16 Nisan 2010 Cuma

Rüşvet, kendisini koruyarak devam ediyor!

Rüşvet, kendisini koruyarak devam ediyor!

Bir rüşvet dosyası açılmış olsa, acaba sonuçtan neler çıkardı. Büyük olasılıkla yeterli kanıt bulunamadığı için dava düşecektir.

Bir boşanma davası ve onu izleyen haberler ile ortaya dökülen kirli çamaşırlar, bazı şeylerin üzerini mi açacak, yoksa unutulup gidecek mi?

Askeriyenin bütçesinin büyüklüğü bilinir ama nerelere harcandığı gündeme pek gelmez, bir amiralin davası ile bir ucu gözükmüş olmasına rağmen, daha ileriye gidilememişti.

Askeriyeye bir insan neden rüşvet verir? Veren firmalar hangileridir, kimse bu konuda bilgi sahibi değildir, fakat sezgisel olarak hangilerinin olabileceğini söyleyebiliriz. Askeriye ile iş yapan firmalar! Bu firmalarının hangileri sürekli iş alıyor ve ihalelerde genelde aynı firma grubu işi yapmak için üstleniyorsa, oralara büyüteç ile bakmakta fayda olduğunu, son olarak gündeme gelen iddialar ışığı altında bakmakta yarar vardır. Bir askeri elemana bir firma nasıl olurda dolarlar ile rüşvet verme ihtiyacı duyar? Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmediğine göre, tavuğun boyutunu biliyoruz da, kazın boyutu ne oluyor? Bu konuda bilgi sahibi olmak vergi veren her vatandaşın hakkıdır diye düşünüyorum, çünkü vergilerimizin en büyük bölümü askeriyeye gitmektedir.

Elbette rüşvet, sadece askeriye ile sınırlı değildir. Ulusal firmalar ile de sınırlı da değildir. Evrensel olarak iş yapan firmaların rüşvet davaları da zaman zaman gündeme gelmektedir. Bu davaların bir ucu ülkemiz içinde olmasına rağmen, bugüne kadar davalar açılmamıştır. Kara paranın transferi, başka ülkede sonuçlanan davalar olurken, faili olanlar ülkemizde mevki sahibi olmayı koruyabilmektedir. Rüşvetin öteki boyutu kara paradır! Yani, kontrol ve denetim dışı paranın hareketliliği…

Ülkemiz içinde, büyük paraların döndüğü alanlar yanında, küçük paraların (bazısına göre küçük, bazına göre büyük paralar) döndüğü alanlarda da açıklık yani saydamlık yoktur. Bir çok işlem kapalı kapılar arkasında olduğu için, ihaleler ile ilgili mafya örgütlenmelerin olduğu mizah dergilerinin sayfalarından çıkmış, dava konuları da olmuştur. Mafyanın varlık sebebi, kara paranın hareketliliğidir. Kara parada denetim dışı olan karanlık noktalarda olur. Mafyanın etki alanı; karanlık noktalarda olan olaylar ve olgulardır. Kara paranın hareket alanı ise, bu gibi karanlık noktaların yaratılmasına sebep olmaktadır.

Bir boşanma davası ve davanın boyutunun genişlemesi sonucu bir kere daha bu konuda düşünmemize yol açtı, elbette biz sadece düşünmekle kalacağız, olan ve olmakta olan olgular varlıklarını yine kapalı kapılar arkasından eskiden geldiği gibi devam edecektir. Çünkü bu gidişe dur diyebilecek, ne yasal alt yapımız var, ne de ona uygun örgütlenmiş denetim mekanizmamız vardır.

Rüşvetin boyutu, eğer denildiği gibi ise, cumhurbaşkanı seçtirebilecek boyutta olabiliyor! Ülke yönetimini çok yakından ilgilendiren rüşvet sarmalından nasıl kurtulabilinir?

Rüşvetin sonuçları; elde edilmiş mülk, para ve yakın akrabaların yaşam kalitesi ile ölçülebilinir. Bugün ülke içinde ve dışında yazlık sahibi/ yat sahibi olan, kritik noktalarda görev yapmış devlet memurlarının emeklilerinin geçmişi şöyle bir sorgudan geçilmiş olsa acaba neler ile karşılaşırız? Emeklilerin üzerine gitmenin, var olanın üzerine gitmekten daha kolay olduğunu, sürmekte olan davalar ile görmekteyiz!

Bir boşanma davası, bir bakmışsınız bir rüşvet davasının sarmalının açılmasına dönmüş olsun, olur mu olur! Çünkü ilgisiz olaylardan, ilgisiz sonuçlar çıkmasına alıştık!

Zor yıllar…

Zor yıllar…



Zor yıllar geçtikten sonra anlaşılıyor, içinde yaşarken her şey ne kadar doğal ve olağan geliyor. İçinde yaşarken hangi olayın farkında olabiliyoruz, geçip gittikten sonra eskinin defterleri birer birer açıldığında, demek o yılları yaşamışım hissine kapılıyor insan. Yaşarken kimliksiz bireylerin, kimlik bulması yıllar sonrasına dayanıyor…



Her dönem kendi içinde zorlukları ve kolaylıkları taşır. Zor kavramı görecelidir, bazıları için zor olan, bazıları için teğet olabiliyor. Kavramların iç içe geçtiği, bilerek deforme edildiği günlerde, insanın kafası karışık olması, yaşamının hangi boyutta devam ettirdiğini bilmemesi kadar doğal ne olabilir. Her dönemin yağdanlığı olanlar, bir birine zıt konuma gelmiş gündemlerde bile, o gündeme uygun tavır almasını doğal karşılar olduk. Her dönemin insanı hep gündemdedir.



Ülkelerden ülkeye değişen zor yıllar vardı eskiden, biz ülkeden ayrılmadığımızdan öyle bilirdik, fakat karşılaştırmalı tarih sayesinde bizim zor günlerimiz içinde de başka ülkelerinde zor günler yaşadığını öğreniyoruz. Kendimize özgü tarihin iflas ettiği, devlet eli ile yalanların üretildiği dönemin içinde yaşarken, zor kavramını yeniden tanımlamaya başladık! Zor; 12 Eylül dönemindeki anlamı ile, bugün kullanılan anlam arasında fark vardır. O günlerde, sorgusuz sualsiz insanları bir karanlık odaya alıp, cesedini Ankara Samsun yoluna halı, kilim içinde bırakıldığını unutmadık, fakat unutturulmaya çalışılıyor. 12 Eylül’de zor; silah gölgesi altında, korku ile besleniyordu. Bugün zor; Samsun’da bir yumruk olarak ortaya çıkabilmekte ve Hakkari’de bir çocuğun yerlerde sürünmesini yansıması olarak görebiliriz. Zor, devlet ideolojisini savunanların başvurduğu yöntem olmaya devam ediyor…



Almanya 1930’lu yıllarda zor; kendisini nasıl sembolize etti? Anımsayanlar bilir, Gamalı Haç zor kavramının sembolü olmuştu. Yahudi, Komünist, Çingene ve Homoseksüellerin kapısında zor’un sembolü olarak çizildi. Sonra onlar tek tek ölüm yoluna düştüler. Maraş katliamı öncesi kapılara çizilen çarpı işareti neyi sembolize ediyordu? Birinci dünya savaşı öncesi Trabzon’da, Tarsus’da, Çanakkale’de, Edirne’de kapılara çizilen çarpı işaretinden kimlerin haberi vardı? Kapsında çarpı işareti görenler, şimdi neredeler? Alman faşizmin sembolü, devletin sembolüydü! Gamalı haç devlet bayrağı olmuştu. Sporcular, o bayrağı göklere çekebilmek için uluslar arası yarışmamalarda yarışmışlardı. Gurur ile Alman marşını okumak için alın terlerini, yarıştıkları pistlere bırakmışlardı. Nazi döneminde birinci olan bir atletin gururunu bugün kim tarif edebilir? Dünya ağır sıklet birincisi olan Alman’ın, evinde birkaç Yahudi’yi sakladığı ortaya çıktığında, o duruma karşı duruşunu kim anlatabilir. Bir anda gözde olanın gözden düşmesi ve sürgüne gitmesi, öldükten sonra o evde saklanan çocuklar; onun için anma toplantısı düzenlediğinden kaçımızın haberi var? O, Almanya adına birinci olduğunda Alman bayrağını gurur ile öpmüştü. Bütün o döneme ait fotoğraflar bu gururu yansıtır. Faşizm sembolleri; zoru sembolize ederken, aynı zaman dilimi içinde gururu da sembolize edebilmektedir.



Biz de açık faşizm yaşandı mı? Eğer yaşandı diyorsanız, kullandığı semboller neydi? Anımsayanız var mı? Bizde faşist görüşün temsilcisi olarak gamalı haç ile birlikte çizilen üç hilal acaba faşizmin yanlış sembolü mü oluyor bu durumda, çünkü iktidarda olanlar o sembolü kullanmamışlardı, sokaklar o semboller ile dolu değildi. İktidarda olanlar çekinmeden istedikleri sembolleri kullanmakta özgürdürler, neden o sembolleri kullanmadılar? Yoksa halkın tepkisinden mi korkuyorlardı? Korkmadıklarını Anaysa oylamasında hodri meydan diyerek göstermediler mi? Zor kavramının o günkü anlamından bugüne ne kaldı?



Elbette, o dönemi açık faşizm olarak tanımlamazsanız, yukarıda öne sürdüğüm görüşlerin doğru olmadığı ortaya çıkar. O yüzden kendi yorumunuzu kafanızda yazarken ciddiye almayın derim… Hani bir türkümüz var ya, orda bir köy uzakta, o köy bizim köyümüzdür… İşte, gidip gelmediğimiz ama atalarımızın geldiği ülkede geçtiğini kabul edelim derim! Zor yıllar, insanda bilmeden iz bırakıp geçiyor ama ne kötü bir şey ki, bu iz; çocuklarımızın üzerine de yansıyor… Bizim hatalarımızın izlerini gelecek kuşağa aktarıyoruz…

11 Nisan 2010 Pazar

Özgürlük üzerine…

Özgürlük üzerine…

“Türban bildirisine imza attım. Özgürlükçüyüm. Birey hakkına değer veririm…” kim demiş; iktisatçı, üniversitede kürsü sahibi olan prof, gazetede köşesi olan gazeteci - yazar… adının önemi var mı? Özgürlükçü, birey hakkına saygılı bireye sormazlar; neden Alevilerin, Kürtlerin, diğer halkların hakları olunca duyulmaz, onlar için bir şey yapılmaz? Onlar birey değildir, başlarında taktıkları türban değildir, o yüzden onları birey olarak kabul edemezsiniz! Birey olmayanların hakları olur mu?

Özgürlükçülük anlayışı değişim yaşayan kelimelerden biridir. Gericiliğin odağı olan bir partinin yaptıklarını savunmak ve destek vermek ve onları eleştirmemek özgürlükçülük anlayışı içinde olabilmektedir. Özgürlük kavramı içinde ekmeğimde olmalı diyenlere gaz atmakta vardır. Gaz atanlara, kanunların gereklerini yerine getiriyor diye destek çıkılır, ekmek mücadelesini ideolojik olarak görülür!

Özgürlük anlayışı içinde, Avrupa mahkemelerinin almış olduğu kararları uygulama zorunluluğu olmasına rağmen, görmemezlikten gelmekte vardır. Zorunlu din dersinin kaldırılması, eğitimde karşılaştırmalı tarih eğitimin olmasını düşünmek bile özgürlük kavramı içinde olmaz. Onlar toplumsal sözleşmede olmasına gerek yoktur. Bilimsel çalışmalarda bile dini görüşlerin almasını olağan karşılamak vardır. Fetva alınarak bilimsel çalışmaların yapılmasını savunmak özgürlük kavramı içinde olmaktadır. Üniversitelerin bilim üretim yerine, meslek elemanı yetiştirme alanı olarak görülmesi ve onu içinde sınavların varlığını savunmakta özgürlük kavramı içinde yer alır... Eğitiminin ezber ve şıklar arasında olmasını savunmak ve bunun için örgütlenen YÖK’ü savunmakta özgürlük kavramı içindedir.

Özgürlük kavramı içinde, işine geldiğinde kararları değiştirecek yasal düzenleme yapmakta vardır. Suçlu olanları, odak noktası olanları af etmek ve var olan yasalar içinde suç olanları, yasal düzenleme ile suç kavramının dışına çıkarmakta vardır. Dokunulmazlık zırhı altında, suçların ertelenmesi, zaman aşımı sayesinde davaların düşmesi de yer almaktadır. Özgürlük öyle bir kavramdır ki, zaman ve coğrafyaya göre değişim gösterebilmektedir. Sınırları sürekli olarak değişen bir kavrama dayanarak, bir şey yapanların başlarına ne geleceği de belli olmaz, çünkü özgürlüğün sınırlarını oluşturan duvarlar sürekli hareket halindedir ve her an bir duvara çarpma tehlikesi vardır.

Mahkemelerin karar veren mekanizmasında yer alanların, önyargıları ve önyargılarına göre karar almaları bugüne kadar gündeme gelmiş midir? Bu konuda yapılmış bir çalışma var mıdır? Mahkemede karar verenlerin, özgürlük sınırları yasalar ile çizildiğini kabul ederiz ama bir yandan da takdir haklarından bahsedilir. Şimdi bu hakların sınırı neye göre belirlenmektedir? Hakimlerin yaşama bakışları, devletin bakış açısı ile paralel olduğu düşünülür ama bu paralellik acaba devletin görme dediğini görmeme hakkını içinde barındırıyor mu?

Dokunulmazlık zırhı içinde olanların listeleri eğer yayınlanmış ve onların mal varlıkları açıklanmış olsaydı, neler olurdu? Nasıl bir sonuç ile karşılaşırdık? Demokrasimizin özgürlük sınırını anlamamız için acaba yararı olur muydu?

Özgürlük kavramı içinde bazı hakların öne alınması, bazıların yok sayılması doğal mıdır? Örneğin Amerika’da siyahların, istedikleri her işte ve her yere yerleşme özgürlüğü var mıdır? Özgürlüğün anavatanında, neden bazı vatandaşları için seçme seçilme hakları senato kararlarına ihtiyaç duymaktadır, neden belirli süreler için uzatılmaktadır? Senato bu uzatma sürelerini, dalgınlıkla oylamadığında bu kesimin seçme özgürlüğü yok mu olacaktır? Özgürlük sınırları, neden birilerinin dudakları arasında çıkacak iki kelime ile belirlenmektedir? Parti başkanın evet dediğine, üyelerin hayır deme özgürlüğü hangi ülkeler içindir?

Özgürlüğü, bugün nasıl tarif edersiniz?

Gladio varlığını korurken…

Gladio varlığını korurken…

Galdio Roma devletinden alınmış ödünç bir kelimedir. Dün başka anlamlar yüklenen kelimeler, bugün başka anlamlar içinde anılıyor olması tesadüfi değildir. Çünkü dünün bugünkü yansımasını ve gölgesinin başka anlamlara neden olabileceğini göstermesi açısından önemlidir.

Galdio’yonun tavsiye edildiğini söyleyen devletler içinde de varlığını koruduğuna inanıyorum. Var olan bir gizli yapılanma ve büyük maddi varlığı içinde barındıran bir örgütü ‘hadi ben tavsiye ediyorum, ilişkilerini elinden alıyorum’ demekle yok olmaz. İtalya, Gladio’yu tasfiye ettiğini iddia etmektedir, fakat orada son cezaevindeki siyasi cinayet (intihar olarak bildirilen) ile varlığını ortaya koymuştur. Gladio, yeni yapılanması içinde varlığını korumaktadır.

Ülkemiz, Gladio’nun tasfiye edilmediği ülkeler içinde yer almaktadır, neden olarak da; adı konulmamış düşük yoğunluklu savaş öne sürülmektedir. Gladionun tasfiyesi olarak öne sürülmese de, varmış gibi gösterilen bir dava ile yakın geçmişin bir hesaplaşmasının olacağı farz edilmiştir, fakat bu farz edilen durum bugüne kadar gerçekleşememiştir. Çünkü adı Ergenekon Terör Örgütü olarak verilen örgütün varlığı, yapılan operasyonlar ve tutuklamalar sonucunda henüz kanıtlanamamıştır, fakat bir çok olay hakkında da ipucunu taşımaktadır. Kısa yakın tarihimiz içinde bir çok faili meçhul cinayet işlenmiştir. Cinayetin bütün ipuçları ortada olmasına rağmen, onların üstlerini açacak ve aydınlığa kavuşturacak ne hukuki alt yapımız var, ne de bunu yapacak bir yapısal örgütlenmemiz vardır. (Devlet sırrının olduğu yerde, bir çok olay açıklanamayacaktır.) Devlet yapımızın olayların üstünü açmak üzerine değil, kapatmak üzerine olduğunu tarihimizin içindeki işlenen ve bugüne kadar karanlıkta kalan cinayetlere bakarak söyleyebiliriz. Katili belli, ölenler belli olan davalar bile devletin işine gelmediğinde, zaman aşımına uğratacak şekilde dava yol izlemiş ve sonuç olarak davalar düşmüştür. Davaların düşmesi bir anlamda, o davanın üstünün örtülmesi ve tarihin dehlizlerine bırakmak anlamına gelmektedir.

Ergenekon Örgütü davası; henüz kanıtlanamamış örgüt, karmaşık ilişkilerin olduğu davadır. Atalarımızın deyimi ile at izi, it izine karışmıştır. Kim kim ile ilişki içindedir, kim neden olaylara alet olmuştur belli değildir. Bu belirsizlik olayları daha da karmaşıklaştırmıştır ve Amerika’da yapılan bir toplantıda dillendirildiği gibi; böyle bir örgütün olmadığı ortaya çıkacaktır. Olmayan örgütün davası olmayacağı içinde, bugüne kadar suçlu, suçsuz içeride yatanların davası düşecek ve tazminat verilerek bir döneminde üzerine örtü örtülecektir. Gladio’nun tasfiyesi söyleme ile yola çıkılan süreç, bir anlamda birilerin işine gelecek şekilde sonlanacaktır. Bugün taraf olanların, yarın ne tarafta yer alacakları belli değildir, çünkü 12 Eylül rejimine alkış çalanlar, bugün onun tasfiyesi için demokratçılık oynamaktan çekinmiyorlar. Her dönemin rengine bürünmek ve o dönemden çıkar elde etmeyi bir başarı görenler, her zaman gündemde kalmaya devam edeceklerdir.

Gladio, varlığını bugün de korumaktadır, çünkü bugün dahi kaybolanlar, kimler tarafından (organize edildiği) yapıldığı belli olmayan olaylar olmaya devam ediyor. Kim tarafından yapıldığı belli olmayan olayların olması, açıklanamayan nedenler ile sonuçlar çıkarılmaya devam ediliyorsa, orada Gladio varlığını koruyor diyebiliriz. Gladio devletin varlığı tehlikede olduğu anlayışı olduğu sürece, varlığını korumakta ve biçim değiştirmeye devam edecektir.