5 Mayıs 2011 Perşembe

Felaketler insanları bir birine yaklaştırır.

Felaketler insanları bir birine yaklaştırır.
Felaket zamanlarını hiç düşündünüz mü, umarım hiç yaşamazsınız ama felaket zamanı insanlar hiç tanımadığı birine şükran ile bakar ve sıcak dost elini uzatır, çünkü felaketler sizi hiç tanımadığınız ile yakınlaşma ortamı yaratır, o yaratılan ortamda bütün felaketzedeler aynı durumda, eşit olmasında yatar. İnsanlar felaket anında eşittir.
Normal bir zamanda, hiçbir zaman yüzüne dahi bakmayacağınız insanlar ile bir bakmışsınız canı gönülden dost olmuşsunuz. Felaketler insanları bir birine yakınlaştırırken, aynı dili konuşmasını da beraberinde getirir. Felaket zamanı dil evrensel olur, bütün dünya insanları aynı dil ile konuşur, aynı refleksi verir.
Sokaklarda görmüşünüzdür, üstü başı yırtık, sokakta yaşayanları. Yanınızdan geçerken inanılmaz bir koku yayarak umarsız bir şekilde giderler. Onlar, sokakların insanlarıdır ve o en büyük korkumuzu yaşarlar, evsizdirler ve sokaktadırlar. İnsanların en büyük korkusu yaşarken sokakta kalmak ve tek başına yaşamak olduğunu bu konuda yapılan araştırmalar ortaya koymuş, yani en büyük korkumuz oluşturan sokak yaşantısı, bugün bütün şehirlerin sokaklarında görmekteyiz ve onlar korkuyu yenerek yaşıyorlar. Aynı zamanda bizim korkularımızı tetikliyorlar. En karanlık sokakta, köpek havlamaları arasında sokakta yaşıyorlar. En dondurucu soğukta, altlarına buldukları kartonları serip, buldukları tüm çaputları üstlerine kapatarak uyuyan bu insanlar aslında bizim korkumuzun yendiklerini gösteriyor.
Bütün çabalarımız, bütün boyun eğmelerimiz, işte bu sokakta kalmamak içindir. Sokakta kalma korkusu yüzünden ev alırız. Sokakta kalma korkusu yüzünden çalışırız. Sokakta kalma korkusu yüzünden, en pahalı ve bize en güvenli diye sunulan yerlerde yaşarız. Bizler korkarız, korku ile yönetiliriz.
Felaketler, korkunun yok olduğu zaman dilimidir. Korku yok olur, korku yok olduğunda o normal zamanda yanımızdan hiç umarsızca geçen adamın elini tutarız, onun ile sohbet ederiz, onun kokusu artık rahatsızlık vermez, çünkü korkumuz yok olmuştur. Felaketler, korkuları ortadan kaldırdığı an, bütün insanlar, fark gözetmeden bir birleri ile aynı dili konuşarak sohbet eder konuma gelir.
Ülkemiz topraklarında sık sık felaketler yaşanır ve bizler felaketlerden ders alan bir kültürden gelmiyoruz. Yaşanan felaketin fotokopisi sürekli yaşanır. Hiç düşündünüz mü, trafik felaketinde binlerce insan kaybederiz ama hiç önlemelini bulamayız. Araçtan mı, yolda mı, sürücüden mi kaynaklanıyor… bu felaketi nasıl önleriz diye düşünmeyiz, araştırmayız, çünkü bizler felaketi kopya olarak yaşamaya alışmışız, bize dokunmadığı sürece yok sayarız, gözümüzün önünde olan felaketi. Büyük depremler yaşamış atalarımız ve bizler.
Beklenen depremler kapımız çalıyor olmasına rağmen bizler, reklamlarda bizlere sunulan dairelere bütün birikimlerimiz yatırırız. Söylenen en sağlam zeminde en pahalı daireyi satın alırız. Binanın çürüklüğünü sorgumlayız bile. Bizim için önemli olan sokakta yaşamamak! Felaket kapıyı çaldığında ise, zemin oynaktır ve bina yorgun demir ile ayakta durmaktadır. En ufak salanlıda yorulmuş demir ufalır. Felaket kapımız çalmıştır, çaldığında eşitleniriz.
Hızlı tren yaparız, raylarının yorgunluğunu göz önüne almayız. Var bir yol deriz, üzerinde teknoloji ürünü aracı geçiririz. Raylar çatlar ve kaza olur. Olur ama bu felaketten ders almayız, aynı ray üzerinden başka teknoloji ürünü lokomotifleri geçiririz, uzatırız, eski hatlardan yol güzergahını. Bizler felaketlerden ders almak yerine görünümüne ve havasına önem veririz. Yeter ki güzel gözüksün, ama felaket oldu mu, hiçbir zaman normal zamanlarda görüşmeyeceğimiz birinden sıcak bir el uzatmasını bekleriz.
Neden bizler felaketleri bekleriz, hiç tanımadığımız birine sarılmak için? Neden insanlar bir birine yabancı ve düşman? Neden bu kavgalar, yaptığımız kavgalardan kimler kasalarını dolduruyor, kimler koltuğunu sağlama alıyor? Felaketler insanları etkilediğinde, bütün sınıflar, mevkiler, katmanlar, birikimler yok oluyor, eşit oluyoruz. Neden normal zamana insanlar bir birlerine gülümsemezler ve koşar adımlar ile çevresine dikkat etmeden yürürler, hiç düşündünüz mü?
İsmail Cem Özkan

3 Mayıs 2011 Salı

Bir adam öldürüldü!

Bir adam öldürüldü!

Bir adam öldürüldü, binlerce insan meydanlarda bayram yaptı!
Ölüm, bayram sebebi mi?
Neden insanlar bayram yapar?
Her bayram bir ölüm sonucunda mı ortaya çıkar?
Meydanlar sevinç çığlıkları içinde. Kalabalık. Bir birine sarılan insanlar… Neden diye sormadan sarılan insanlar…
İç güdü mü, sevinç çığlıklarını attıran şey???
Arenada öldürülen bir boğanın kanları üzerine milyonlarca insan çığlık atıyor. Matador, büyük bir gurur ile pelerini arkaya atıp seyirciyi selamlıyor.
Seyirci mutlu, matador mutlu elinde kanlı kılıcı ile. Yerde yatan boğa artık aramızda değil, o bir kasabın ellerine teslim edilecek, etleri dağıtılacak... Kediler ve köpeklerde bu etten yararlanacaktır.
Öldürülen boğaların başları ne olur? Saklarlar mı? Kaç boğa öldürmüştür matador? Öldürmek için beslenen boğalar!
Bir insan öldürüldü.
Öldürülen insan, bir insan öldürdü, binlercesinin ölümünün kararını verdi.
Öldürülen adam, yer altı örgütündeydi, öldüren yer üstü imparatoru.
Aslında ölende öldürende katildi. İkisi bir birini besledi, ikisinden biri arenada öldü.
Matador boğayı besledi ve öldürdü.
Boğa olmazsa, matador olamazdı.
Matador, kendi varlığı için, bağayı doğumdan sonra alır, besler ve arenaya hazırlar, çünkü ona en son ölümcül darbeyi arenada kendisi için vuracaktır. Kendi beslediği boğayı bir şov uğruna öldürecektir. Gurur ile selamlamak için seyirciyi. Seyirci sadece seyircidir, ölümcül dövüşe sadece sesi ile katılacaktır. Kan ile sulanacak toprak, kanın tutulmasını yaşayacak milyonlarca insan. Kan tutu mu, eğlence en son halini alacak, çılgınlar gibi haykıracak. Oleeeee!
Dövüşte, yenende yenilende baştan belli olur. Boğa ölecek, matador öldürecek, eğer matador öldüremez ise, matadorun yardımcıları öldürecek. Boğa, her durumda ölecek…
Ölen öldüğü ile kalır, kimse ölene bakmaz, artık matadorun yapacağı şov önemlidir. Her dövüş sonunda, arenada matadorların çıktığı kapıda bir çok matadorun hayranı imza için bekler. Kimi kan ile imza atmasını ister, ama matadorun elinde artık kan yoktur, sevgilinse vereceği kırmızı bir karanfil. Akşam gideceği eğlence için kıyafetini değiştirmiştir. Şarap ve kadın ve de tango.
Her ölüm, biri için zaferdir… Her ölümden kazanılan bir şeyler vardır. Biri şarap, kadın ve tango, öteki sattığı kılıcın parasını, bir başkası arenanın çektiği seyirciden mest olmuştur. Seyirci her durumda kaybeder!
Ölümden çılgına dönenler, ölüm ile başka zaman tanışırlar, tarih ölüm ekenleri öldürdüğünü anlatan binlerce öykü ile doludur.
Bir adam öldürüldü, her ölüm yeni bir çatlak açar. Her çatlak var olan sistemi çürütür ve yok eder…
Suskuluk ve korku bir çığlık ile yok olur…
Her ölüm, sessizliği yaratır, sonra çığlığı…
Çığlık, bir çatlak oluşturur, öldürenin de sonunun yakınlaştığını anlatır…
İsmail Cem Özkan