12 Mart 2011 Cumartesi

Aile imamlığı Adana’da başladı…

Aile imamlığı Adana’da başladı…

“Aile İmamlığı”, “Aile Hekimliği” gibi pilot olarak başlatıldı ama yeni başlatılan proje yanında “Aile Hekimliği” masum kalan bir proje konumuna düşmüştür. “Aile İmamlığı” tek mezhep ve din yaratmak amaçlı asimilasyon aracı olarak kullanılacaktır önyargısını söylemek için elimizde bize göre haklı gerekçeler vardır. çünkü ulus devleti tarihimiz içinde her dönem Aleviler ve diğer inançtakiler (Lozan anlaşmasında ismi geçen azınlıklar hariç) asimilasyon için dönemin olanakları kullanılmıştır.
“Aile İmamlığı” sistemi içinde; kim hangi mezhepte, kim hangi inanç içinde veya inançsız olduğu imamların vereceği raporlar ile toplum dini görüş olarak fişlenecek ve toplumun haritası çıkarılacaktır.
Ülkemiz içinde değişik inançtan ve mezheplerden cemaatler vardır ve bir çok cemaat kendisini gizlemek ve saklamak zorundadır, çünkü geçmişten bugüne taşınan yasalar vardır ve yasalar bir çok inancı yok sayma üzerine kuruludur. Türkiye gerçekliğinden uzak olan bu yasalar kağıt üzerinde varlıklarını bugünde koruyorlar. (Cem Evleri hala yasal statüsü olamayan dini inanç merkezleridir, yasal konumda oralar hala dernek olarak görülmektedir.)
12 Eylül rejiminin yapamadığını AKP hükümeti yapmak için elindeki olanakları fırsatlara dönderip, tek mezhep, tek din için kapı kapı dolaşarak, inanların ya da inanmayanların nüfus sayımı yapılır gibi kayıt altına alınacaktır.
AKP düşüncesi içinde din özgürlüğü kavramı sadece kendi yandaşlarının din özgürlüğü olarak algılanmıştır, Alevilerin istekleri yok sayılmış ya da oyalama açılım toplantılar ile sürece yayıp kendilerine yandaş elde etmek için propaganda aracı kullanılmıştır ama sonuçta somut olarak Aleviler için bugüne kadar hiçbir yasal düzenleme yapmamışlardır.
12 Eylül günlerinde Alevi köylerine cami yapılmış ve imamlar atanmıştı. Alevi köylerinde imamlar maaşlarını memleketlerinde almışlar ve sözde o camilerde ibadet yapılıyormuş gibi davranılmıştı. Bugün bu “Aile İmamlığı” uygulaması ile camilerin imamlarına başka görevler verilmiş ve suni inancına uygun ibadet etmeleri için Alevi evleri ziyaret edilecek ve onlara telkinlerde bulunulacaktır. Köyler için önemli bir başarı edemeyeceklerini şimdilik kendileri de biliyorlar ama şehirlerde kendilerini gizlemek zorunda kalan Alevi vatandaşları tespit ve onları camilere gitmeleri için telkinde bulunulacak ve boş olan camilerin cemaat sayısı artırmak için bu imamların ev ziyaretleri kullanılacaktır.
12 Eylül rejimi ile mücadele ettiğini referandum sürecinde bildiren AKP hükümeti, mücadelenin ne kadar sözde olduğunu bu uygumla ile bir kere daha kanıtlamıştır ve 12 Eylül rejimi ile “Aile İmamlığı” projesiyle direkt olarak kendilerini ilişkilendirmişlerdir. 12 Eylül Alevi köylerinde cami yaptırmıştır, AKP hükümeti ise imamlara yeni görevler vererek, imamları birer asimilasyon yapan memur konumuna getirmiştir.
Başbakan, kendi inancındakilerin haklarını Almanya’da savunurken “asimilasyon insanlık suçudur” dedi. Ülkemizde ise Aleviler ve diğer inançtaki insanların üzerinde uzun yıllardır yürütülen asimilasyon uygulaması bir insanlık suçu olduğunu kabul etmiyor, hatta o inançtaki insanları yok sayıyor. İbadet evlerini kültür merkezleri olarak görmeye devam ediyor. Kendisine bağlı Diyanet İşleri başkanı ise Cem Evlerinin ibadet merkezi olamayacağını vurgulamaktadır.
“Aile İmamlığı” sayesinde ev içlerine girilerek, tek bir mezhebin propagandası yapılacaktır. Hükümet için okullarda verilen din dersini yeterli görmemiş ki, evlerde din dersi verilmesini imamlara havale etmişlerdir.
Kısa bir süre önce hastanelerde kanser hastalarına bile anket yapılmıştı, anket ile Alevi olanlar tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu anket kim tarafından ve ne amaçla yapıldığı bugün dahi bilinmemektedir. Bugün bu anketin “Aile İmamlığı” için ön hazırlık için mi yapıldığı fikri kafamda canlanmıştır.

11 Mart 2011 Cuma

Deprem

Deprem

Japonya’da 8.8 şiddetinde deprem oldu. Doğal olarak tsunami oluştu, dev dalgalar kıyıları vurdu. Teknolojinin gelişimi sonucunda canlı olarak depremi ve onun sonucu oluşan tusinamiyi Türkiye’den izledik. Savaşları, doğal afetleri evlerimizden canlı olarak izler konumdayız. Evrenimiz, şimdilik dünya olduğundan her olayı, her değişimi evlerimizden canlı seyrederek, evrenimizin ne kadar küçüldüğünü de görmekteyiz.
Geçenlerde bir arkadaşım ile sohbet ediyorum, İstanbul şehrinin 6 katmandan oluştuğunu arkeologlar söyledi dedi. Şimdi bu kısa bilgi ile şunları aklımdan geçirdim; demektir ki şehir altı defa yeniden kuruldu. Eğer şehir kurulduysa, demektir ki yıkılmıştır. Yıkıntının üzerine oturmaktadır. Bir çok köylerde höyükler vardır, höyüklerde katmanlar olduğu bilinir ve titiz çalışma ile geçmişimize dair bilgiler ararız. İstanbul çok büyük bir höyük üzerine oturuyor dersek sanırım abartmış olmayız. Her katmanında başka bir tarih gizlidir. Bugün gördüğümüz İstanbul ve coğrafik özelliği, ilk köy buraya kurulduğunda elbette bu şeklide değildi. Yarım adanın içinde akarsular, yarım adalar, kayalık adacıklardan oluşmaktaydı büyük olasılıkla. Balıkçıların sığınakları, tarım yapılan alanlar, düşmanlara karşı kurulmuş bentler, su yükselmesine karşı yapılmış kanallar büyük olasılıkla bugünkü İstanbul yarımadasında mevcuttu. Üst üste kurulan şehir, bugünkü coğrafik yapısını yaratmıştır. Kıyılar düzgün, akarsular yoktur, ne tarım vardır, ne de geçmişte yapılan savaşların izleri. Geçmişte yaşanmış olan tsunami izleri de yoktur. Ülkemiz sahillerinde tsunami izlerinin olduğunu bilim insanları söylemektedir.
Japonya’da deprem büyüklüğü konusunda her dakika bir açıklama geliyor, tsunaminin oluşturduğu dalganın yerleşim yerlerinde evleri, arabaları ve önüne gelen her şeyi nasıl sürüklediğini izlemekteyiz. Doğa önüne gelen insan yapısını ciddiye almadan yok etmektedir. İnsan, çok güven ile inşaat ettiği nükleer santrallerini deniz kenarına kurarsa eğer, dev bir dalganın onu yok etmeyeceğini kimse bilemez.
Japonya’dan gelen ilk görüntülerde bir toplantı salonunda deprem anı yaşanıyordu ve insanlar, yapmış oldukları binaya güvenerek panik olmadan o anı yaşadılar. Ama dalganın bir nükleer santrale, petrol rafinerilerine ulaştığında o güven panik halini almış durumdadır. Deprem, insanları öldürmedi, insanların yaratmış olduğu teknolojik binaların içinde bulunan nükleer dalga büyük olasılıkla Japonya halkının üzerine ikinci bir Hiroşima / Nagazaki etkisini gösterecektir.
Canlı olarak izlemekteyiz, Japonya’da yeni bir katman oluşmakta. Her katman bir felaketin sonucunda oluşmaktadır. Bizler buna benzer felaketlere karşı hazırlıklı mıyız?
En ufak sallantıda evimizi panik içinde terk edip sokakta nefes almaya başlıyorsak eğer, bizler yaratmış olduğumuz evlere güvenmiyoruz. Güvenmiyoruz, çünkü para hırsı ile evleri kırık demirler ile inşaat edenler, bugün gökdelenler yapmaya devam ediyor. Geçmişte çürük bina yaptığını itiraf eden biri, bugün gökdelenler inşaat ederken, acaba o kişinin yapmış olduğu bina ne kadar güvenli olur? O binalarda oturanlar bir panik halinde 30 kat aşağıya inme şansı olamayacağına göre, üst üste oluşturulmuş bu katmanlar, gelecek kuşağa nasıl bir höyük görüntüsü verecektir? Her katman bir felaket sonucu oluşur, umarım ki bizler bu katman yaratma sürecini yaşamayız diyerek umut ile bakalım diyorum geleceğe ama açıkçası hala bugün oturduğum eve güvenmiyorum. Bırakın tsunamiye, onu oluşturan depreme dayanacağını inanmıyorum.
Bugün nükleer santral yapılması için anlaşma imzalandı. Depreme karşı güvenli olacağı söylenen bu nükleer santral, acaba büyük bir deprem sonucunda oluşacak tsunamiya karşı korumanın mümkün olamayacağını şu anda yaşanan Japonya’da duruma göre söyleyebiliriz. Doğa içinde kendi yok edeci gücünüı hala insan denetimi dışında korumaya devam etmektedir. İnsan depreme karşı güvenli binalar yaptığını bu deprem ile kanıtlamış oldu ama sonucunda oluşan dalgaya karşı ne kadar zayıf olduğunu gösterdi. Bir yanardağ patlarsa insan en zayıf konuma düşeceği bilim insanları söylemektedir.