10 Eylül 2010 Cuma

Omurgasız insan!

Omurgasız insan!

12 Eylül süreci omurgasız insan yarattı ve omurgasız insan nerede duracağını bilemedi.

Omurgasız insan, rüzgar nereden eserse o yöne çabuk dönendir.

Omurgasız insan, inanmadığı rolleri çabuk kabul edip, o rolde yaşayandır.

Omurgasız insan, ağlaması gereken yerde, inanamadığı halde rol icabı ağlayandır.

Omurgasız insan, yönetici ve yönetici olarak kalmak için her yolu mubah görendir.

Omurgasız insan, kimliğini gömlek değiştirir gibi değiştirendir.

Omurgasız insan, değişmedim eski görüşümdeyim diyerek, yaşamını değiştirendir.

Omurgasız insan, gündüz meydanda söylev veren, akşam yandaş ekranda mülakat verendir.

Omurgasız insan, acısını duymadığı acıları duyar gibi, gözyaşı dökendir.

Omurgasız insan, kafasındaki görüntüyü yanında gezdirdiğinde gösterendir.

Omurgasız insan, ben dedim, ben yaptım, oldu diyendir.

Omurgasız insan, çevresine omurgasız insanları toplayandır.

Omurgasız insan, demokrasi getireceğim diye söylev verirken, çevresine baskı kurarak beni destekleyin diyendir.

Omurgasız insan, referandum sonunda değişen fazla şey olmayacağını bildiği halde, sanki yeni bir ülke kurulacakmış gibi propaganda yapandır.

Omurgasız insan, AKP zihniyetine hayır, referandumda evet diyendir.

Omurgasız insan, tarihi bilinci ve birikimi olmayandır.

Omurgasız insan, evet ama yetersiz diye propaganda yapandır.

Omurgasız insan, hayır diyenleri düşman görendir.

Omurgasız insan, camide ve cami önünde propaganda yapandır.

Omurgasız insan, varlık sebebi olan 12 Eylül’ü değiştireceğim diyerek, değiştirmeyen insandır.

Omurgasız insan, takiye yapandır.

Omurgasız insan, karşısında gördüğüne sürekli kendisince sıfatlar yükleyendir. Olmadığı halde olmuş gibi anlatandır.

Omurgasız insan, 12 Eylül’ün yarattığı insan tipidir.

9 Eylül 2010 Perşembe

Kahve kokusu yayılıyordu odaya…

Kahve kokusu yayılıyordu odaya…

Kahve kokusu yayılıyordu odaya, tam 30 yıl sonra. Can korkusunun, sevdiklerini kaybetme korkusunun en üst sınıra ulaştığı yıllardan bugüne tam 30 yıl geçmişti. Bir sabah bir kırılma yaşamıştık, bir gün önce akşam atılan bombaların sesini sessizlik almıştı.

Tam 30 yıl olmuştu, mozaik gibi ülkenin parçalandığı günlerden bugüne kadar ki dönem. 30 yıl, dile kolay 30! O gün doğanlar bugün orta yaşam merdiven dayamışlar, yaşananları dolaylı yaşamış bir kuşak. Algılayamayan, algıladıkları ise başka sonuçları çağıran tam 30 yıl.

Kırılmadan bugüne, 30 yıl içinde neler değişmişti?

Kırılmadan ders çıkaramayan toplumun çocuklarıyız, çünkü belleklerimizi oluşturan arşivimizi saklayacak yer bulamadığımızdan, sobada yakan bir kuşağın ürünüyüz!

30 yıl önce, 12 Eylül sabahı bacalar kitap isleri ile dolduğu gündür.

30 yıl önce ekranlar ve radyodan duyulan ses ile yeni bir döneme başladığımız gündür. Aniden oluşan sessizliğin ve onun yaratmış olduğu korkunun başladığı gündür.

Sessizlik korkuyu besler ve büyütür. O gün sessizlik içinde insanlar ellerinde bulundurdukları ders kitaplarını bile sobada yaktıkları gündür.

Her ev aranacaktı, her kişi dinlenecekti. O gün belki bu düşünce hayat bulmadı ama artık bugün bu olanak teknik olarak var. 30 yıl önce başlayan süreç, bugün kendisini donatarak ve geliştirerek koruyor ve yaşatıyor.

Bugün, korkuyu daha büyütmek için kitaplar yayınlanıyor. Korkuyu her alana yaymak için dinleme kasetleri gazetelerden, ekranlardan yayınlanıyor.

Saydamlaşıyoruz, saydamlaştırıyorlar. Saydamlaştıkça korkumuz büyüyor. Kişiliksizleştiriliyoruz. Erk sahibinin kölesi konumuna dönüşüyoruz, bilmeden. Güce tapan ve yok edene karşı sorgusuz itaat eder hale geliyoruz. Korku, insanı sosyal olmaktan çıkarıp, bireyselleştiriyor.

30 yıl önce dayanışma vardı, elindekini avucundakini paylaşmak vardı, bugün paylaşma yerine borçlanma var. Borçlanıyoruz. Kurumsal borç doğal hale geldi, her doğan çocuk borcu ile hayata ağlayarak başlıyor. 30 yıl önce yağ kuyruğu vardı, bugün yağcı kuyruğu efendinin oturduğu ve bulunduğu yerde varlığını koruyor.

30 yıl önce evlerde kahve kokusu yerine korku kokusu hakimdi, bugün evlerde korkunun hakim olduğu bir bölge hala varlığını korurken, bir çok evde kahveler kokusunu yayarken, sanki ülkede hiçbir şey yaşanmıyormuş, hiç olaylar olmuyormuş gibi mişli yaşmaya devam ediyoruz.

Değişiyoruz, değiştikçe korku öç almaya doğru yöneliyor. Komşunu ‘öteki’ görmeye başladığın an, ölüm kaçınılmaz olarak kapını çalmış demektir. Ötekileştiriliyoruz… Ötekinin hakkı gündeme geldin mi, olmaaaz diye bağırıyoruz;

“Orda bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür
Gezmesek de tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür”

Bizim oluyor, gitmediğimiz, bilmediğimiz yerler!

Kan ile sulanan topraklar bizimdir diyoruz, ama Kore topraklarına sahip çıkmıyoruz, orada ecdadımızın kanı ile sulanmış topraklar var!

30 yıl önce düşünmediklerimiz, yaşayamadıklarımızı bugün yaşıyoruz. 30 yıldır üzerimize işlenen korkunun izlerini artık benimsemiş ve kendi çocuklarımızı ‘korumak’ adı altında sistemin birer dişlisi yaptık, hepsini aptallaştırdık. Sorgulamadık, olana uyduk. Sınavdan sınava koşan, şıklar arasında yaşayan bir kuşağı onayladık. Onlara bilimi, sanatı öğreteceğimize, hurafeyi ve a, b, c şıklarındaki doğru cevabı en kısa zamanda nasıl çözeceğini öğrettik.

Ekranlar aracılığı, okuldaki eğitim ile çocukların hayallerini yok ettik. Onlar, artık bizim konuştuğumuz dili konuşmuyorlar, bizim zevk aldıklarımızdan zevk almıyorlar, onlar global oyuncak sanayisinin oyuncakları ile oynayan, global tüketim malzemesini yaşdaşları ile sınır tanımadan tüketen bir canlıya dönüştürdük.

Onlara tarih öğretilmedi, çünkü bizler tarihimizi 12 Eylül sabahı sobalarda yaktık, yakamadıklarımızı ise, bize açılan davalarda savunma olarak mahkeme tutanaklarına geçirdik. Tarihimiz bulvar gazetesi başlıklarına kaldı, tarihimiz bir magazin haberi değeri kadar oldu.

Tarihimiz magazin, popüler dizilere emanet edildi, oradan öğrenmeye çalıştık. Yok edenin kaynağından kendi tarihimizi anlamaya ve anlatmaya kalktık. Tarihimizi 12 Eylül sabahı, radyolarda marşlar duymaya başladığımız an sobalarda yaktık! O günden sonra tarihi olmayan, kökü olmayan bir yaprak tanesi gibi, rüzgarın verdiği güç ile sağa sola savrulmaya devam ediyoruz.

Kahve kokusu yayılıyor odaya, klasik bir müziğin eşliğinde; çevremizde hiçbir şey olmuyormuş gibi dört duvarımız içinde yaşamaya devam ediyoruz.

Kahve kokusu yayılıyor ortama, sizi alıp başka zamana götürüyor. Kahvenin telvesinden umut bekleyenler, kahvenin kokusundan mutlu olanlar, yaşama uyum sağlayıp, korkularını dillendirmeden yaşamaya devam ediyorlar.

Tam 30 yıl oldu. Tam 30 yıl önce büyük bir kırılma yaşadık ve o kırılmanın artçı etkilerini hala yaşıyoruz. O gün sobalarda yanan kitapların yerini, kütüphanelerin yerini bilgisayar aldı, sanal yaşam aldı. Alıştık, alıştırıldık, benimsedik ve doğal görür olduk yaşadıklarımızı. Güvenimiz yok oldu, güvensizlik içinde her şeye evet der olduk!

Tam 30 yıl oldu, 30 yıl önce sessizliğe sessizce onay verdik, bugün o sessizliğin korkusunu hala yaşıyoruz. Kahve kokusu odayı sarmaladı, içinde yaşayan bizler ile birlikte.

5 Eylül 2010 Pazar

U2 konseri!

U2 konseri!

Okunuş hali ile Yutu konseri günlerdir medyada ön saflara çekildi, acaba neden?

Başbakan ve AKP kurmayları ile buluşacak olan bu grup üyeleri, her gittiği ülkede siyasi mesaj vermekteymiş.

AKP’nin görünmeyen kasası konumunda olan İstanbul 2010, bu konser için iyi bir bütçe ayırdığını düşünmekteyim. (konseri organize eden kurumlar ve firmalar listesinde olanlar, dolayı ya da direkt olarak AKP ile ilgilidir.) Kültür başkenti adı altında bizim harcamalarımızdan oluşan bir kasa oluşturdular ve İstanbul Kültür Başkenti için vergi alındı. İstanbul Kültür Başkenti 2010 yaptığı etkinlikler, bir çok açıdan AKP seçim çalışması için zemin hazırlamaktadır. Oradan beslenenler, bugünlerde genelde evet diyerek ekranlarda kendilerini gösterme yarışına girmiş konumdadırlar. Sanırım U2’dan beklenen şey ise; evet diye mesaj olsa gerek, boğaz köprüsünden başbakan ile geçerken.

Gruplar ve sanatçılar, popüler kültürün propaganda araçlardır, eğer bu propaganda çarkı içinde yer almaz ise o kişiler, elbette unuturulmaya mahkumdurlar. Gruplarda para kazanmak için, profesyonellik gereği, kim kendisi için konser düzenliyorsa, onları memnun edecek açıklamalarda bulunurlar ve onların adamları ile buluşurlar. Bazen ters mesajlar verilir ama bu gittikleri ülkenin siyasi durumu ile ilgilidir, çünkü ters cevap vermekte, aslında karşı oldukları ve para aldıkları kurumların dolaylı propagandasını yaparlar.

Popüler kültür, var olan sistemin çarkının daha iyi dönmesi için yardımcı güç olarak kullanılmaktadır. Politik hedeflere yönelik görünmeyen kurşun görevi görürler, çünkü popüler kültür global dünyanın global politikalarına hizmet ederken, kendisini geçmişten kopararak, köksüz bir gelecek hazırlamayı da kendisine görev bilir. Yerel kültürlerin üzerine yaptığı baskı sonucu bir çok köklü kültürün ve birikimin yok olmasına veya dejenere olmasına sebep olmuşlardır.

Popüler kültürün yararı yok mudur? Elbette vardır, her zarar verenin bir de yararlı işlevi vardır. Örneğin; termik santraller elektrik vererek yarlı tarafını ortaya koyarken, çevreye ve ekolojik sisteme verdiği zararlar ile başka bir işlevi de vardır. Hangi bakış açısına ve nerede duruyorsanız ona göre yararlılık kavramı değişir.

Evet kampanyası, popüler kültürün yansıması olarak bugünlerde yaşamımızın içine girmiştir. Nereye bakarsanız bakın, hangi yoldan giderseniz gidin karşınıza büyük puntolar ile yazılmış evet yazıları ile karşılaşırsınız. Bu evet kampanyası okyanus üzerinden ülkemize uygulanmış gibidir. TV programları, satın alınacak adamların alınması, (kendisini satılığa çıkaranlar tahminlerden fazla olduğu bu kampanaya ile daha da ortaya çıkmıştır.) eskiden sola bulaşmış döneklerin, daha çok söz sahibi olduğu bir kampanya yürütülürken, Kürtler için yaptığı söylenen Kürtçe kanalın çalışanları da bu kampanyada nerede durduklarını sahneye çıkarak gösterdiler. Kürtçe kanal, Kürtler için değil, AKP için olduğunu sahne şovu ile ortaya konmuştur.

AKP bütün propaganda kaynaklarını olmasa da, önemli bir kesimini devletin olanaklarını kullanarak yapmaktadır. Devlet olanağı ile yürütülen kampanyada, tehditlerin de olması doğaldır, “taraf olmayan bertaraf olacaktır, ileride önüme geldiğinizde ne diyeceksiniz?” diye sorabilmektedir. Demek ki, hükümet iş yaparken, sen hangi taraftansın diye soruyor olmalı... Seçimde kime oy verdin, tamam bana verdiysen hizmetten yararlanabilirsin, benden değilsen seni üyelerime şikayet eder, boykot ettiririm demektedir. Ki, geçmişte bir grubun gazetelerini kendi tabanına şikayet etmiştir.

Popüler kültür bütün birikimleri yok eder. Popüler kültürden beslenenler, geçmişin gömleğini çabuk çıkarır ve o gömleği yaratanların emeklerini paraya/ kariyere dönüştürme derdindedir. Bencildir, benciliği sayesinde tüm doğruları ben bilirim havasındadır. Popüler kültürün yaratmış olduğu tek doğru, diğer doğruları yok etmek için her türlü baskı aracını kullanmaktan çekinmez. Her şeyi bilenlerin yaratmış olduğu popüler kültür, global dünya efendilerine sadıktır ve o efendileri için; her türlü uşaklık yapmayı popüler onur kabul ederler. Efendisinin bilgisi dışında hareket etiğinde, azar işitmeyi peşinen kabul etmiş demektir. Efendi eğer isterse, yarattığı popüleri yok etmek için elinde her türlü olanak mevcuttur ve onu gereği gördüğünde kullanır.

Yakın tarihimiz içinde popüler olarak gelenleri, aniden yok olmaları bu şekilde açıklanacağını düşünmekteyim.

U2 popüler kültürün bir parçasıdır ve vereceği mesaj efendilerinin yani organizatörlerin izin verdiği boyutta olabilir. Çünkü grup eğer efendilerinin istemi dışında hareket ederse, yok olacağını bilmektedir. Müzik tarihi içinde popüler mezarlık gün geçtikçe kendisini büyütmektedir. U2 konseri kim için yapılmaktadır gerçekten?