16 Şubat 2011 Çarşamba

Timsah gözyaşı dökenleri, gözlerinden anlayamazsınız, tarihine bakın!

Timsah gözyaşı dökenleri, gözlerinden anlayamazsınız, tarihine bakın!

Başörtüsü özgürlüğüne imza atanlar şimdi kişisel çıkarları için üstelik çocukları kullanarak sizi yanınıza çekmek istiyor olabilirler. Sağa sola mail gönderiyor olabilirler, onlar mail göndermekte ustadırlar, onlar AKP için ama yetmez diyerek destek verenlerdir. Solculara küfredenlerdir.
Onların geçmişte yaptıkları unutulmasın…
Üniversitede öğretim üyesi olmak için başörtüsüne özgürlük diye imza vermişlerdir ama Alevilerin asimilasyonu için seslerini çıkarmamışlarıdır.
Kayıplardan bahsetmişlerdir ama kaybedenlerin kim olduğunu gizlemişlerdir, onlara yönelik eleştiri bile yapmamışlardır.
Bunları biliyorsunuz, isimlerini çoğu yerde duyuyorsunuz. En çok duyulan ise Nişanyan denen eşine bok atan adamdır. Yıllardır birlikte yaşadığı eşine bok atacak kadar bok olduğunu düşündüğüm biri şimdi kişisel çıkarı için yardım çağrısı yapmış.
O sadece cebini düşünmüştür, Şirince halkı için ne yapmıştır?
İnsanların masun duygularını paraya döndürmeyi bilen, işini bilen ve kendisini akıllı sanan bok atan bir adamdır. Hangi akıllı adam eşine bok atar, ancak ve ancak işini bilen cahil insan! Meslek bilgileri dışında cahil olan bu insanlar, çıkarları neredeyse oraya dönmeyi ve döndükleri kesimin dilinden konuşmayı bilirler, çünkü kendilerini akıllı ve zeki sanıyorlar. Halk nasıl olsa aptaldır diye güveniyorlar, kendileri dışında herkesi aptal ve tarihi unutan sanıyorlar. Unutmadığınızı gösterin ve bu adamların oyununu bozun ve eşlerine attıklarından olduklarını yüzlerine vurun! Çünkü hanımının üstüne kendisini atmıştır, başka bir şeyi değil! Kokan bu insanları aranıza almayın, üstünüze kokusu siner!
Dün AKP ile kol kola gezen, bugün AKP saflarından uzaklaştırılan liberallerin geçmişini unutmayın… bırakın onlar kendilerini akıllı sanmaya devam etsin, kendi küçük dünyalarında sorunlarına çözüm arasınlar, onlar ile başkalarının arasındaki soruna aracı olmayın, alet olmayın. İşlerini bilerler ve sorunlarını bir şekilde çözerler. Bu çözüm yolunda bu adamlara alet olmayın!
Akıllı insanlar aşağılık ve çıkarsal ilişkiler içinde olmaz, onlar ile yan yana olmaz…
Akıllı insan; kirlenmemek için kokan insanlardan uzak dururlar. Kirletileceğini bilir... Onları aranıza almayın, kirlenmeyin...
Anadolu’da bir söz vardır, bu söz boşuna söylenmemiştir; “eşine bok atan adamdan, bir bok olmaz.” Kendisini nasıl görüyorsa görsün, o benim gözümde eşine bok adamdan öte bir anlam ifade etmiyor ve sorunu kendi yöntemi ile çözsün diyorum. Kişisel olarak ben onun bu oyununa gelmem, dostlarımda geleceğini sanmıyorum.
“Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” derler, ona destek verende ondan farklı olduğunu açıkça düşünmüyorum. Çocukları kullanarak timsah gözyaşı dökenlerin ne olduğunu unutmayın ve çıkarları için ne yaptıklarını gözden ırak düşürmeyin… Neye imza attıklarını, kimi desteklediklerini ve ne yaptıkları kısa tarih içinde yerini koruyor. Onların yetiştireceği çocuklardan bir şey olmaz, çünkü kendilerinin omurgaları yok, omurgalı olsalardı, başörtüsüne özgürlük diye imza atarken Alevilerin / Kürtlerin, diğer kültürlerin asimilasyon olmasına hayır derlerdi. Kürtlerin hakları konusunda söz söyleyebilirlerdi, kaybolanların ailelerin çocuklarını kucaklar ve katili biliyoruz, saklayanı da ama gün gelecek hesap sorulacak diyebilirlerdi. Demediler. Çünkü onlar iktidarın nimetlerinden faydalanmayı daha onurlu gördüler kendilerine, onları bırakalım onurları ile baş başa… Onların pisliklerini üzerimize bulaştırmayalım…
Duygu sömürüsü yapanları iyi tanıyalım ve onların bu oyununa alet olmayalım…

Her şey yasalara uygun!

Her şey yasalara uygun!



Yasalar, var olan durumu meşru kılmak için yöneticiler tarafından uydurulmuş bir şeydir, zaman içinde bu yasalar yöneticilerin ayak bağı olduğu anlaşılınca; sıradan halkın anlayamayacağı farklı dillerin karışımı ile yorumu dolaylı olan cümleler kurulmuş maddeler yazılmıştır. Bu sayede yöneticilerin ayak bağı çözülmüş ve yasalar karşısında eşitlik bozulmuştur. Bir kişiyi, eğer bir kişi savunuyorsa; orada eşitlikten bahsedilemez. Çünkü savunan kişi, savunduğu davayı doğru olduğuna inandığı için değil, daha genelde ekonomik nedenlerden dolayı savunur ve haklı çıkmak için elinden geleni yapar, çünkü dava kazanıldı mı; kazanılacak ücret bu hırsın aramağını olarak para kasasında yerini alacaktır.

‘Benim sınırım, sonlandığım yer, benden daha güçlü olanın bulunduğu yerdir.’ diye düşünen kişiler, güce taparlar. Otoriteye uysallıkla boyun eğerler ama fırsatını bulduklarında otoriterin kurnazca düşmanı olurlar. “Düşene bir tekmede sen vur” derler ve de vururlar. Kendi otoritesini de kendi sınırının gerisinde kalanlar üzerinde her türlü baskıyı uygulamaktan zevk alırlar. Evde aslan olan ama dışarıda pısırık olanların yaratmış olduğu cinayetler, gazetelerin üçüncü sayfasını doldurmaya o yüzden devam ederler.

İnsanları biçimlendirmek isteyenler bunların farkındadır ve ona göre davranırlar. Her şeyi bilirmiş gibi konuşanlar, toplum önünde kendilerinden emin durmalarının arkasında yukarıda yazdığım gerçekler yatar. Otorite sahibi, eğer bir zayıflık gösterirse, karşısında boyun eğenler onu yok edeceğini çok iyi bilir, çünkü o da bir başkasının üzerine basarak oraya gelmiştir.

Yasalar ile kendi otoritelerini perçinleyenler, kendilerine muhalif olanları yine yasalara uygun şekilde yok ederler.

Tarih içinde bunun örnekleri çoktur, halkın oyları ile iktidara gelen Adolf Hitler, her türlü eylemini yasalar eşliğinde ve meşru yapmıştır. İnsanları yakan fırınlarından Alman halkının haberi vardı, çünkü kaybolan komşusunun nereye gittiğini çok iyi bilecek bir bilgi birikimine sahiptiler. Hitler suçlanır ama onu iktidara taşıyan ve iktidarda uzun süre tutan seçmen nedense göz ardı edilir. Birey; o kitlenin ürünüdür ve kitlenin belirlediği doğru içinde hareket eder, sorgulamaz. Kitle kültürü içinde bireyin adı yoktur.

Bazı entelektüel olarak kabul ettiğimiz, uzman kişiler vardır ki, onların durumu kitle insanı içinde farklılık gösterirler. Bunlara genelde “uzman kişi” deriz. Uzman kişi; evrendeki ufak yerini çok iyi bilir, geri kalanından habersizdir. Yani meslek bilgisi dışında cahildir ve kitle insanları gibi tepki verir. Uzman insan; kendi uzmanlık alanına girmeyen her konuda cahildir. Bu bağlamda ona öğrenmiş cahil demek zorunda kalıyoruz. Bugünkü liberal düşünce içinde kendilerini ifade edenlerin büyük kesimi uzman kişilerden olması tesadüfi olamasa gerek. Hem kitle insanıdır hem de değillerdir.

Güçlerini yasalardan alan bir çok uyguluma ile karşılaşır olduk. Muhalif olan ve kendi doğrularını çürüten ya da çürütme tehlikesi taşıyan her harekete karşı hoşgörüsüzlük Hitler döneminde olduğu gibidir. Gerçi sadece Hitler döneminde mi yaşandı, elbette değil, Farnko İspanya’sı, Mussolini İtalya’sı, Evren Türkiye’si… Hoşgörüsüzlük o kadar ileri boyutlara varmıştı ki, el ele tuştan gençleri bile karakola götürdüler. Suçları el ele tutuşup, parkta oturmalarıdır. Bu tip baskılar her dönemde olabilir, demokrasi savunduğunu söyleyenler bile aynı yöntemi uygulayabilirler, çünkü demokrasi ve doğrular onların kafasındandır ve tektir. Tek doğruyu kabul eden, elbette başkasının doğrusunu ve özgürlüğünü düşünecek değildir. O doğrusunu zor ile kabul ettirmek için her türlü yolu, erk sahibi olduğundan yasalar ile elde edecektir. Yasalar ile doğrularını kabul ettirmek ve uygulamalarını yasalar ile başkalarına yaptırmak demokrasilerde de olur!

“Seçim ile gelenler seçim ile gitmiştir, seçim ile gitmek erdemdir!” diye söz duyarsınız, o sözü söyleyen; kitle çoğunluğunun bakış açısının doğru olduğunu düşünür, kitleye gönderilmiş bir işarettir. ‘Siz isterseniz; azınlıkların hakları falan filan olmaz, yeter ki bana güç verin, sizin istediğiniz gibi (burada benim istediğimdir aslında) bir gelecek hazırlayayım’ demektedir. Tek doğruları olanlar ve topluma zor ile kendilerini kabul ettirenler, genelde seçim ile gitmiş gibi gözükse de zor ile gitmişlerdir. Seçim ile gelen seçim ile gidecek diye kavram aslında yoktur, Hitler seçim ile gitmedi. Gidiş durumu tek doğruyu savunanın ‘gözü karalığına’ bağlıdır. Büyük kıtaları fethetmek isteyen ve kendisini İskender yerine koyanın sonu kendiliğinden olmaz.

Amerika güçlü bir ülkedir, yasaları ve evrensel kuralları kendi lehlerine döndürebilecek güçleri vardır, fakat gücü olmayanlar bir gün Lahey mahkemesine çıkması kaçınılmazdır.

Bugün yasalara uygun olarak hareket edenler, yarın yasalar karşısında savunur duruma düşebilirler. Geçmişte yaptıklarını haklılığını (kendilerine göre) yasalardan alan ve devlet adına cinayet işleyenlerin (henüz mahkemeye gerçek anlamda çıkmamışlardır) bir bölümü, bugün yine aynı yasalar içinde göz altındadırlar. Yasaları nasıl yorumladığınıza ve elinizdeki güce bağlı olarak uygulamalar değişebilmektedir, çünkü evrensel hukuk kuralları hala eşit düzeyde uygulanmamaktadır. Hukuk karşısında her birey; bilgi birikimi ve konumu ne olursa olsun hukuk kuralları içinde eşit olmuyorsa, o yerde eşitlikten bahsetmek mümkün değildir. Dokunulmazlıklar, örtülü ödeneklerin, ihalelerin kuşkulu olduğu yerde eşitlik olmaz.

13 Şubat 2011 Pazar

Can suyu göçmenden!

Can suyu göçmenden!
Almanya’ya işçilerimiz; önce iş gücü için gittiler, Almanlarda onları işgücü olarak gördüklerinden dolayı makinenin bir parçası olarak algıladılar ve parça değiştirilmeye ihtiyaç duyulduğunda çıkarıp atacaklardı ama olmadı, işgücü olanlar insana çıktı. Atamadılar. Atamayınca onlara zorluk çıkardılar, aralarına almadılar ve görülmeyen yasalar ile onları toplum dışında atarak getto’larda yaşamalarını olanaklı kıldılar.
İşgücü için gidenlerin çocuklarını önce sevdiler, dillerini öğrettiler ama bir baktılar ki, kendi işlerini alacak bu çocuklar ve korktular, korktuklarını da hissettirmediler ve bir şekilde görünmeyen yasalar ve duvarların arkasındaki fısıldamalar ile yeni uygulamalar hayatlarında yeni düzenlemeler yaptılar. Çünkü Almanya göçmen ülkesi değildi.
Saf hale getirilmiş ülke yeniden karmaşık ve değişik kültürlerin bir arada yaşadığı ülke olamazdı.
Kafalarda olanlar konuşulmaya gerek yoktu. Görünmeyen el ile kafadaki düşünceler bir bakmışsınız hayat bulmuş, yasalar ise ona göre düzenleniyordu, çünkü Almanya gün geçtikçe zenginleyeceğine fakirleşiyordu ama istatistikler tersini söylüyordu. Halk fakirleşiyordu ama Alman İstatistik Kurumu zengin olduğunu söylüyordu. Rekorlar kırılıyordu, nedense rekorlar hep işler tersine gittiği zamanlarda kırılır, iyi olduğunda ise kimse rekorlardan haberi olmaz…
Alman ekonomisi rekorlar kırarken, aynı zaman dilimi içinde dünya ekonomisi daralırken, alman halkının da yaşam kalitesinde bir düşme gözlenmeye başlandı. (Elbette burada nereden baktığın ile ilgilidir, geniş açıdan bakarsanız düşme gözükür, ama işveren açısından ve elit tabaka açısından bakarsanız yaşam kalitesi yükseldiğine şahitlik edersiniz.) Önce yasalar ile sosyal haklar düzenlendi, yıllardır mücadele ile elde edilmiş haklar; sendikalar ile anlaşılarak ortadan kalktı, budandı, işçi yalnız kaldı. Ya sesini çıkarmadan çalışacak ya da sosyal kasaya muhtaç olacaktı.
Sosyal kasa birleştirilmiş ve tekleşmişti. Tekleşen sosyal kasaya, yasayı koyanın adı verildi ve bütün birikimler silindi, yok oldu. Geçmişte hangi konumda çalıştığın önemli değildi, işsiz olunca statü ortadan kalkıyordu ve eşitleniyordu. Eşit hakları olan işsizler yaratıldı. Kişi başına 350 Euro ile işe başlandı. İşsizlik yardımı tasarruf yapılır hale geldi, fakat burada “çok akıllı alman beyni” bir şeyi gözden kaçırmıştı, çok çocuklu ailelere bu düzenlemeler bir ikramiye gibi vurdu. Bundan en çok sevinen göçmenler oldu…
Almanya’da bazı günler önemlidir, o günler geldiğinde alışveriş merkezleri dolar taşar, dükkan sahipleri o günleri bekler. O günlerde müşteriye daha çok mal satmak için ucuzluk yaparlar, depoda modası geçmiş ürünler yeni gibi çıkarılır ve sunulur.
Almanlar yeni ekonomik düzen içinde ve standart hale getirilmiş işsiziler ile alışveriş dükkanlarına koşar ki, sevdiklerini sevindirsin. En ucuzu ve en göze çarpanı ararlar, eskisi gibi kalite arayan pek olmaz… Bu durumu fark edenler ucuz dükkanlar açar, pahalı olanlarda camekanlarını değiştirir, indirim %50 ye varır diye kırmızı içinde beyaz yazılar ile yazarlar. (göze çarpsın diye.) Almanya ekonomisi rekorlar kırar ama ucuz dükkanlarda ciro rekoru kırmaktadır…
İşsizler eşitlenir ama göçmenler bu işten karlı çıkarlar, çünkü onların çocuk sayısı fazladır ve kişi başına verilen işsizlik maaşı, yan yana geldiğinde bir göçmenin evine beklediğinin üstünde para girer, tüketim onların evinde toptan olduğundan, elbette elde para kalır. Bir almanda ise para yoktur, çünkü onlarda tüketim bireyseldir, kasalar ayrıdır. Çocuk olmayınca evde; küçük giderler bile büyük gelir. Hayat onlar için çıkılmaz yoldur, zorluktur.
Alman genç kadınları sokaklarda görülür, etlerini pazarlamaktadırlar. Göçmen kızlar, diskotek önünde küçük yaşlarına rağmen kendilerini pazarlamaları doğal görünüyordu bir zamanlar ama şimdi alman kızları da / kadınları da pazarlamaya başlamışlardı. Etini pazarlamak için yasalar ile düzenlenmiş normlar vardı, artık o normlar yırtılmıştı, çünkü piyasa o yasaları ciddiye almıyordu, kendi piyasasını oluşturmuştu. Kayıt dışı bütçe, kayıt dışı yaşamı da beraberinde getirmişti.
Göçmenler önceleri işgücü için gelmişlerdi, şimdilerde ise sperm gücü olarak ortalıkta dolaşıyorlar. Hesapta olmayan bir iş gerçekleşmiş ve göçmenler sokak yaşamında etini pazarlayan kadınların birinci sıradaki müşterileri olmuştu. Kadınların AIDS hastası olması filan önemli değildi, ‘atın ölümü arpadan olsun!’ diyerek yaşamın anından zevk almaya çalışıyorlardı. Spermler kondoma (prezervatif) düşüyordu nasıl olsa!
Önce; işgücüydüler, sonra insan oldukları anlaşıldı, görünmemeleri için getto’lara sakladılar ama artık etini pazarlayan kadınlarının bir numaralı müşterisi oldular. Ekonomiye can suyu taşıyorlar!
İsmail Cem Özkan