2 Nisan 2010 Cuma

Delikten aşağıya bırakmak!

Delikten aşağıya bırakmak!

Başbakanın danışmanı Amerikalılara ne demişti; “şimdilik bırakın, işiniz bittiğinde delikten aşağıya bırakın gitsin.” Buna yakın sözler söylemişti. Amerika’da mutfaklarda çöpler, delikten aşağıya öğütülerek bırakılır. Sonuç olarak ortada, yiyeceğiniz kadarını alın, kullanın, posası nasıl olsa çöpe gidecektir.

Başbakan eline aldığı erk ile her şeyi yapacağını sanıyor, fakat o da biliyor ki, birileri için çöp olacaktır ve işi bittiğinde deliğe bırakılacaktır. Delikten aşağıya gittiğinde başına neler geleceğini kendisi önceden kestiremiyor ama en azından erk elindeyken yarını kendisince garanti haline almak için uğraşıyor. Bugünün kendisi için doğrular, yarın önüne büyük olasılıkla yanlış olarak çıkacaktır ve diyecektir ki, “büyük olasılıkla, beni danışmanlarım yanılttı!” Yanılmanın sonucu ağır mı olacaktır, yaşayarak göreceğiz bu sonucu. Elbette geleneksel bir durum söz konusu olursa, kim ne yaparsa yapsın yanına kar kalacağı gibi bir geleneğimiz son elli yıldır var. Hatta yüce divana gidip aklanma konumu vardır. Şimdi izleyerek göreceğimiz durum, acaba arkadaşları ile birlikte yaptıklarından dolayı aklanacak mıdır?

Başbakan erkini kaybettiğinde acaba, elde ettiği mal varlığı ve yakınlarının mal varlığı sorgulanacak mıdır? Bu konuda yasalarımızda maddeler var mıdır? Haksız yoldan elde edilen mal varlıkları ne oluyor?

Önümüzdeki seçim, yakın dönemim sorgulanması için fırsat yaratacak mıdır? 12 Eylül rejimi sonrasında gelen başbakanların mal varlıkları, yakınlarının elde ettikleri ayrıcalıklar ve kasalarına giren paraların, malların, şirketlerin durumları gündeme gelecek midir? Meydanlarda onların zihniyetlerini ortaya sermek yeterli değildir, hesap sormak önemlidir. Kim, nasıl hesap sorabilecektir? Geçmişte olduğu gibi, yeğen hayali işten haksız kazanç elde edecek, kaçakçılık yapacak ve sonra banka almasına fırsat tanınan, başbakan yakını gibi mi davranılacak? O gücü ve cesareti aldığı erk sahibine, neden onun yaptıkları sorulmamış, elde ettiği haksız kazanca el konulmamıştır? Eğer konulmuş olsaydı, bugün erk sahipleri, bu kadar rahat davranamazlardı. Bugün bu cesaretin temelinde, geçmişte olan bu hesap sormama geleneği yatmaktadır. Mavi akımın hesaplarının aklanması yatmaktadır. Aklanma yasalar nezdinde olabilmektedir ama gönüllerde ve tarih kayıtlarında, aklanma anlamına gelmemektedir, çünkü tarihin kayıt ettiklerinde zaman aşımı yoktur.

Ülkemiz gerçek anlamda demokrasi için adım atmak istiyorsa, haksız kazançlar karşısında neler yapılacağı, açık açık ve kimler tarafından kontrol edileceği yazılması gereklidir. Dokunulmazlık kalkmak zorundadır. Bugün yapılan değişikliklerde demokrasi için olmazsa olmaz olan saydamlık, açıklık ve hoşgörü yoktur.

Eğer açıklık, hoşgörü olmuş olsaydı, Ankara’da yapılan bir eylem karşısında polisin tutumu, 1 Mayıs gösterileri sırasında yaşanan olaylar olmazdı, hoşgörünün sınırı bazıları için biber gazı olurken, bazıları için güvenlik çemberi içinde yürüyüş olmaktadır. Ayrımcılık ne yazık ki devam etmektedir. Eylemler arasında ayrımlar yapılmaktadır ve her eylemde biber gazının, şiddetin ve hoşgörünün sınırı değişmektedir.

Ekmek mücadelesini bile ideolojik olduğunu söyleyen bir başbakan; örgütlenme ve hak arama hakkına karşı kendisince müdahil olmakta sakınca görmemektedir. Bu hak ihlalini bile doğal karşılamaktadır. Bu hak ihlalinin elbette bir yaptırımı olması gereklidir, her erki elinde bulunduran, her hakkı bu şekilde çiğnemek ve yok etmesi acaba demokrasi anlayışının neresinde bulunuyor? Uluslararası anlaşmalar ile güvence altına alınan, hak arama ve örgütleneme hakkının yok sayılmasının nedeni olarak ‘ideolojik’ gibi söz ile açıklamanın bir yaptırım ile karşılaşması olmayacak mıdır?

Sonuç olarak, her erkin bir ömrü vardır, ömür tamamlandığında erk sahiplerinin yeri bellidir. Danışmanın dediği gibi delikten aşağıya gideceklerdir! Arkalarında bıraktıkları tahribatların sorgusuz kalması, yeni gelecekleri de başka haksızlıklar yapmasına cesaret vermektedir. Yasalar ve kurallar evrensel normlara uygun olarak, herkese ayrım gözetmeden eşit şekilde uygulanmış olsaydı, bugün bazı şeyleri ideolojik diyerek yok saymaları doğal olabilir miydi? Dokunulmazlıklar ile kendisini güvence altına alanlar, bu kadar rahat sonunu düşünmeden hareket edebilirler miydi?

Kara para, darbe yapar mı?

Kara para, darbe yapar mı?

Kara para, denetimi zor ama o kadar da çekici bir alan yaratır. Kara paranın hareket alanları içinde polislerin, askerlerin, mali denetçilerin olması kadar doğal bir durum yoktur aslında. Karanlık ilişkiler içinde polisin/askerin/mali denetçilerin elinin olması, istihbarat için önemlidir, fakat her polis/askerin/mali denetçiler idealist değildir, bazıları ‘işini bilirler’!, çünkü onlarda sonuç itibari ile memurdur ve aldıkları maaşlar bellidir. Devlet büyüğümüz bir zamanlar ‘memurum bu ekonomik şartlar içinde işini bilir’ demişti, memura yapılması gereken iyileştirme, ‘bu iş bilirlik’ yüzünden pek ciddiye alınmaz. Ciddiye alınması demek, bütçe açığının daha da büyümesi anlamına gelmektedir. Bütçe açığını küçültmek için devletin elinde kar eden kurumlar satıldı / satılmaktadır, fakat her satış sonrası bütçe açığı küçüleceğine, büyüdü. Gün geçtikçe de büyümeye devam etmektedir.

Polis/askerin/mali denetçiler içinde bulunduğu koşullardan dolayı, tahminlerin üzerinde bir para akışının içindedir. Kara para, ülkenin içinde bulunduğu kriz ile orantılıdır, ülke ne kadar çok kriz koşullarında yaşamaya devam ederse, kara parada o kadar rahat hareket eder ve istediği sonuçları ortaya çıkarabilir. Kara paranın istemleri, kaostur, kaos daha çok coğrafik ve ekonomik anlamda kara paranın hakimiyetinin güçlenmesi anlamına gelir. Ülkemizde ki kriz ortamının uzun süreli olması ve her krizin farklı nedenler ile patlak vermesi şaşırtıcı değildir. Çünkü değişim yaşayan ve yeni biçime bürünmeye çalışan her toplumsal hareket içinde krizin var olması kaçınılmazdır, bu koşulların kronik olup olmaması sorundur. Osmanlı son dönemleri krizin kronikleşmesi anlamını taşır, neşter ise yeni kurulan cumhuriyettir. Bu cumhuriyet ise, krizi ötekileştirmiş ama hepten ortadan kaldıramamıştır, zaman içinde cent’e muhtaç hale geldik. Çıkış yolu olarak darbeler kısa bir çözüm gibi ortada durmuş olsa da, sorunu çözememiştir. 12 Eylül darbesi buna örnektir. Bu darbe ve ondan önce alınan kararlar, daha büyük krizin kapısını açmıştır. Ulusal sermaye yaratmak için kapalı olan toplum, bir anda ulusal sermaye birikimin sağlayan koşulların ortadan kalması ile birlikte, bütçe açıkları gün be gün artmaya devam etmektedir. Bu kronik hale dönüşmüştür ve bu kronik hastalıktan çıkış yolu olarak gerçek anlamda uzun vadeli bir politika, henüz yoktur. Her çözüm önerisi başka krizi tetiklemeye devam etmektedir.

Bu koşullar altında, askeriyenin darbe yapmasının anlamı ortadan kalkmıştır, çünkü askeriyenin çözüm yolu daha büyük krizi tetiklemiş ve çıkmaz bir yola sokmuştur. Geleneksel devlet yapısı, dış etkilerin baskısı sonucu tamamı ile değişmiştir, ulusal sermeye biriktirme yerine global ekonomiye entegre anlayışı gelişmiştir. Bu entegrasyonda ise dümenin kimin elinde olduğu ortadadır. Bu koşullarda kara paranın sınırını global düzeye çıkarması ile etki alanında genişletmiştir. Kara para bugün evrensel olarak ve göreceli olarak kontrol dışı hareket etmektedir. Görecelidir, çünkü dümeni elinde bulunduran için zarar teşkil etmeyecek şekilde yönlendirilmekte ve onların sınırları dışında toplumsal dönüşümler için kullanılmaktadır. Kara para geçmişin bütün birikimlerinin yok edildiği kara bir deliğe dönüştürülmektedir. Örneğin, işçi sınıfının elde etmiş oldukları bütün haklar bu delik içinde yok edilmeye çalışılmaktadır. Avrupa çapında bu büyük oranda başarılmıştır, üstelik işçi sınıfının partisi olduğunu iddia eden sosyal demokrat partiler aracılığı ile. Şimdi o partilerin başkanlarının büyük firmalarda danışman olarak çalışıyor olması tesadüfi değildir.

Orduların profesyonelleştirilmesi ise bu sürecin doğal sonucu olarak ortada durmaktadır. Çünkü kriz ortamları askeri darbeleri anlamsızlaştırdığı gibi, gelişen teknoloji eski ordu anlayışının değişimin de beraberinde getirmiştir. Kitlesel savaş yerine, kitlesel imha teknoloji üstünü silahların kullanılmasını ortaya çıkarmıştır. Silah yüklü, insansız uçakların Amerika’dan kalkıp, Afganistan’da bir yeri bombalaması bu değişimin göstergesidir. Irak işgali sırasında Amerika askerlerini, cephede ön sırada savaşacaklar için green card bekleyenlerden oluşturması tesadüfi değildir. Çünkü savaş için kendi vatandaşını öne sürmek yerine, vatandaş adaylarını öne sürmenin ülke içindeki savaş karşıtlığını zayıflatmıştır. Bu gelişmeler içinde NATO’nun varlığı da somut düşman yerine kara paranın kontrolü için gerekli olduğu sonucunu doğurmuştur. Yeni ordu anlayışı, bir anlamda ordunun polisleştirilmesidir. Polis teşkilatı ile ordu arasındaki en önemli teknik fark bu profesyonelleştirme ile ortadan kalkmasına sebep olmaktadır. Ordu bir anlamda polis teşkilatına doğru dönüştürülmektedir, tek fark ellerindeki silahlar ve mevzileri konusunda ayrım olacaktır. Maaş ile çalışan devlet memurlarının yönettiği iki güvenlik teşkilatı bir anlamda bir birine entegre olurken, global üst örgüt olan NATO ile tam uyumluluk gösterecektir.

Polis, her ne kadar halk içinden çıkmış olsa da, halk ile içli dışlı değildir. Duvarların arkasında neler olduğunu, halk pek bilmez. Kara para operasyonlarında tutuklanan polisler, bir askerin tutuklanması kadar toplum içinde tartışma konusu olmaz. Polis içinde neler olduğunu ve neden bu tutuklanmalar olduğunu bilinmez. Polis içinde darbe yapmak isteyenlerin olabileceği bile akıllara gelmez. Polis, darbe yapamaz mı bir ülkede? Neden polislere yönelik yapılan ve yine polisler tarafından düzenlenen bu operasyonlar, kamu önünde tartışılmaz? Yakalanan o kara paranın sonunun ne olduğu, neden sorgulanmaz? Askerlerin yaptığı darbelerde, polislerin rolü olmamış mıdır?

Kara paranın serbest dolaştığı ülkemizde, örneğin Siemens firmasının dünya çapında dağıttığı rüşvetler, ülkelerde dava konusu olmasına rağmen, bizim ülkemizde soruşturma konusu bile olmamıştır. Rüşvet, devlet mekanizmasının, para akışının olduğu her alanda olabilmektedir. Bu rüşvet çarkının döndüğü alanlar içinde, soruşturmaların olmaması demek, orada kara paranın hakimiyetini gösterir. İktidar öncesi ile, iktidar sonrası bir politikacının mal varlığı soruşturulmuyor ise, orada hakimiyetin kimlerin elinde olduğunun yansımasını görebilirsiniz. Sadece politikacı değil, memurunda mal varlığı ortada olmak zorundadır, nasıl mal varlığını katladığını, kamu denetimi altında olması gereklidir. Bu denetim mekanizmasının yokluğunu kara paranın serbestliğine bağlayabilirsiniz, çünkü var olan denetim mekanizmasının da aklama konuma dönüşmesi, kara paranın gücünü ortaya sermektedir. Kara parayı sanmayın karanlık firmalar yaratmaktadır, en büyük kara para, global çapta iş yapanlar tarafından beslenmektedir/ yaratılmaktadır. Devlet ihaleleri neden genelde belirli firmalar kazanmaktadır, hiç düşündünüz mü?

Paranın hareket ettiği alanlar içinde birileri iktidarı elinde almak istemesi kadar doğal bir şey olamaz, iktidar hırsı birilerini darbeci yapabilir. Bu darbecilerin bulundukları mekanizma hareket alanını genişletir. Bu mekanizma her ülke içinde varlığını bir şekilde korur. Fakat darbe iç dinamiklerin etkisinden çok, dış dinamiklerin etkisi ile olur, oradan gelecek uyarı ile hareket edebilir. İç dinamikler, sadece darbe için hazırlanır! Sonuç olarak, darbeleri sadece askerler yapar anlayışı yanlıştır, gücü kim elinde bulunduruyorsa, koşullar uygunsa yapar! Çiçeksiz bahçe yaratma hevesi kısa sürelidir, çiçekler her an bir yerden fırlar, o yüzden darbeler amaçlarına kısa süreli ulaşmış olsalar da, tarihin çizgisi içinde hepsi başarısızdırlar…

1 Nisan 2010 Perşembe

Yalaaaan!

Yalaaaan!

“Hırslı önüne gelene saldırır; hırslının yüreğinde zulüm pusu kurar; kuvvetlenince bunu açığa vurur, zayıfken içinde uyutur.” Bu söz çok tanıdık geldi değil mi? 1001 Gece Masallarında bir atasözü olarak yer alır. Haset bir veziri tanımlamak için kullanılmıştır. Bugüne ait değildir!

Hiç düşündünüz mü, bakanlar kurulunun masası nasıl? Yuvarlak olmadığını ve elips olduğunu ekranlar aracılığı ile görünce, ilk anda zihnimde bir şeyler canlanmadı ama gün geçtikçe bende başka çağrışımlara sebep oldu.

Bizdeki isimlendirmelere bakarak, bu masanın özelliğini çözmeye çalıştım, çünkü eskiden dikdörtgen ve uzun bir masanın etrafında politik manevralar yapılırken, bugün masa değişmiş ve elips görünümü almış. Aslında elipste yuvarlak masanın yanlardan bastırması ile oluşur! Başka bir değim ile, dikdörtgen masanın köşelerinin yontulması ile de oluşur, köşeler oyulurken, orta taraftan dışarıya doğru basınçtan kaynaklanan bir çıkıntı oluşmuş!

Bakanlar, başbakana bakacak şekilde yerleşir bu masaya… Bakan adı üzerinde, ‘bakmak’ ile yükümlüdür, yeni düzenlemede başbakana! Başbakan ise bakanlarına bakar ve zaman zaman sonsuzluğa bakar gibi gözlerini onların üzerinden çeker ve geleceğe doğru transa geçebilir. Başbakan nereye bakıyorsa, ona bakanlarda oraya bakmasını düşünürsünüz değil mi? Hayır! Bakanlar, başbakana bakmak ile yükümlüdürler ve onun dudaklarının arasından çıkacak sese dikkat kesilmişlerdir. Başbakan, adı üzerinde, başta bakar ve kendisine bakanların dışından bakar. Onun oturduğu sandalye, hem hepsini görmeye müsait, hem de geleceğe bakmak için elinde verileri incelemeye uygun bir yapılandırması vardır. Bakanlar, başbakana bakmak ile yükümlü olduklarından, bakmak işlevini yerine getirirler. Hiçbir kimse, bakan birine neden bakıyorsun diye suçlayamaz, çünkü bugün bütün sorumluluk bakanda değil, başbakandadır.

Bir insanın kimliğini ve gerçek yüzünü görmek istiyorsanız, ona makam verin demiş atalarımız. Atalarımız o kadar çok söz etmişler ki, bir birine zıtları bile doğru kabul eylemişlerdir. Bugün, atasözlerini unutur hale geldik, reklam ve güldürü dizilerindeki kelimelere takılır olduk! O sözlerin hangi güzel sözün bozulmasından elde ettiğini bile düşünemeyiz.

Başbakan, kamunun önünde ekranlar aracılığı ile her daim olur. Rahatsızlanınca ekonominin damarları daralır, bir sözüne göre; ekonomik krizin delip geçtiği zaman diliminde, teğet geçtiğini sanırsınız. Başbakanın sözleri, toplum ve ekonomi çarkı içinde dalgalanmalara sebep olabilir. Doğaldır, o başbakandır.

Birde bakanları içinde, mikrofonu seven bülbülleri olur. O bülbülleri ise, bakanların baktığı başbakanın sözlerini kamuya aktarmakla sorumludur. Başbakanın olmadığı yerde, mikrofonu eline alır, örneğin bir parti toplantısındadır, bir kongrededir falan filan yerde yani, mikrofonun olduğu yerde olması önemlidir. Çünkü sesi gür çıkacaktır. Farz edelim ki, karşısında da bir köylü olsun. Köylü, ektiği ürünü pazarda emeğinin karşılığı satamadığını, çünkü dışarıdan gelen ürünler sayesinde elinde kaldığını, yok paraya satarsa eğer benzin alamayacağı için gelecek senenin ürününü yetiştiremeyeceğini söyler. Başbakana bakan bakan, yalaaan diye avazı çıktığı kadar bağırır. Otur der yerine, provoke etme burayı diyerek çıkışır. Parti toplantısında muhalefet olacak değil ya, köylü ama ben size oy vermiştim der, der ama pişman olmuştur, kendisinin seçtiği adam şimdi kendisini yalancılıkla suçluyor.

Hayatın gerçeği kendisini doğruluyor, devletin istatistiği ise bakanı doğruluyor. Kafası karışıyor köylünün, doğru hangisi, kim yalan söylüyor? Başbakana bakan derki, bakın arkadaşlar ekonomimiz şöyle büyüdü, enflasyon canavarını yendik, fiyatlar hep aynı! Fakat nedense benzin istasyonundaki rakamlar gün be gün değiştiğini ve hep artış yaptığını söylemez! Ağzının payını almış köylü, ne derse yalancı konuma düşecek, susar oturur. Koskoca bakan yalan söyleyecek değil ya, üstelik mikrofon ve ekranlar önünde!
Bakanlar, başbakana bakar bakanlar kurulundaki odada. Masa o şekilde düzenlenmiş ve sendeleyeler ona göre konumlanmıştır. Hangi bakanın, nereden başbakanı göreceği ince ince hesaplanmıştır.

Başbakan, bakanlarına bakar. Bakanlar sadece başbakana bakar, bir de önlerinde konmuş ekrana bakar! Başbakanın niyetine uygun istatistikler açıklanır, eğer niyetine uygun çıkmaz ise sonuç, niyete uygun denekler seçilir ve niyete uygun istatistikî veriler açıklandırılır. Bu sayede, bakanların ve başbakanın doğru söylenmesi sağlanır. Başbakan her şeyi bilen konumdadır, ne derse doğrudur. Bazen pot kırar ama o potları derleyecek, toparlayacak profesyoneller nasıl olsa vardır, üstelik o profesyoneller eskinin solcusu ve güvenilir olanlardan seçilir. Eski solcu olunca, gönüllü istihbarat elemanı gibi çalışıp, aracı olabilir. Sadece görüşmelere bilgi taşıyıcısı değil, evrak taşıyıcı bile olur. Yeter ki, para ve itibar verilsin. Arada bir iki gazete de köşe yazarlığı, ekranlara da daimi yorumcu olsun! Kendi gibi düşünenlerin oluşturacağı bir tartışma programı olsun! Tartışma programları övgü programlarına dönüştürülsün! Al gülüm, ver gülüm, kasalar dolsun! Doğru, gerçekten neydi, neyi anlatıyorlardı?

Başbakan nereye bakıyorsa, onlar oraya bakmaz, onların bakış açısı sadece başbakanı ve başbakanın dudaklarının arasından sözleredir. O sözlere anlamlar yüklenerek gerçek ve doğru başka anlamlara yüklenebilir! Başbakanın niyeti ile yaptıkları arasında mesafe varmış, kimin umurundadır ki! Köylü der ki, tarlama gidecek benzin bulamıyorum, bakan ve bakan gibi bakanlar derki, yalaaaan! Köylü elini cebine sokar, kredi kartını çıkarır! Demek, kredi kartının limiti hala dolmadı, o zaman bakan ve bakanlar gibi bakanlar haklı! Gider benzinciden kredili benzin doldurur!

Kredi kartları ile ilgili hatırı sayılır bir borçlu birikmiş, kredi kartları borçları ülke bütçesinin üzerine çıktığında ne olacak dersiniz? Bunu biz bilecek değiliz elbette, başbakan bilir… Ona bakanlar, ondan gelecek sözleri bekler! Bizde onların doğrularını bekleriz! Bizim doğrularımız nasıl olsa, yallaaaaan!

28 Mart 2010 Pazar

Çiğ hiç üzerinize düştü mü?

Çiğ hiç üzerinize düştü mü?

Sabah, yine kuzey rüzgarı kapımı çalacak. Kim o diyeceğim, sesini bırakıp gidecek!

Kapımı açacağım, güneşin ilk ışıkları ile birlikte… Kapımı güne açacağım, pencereden önce. Akşamın sıcaklığı kapıyı açtığımda üzerimde olacak. Dışarının çiği gelecek üzerime yapışacak. İçimden bir titreme duyacağım belki, belki kapıyı hemen kapayacağım, çünkü gecenin en soğuk anı artık ısınmaya yüz tutmuştur.

Sabahın çığı altında; kapısız, duvarsız bir yerde kaldınız mı?

Sokakları kendilerine mesken tutanlar o çığın etkisini bilir, bir de yoldan gelenler. Sabahın ilk ışıkları ile başka bir şehirde gözlerini ovuşturarak açan yolcu, açılan kapıdan gelen çığın etkisi ile uyanır ve gideceği yere bir an varıp, sıcak yatağına yatmayı düşünür.

Sabahın çığını üzerinde taşıyan evsizler ne yapar desiniz? Belki bir fırının kapısının önünden geçer, belki bir sıcak hava veren havalandırmanın yanında durur… O çiği ortadan kaldırıp, acıkan karnı için bir parça ekmek için yollara kendini vermesini gördünüz mü?

Sabahın çığı üzerinize vurmasını istemem ama çığın üzerine yağdığı ne yazık ki binlerce insanımız var. Evi olmayan, evi olup da bir doğal afet sonucu kaybeden, bir anda dünyası değişen, düşünmeyen ama yaşayan binlerce insandan belki biri olabiliriz.

Sabahın ilk ışıkları, şehrin üzerine vurduğunda, oluşan kızıllığı kaç kişi görebilmektedir?

Sokakta yaşayanlar belki hepsi o ilk ışığı görüyordur ama onlarda, romantik duygular içinde güneşe bakmıyordur sanırım. Bana gelen fotoğraflarda görüyorum, bazı dizlilerin efektleri arasında o ilk ışığın doğuş anını gösteriyorlar, o görüntüyü gördüğümde keşke diyorum, bende çıkıp fotoğraflasam, sisin altında deniz, sisin üzerinde binalar, binaların arkasında güneş!

Bahar geliyor… Gün, gün geçtikçe daha fazla kalıyor üzerimizde, laleler sokakları yine kuşatmış, cebimizden bizden habersiz çıkan paralar ile… Her lale, ilk ışık kadar çekici geliyor bana… Üzerine bir de çığ düşmüşse, daha bir parlak ve çekici geliyor… Bir de sokakta yaşayan insanı görüyorum o saatlerde, nasılda korkarak bakıyor çevresine… Gözleri sanki o ilk ışığı görmemiş gibi bakıyor… Siz, o ilk ışık altında bu insanları sokakta gördünüz mü?

Sokak insanı, çevresinde olandan habersizdir. Gördüğü ve yaşadığı alan kadar görür ve o kadar alan içinde dünyayı yorumlar. Onun yorumu içinde başkalarının saldırıları, küçümsemeleri ve onlara karşı geliştirdiği savunması vardır. O sokak insanı, ancak başkasının elinde gördüğünü anlamaya çalışır ama anlayamadığını ele geçirmek içinde fırsat kollar… İlk fırsatta her şeyi göze alarak elde etmeye çalışır. Saftır ama tehlikelidir o zaman dilimi içinde. O sokak insanı ile evde yaşayanlar arasında, ‘bu an’ itibari ile bir fark olduğuna inanıyor musunuz?

Dört duvar içinde, en yakınına zarar verenlerin oranı çok yüksektir. Tehlikelidir. Sokakta pısırık, içine kapanık, başkasının sözüne bakanlar evde bir an içinde tehlikeli olabilmekte ve en olmayacak suçları rahatlıkla işleyebilmektedirler. O insanlarda ilk ışığı göremezler, çiğin soğuğunu anlayamazlar! Sokakta yaşayan ile dört duvar arasında yaşayanlar bir noktada birleşir.

Sizin kapınızı hiç kuzey rüzgarı çaldı mı? Çaldığını hiç duydunuz mu?