19 Kasım 2010 Cuma

Putlara karşı olanlar, yeni putlar yaratırlar!

Putlara karşı olanlar, yeni putlar yaratırlar!

En son olduğunu söyleyenler, genelde son olmazlar, ondan sonrada başkaları da çıkar, üstelik yeni putlar yaratarak.

En son olmak demek, zamanın durması anlamına gelir. Çünkü en son olan için artık zaman yoktur, tarihin dehlizlerinde yerini almıştır.

Zamanın durması ise, yaşamın bitmesi anlamındadır.

Putlara karşı her dönemde mücadele edilmiştir, çünkü putlar o dönemin gücünü sembolize eder. Putlar; dönemin önyargılarını, korkularının soyut olarak gösterilmesidir. Put, korkudan korkanın yaratmış olduğu bir savunma mekanizmasıdır.

Korkuları ile ve korkuları kendi iktidarının devamı olarak kullananlar, putlar için çok büyük mağbetler yaratmıştır. Yaratılan mekanlara kutsallıklar bağışlamışlardır. Kutsal mekanlar bir süre sonra kutsal olmadığı anlaşılıp yok olmuştur, şimdi bir çok mağbet kalıntılar içindedir, sadece temellerini görür haldeyiz. Korkunun yaşadığı zaman dilimi içinde, o mağbet içine girenler, kendilerini sonsuz huzur içinde duymuşlardır. O büyük mağbet içinde bir nokta olduğunu hissetmişlerdir.

Putları yıkalım! Putlara karşı mücadele çığlıkları atanlarda; sonuç olarak yeni putlar yaratmışlardır, çünkü korku hep vardır ve korkunun olduğu yerde putlarda soyut, somut, şekilsiz olarak varlığını korumaktadır. Her zaman diliminin ve coğrafyanın kendisine özgü putları vardır, bazıları için put olan, bazıları için sıradan olabilmektedir. Evren eşit şekilde gelişim göstermez, eşit ve bir biçimi olmadığı içinde, her kültür kendisine özgü putları yaşatır ve besler…

Putlara kutsallık verenler; eski kutsal görülen putları yıkarken, yeni putları yıkılanın yerine koymayı ihmal etmemiştir. Yeni konulanlara da kutsallık ve kutsallığın dili içinde emirleri ve zorunlu olanları da belirlemişlerdir. Yeni seremonilerinde tartışılmasını ortadan kaldırmak için, verilen emirlere kutsallık verilmiş ve kutsal olanı eleştirmek, yorumlamak kutsala karşı gelmek olarak algılanmıştır ve zorunlu yapılanlar tartışılmadan uygulanması sağlanmıştır.

Putları yıkanlar, yerine gelen yeni yaşam biçiminin sınırları ve hareket alanlarını da belirlerken, eskisinden koparırken, kendisine özgü bir tarih kökte yaratırlar. Faydalandıkları tarih kökten istedikleri gibi yorum üretirler ve yeniden tarih yazarlar. Her yazılan yeni tarih, resmi kutsal tarih olur ve doğruluğu ve gerçekliliği tartışılmaz. Eğer tartışılırsa, biliniliyor ki, putları daha önce yıktıkları için, yarattıkları da yıkılacaktır.

Aklın kutsallığı yarattığını iddia edenler, aklın kullanımını sınırlamaktan da kendilerini alamazlar. Ve her son yaratılan; kendisinin en son olduğunu ve kendisinden sonra gelenleri şarlatan olarak görür ve anlatır. Tarih bize öğretir ki, son yoktur ve son demek zamanın durması anlamına gelir. Zaman hareket ettiği sürece de son yoktur, son olduğunu iddia edenler en son yaratılan putlardan sadece biri olduğunun bilincindedir ama bu bilince kendisine inanların ulaşmasını engellerler.

Yaratılan putun her zaman inanan bir cemaatı ve cemaatın da yaratılan puta özgü sermonileri, yaşam biçimi de vardır. O yaşam içinde olanlar kendilerini mutlu ve korkuları ile yüzleştiklerine inanırlar. Dışarıdan gelecek her türlü eleştirel bakış açısına karşı duvarlar örerler ve o duvarların yıkılmaması için savunma mekanizmaları geliştirir. Kendi yarattıkları putlara karşı bir eleştirel bakış olduğunu hissettiklerinde saldırgan olurlar ve kutsal yaratanın sözünü nasıl tartışırsın diyerek tartışmayı ortadan kaldırırlar. Çünkü putlar kutsallık verilmiştir ve kutsallıklarını korudukları sürece yaşarlar.

Putlara karşı olanlar yeni putlar yaratmak için ortam hazırlarlar ve eğer putları yıkmış iseler yeni putlar yaratırlar.

18 Kasım 2010 Perşembe

Muhbir, renksiz kişidir.

Muhbir, renksiz kişidir.

Yaşayan bir ülkede gazeteler çıkarmış, o ülkede gazetelerde çalışanlara da gazeteci denirmiş. Fakat gazete ve gazetecinin içinde küçük bir kelime oyunu varmış, ufak bir kelime eksik yazıldığında journal oluyor jurnal. Tabi bu farkı anlayamayanlar ise, gazeteciliği muhbirlik olarak tanırmış. Gazete her yazı yazan ise kendisini gazeteci sanırmış. İşte öyle bir ülkede bir gün, hatta çok gün bir çok Jurnalci kendisini gazeteci sanırmış… Hatta bazıları daha ileri gidip şair / yazar / ressam / … olduğunu söylüyormuş…

Bugün konumuza giren jurnalci; bir zamanlar şiir yazarmış, hatta bazıları hoş, şiir tadında, fakat şu anda elime alsam eskiden yazdıklarını, o tadın yerine muhbirlik yapanın kelimeleri gelir. Muhbirden şair olur mu? Bana göre olmaz, çünkü kelimeleri kirletmiş adamın kelimelerinde duygu değil, öç alma, birine yaranma, kendini ispat etme telaşı kelimeler olur ki, hiç biri şiirin dizesi içinde yer almaz.

Jurnalci biri şimdilerde kendisini gazeteci sanıyor, çünkü gazetede yazılar yazıyor, fakat her gazetede yazan gazeteci olmadığının farkında değil. Köşe vermişler, o köşede kendini ifade et demişler, o da o köşede kendisini ifade ederken, geçmişte yabancı olduğu duygulara ve betimlemeler içinde bir bakmış, yabancı olduğu dünyanın bir parçası oluvermiş. Uyum sağlamaktan öte, tıpkı onların ikiz kardeşi gibi olmuş. Muhbirliğin ne kadar kötü olduğunu söylerken, muhbir olmuş.

Erlerin meydanında muhbirler olmaz, muhbirler ancak arkadan bıçak saplanan ve kalleşlerin oynandığı oyunda olur. Kalleşlik yıllar içinde içine işleyenler; durmadan muhbirlik yapar, en yakını ihbar eder, çünkü yakının açığını sadece kendisi bilir, efendisine sadık biri ancak muhbirlik yaparak kendisini ispat eder. Muhbir bir anlamda kapı kuludur. Efendisinin istediği gibi havlayan, onun istediği yere çömelen köpekten bir farkı yoktur. Kapı kulu ile köpekler arasında bir benzerlik olduğunu söylemek abartı olmasa gerek…

Gazetelerde köşe yazanlar genelde; zaman içinde işverenin gözlüğünden, onun çıkarına uygun olarak o pencereden bakar ve gördüklerini, onun çıkarına uygun yorumlar. (buradaki tez; elbette beklenti ile orantılıdır, eğer köşe yazarı yaşamını o köşeden sağlamaya ve başka olanağı olmadığını düşünüyorsa, sahibine daha bağımlı hale gelir.) O köşede uzun süre kalabilmek için her türlü özveriyi gösterir, öz veri ise, onun o bulunduğu yerin rengini alması anlamına gelir. (istisna durumlar mevcuttur, maddi olarak daha bağımsız ise yazar, örneğin bir öğretim üyesi daha özgür davranır, maaşını üniversiteden alıyordur, gazeteden aldığı sadece kendisi için göstermelik rakam anlamındadır. Fakat bugün gazetede köşe yazarlığı yapan bir çok öğretim üyesi, bağımlı ilişki içinde olan birisinden daha fazla bağımlıymış gibi, patronun gözünden yazı yazabilmektedir. Bu tip kişilere ne ad verilir, gerçekten ben bilmiyorum)

Renkler gün ışığı altında gerçek renklerini ortaya çıkarır, zaman içinde bazı renkler gün ışığının etkisi ile solar, uçar ve sonunda hiç iz bırakmadan yok olur gider. Bazı kişilerde geçmişte bir rengi ifade ederken, zaman içinde, güneşin etkisi ve günümüzün en büyük değiştireni para ve onun yönlendirmesi ile, başlangıçta ortaya çıkan rengin yerini soldurur, fakat bazı renkler solmaz, renk değiştirir, değişen renk öyle bir hal alır ki… İşte bu değişimi yaşayanlar; genelde muhbir, yani sokaktaki ismi ile jurnalci olur.

Jurnalciler kendilerine isim ve etiket takmada üstlerine yok! Jurnallikleri sayesinde bir çok cinayet işlenmiş, işlenmemiş olsun, fark etmez, jurnalci görevini yapmış, vicdanı rahat insandır. Yaptığının doğru olduğuna inanır ve kendisince yaptığı için kutsal tarafını uydurur ve onu öne çıkarır. Bu sayede toplum içinde kendisince konum elde etmeye çalışır. Fakat toplum jurnalciye hiç iyi göz ile bakmaz, çünkü o jurnalci şimdi içinde bulunduğu toplum içinden uzaklaşması zaman meselesidir. Hiçbir jurnalci uzun süre bir toplum içinde barınamaz, çünkü ipliği pazara çıkmış biri, yeni jurnalcilik yapamaz… Jurnalcilik mesleğini kendisine görev kabul edenler ise, yeni jurnaller yapamadığından; içinde bulundukları toplumdan çıkıp, o çıktıkları toplumu başkasına jurnallemeye çalışırlar. Bu sayede kendilerince vicdan muhasebesi yapmış olurlar. Her vicdan muhasebesi de onlar için muhbirliktir. Çünkü muhbirlikten başka şey bilemezler. Jurnalcinin ne mekanı, ne toplumu olur, onlar boşlukta sallanan bir nesne işlevi görürler, bir kere patlarlar ve yok olurlar. Muhbirlere kapı açanlar, ocak açanlar bilir ki, muhbir bir gün kendisini de jurnalleyecektir.

Bir ülkeye dışarıdan bir konuk geliyor. O konuğu; ateist, Müslümanları küçük görür, onu davet edenlerde… diye başlayan yazı yazan biri eskiden şairmiş, şimdi bir gazetede köşe yazarı. Eskiden kendisine solcu bile dermiş, şimdi ılımlı İslam ideolojisine uygun yaşam içindeymiş. (eski arkadaşları ile buluşup, geçmişteki gibi muhabbet edermiş, muhabbetinde ise bak ben aslında onların yanındayım ama onlardan değilim dermiş. Görüşümü açıklıyorum, bana karışmıyorlar diye de övünürmüş, değişmedim, onlar değişiyor, onlar demokrat oldular, bakın farklı görüşteki insanlar yan yana diye de övünürmüş… o kesimin okuyucucuna da ulaşmak gerek, onları değiştirmek gerek dermiş sık sık…) Şimdilerde pek gözde bir tarikatın yükselen dalgasına kendisini bırakmış, onların ekranlarında, onların mekanlarında bol bol sohbetlere katılırmış. Onlar o kadar kendilerine benzetmişler ki, ondan; onlara aykırı hiç ses duymazlarmış. Şimdi, alan memnun, satan memnun diyebilirsiniz, doğru memnunda, bu eskiden şiir yazan, şimdinin köşe yazarı jurnalcilik yapıyor ve jurnalcilik sonuç olarak birine zarar vermeyi, hedef yapmayı ortaya çıkarıyor. ( o jurnalcinin nerede ne yazdığı açıkca beni ilgilendirmiyor, beni ilgilendiren şu anda yaptığı jurnalciliğidir. Jurnalcilik birine zarar verir ve yukarıda nedenlerini anlattım, toplumun sevmediği ve etik olmayan bir davranışı onaylamadığımı belirtmek için yazdım, yoksa o jurnalciye; yaptığın yanlış deme lüksüm yok, çünkü artık jurnalcidir ve benim gözümde bitmiştir.)

Davet edenler ve davet edilenin başına bir şey gelirse, adını bile anmaya uygun görmediğim birini suçlu olarak ve bombanın pimini çekenden daha çok suçlu görmem kadar doğal ne olabilir?

Bazı insanlar renk kaybediyor, bazıları renk kaybından çok ortadan yok oluyor. Biri muhbirliğe başlamış ise, geçmişini ve geleceğini yok ediyor demektir.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Mali yapılan düzenleme bir af mı?

Mali yapılan düzenleme bir af mı?

Mali yapıda yeni düzenleme yapıldı ve bu düzenleme bir devrim denildi.

Devrim, Aydın Doğan borçlarının yeniden düzenlenmesi midir?

Neyin karşılığında bu devrim yapıldı?

Petrol Ofisi’nin elden çıkması?

Bekir Coşkun’nun uzaklaşması, daha sonra Onbirinci Köy Haber Türk Gazetesinden sözleşmemesinin uzatılmaması…

Oktay Ekşi’nin muhalif sesinin bir bahane ile yok edilmesi ve gazetenin yeniden yapılanması…

Milliyet Gazetesi satış sözünün sürekli devam etmesi, gazetenin bulvar gazetesi görünümüne bürünmesi…

Radikal Gazetesi yeni yapılanmaya giderek, Fettullah’sı olduğu saklanmayan, Zaman Gazetesi yetiştirmesi birinin yönetimine verilmesi…

Zaman gazetesi misyonuna benzer, fakat daha az tepki çekecek bir gazetenin yaratılması…

Yandaş medya alanın değişmesi, referandum ile yanına daha çok yapıştırdığı eski solculara, yeni alanlar yaratılması…

Görüşmeden, müzakere masasına geçmek…

Sıcak paranın kontrol edilmesi adına, sıcak para hareketi ile yaşam kalitesini yükseltilenlerin meşruluğunun sağlanması…

Mali anlamda bir düzenleme yapıldı, paradan sorumlu devlet bakanın açıklamasında devrim kelimesi kullanıldı. Yapılan devrim kime hizmet ediyor?

Kimler faydalandı?

Kimlerin ağzına bal sürüldü, kimler susturuldu?

Kimlerin sorununa neşter vuruldu?

Kimler karlı çıktı, kimler aptal yerine kondu?

14 Kasım 2010 Pazar

Krizden çıkış yolları…

Krizden çıkış yolları…

Dünya, büyük bir kriz içinde uzun süredir yaşıyor, ülkeler kendilerince ekonomik krizden çıkış yolları aramış olmalarına rağmen, bu kriz gün geçtikçe daha da genişleyen girdap olarak sürmektedir. Kriz, global bir sorun olarak önümüzde durmaktan çoktan çıktı, içine hepimiz almış durumdadır.

Global çapta krizden çıkış yollarını aramak için çeşitli zirveler kuruldu ve zirvelerde evrensel çapta çözüm yolları aranmıştır, fakat işin başındaki gelişmiş devletler, (teknolojiyi elinde bulunduran) öncelikle kendilerini gördükleri içinde; gerçek anlamda çözüm bulunamamıştır. Ürettikleri çözüm yolları, girdabın daha da büyümesi anlamına gelmektedir.

G8 ve G20 adlarını alan zirvelerden, bugüne kadar gerçek anlamda politikaların üretilememesi; ülkelerin kendilerince çözüm yollarına gitmesine sebep olmuştur. Her zirve sonucunda; ülkelerde işsizliğin daha da tırmanması anlamına gelmektedir. İşsizlik, doğal olarak yerleşik düzeninde bozulması anlamına gelmektedir. Orta sınıf gün geçtikçe erirken, tarihsel olarak bir biri ile mücadele eden sınıflar arasında uçurumda artmaktadır. Sınıflar arasında güç dengeleri; parayı elinde bulunduranların lehinde gözükmesine rağmen, bu sadece sanal bir yanılgıdan öte anlam ifade etmemektedir. Çünkü iki grup arasında duran orta sınıfın ortadan kalması, sırça köşklerin savunmasız kalması ve yıkılması anlamına gelir, her ne kadar ellerinde çok güçlü silahlarda olmuş olsa. Doğal yıkıma karşı hiçbir güç duramaz!

Kriz, yeni bir sistemi ortaya çıkarabilecek potansiyeli içinde taşımaktadır. Öngörülerimiz içinde yer almayan yeni ilişkiler bu krizin çıkış noktası da olabilir.

Ulusal sınırlar içinde, kendi çözüm yolunu üretenler; teknolojinin transferi ve silahlanma sanayisi için güç biriktirmeye yönelik adımlar atmaktadır. Ülkemiz bu teknolojik transferler için adım atmak için yıllardır uğraşmaktadır. Nükleer santrallerin kuruluş temelinde de bu teknolojinin transferi fikri yatmaktadır. Bu sayede, nükleeri kontrol edebilmek; oluşacak olan savaşta, bir denge olarak kullanmayı sözlerin arkasında saklamaktadır. Bu amaçla yapılan pazarlıklarda; ülkeler, ittifak içinde olacaklara göre rotalarını belirlemektedir. Dengeler, kriz döneminde önemli roller oynar.

Kriz dönemlerinden çıkış yolu olarak; genellikle savaş görülmüştür. Savaş, global çapta olduğunda, global krizin yeni çıkış kapısı olarak görülmüş ve bugüne kadarda uygulanmıştır. Küçük çaplı çatışmaların, savaş sanayisini desteklemekle birlikte, genel krizden kurtuluş için çare olmadığı Irak ve Afganistan işgalleri ile kanıtlanmıştır. Bu iki işgal sırasında; beş milyon insanın ölmüş olması, silah sanayisi için cazip gelmemiştir. Ülkelerin yeniden inşası gerçekleşememiştir, ABD ve diğer gelişmiş 8 devletin firmaları bu işgallerden gerektiği kadar (bekledikleri kadar) yararlanamamışlardır. Sadece elde ettikleri gelirler, göreceli olarak refah sağlamış olsa da, borsalardaki düşüş, yeterli olamadıklarını çıplak olarak ortaya sermiştir. Firmalardan işçi çıkarmalar devam ederken, firmalar en düşük maliyet ve emek için Çin ve Hindistan gibi ülkeleri kendilerine üs seçmiş olmalarına rağmen, oradan elde ettikleri gelirler, kendi ülkeleri içinde Çin mallarına ve Çinlilere karşı bir düşmanlık geliştirmekten başka anlam ifade etmemiştir. Ulusal piyasalarında canlanma meydana getirmemiş, hizmet sektörü yeteri kadar istihdam sağlayamamıştır.

Kriz, girdabını geliştirirken; savaş çanları daha güçlü çalmaya başlamıştır. Savaş için koşulları oluşturan ulusal sınırlar içindeki yabancı düşmanlığı ve sonradan yaratılan İslam düşmanlığı gelişmekte ve sağ partilerin yükselmesi her ülkede görülmektedir. Muhafazakar partiler içinde gelişen ırkçı söylem, yeni partilerin doğmasına ve bu partilerin daha da sağ çizgi içinde cepheler oluşturmasına şahitlik yapmaktayız. Bunu da; cephede savaşacakların hazırlık aşaması olarak okuyabilirsiniz. Düşman yaratılırsa, onu yok etmek içinde koşullar oluşmuş demektir. Bu koşullar; girdap içinde döndüğümüz krizden çıkış kapısı olarak önümüzde durmaktadır.

Savaş, yukarıya doğru artış gösteren dünya nüfusunun azalmasını değil, artmasına sebep olacaktır. Hiçbir savaş nüfus planlaması için çıkmaz, bugün nüfusun fazlalığı dünya insanın önemli bir kesiminin açlık içinde kalmasına sebep olarak gösterilmiş olması, sadece görüntüseldir ve hiçbir bilimsel temeli yoktur. Kriz ile nüfus ile direkt bağlantı kurulamamış olmasına rağmen, en çok etkilenen bu istatistiki insanlardır. Yaşam kalitesi büyük kesim için düşerken, küçük bir azınlığın yaşam kalitesi gün be gün artmaya devam etmektedir. Bu durumun en çıplak olarak göreceğimiz yer ne yazık ki, bizim memleketimizdir. Dünya zenginler listesine onlarca zenginimizin yer alması tesadüfi değildir. 20 lira için bir birini çiğneyenlerin ülkesinde, en lüks arabalar için garaj yapılan ülkedeyiz. Bir adamın garajında onlarca araç yan yana dururken, 20 lira için devlet dairesi kapısını yüzlerce kez çalanlar bu ülkede yaşamaktadır.

Savaş kaçınılmaz olarak gelmektedir, ayak seslerini gün be gün yükseltmektedir. Bu savaşa hazırlık içinde olanlar, gün be gün silah ve vurucu gücünü güçlendirmek için sanal ya da küçük çaplı çatışmalar yaratarak, ordularını eğritmekte ve dinamik olmalarını sağlamaktalar. O yüzden bir çok ülkede iç çatışma ve o çatışmalar içinde, dış güçlerin askerlerinin bulunması tesadüfi değildir, uygulanan bir savaş oyunun provası niteliğindedir.

Kürsel çaplı salgın hastalık yaratan virüslerin ikide bir ortaya çıkıp, sonra yok olması, ilaç sanayisini canlandırmak için üretilen dedikoduların global çapta nasıl panik havası yarattığına şahitlik ettik, o yaşadıklarımız sadece genel provanın bir parçası olduğunu bugün daha çıplak olarak görmekteyiz. Her birimizi savaş oyunun bir parçası olduk geçmişte.

Savaşın parçası olmak istemeyenler, bu krizden çıkışın sadece savaş olmadığını, o küçük azınlığın servetinin dengeli dağıtılması gerektiğini vurgulamamız ve yeni dengeler oluşturmamız gereklidir. Sırça köşkte yaşayanların köşklerine bir kuru kafa atmamız yeterlidir, o kuru kafa o köşkleri alaşağı edecektir. (Sabahattin Ali, Sırça Köşk masalında anlattığını daha da bilince çıkarmamız gereklidir diye düşünüyorum.)

Not: bugüne kadar yazdığım köşe yazılarını kitaplar halinde PDF dosyası içinde toparladım. Kitaplarıma ulaşmak için www.galatagazete.com adresine girmeniz yeterlidir. Orada Galata Gazete butonu altında Kitap PDF linkinin altında durmaktadır. Kitaplarda; geçmişe benim kişisel tarih penceremden nasıl baktığıma şahit olacaksınız. Her yazının altında ne zaman yazıldığına dair tarih bilgisi mevcuttur. O gün onları düşünmüşüm ve paylaşmışım. Kişisel tarihimin içinde düne bakmak isterseniz, size sunduğum kitaplardan istediğiniz gibi indirip okuyabilirsiniz, dostlarınız ile paylaşabilirsiniz.
Keyifli okumalar…
İsmail Cem Özkan

kitaplarım


http://www.galatagazete.com/o/index.php/galata-gazete/kitap-pdf.html