16 Ekim 2010 Cumartesi

Modern yaşam kronik hastalığı yarattı, beslemeye devam ediyor.

Modern yaşam kronik hastalığı yarattı, beslemeye devam ediyor.

Modern yaşam kanseri yarattı ve yaygınlaştırdı. Daha sonra kronik hale dönderdi. Yaşam kansersiz dönmemeye ve yok olmamaya başladı. Kanseri bu kadar yaygın yapan yeryüzüne değmeden patlayan belki bir atom bombasıdır, belki araçların egzozundan çıkan duman, belki de zamanın sıkıştırması sonucu insanın sürekli koşar halde bir yere yetişmek için acele etmesindendir. Neden olursa olsun, modern insan kanseri yarattığı bilimsel çalışmalar sonucunda kanıtlanmış oldu.

Modern insan, her şeyin genetiği ile oynamaya başladı, gereğinden fazla radyasyon altında bıraktı kendisini. Evlerin içine giren radyasyon yayan araçların sonucunda genetiğimiz, yapımız ve doğal duruşumuz bozuldu. Sadece radyasyon yayan araçlardan mı, elbette hayır, beslenme alışkanlıklarımızın ve besin maddelerimizin değişmesi de bunda büyük rol oynadı. Doğal olmaktan çıkarken, kendi kendini yiyen hücreler gibi, kendimiz yiyen hastalıkların pençesine düştük. Bizler, yarattığımız korkunç gerçek ile savaşır konumdayız, çünkü doğada olmayanı doğal gibi baktık ve kanıksadık. Sanki doğada varmış gibi davrandık, sorguladık, doğal tedaviler yerine modern tedavileri kabul ettik. Doğal olanı küçümsedik, küçümserken de şehir dışında oluşturulan mezarlıklar dolmaya devam etti.

Bizler, şehirleşirken kronik hastalıkların içinde yaşamaya alıştık, çünkü şehirler, savaşlar yüzünden değil, ticaret yüzünden genişlerken, toprakların üzerleri betonlar ile örtülürken, ekonominin yeni çarkı şehir içinde dönmeye başlamıştır. Bu ekonomik çark, daha çok para hırsı ile gözü dönenler, yaşanan kronik hastalıkları da para kazanma aracına dönüştürdü. Para kazama aracına dönüşünce, doğada olmayan hastalık kronikleşmesi doğaldır, çünkü o işten o kadar çok insan para kazanır konuma dönüşmüştür ki, sırf bu hastalar için ilaç üreten fabrikaların etrafında yeni şehirler kuruldu. Bu yeni kurulan şehirlerin yarattığı ekonomik çark, artık vazgeçilmemizdir.

Ekonomik olarak vazgeçilmemelerimiz için; doğal olanlar küçümsendi. Küçümsenmesi de gerekliydi, çünkü modern yaşamın yaratmış olduğu teknoloji, ekonomik ilişkilerin yaşaması ve gelişmesi için doğal olan ret etmesi gerekliydi, küçümsenmeliydi. O da yaşandı, yapıldı, bu sayede kimyasal maddelerin oluşturmuş olduğu bir evrende, girdabın içinde kronikleşen sağlık sorunlarımız ile baş başa kaldık. Her şey para içindi, yaşayan ekonomi içindi. Var olan düzenin gelişimi ve yaşaması içindi ve yaşadık, hasta düştük.

Kanserin pençesi altında, diğer salgın hastalıkların korkusu eşliğinde daha çok ilaç tüketir olduk. İlaç sanayisi gün geçtikçe büyüdü, büyüdükçe silah sanayisine ortak olmasını gözden kaçırdık. Silah ve ilaç; yani ölüm ile yaşama tutulma aracımız olanlar ortak ve bu ortak ilişki daha büyük ekonomiyi yarattı, yönlendirdi. Zihin yapımızı, bakış açımızı değiştirdi. Şimdi bir arada yaşayamayacakmışız gibi ve bir şeylere muhtaç yaşamak zorundaymışız gibi algılıyor ve kabul ediyoruz.

Bizim içinde bulunduğumuz yaşamın tüm gerekliliklerini doğal görüyoruz, sorgulayamıyoruz, çünkü artık bizler o ekonomik çarkın gerektirdiği eğitim sisteminden geçtik. Şehirler insana biçim verdi, yön verdi. Doğal olması gereken bizler, aptallaştırıldık. Aptallaştırılırken, doğal reflekslerimiz elimizden alındı, bir dişlinin parçası konumdayız, düştüğümüzde bizim yerimizi dolduracak mutlaka başka bir dişli vardır. Makineleştik, makineleştikçe doğal sesimizi kaybettik, elektronik müzik bize doğal gelir oldu. Doğal olan ses ise; ilkel ve iğrenç gelmeye başladı.

Bilim insanları kanserin tarihini araştırmak için mumyalara bakmış, bir dizin halinde incelemişler ve kanserin yaygınlaşmasının modern zamanlara denk geldiğini görmüşler. Bu önemli sonuca, Antik Mısır ve Güney Amerika’dan kalma mumyalar incelenerek ulaşıldı. Bugüne dek analiz edilen mumyalar arasında, kansere yakalanıp öldüğü tespit edilenlerin sayısı, bir avucu geçmiyor. Manchester Üniversitesi’nde görev yapan Biyomedikal Mısıroloji uzmanı Profesör Rosalie David, kanser hastalığı için, “Kadim zamanlarda çok nadirdi. Doğal ortamda kansere neden olacak bir şey yoktu. Demek ki bu, hava kirliliğine, beslenme alışkanlıklarına ve yaşam tarzına bağlı olarak insanın yarattığı bir hastalık” yorumunda bulundu. Bilimsel veriler, her türlü kanser hastalığının, Sanayi Devrimi’yle başlayarak yaygınlaştığını ortaya koyuyor. Başka bir deyişle, modern zamanlara yaklaşana kadar, zaten çok nadiren rastlanılan kanser hastalığı, üzerine düşünce üretilen, araştırma yapılan bir alan bir değildi. Bugün ise yaşamın sonlanmasının bir aracı konumdadır, genç insanlarımız, güzel insanlar bu hastalığın pençesinden aramızdan çok kısa zamanda ayrılır oldu.

14 Ekim 2010 Perşembe

Sol temizlenirken…

Sol temizlenirken…

Referandum, sol açısından yeni bir sürecinde başlangıcı anlamına geliyordu. Uzun süredir sol içinde kendilerini ifade edenler, yeni süreç ile ayrışma yaşamaları kaçınılmazdı. O kaçınılmazda gerçekleşmiştir.

Evet diyenler cephesi içinde yer alanlar, yaptıkları açıklamalar ile; “ordu vasiyeti altında olmayı savunanlar ve olanlar ile yolumuzu ayırdık” demekteler. Ordu vasiyetini sanki sol savunuyormuş gibi göstermekten de geri durmuyorlar. Sol ile ordu arasında organik bir ilişki olmadığı gibi, muhataplık sorunu vardı. Ordu solu muhatap aldı ve yok etmek için her türlü yolu denedi. 12 Eylül, 12 Mart ordunun sol karşı yürütmüş olduğu büyük ezme operasyonudur ve 12 Eylül; uzun süreçli bir politikanın hayata geçişini sembolize eder.

Sol ordu ile ilişkilerini 12 Mart ile bitirmiştir, o dönemin meşhur MDD (Milli Demokratik Devrim) anlayışı; muhtıra ve sonucu ile ortadan kalkmıştır. O dönemde darbe heveslisi olanlar, bugün o dönemin özeleştirisi yapacaklarına küfür eden konumundadırlar. O dönemden kalanlar, bugün ordu vasiyeti yerine iktidar vasiyetini savunur konumundadırlar. Liberalizm adı altında, iktidar kim varsa onun kolları altına girip, bireysel özgürlük adı altında yağmayı savunmuşlardır. Savunmakla kalmamışlar, o yağmadan nemalanmışlardır.

Sol, ordunun yaptıklarını savunmaz, suçuna ortak olamaz, çünkü kendisine karşı olan uygulamaları savunmak anlamına gelir. Savaşan taraf ve muhatap konumunda olanların ordu vasiyetini savunmaları imkansızdır. Bu imkansızı bilenler, bile bile toplumu yanıltmak için, kandırmak için yalan söylemeye devam ediyorlar, çünkü yapmış oldukları çirkeflikleri, pislikleri örtmek için sola saldırarak kendilerini temize çıkarmaya çalışıyorlar. Çünkü bugün sola saldıranlar, 12 Eylül ilişkileri içinde kirlenmiş insanlardır, yapılardır.

Halkı koyun gibi görmek ve kendisi koyun sürüsünün bir parçası olarak görmek ancak bir koyundan beklenecek davranıştır. İktidarın özgürlük getirmediğini bilerek, özgürlük getirecekmiş gibi davranıp, kendisine siyasi rant etmeye çalışanlar, kirlenmiş ilişkilerin içinde yuvarlanan yapılar, sola saldırmayı kendilerine verilmiş görev gibi görüyorlar. Sola saldırarak halk içinde kitleselleşeceğini sananlar, İstanbul’da bir caddede yürüyüş yapmaktan başka işlevleri olmamıştır. İstiklal caddesinde yürüyüş yapmayı halkın arasına katılmak olarak görenler, ancak koyunun düşünebileceği zihin yapısına sahip olmak demektir. O yüzden, o yapının hiçbir eleştirisini ciddiye almak bile gereği yoktur.

Sol önüne koymuş olduğu görevi, gücünün yettiği kadarı ile en iyisini yapmaya çalışıyor, koparıldığı sınıf ile bütünleşmek için her türlü eylemde, sınıfın yanında yer almaya devam ediyor. Ankara’da yapılan büyük eylemde dayanışma yapan soldur, oraya çay ve şeker götürende soldur. İktidar gaz bombası ve tazikli su ile saldırmıştır. Bugün sola saldıranlar, referandumda ‘evet’ derken bu saldırıyı onaylamıştır. O günlerde, büyük olasılıkla Ankara’da olmak yerine, İstiklal’in arka sokaklarında bürolarında, halk ile bütünleşmeye çalışmak için politika ve strateji geliştirmek için uğraşıyorlardı. Yine büyük olasılıkla Genç Siviller aracılığı ile iktidardan rant elde etmek için pazarlık peşindeydiler, çünkü sonraki süreçte aldıkları tavırlar bu olasılıkları gerçek olarak algılamamıza neden olmaktadır. O pazarlıkların sonucunda iktidara, kendilerini kanıtlayacak en iyi koşul referandum ile ortaya çıkmıştır diye düşünüyorum ve o fırsatı da kaçırmadılar. Referandum, sol ile aralarında kalın çizgi çekmek için kullandıkları bir zaman dilimi olmuştur.

Referandum; sol ile AKP vasiyeti altında yer alanlar arasında kalın çizgi çizilmesi kaçınılmazdı, bu kaçınılmaz çizgi solu daha da temizlemiştir.

Ordu vasiyetini savunan sol yoktur, fakat AKP vasiyetini savunan solcu olduğunu söyleyenler bugün varlıklarını korumaktadırlar. Evet diyenler, önüne hangi sıfatı getirirlerse getirsinler AKP zihniyetine ve AKP vasiyeti altında yaşamaya evet demiş oldular. Bugün yaşanan süreç AKP vasiyetini savunanların soldan uzaklaşması anlamına gelmektedir.

Sol, ordu vasiyetine de iktidar vasiyetine de iki defa hayır demiştir. Hayır demekle ne kadar önemli bir iş yaptığı bugün daha çıplak olarak ortada durmaktadır.

Saflar daha da belirginleşmektedir. Sol, içlerindeki pisliğin dışarıya akmasına sessizce onay vermektedir. Dışarıya düşenler, elbette çıktıkları ve bir daha giremeyecekleri yere çamur atma özgürlüklerini kullanıyorlar, klasik söylem ile güneşe balçık atsanız da tutmaz, o çamur ancak atanların üzerinde ve ellerinde kalır. İktidar vasiyeti altında kitleselleşeceğini düşünenler, boyunlarına taktıkları ipi çoktan iktidar partisinin eline vermiştir. Kendilerine buldukları çoban, onları yeni sürülerin arasına katarak güdeceği konusunda kuşkum yoktur. Yeni konumlarını kendileri seçmiştir, tarih kimin koyun olduğunu çıplak olarak göstermektedir.

Kendi öz gücüne güvenen, kendi ideolojisi ile yola çıkanlar bir başkasının vasiyetine ihtiyaç duymaz. Fatsa bunun en güzel örneği olarak yaşamaya devam ediyor. Yaşatanlar, iki defa hayır derken kimleri karşısına aldıklarını biliyorlardı.

10 Ekim 2010 Pazar

Suç işleyenler, suçu tarif edemez!


Suç işleyenler, suçu tarif edemez!

Ankara soğunda Sakarya Caddesinde 24 saat oturanların haklı direnişini destekliyorum.
Başbakan Almanya’ya gidip orada asimilasyon insanlık suçudur diyebilmektedir, en büyük suçu kendisi mahkemelerin verdiği kararı uygulamayarak işlemeye devam ediyor.

İnsanlık suçu işleyenlerin dışarıda birilerine akıl vereceğine, o suçu işlemekten vazgeçmesi gereklidir.

AKP anayasa değişiklik maddelerine ‘evet’ diyerek onaylayanlar ki, bu sayede AKP zihniyetini de onaylamıştır. AKP zihniyetini onaylayanların AKP suçuna iştirak etmişlerdir. AKP suçuna iştirak edenlerin dün dündür, bugün bugündür diyerek fır dönmeleri de unutulmaması gereklidir.

Onları aleviler unutmayacağını umuyorum, gerçi toplum balık hafızalıdır diye ön yargı var ama umarım bu önyargı ortadan kalkar ve o AKP anayasasını onaylayanlara gerekli cevabı o partileri / grupları ortadan kaldırarak kendisini gösterir..

Ankara soğunda yer alanların AKP zihniyeti ile yıllardır mücadele etmektedirler. AKP zihniyeti türbana özgürlük, Alevileri asimilasyon et üzerine kuruludur.

Özgürlüğü tek taraflı ve kendi lehine isteyen AKP, bugün tüm güçleri ele geçirmiş ve ele geçirdikten sonra şikayet ettiği kurumları kendi amacına uygun şekilde 12 Eylül anayasasın ve yasalarının verdiği yetkiyi kullanarak yeni zenginler, yeni cepheler yaratmaktadır. Toplum içinde oluşan kırılmayı sırf yeni zengin kitlesi yaratmak ve iktidarda kalmak için kullanmaktan çekinmemektedir.

AKP zihniyetinin bu olduğu bilinmesine rağmen, AKP ile kola kola İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yapanlar, Alevilerin yıllardır dillendirdiği istemlerini görmemezlikten gelmiştir.

Demokrasi isteniyorsa, her toplum katmanı için istenmelidir. Yasalar eşit uygulanmak isteniyorsa, ayrımcılık ortadan kaldırılmalıdır. Dokunulamazlıkların olduğu yerde, ezilenlerin ve halkların çiğneneceği gerçeği de ortada durmaya devam edecektir.

Zorunlu din dersi asimilasyon için bir araçtır, madem insanlık suçu olduğunu ilan ediyor başbakan, o zaman bu suçu öncelikle kendisi işlemesin.