7 Mayıs 2010 Cuma

Siz de 12 Eylül işkencecilerini mi affedeceksiniz?..

Siz de 12 Eylül işkencecilerini mi affedeceksiniz?..

Soruyu, liberal olduğunu söyleyen, eski bir darbeci heveslisi soruyor. Değişim öyle geniş boyutlu olmuş ki, kim ne yazdığını takip edemez olduk. Doğru soru soran kalemin, yanlış biri tarafından tutulduğunu sorgulamıyoruz, çünkü doğru sormak bilgi birikimi gerektirir, o bilgi birikimini soldan baktığı günlerden elde etmiş ve bilinç dışı bunu açığa çıkarmış olduğunu gördüm.

12 Eylül işkencecileri kimler? Bu konuda gerçek anlamda bir araştırma ve soruşturma oldu mu? İşkenceci olduğu kabul edilenlerin sadece emniyetin Derinlemesine Araştırma Laboratuarı (DAL) çalışanları olarak kabul edilir ama gerçek o kadar ile mi sınırlıdır? İlhan Erdost’un ölümünü nereye koyacağız? İşkence sadece soruşturma sırasında olmadığı Diyarbakır, Mamak, Metris gibi askeri cezaevleri ve sivil cezaevlerinde de olmuştur. Bu cezaevlerinde görev yapmış o dönemde kimler vardır? Askerler kimlerdir? Çünkü komutanın emrini ‘şak’ diye yerine getirirken ‘kol kıran’ askerlerin varlığı unutulmasın. Onlar terhis oldular ve şimdi ne yapıyorlar?

İşkencecileri af mı edeceğiz? Soru güzel ama o soruya sıfat ve özne olarak giren işkenceciler kimlerdir? İşkenceciler, şimdilerde neler yapmaktadırlar? Bir bölümü emekli olmuştur, bir bölümü görevi başındadır belki. Geçmişin küllerini deştiğimizde, kimlerin gerçek yüzü ile karşılaşırız? Karşılaşacağımız yüzler içinde; şu anda belki bir partinin genel başkan yardımcılığını ya da başkanlığını yapıyor olabilir mi? Oruç yiyor diyerek bir öğrenciyi öldürülmesi için teşvik eden geçmişin öğretim üyesi, bugünün politikacısını bugün ekranlarda görüyor olabilir miyiz? O kişinin gerçekten yüzünü görebilecek miyiz? Bu tipte gerçekten birileri var mı? Yoksa sadece uydurulmuş destanlar mı?

İşkenceci tanımını nasıl yapacağız, sadece kaba kuvvet uygulayan mı, onun dışında sorgulama tekniklerini uygulayanlara ne isim vereceğiz? İşkenceci devlet erki içinde çalışan insan olduğunu kabul edersek, o dönemde devlet erki içinde olmayan ama gönüllü olarak çalışanları hangi kategoriye koyacağız? Gönüllü olarak devlet adına iş yapanlar, o dönemler içinde var mıdır? Hangi faili meçhul cinayetlerden sorumlular, bu gibi sorulara sağlıklı yanıt vermek için gerçekten kayıtların hepsi açılabilecek mi? Devlet sırrı kavramının ne kadarı kaldırılabilecektir?

Soruyu soran liberal olduğunu söyleyen ama bana göre; iktidara kim gelirse onu pohpohlayan ve ona methiye dizen biridir. Durduk yere her insan her dönemin adamı olmaz, mutlaka bir çıkarı vardır, o çıkarını ortaya serecek bir araştırma olmuş olsa, nasıl bir sonuç ile karşılaşırdık? 12 Eylül rejimi içinde, iktidarda kim olursa olsun onu demokrat olarak görme alışkanlığı devam ediyor. Gerçek anlamda, demokrasinin tarifi yapılmaz ama işine geldiği gibi iki cephe yaratılarak o cepheler içinde taraf olmayı önemsenir ve taraf olmayanlara başka sıfatlar yüklemektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde; cepheleşme ve cepheleşme içinde sorulara çözüm arandığını görüyoruz. Cepheleşme öyle bir süzgeç yaratıyor ki, kişinin dokusunu bozuyor ve bozulan dokudan sağlıklı sonuç çıkmayacağı açıktır.

12 Eylül olalı 30 yıl oldu. 30. yılında süreç hala devam etmektedir. O sürecin bitirilmesini ifade eden anaysa değişikliği öne sürülmüş ama bu değişiklik o sürecin daha da devam edeceği anlamına geliyor, çünkü erk; kendine yeni yasal güvence yaratıyor ve bu sayede erkini daha sorunsuz ve sorgusuz şekilde yürütebilmesi için. Kendisine engel olabilecek çıkıntıları bile törpüleme düzenlemesidir bu anayasa değişiklikleri. Bu değişiklik sonunda ülkemize demokrasi gelmeyecektir, çünkü demokrasi için gerekli olan yasal düzenlemeler gündeme gelmemiştir. Dokunulmazlık kavramının devam ettiği bir sistemde, demokrasinin D’si bile anılmaz! Devlet sırrının olduğu yerde bazı olayların üstü açılamaz. Devlet ihalelerinde saydamlık olmadığı sürece, o ülkede sağlıklı bir sermaye birikiminden/ hareketliliğinden söz edilemez. Gerçek anlamda devlet laik olmadığı sürece, inançlara eşit mesafede davranılamayacaktır.

Halk oylamasına gelecek olan düzenlemeler içinde 12 Eylül darbecileri ve darbe içinde yer almışları sorgulayan düzenleme yoktur. Darbecilerin sınırı nedir, sadece 5 general ile mi sınırlıdır? Bugünkü iktidarı yaratan sürecin gerçek anlamda sorgulanması ve yüzleşmesi nasıl yapılacaktır? Dokunulmazlıklar ve devlet sırrı kavramının sınırları neler olacaktır? Darbe yapanlar en iyimser ifade ile 20 yıldır emekli konumdadırlar, bu sorgularda yaş sınırı ne olacaktır? Yaş hattından mahkeme önüne çıkıp çıkmayacakları açıklanmak zorundadır, Erbakan gibi evinde mi sorgulanacak ve orada ceza alacaklardır? Tüm işkenceciler liste olarak sorgulanabilecekler midir? Çünkü geçmişte işkenceci olarak mahkeme önüne çıkanların büyük bir bölümü yeterli delil bulunamadığı için beraat etmişlerdir. Bu davaların yeniden açılıp açılmayacağını açıklamak zorundadırlar.

AKP çıkarmış olduğu yasalar ve düzenlemeler ile halk yararına ne yapmıştır bugüne kadar? Çıkarılan yaslar ve düzenlemeler kendilerini ve yandaşlarını koruma altında tutmaktadır. Dünya çapında yer alan rüşvet dosyalarının Türkiye ayağı bu iktidar tarafından yok sayılmıştır. Deniz Feneri davası ve diğer davalara bakış açısı ortadadır. 1 Mayıs kutlamaları bugüne kadar gaz bombası altında yapıldı, suçlusu ortada değil midir? Silah kullanımı ve pazarlanması konusunda yapılanlar, HES kavramı, sosyal sigortalar konusunda yapılan düzenlemeler, hastaneler ve eğitimin özelleştirilmesi, özelleştirilme süreçleri ve TEKEL işçilerinin durumu ve benzerleri ortada değil midir? Bakan ve bakanlık yapmış kişilerin çocuklarının mal varlıkları ortada değil midir? AKP gerçekten kim için demokrasi istiyor?

2 Mayıs 2010 Pazar

Ne Dersin Azizim?

Ne Dersin Azizim?

Günlük konuşmalar içinde bazen kullanırız, eskiler daha sık kullanırdı, çünkü eskiden İstanbul Türkçesi diye bir şivenin varlığından bahsedilirdi, yok oldu diğer güzellikler ve doğa parçaları ile birlikte. Küçük bir kelime oyunu içinde barındırır, yazarını selamlar bugünden…

Ne Dersin Azizim? Bir oyunun adıdır. Aziz Nesin’in 11 öyküsünden derlenerek (bazı sahnelerde iki öykü iç içe geçirilerek, yeniden yaratılmıştır) ve günümüze uyarlanarak yapılmış bir orta oyun seyirliğinde sahne düzenlemesi desem abartı olmaz sanırım. Aziz Nesin’in yazdığı bir taşlama şiiri, güzel bir sunum ile merhaba demektedir. Epik ve orta oyun özelliklerini kullanılarak kurgulanan ve sahneye konan oyun; alanlarında usta oyucular ile sahneye taşınınca, seyrine doyum olmayan bir şölen ile karşılaşıyorsunuz.

“Ama açtım bütün kapıları tekmeleyerek/ Bütün engelleri göğüsleyip yıkarak” diyen bir muhalif sesin merhabası müzik eşliğinde ve çok sesli olarak yerini alır. İlk anda müzikal içinde bulunduğunuzu sanırsınız, fakat söz merhaba ile taşlamaya döndüğünde, aslında oraya gelenlere çuvaldızı batırdığını da görürsünüz. İğneyi başkasına batıracağınız sanırsınız değil mi, bu oyunda iğneyi hiç kimseye batırmazlar, çuvaldızı batırırlar!

Seyirci, şölen içindeki bütün oyucular; bir birini desteklendiğini ve her oyuncunun gücünü eşit oranda sergilendiğine şahitlik ederler. Günümüzde; “şahit olmayın” derler büyükler ve o yüzden şahitlikten kaçınırlar ama seyirci artık parasını vererek bir oyunda şahitlik yapmak zorunda kalmışlardır ve o zorunluluğu bilinç dışında kabul etmiştir. Seyirci, zaman zaman oyuncular arasında kıyaslama yapar ve birini öne çıkarmak ister, yarış alanında yetişmiş, yetiştirilmiş kuşak bu şekilde bakması kadar doğal bir şey yoktur. İzleyici arasındaki konuşmaya kulak kabarttığımda duyduklarım beni bu şekilde düşünmeye itti!

Seyircinin salt pasif bir izleyen ve onaylayan olmaması isteniyor. Aksine düşünen, karşılaştırma yapan, soruşturan, sorgulayan ve bir yargıya varan; akıl yolu ile sahnede olup bitene katılan aktif bir seyirci yaratılmaya çalışılıyor. Başka bir deyişle “sahnede sahnelenen oyunlar” ile “hayatta oynanan oyunlar” arasında bir paralellik ve koşutluk kurularak seyirci; hayata da “ezbere” değil “ bilinçle” bakmaya davet ediliyor.

“Bab-ı Ali salhanesinde birbirlerini boğazlayıp yiyen, kurt kalemli uğraşdaşlarım, merhaba! / Gözünü budaktan, sözünü efendiden uşaktan esirgemeyenler, aldatan kaltabanlar, aldanan daltabanlar, merhaba! / Batı kafalı, doğu gövdeli; doğu kafalı batı gövdeli; aralarındaki sandalye dalaşmalarını yurtseverlik, özgürlük savaşı diye yutturan politika cambazları; ey tükürdüğünü yalayan, ey her kapıyı açan yalan-dolan, merhaba!”

Oyun iki bölümden oluşuyor ve başladığı gibi bitiyor. İki şarkı arasında bir yaşamı sahne üzerinde izlerken, gülmekten kendinizi alamayacaksınız. Ağız ile yapılan efektler, (tren sesi, kurşun ses)i efekt aletlerine taş çıkarıyor. Her oyuncunun müthiş performansı sayesinde, oyun zamanı unutturuyor ve oyun içindeki zaman boylamında gezintiye çıkıyorsunuz. Oyuncular seyirciye laf attığına bakmayın, aynı şeyi seyircide sahneye alkışları ile laf atıyor. Oyuna gelen seyirciye uyan diyor, uyuma yaşanan sürece, dahil ol, sorgula ama seyircinin kaçta kaçı oyun bittikten sonra bunun farkında acaba?

Yarışma kulvarında bulunanlar, eğitimlerini yarış pistinde alanlar, başka şeyleri düşünebilmesi için o pistten çıkması ve yaşadığı çağa başka bir gözlük ile bakması gereklidir. Eskisine göre birden daha fazla dil bilenler, daha çok ülke görenler, yaşanan süreci sanal bir ortam gibi görmekte ve bilgisayar oyunun içinde bir piyon görevini görmekten rahatsızlık duymuyorlar. Yaşadığı günü anlayamayanlar, bir göl, iki göl diyerek gezilere gider, göllerin fotoğrafını çekerler ama göllerin ekolojik dengesini bozan HES’lerden haberleri olmaz, olanlar ise, elektriği dışarıdan alacağımıza kuralım bir santral, baraj anlayışındalar. Başka alanlardan enerji üretilebileceğini düşünemezler. Çünkü onlara verilen çözüm şıkları arasında o başka seçenekler yoktur! Seçenekler arasında çözüm arayanlar, yaşamı başka gözle göremezler! Gittikleri oyunları bile ancak o anlık eğlence olarak kabul ederler ve çıktıktan sonra oyun işlevini bitirmiştir. Bildikleri yaşama geri dönerler. Sivas’ta kim yakılmak istenmişti? Kim yakmak istedi, kim duman ile insanları boğdu? Anımsayan var mı? Son müzik ve söz bu sorunun yanıtını verir ama unutulacaktır, günlük koşturmaca içinde.

“Ben tanırım/ Bu bulut bizim oranın bulutu/Hemşeriyiz /Benim için kalkmış/ Sivas’tan gelmiş/ Yurdumun bulutu/ Başımın üstünde yeri var./ Ben bilirim/Bu rüzgâr bizim oranın rüzgârı/ Hemşerimiz/Benim için kopup gelmiş/ yayladan/ Yurdumun rüzgârı/ Kurutsun diye akan kanlarımı./ Ben anlarım/ Bu acı bizim ora işi hançer acısı/ Bir ülkedeniz/ Aynı dili konuşsak da/ Anlamayız birbirimizi/ Hançerin nakışı/ Tanıdım acısından Sivas işi./ Ben duyarım duyumsarım/ Bizim oranın keskin sızısı bu/ Binip kara bir buluta Sivas/ ilinden/ Sivas rüzgârıyla uçup gelmiş/ Helallik dilemeye.”

Yazan: Aziz Nesin
Uyarlama ve Reji: Yücel Erten
Dekor Tasarımı: Nurettin Özkönü
Kostüm Tasarımı: Mihriban Oran
Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Müzik: Sabri Tuluğ Tırpan
Dans Düzeni: Salima Sökmen
Dramaturg: Selen Korad Birkiye
Yönetmen Yrd.: Sündüz Haşar

Oyuncular:
Atsız Karaduman
Ali İpin
Hakan Vanlı
Burak Şentürk
Mahmut Gökgöz
Hülya Çelik
Ozan Uçar
Aylin Uzunlar