17 Mart 2010 Çarşamba

“100 bin Ermeni’ye gerekirse gidin diyeceğim!”

“100 bin Ermeni’ye gerekirse gidin diyeceğim!”

Devlet büyükleri genelde açıklamalarını ya uçakta ya da yurt dışında açıklıyorlar. Devlet büyüğü yurtdışına gitmeye görsün hemen kulaklarımı kabartırım, acaba bu sefer ne açıklayacaklar diye… Her açıklama, ülke içinde dalgalanmaya sebep oluyor. Ülkemizde ki değişimler genelde, yurt dışından gelen etkiler ile olduğunu tarihsel olarak biliyoruz. Devlet büyükleri de açıklamalarını yurt dışından yaparak, bakın bu değişimin sebebi biz demek istiyorlar. Yani rol kapmaca olarak görüyorum!

Başlığa aldığım açıklamayı İngiltere’de yaptı. Bir röportaj sırasında yapılan bu açıklama, öyle o anlık için düşünülmüş bir cümle gibi gelmedi bana. Açıklamanın kökünün var olduğuna inanıyorum, bilinçaltının dışa vurumu gibi. (Gerçi daha önce de buna benzer düşüncelerini dillendirmişti) Bilinçaltını oluşturan olaylar ise, tarihin derinliklerinde saklıdır. O saklı olduğu yerden zaman zaman yanardağın lavları gibi yeryüzüne fırlar. O devlet büyüğünün açıklaması işte tam bu duruma uygun düşüyor.

“Kaçak yüz bin Ermeni var ülkemizde ve bizler bu kaçaklara göz yumuyoruz” demektedir. Yani, yüz bin insanın emeğinin sömürülmesine göz yumuluyor denmektedir. Kaçak çalışanlar hiçbir şekilde sosyal devlet olanaklarından yararlanamazlar, emekli olamazlar, sağlık sigortaları yoktur, sakat kaldıklarında kaderleri ile baş başa kalırlar, güvenceleri yoktur. Yer altı koşullarının onlara dayatmış olduğu bir yaşam vardır. Doğal olarak, var gözükmeyenlerin hakları da olmaz.

Ermeni konusu tarihimizin en acılı sayfalarını oluşturur. Ermeniler tarihsel olarak devlet kurmuş, şu anda da devletleri var olan halk konumundadır. Birinci dünya savaşı öncesi ve sırasına rastlayan Ermeniler ile ilgili olaylar, değişik yorumlar yapılmış olmasına rağmen, bugün sonucuna bakarak yorumların bazılarının aşırı derecede hayali olduğunu görürsünüz. Siyasi tercihler yönünde yorumlar olmuş olmasına rağmen, siyasi dengelerin değişmesi ile birlikte bu bakış açısının da yok olacağını tahmin etmek abartı olmasa gerek.

Geçmiş tarihimiz içinde Kürtler yoktu, bugün bölgelerinde büyükelçilik açacak konumuna geldik. Dağ Türklerinin, kara bastığımızda çıkan ses söyleminden, devlet televizyonunda kanalı olur hale geldik. Ermeniler konusunda da, ‘tehcir’ denilen kavramın ne olduğunu, kuzey ülkelerin meclislerinde almış olduğu kararlara bakarak, ileride de içimizde bu yönde beyan olacağını söylemek abartı olmaması gereklidir. Dün, Kürt yoktur iken, bugün siyasi çözüm konusunda gelmek için katledilen yollar ve dış ülkelerin etkisi ortadadır.

Ermenilerin ‘cephe arkasından’, topluca göçü kavramı ortaya atıldığında Aydın, Çanakkale, Edirne… gibi batı illeri cephe içinde değildi, fakat oradakiler de göçe zorlanmıştır. Kısaca Ermenilerin göç kavramı hat içinde değil sathı kavramı içinde algılanmış ve uygulanmıştır. Hani o ünlü sözden çıkarabilirsiniz bu kavramların anlamını. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” der o dönemin direniş komutanı. Bizim cephe gerimiz, ülke kabul edilmiş ve Anadolu topraklarındaki İstanbul ve İzmir haricindeki Ermeniler bugünkü Irak ve Suriye çöllerine gönderilmiştir. Demek ki, bu göç kavramı sadece Anadolu ile sınırlıymış gibi durmaktadır. İleride oluşması muhtemel ülke topraklarından zorunlu göç! (bugün, o topraklarının sınırları içinde yaşıyoruz.) (Şam, Süleymaniye, gibi göçün noktalandığı yerler o dönemdeki devletin sınırları içindeydi ve güney cephesini temsil etmekteydi)

O dönemin iktidarı, Ermenileri potansiyel suçlu görmüş ve ayrım yapmadan çöllere sürmüştür. En iyi Ermeni sürgündeki Ermeni olarak algılanmış ve göç yollarında devletinde ret etmediği kötü olaylar olmuş ve sonuçları ortadadır. Bir halk, Anadolu hakları içinden koparılmıştır. Bu halkın terk etmek zorunda kaldığı bölgelerde, bugün dahi define avcıları, toprağı kazmaya, mezar soygunculuğunu yapmaya devam etmektedirler. Çünkü bu gidenler, yaşadıkları yerdeki halklara göre daha varlıklı olarak algılanmış, ‘varlıklarını götüremediklerine göre, mutlaka bir yerlere gömmüşlerdir’ anlayışı hakimdir.

Bizde ‘göçün dönüşü’ olabilir algısı vardır, o yüzden göç veren yerlerde, hala Ermeni düşmanlığı hat safhasında olmasının sebebi büyük olasılıkla, ‘bu’ sezgiden yatmaktadır, çünkü o göç noktalarındaki göçe zorlanan Ermenilerin topraklarını/ varlıklarını, bugün torunların çocukları kullanmaktadır. Bir gün Ermeniler gelip bu zenginlikleri geri isteyecektir algısı zaman zaman dillendirilmektedir. Bu düşmanlık duygusu, o yörede yaşayan halkları bir birine daha da yakınlaştırmaktadır, -her ne kadar aralarında husumet olmuş olmasına rağmen-, Ermeni düşmanlığı konusunda aynı noktaya gelebilmektedirler. O topraklarda yaşayan halkların aydınları, yazmış oldukları tarih kitaplarında, bu düşmanlık konusunda paralel düşüncelere sahip olması tesadüfi değildir.

Atalardan gelen miras, ne yazık ki düşmanlık olarak kendisini yaşatmaktadır. Tarih, sadece tarihçiler tarafından yorumlanamayacak kadar önemlidir, çünkü sonucu siyasidir. Siyasi dengedeki güçlerin oranına göre tarih tezleri yeniden yazılır. Tarihçide bu siyasi gücün kendisine vermiş olduğu hak kadar yorumunu yapabilir.

Devlet büyüğünün yüz bin Ermeni’yi gereği görürsek göndeririz söylemin arkasında işte bu birikim yatmaktadır. Osmanlı son dönemi iktidarı ile bugünkü iktidar arasında tarihsel bir köprüyü bu söylem ispatlamaktadır. O dönemde de gereği görüldüğünde göndermiştir. Bu dönemde de gereği görülürse gönderilecektir. Yüz bin Ermeni bu ülkede yaşamasına izin veriliyorsa, nedeni bir siyasi tehdit olarak kullanılmalarıdır sonucunu, yukarıda ki söylem ile çıkarabiliriz.

Var olan siyasi partilerin almış olduğu tarihsel miras, bu söylem karşısında verilen tepki ile ölçebilirsiniz. Gerekirse göndeririz söylemi, gerekirse zorunlu göç yasasını yeniden yürürlüğe koyabiliriz. Gerek görülürse diğer halklar ve dini inançta olanlar içinde uygulanabilir. Gerek görülürse sözü tehlikelidir, sonucunu kimse tahmin edemez.

15 Mart 2010 Pazartesi

Kuyruk!

Kuyruk!

Kuyruk; geçen gün bir konuşmada geçmişti kelime. Neydi kuyruk?

İnsanların kuyruğu var olduğunu ve zaman içinde kuyruklarından bir hatıra taşıdıklarını anatomi dersi okurken öğrenmiştim.

Her dönem kuyruklar var olmuştur. Yağın olmadığı zamanlar, yağ kuyruğu, araca binmek için kuyruk, sigaranın karaborsa olduğu dönemlerde, sigara satan yerlerin önünde kuyruk. 50 cente muhtaç olduğumuz dönemler kuyruk ile anılırdı,.. O dönemler liberal ekonomi ile ortadan kalktı, yerini başka kuyruklar aldı. İşe girmek için, üniversiteye girmek için, bankalara borçları yatırmak kuyruk… Emekli maaşını çekme kuyruğu derken, kuyruklar hep var oldu ama öznesi değişti. Öznesi değişince, sıfatı da değişti doğal olarak.

En çok sevdiğim kuyruk ise, sinema gişesi önündeki kuyruktur. Beyaz perdeye yansıyan görüntünün hülyalı dünyasına dalmak için beklenen o kuyruklar, kuyruk içinde biri ile göz göze gelmeler, hoş sohbetler. Bir de tiyatro gişeleri ve salona girmek için oluşturulan kuyruklar... O salonun vermiş olduğu huzuru, başka yerde bulamam.

Modern insan, teknoloji ile birlikte yeni kuyrukları yarattı. Uçağa binmek için oluşturulan kuyruklar, çıkış/giriş kapılarında pasaport göstermek için oluşturulan alanlar ve o alanlar içinde oluşan kuyruklar. Eşya vermek, bilet onaylatmak için… Havalimanı kuyruk demektir, hangi alana doğru giderseniz gidin bir kuyruk ile karşılaşırsınız. Kuyruklar için özel alanlar bile oluşturulmuştur.

Birde kendisine kuyruk yaratmak için uğraşan insanlar gördüm. Kısaca doğal kuyruğu dışında, kuyruğu olmasını isteyenler.

Doğa içinde dolaşmayı sevenler bilir, tilki kuyruğunu sallayarak koşar, bu kuyruk sallamadan hoşlandığını hissedersiniz. Tüylerin oluşturmuş olduğu ahenk, sanki doğanın sesi olur. Bazı insanlar kendilerini tilki olarak görmek ya da hissetmek için kuyruğa ihtiyaç duyarlar ve bu insanlar genelde tilki gibi kurnazdırlar. Bazı insanlar ise, bacaklarının arasına alır kuyruklarını, tıpkı sokak köpekleri gibi. Karanlığın ve sokakların boş olduğunda o köpekler kuyruklarını dik, kulaklarını en hassas hale getirirler. Bunların dışında; kanadı olan, uçamayan kuyruklu canlılarda vardır! Kuyruk aradınız mı, sonsuz alternatifiniz olur.

Kuyruk oluşabilmesi için; beklenti ve beklentiye cevap alınması gereklidir, yani çekici tarafı olmalıdır! Günümüzde en önemli çekicilik; çıkardır. Modern insan çıkarına uygun hareket eder!

Bazı insanlar kuyruksuz yaşayamaz, kuyruk oluşması için çevresindeki insanlara değişik olanaklar yaratır ve o olmaz ise, o olanakların olmadığı imajını sürekli verir. Eleştiriye kapalıdır, her şeyi bilen konumundadır ve her yerde ön sırada olmak için inanılmaz enerji harcar. Yeter ki arkasında birileri olsun! Bir de kuyruk içinde bir nokta olmayı önemseyenler vardır, onlarda nerede bir kuyruk görse, oraya gider ve ne gibi bir olanak olacağını sabır ile bekler. Eğer olanak, ona kısa sürede gelmez ise, hemen o kuyruğu terk eder, başka kuyruk bulur. Kuyruğun hep ortasında bulunmayı ister, çünkü kendisinden sonra kuyruk olmasını da önemser. O yüzden bu tipler hep kuyruklara kaynamayı sever, çevreleri geniştir. Bir tanıdık görsün bir kuyrukta, gider yanına durur. Arkadan gelecek seslere karşı kulağı kapalıdır. Halk değimi ile pişkindirler…

Nerede bir kuyruk görsem, orada bürokrasi vardır diye düşünürüm. Çünkü, kuyrukları yaratan insan yaşamının getirmiş olduğu örgütlenme ve yaşam biçimidir. O kadar içselleştirmişizdir ki, refleks olarak sıraya gireriz. Şimdilerde, kuyrukları fiziki görünüm olarak bitiren numaratör makineler vardır. Hangi devlet ya da kurumlaşmış bir mekana girmiş olun, sizi bu aletler karşılıyor. O kutucuğun üzerindeki düğmeye basarak bir numara alıyorsunuz. Ve kimin sizden önde olduğunu bilmeden, size sıranın gelmesini bekliyorsunuz. Modern dünya kuyruklara da bir tasarım vermiş durumda. Eskiden kuyruklarda kavgalar, sohbetler olurdu, şimdi ise, bir birine yabancı insanların gülmeyen suratları ile sırasının kendisine gelmesini bekleyenler var. Kuyruklarında keyfi kaçtı, yaşamın keyfinin kaçması gibi. Şimdilerde Herr K. gibi hissedenler çoğaldı, kapılardan kapılara koşarken, ömrünü tamamlamış insanlar…