları anlamaz ve anlayış ile karşılamaz. Taraf olmaya zorlar ve savaşta cephedeymiş gibi konumlandırır. Her an baskı göreceklermiş gibi, zaman zaman gazete binası içinde nöbetler tutulur. Bu nöbetleri de yazmaktan geri durmazlar. Gazete hükümet taraftardır, elindeki haberleri çarpıcı bir şekilde kamuya sunmak ve tartışma ortamı yaratmaktır. Gazetenin misyonu şimdilik bu kadar ile çizilmiştir, ileride nasıl bir misyon yükleneceğini kimse bugünden söyleyememektedir.

Fikir gazetesini olduğunu söyleyen gazeteler ise, satışları 10 bin rakamının altındadır. Bunlar kendi okuyucunu yaratmış ve o okuyucu kemikleşmiştir. Gazete en iyi gününde, kötü gününde de okuyucusunu sabit olarak koruyacaktır. O gazeteler, zaman zaman dosyalar açmakta ve dizi yazılar oluşturmaktadır, fakat bu dosyaları açtığı kesim tarafından da okunmadığı satışlarda gözükmektedir. Satışlar, gazete içinde ne yazılırsa yazılsın, yazana değil adına ve temsil ettiği fikre göre okuyucusu olduğunu gösteriyor. O yüzden popüler anlamda çıkışlar yapılmış olmasına rağmen, satışlara yansımamıştır. Gazete yazarları bile, çevresinde onar kişiye gazetelerini okutabilse, bugünkü satışından daha fazla satışa ulaşabilir inancındayım. Gazeteler, haberden çok, köşe yazıları ve sitelerde alınan tartışma forum yazıları ile doludur. Adı üzerinde fikir gazeteleridir. Ve geniş kamuoyu tarafından onların fikirleri merak dahi edilmediği gözükmektedir. Fakat satış dışında web sayfalarına tıklanma oranlarına bakıldığında, beklenmedik bir sayı ile karşılaşırsınız. Satışlarının üç katına kadar web sayfasına tıklanma yapılmaktadır ve köşe yazarları oradan takip edilmektedir. Hepten yok sayıldıkları anlamı da bu sayede ortadan kalkmış olmaktadır. Fikir gazeteleri, örgütlü olduğu kesim tarafından da açıkça okunmadığını, bu satış rakamları ortaya sermektedir.

Bütün bunların dışında yer alan merkez sağı solu temsil ettiğini söyleyen ama işadamları tarafından çıkarılan popüler gazetelerin konumları ise, o anki güce göre konum değiştirmekte ve haberler o güce göre seçilmekte ve sunulmaktadır. Bu popüler gazetelerde belirleyici olan, patronun çıkarıdır. O çıkara uygun kamuoyu oluşturma aracı olarak kullanılabilmektedir. Bir çok büyük medya patronu çalışanlarına uzun zamandır maaş verilememekte ve karın tokluğuna çalıştırmaya zorlanmaktadır. Bir futbol karşılaşması için milyarlarca doları yatırım amacı ile kullanmaktan çekinmeyen gazete patronları, emekçi basın çalışanlarına bir sıcak yemeği bile çok görebilmektedir. Gazetecileri birer meta olarak gören ve verimliliğine göre maaşları derecelenmektedir. Popüler gazeteler haber havuzlarına gelen haberleri işlerine gelenleri kullanmakta özgürdür ve o özgürlüklerini patronlarının çıkarı için rahatlıkla kullanmaktadırlar. Görmek istedikleri haberleri görüp, istemediklerini yok sayabilmektedirler. Gerekli görürler ise, zorunlu ise, haber ya büyütülerek verilebilmekte ya da göze batamayan yerde verilebilmektedir. Popüler gazeteler bulvar gazeteleridir. Bulvar gazetesine özgü magazin haber vermektedirler. Birbirinden okuyucu çalarak ayakta dururlar, yeni okuyucu kazanmak için uğraşmazlar. Okuyucu toplamı gün geçtikçe azalmasına rağmen, istatistiki yalanları tiraj sayıları söylemeye devam eder. Çünkü nüfus artışına uygun okuyucu sayısı artmaz!

14 Şubat 2010 Pazar

Galata surlarını ararken…

Galata surlarını ararken…

Galata Kulesi, Kostantinpolis olduktan sonra oraya inşa edildi, çünkü konum olarak İstanbul’un bir uydusu gibidir. Nasıl ay dünyasız düşünülmezse, Pera’da (Galata) İstanbulsuz düşünülemez. Kim tarafından ilk temeli atıldığı bilinmiyor. Belki temeli kazınsa, içinden çıkacak o döneme ait para ile tarihi kesin olarak ortaya çıkabilir. (Temellere para atma alışkanlığı bugünde bir çok yerde devam ediliyor) Kule, tarihinin başlangıcının bilinmezinin cevabını içinde hep saklayacaktır büyük olasılıkla.

Galata Kulesi, durduğu konumuna bakarak bir gözetleme kulesi olarak kurulduğu rahatlıkla söylenebilir, korumak ile yükümlü olduğu yerleşim birimin bir parçasıdır. Diğer parçalar ne olmuştur? Kule ve diğer kuleler bir yerlerde duruyor olabilir. Çünkü eski yerleşim yerleri dışarıdan gelecek saldırılara karşı surlar ile çevrili olurdu. Kuleler, surlardan farklı düşünülemezdi. Mutlaka Pera bölgesine giren kapılarda vardır, fakat bugün kapılar artık yoktur!

Kule etrafındaki duvarlar ne zaman yıkılmıştır sorusu sorduğumuzda, cevap olarak şu akıl yürütmeyi şu andaki bilgiler ışığı altında yapabiliriz. Duvara ihtiyaç duyulmadığı zaman yıkılmıştır. Ne zaman ihtiyaç ortadan kalkar, sorusu bu sefer önemini kazandırır. Cevabı ise, dışarıdan gelecek herhangi bir saldırı tehlikesi ortadan kalktığında. İçinde yaşayanlar ile dışarıda yaşayanlar aynı imparatorluk sınırları içinde yaşamaya başlarlarsa, o zaman dış tehlike ortadan kalmış demektir ve o özel korunaklı bölge kapılardan girilen değil, her taraftan girilen yer haline alır. Duvarlar ise, zaman içinde çevrede oluşan yerleşim birimlerinin binalarının duvarlarında kullanılır haline gelir. Galata Kulesi’nin duvarları, belki de çevrede bulunan binaların duvarlarında hala yaşıyor olabilirler.

Galata Kulesi İstanbul işgali veya kuşatması sırasında önem kazanmıştır. Fakat gerek işgalciler, gerek konumu itibari ile özerk yapısını korumuştur. Kuşatmalar sırasında İstanbul’a tepeden bakan bir konumdadır. O kuleye hakim olan, İstanbul içinde hareket eden orduları izleyebilmekte ve o hareketlere bağlı olarak savunma veya saldırı planları yapılabilinir. Galata Kulesi surların parçası olarak düşünülürse eğer ve diğer kuleler bugün ortada olmadığına göre, kule bir köşeyi temsil eder. Bugünkü Perşembe pazarı olarak kabul edilen yer ticaret alanı olarak yaşadığına göre, İstanbul ve diğer kentlerden gelen tüccarların alış veriş yaptığı alan, surlar kenarında ve bir yanı da Haliç’e bakar konumdadır. Sur kenarında ticaret yapıldığını bugüne ulaşan kaleler ve kenar mahallerine bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Kule içinde büyük olasılıkla yaşam farklı akıyordur. Kule içinde, yani bugün Pera olarak kabul edilen yerleşim alanı içinde yaşam, farklı ve farklı dillerin kullanıldığı şekilde akıyordu. Çünkü, bugün bile yaşayan diller, bunu tezimi kanıtlamaktadır. Pera bölgesi, kurulduğu günden beri ticaret ile uğraşıyor ve büyük gelirini ticaret sayesinde elde ediyordu. Şehirler savaşlar nedeniyle kurulmaz, ticaret yüzünden kurulur teorisinin tipik kanıtı gibidir.

Pera’yı çevreleyen surların yıkılması, bana göre, Fatih’in İstanbul’u fethetmesi ile aynı zamana geliyor, çünkü Fatih İstanbul’u almadan önce Pera’yı almıştır. Pera bölgesini almak demek, İstanbul’un direnicinin yok olacağı anlamını taşımaktadır. Doğu Roma’nın batıya açılan kapısı artık yoktur ve oradan her hangi bir yardım gelmeyecektir. İstanbul’un yeni imparatorluk surları içine dahil edilmesi ile birlikte, eskisi gibi surların önemi yok olmuştur. Tarihin ve doğanın yıkımına bırakılmıştır. İstanbul’u alanlar ve daha sonra o şehri başkent yapanlar, surlar ile ilgilenmemişlerdir. Çünkü İstanbul artık fethedilme dönemini kapatmıştır.

Pera bölgesi, Doğu Roma İmparatorluğu’nda nasıl bir işleve sahip ise, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de aynı işlevini büyük olasılıkla sürdürmüştür. Kral yerine Padişah gelmiştir onlar için. Doğa Roma İmparatorluğunun alınması ile yeni bir doğu / batı İmparatorluğu kurulmuş oldu, çünkü İstanbul, batıdan doğuya doğru fethedilmiştir. Batının en son fethettiği toprak özelliğini korur!

Yüksek Kaldırım Sokağı, bankerlerin konumlandığı, denizcilerin vakitleri geçirdiği alanlar ise, yeni konumuna uygun olarak yapılanmış ve duvarların olmadığı Pera’da tüccarlar daha serbest hareket etme olanağına ulaşmıştır. Surların artık kapısının açılmasını bekleyen olmayacaktır. Surların duvarının dibinde, dışarıdan gelenler için geçici konaklama devri bitmiştir. Perşembe pazarı o günden sonra ticaretin yeni merkezi olmuş, yeni konumuna uygun olarak İstanbul ile ticaretini Eminönü, yani karşı kıyıya kadar taşımıştır.

Pera ticaretin merkezi olması ile Avrupalı tüccarlara kapılarını hep açık bırakmıştır, o yüzden yerleşimi ve yapılanması batının herhangi bir şehrinde görülecek düzenlemeye uygun olarak yapmıştır. Binaların yapısı, konumlanması ve sokaklar bu duruma uygundur. Bugün, Pera sokaklarını dolaşırken, hangi ülkede olduğunuzu unutabilirsiniz, çünkü zaman orada durmuş, akan insanları görebilirsiniz!

Galata surlarının duvarları bugün değişik binaların duvarları içinde saklanmış olarak bulunmayı bekliyor. Galata surlarını aramaya var mısınız?