9 Temmuz 2011 Cumartesi

Temiz olarak gördüklerimiz aslında kirlidir

Temiz olarak gördüklerimiz aslında kirlidir
Toplumsal olaylarda temiz kavramı biraz karışıktır, çünkü kimin temiz kimin kirli olduğunu tarih olaylar bittiğinde yazacaktır. Yaşadığımız çağ, faşist bir ideolojinin değişik boyutlarda yaşamın içine yansımasına şahitlik etmekteyiz. Toplumu kendi kafasında yarattığı “temiz” kavramına göre düzenlemek isteyenlerin yaratmış olduğu siyasi çatışmaların oluşturmuş olduğu bir süreci yaşamaktayız. Tarihin her döneminde birleri topluma biçim vermek için her türlü baskıyı meşru görmüş ve ‘ötekileştirdiklerini’ yok etmek için savaşmıştır. Onlar iktidarlarını kaybettiklerinde ötekiler hep var olmuştur ama topluma ayar vermek isteyenler tarihin kanlı sayfalarında yerlerini almıştır.
Devlet erki elinde bulunduranlar; devletten aldıkları her türlü silahı, olanağı kullanarak, toplumda çatışmaya uygun cepheler açarak, çatışma ve kıyım ortamında bir düzen vermeye ve toplumu temizlemeye kalmışlardır. Erki elinde bulunduranların güçlü olduğu dönemde; saf, ari olduğuna inanılan kesim; erke verdikleri siyasi destek ile kirlenmekte ve hiç beklemedikleri bir anda elleri kan ile yıkanmaktadır. Toplumun içinde başlayan kirliliği başka bir kirli el ile temizlemeye kalkanlar, toplumsal bir girdabın içinde, daha da kirlenmekte ve “at izi it izine” karışmaktadır. Asıl kirli olan ne kadar erk sahibi olsa da, erk çevresini ve dayandığı kesimi de bu suçuna alet ederken, kurbanını da kirletmektedir. Erk, yaşadığı dönem içinde zamanı kirlettiğine tarih önünde tanıklık etmişizdir. Tarih, bir anlamda kirli olanların ellerindeki kanın sayfalara düşmesidir. Tarih kirlidir, çünkü kan ile yazılmaktadır.
Erk sahibi, eğer bir kesime saldırıyor ve yok etmek için elindeki her olanağı kullanıyorsa ve bu elindeki güç demokrasi kandırmacısının penceresinden yapıyorsa, bu suçun tüm topluma yayıldığının kanıtıdır. Toplum erke verdiği destek ile kendi korkusunu yenmektedir ama korku bir kabusa dönüştüğünde, sonu olmayan bir çatışmanın ve toplu kıyımında sahnelendiği bir dönemi de anlatmaktadır. Her toplu kıyım bir korkunun dışa vurumudur. İktidarını ve gücü kaybetmemek için her türlü zoru kendisi için meşru görenler, zor ile yok olduklarına tarih tanıklık etmektedir. Çatışma, çatışmayı körükler. Kan, kan ile yıkandığında, kan gölü içinde tüm yaşam yok olur.
Nazi dönemi bu kirlilik kavramının çok sık telaffuz edildiği dönem olarak tarihe geçti ve ondan sonra gelen tüm diktatörler bol bol isim vermeden Hitler’in düşüncesinden kopya çektiler. Toplumu düzenlemek, temizlemek için sürekli birilerini işkence ile öldürdüler ve öteki olarak gördüklerini toplumun dışında görülmeyen “Gettho”larda yaşamaya zorladılar…
İktidarın gölgesinde yaşayan ve toplumun geleceği için kafalarındaki temizlik kavramına uygun olarak tarihin piyonları arasında şah oynamaya kalkanlar; rakip olduklarını düşündükleri ve iktidarlarını ellerinden alabilecek olan tüm potansiyel kesimleri kontrol altında, izin veridekileri kadar hareket edebilmelerine olanak tanıyan “demokrasi” kavramını geliştirirler. Bu demokrasi kavramı içinde her şey seçim ile olur ve yasalar ile düzenlenir. Yasalar topluma rağmen, toplum için ve birileri adına yapılır. Ve yasalar düzenlendikten sonra toplum geniş kesimi tarafında kabul görür. Değiştirmek için ancak gücü elinde bulunduranların çıkarına aykırı bir şey olursa değiştirilir. Geri kalmış ülkelerde genelde değişim; dış güçlerin denetimi ve kontrolü altında olur, iç dinamikler her değişimin kendi güçleri ile olduğu yanılsaması içinde olayı algılar.
Erk sahipleri kendilerini her ne kadar temiz olarak görseler de, erk sahibi olmanın bir kirliliğini yaşarlar ve iktidarlarını kaybetmemek için gün geçtikçe kirlenirler. Topluma düzen vermek isteyenler; toplumu daha temiz yapmak adına kan ve gözyaşı dökerler. Kendilerinin doğru ve yaptıklarının her şey yaslara uygun ve meşru olduğunu düşünürler. Evrensel olarak kazanılmış haklar onların iktidar oldukları topraklarda bir söz olmaktan başka bir anlam ifade etmez. Toplumun geleceği için asimilasyon en masum bir silah olarak ellerinin altında bulunur ve uygularlar. Toplum içinde kirli olduklarının gördüklerin kesimin hiçbir hukuki hakları yoktur, onlar zor ve korku ile temizlenmeleri ya da toplum dışında izole bir ortamda yaşamaları istenir.
Temiz olarak gördüklerimiz aslında kirlidir.
İsmail Cem Özkan

3 Temmuz 2011 Pazar

Bizler sana aitiz!

Bizler sana aitiz!

“Bizler sana aitiz, senin yoldaşlarınız, bayrağımız yol gösteriyor, yürüyoruz geleceğe…”
Bu sözler size uzaktan gelen bir ses olduğunu söylesem herhalde inanmazsınız, çünkü günlük yaşamda tam bire bir söylenmese de yukarıdaki söz tanıdık gelecektir. Yukarıda aldığım söz 1936 yılında Alman propaganda filminden alındığını söylesem acaba ne düşünürdünüz?
Günümüzde siyasi partiler liderleri kendi adaylarını seçiyor, o adayları seçmene tercih olarak seçim kağıtlarına yazdırıyor ve seçmenin seçtiği kişiler meclisin koltuklarında seçmeni temsil edildiği kabul edilerek oturmaktadır. O koltuklarda oturan kişi kendisini kime ait olduğunu hissetmektedir?
Seçilenlerin hareketlerini / duygularını anlamak için; meclis içi oylamalarda aldıkları tavırları incelemek ile mümkündür… Meclis içindeki seçimlerde /oylamalarda parti başkanın tercihi doğru kabul edilir ve üyeler onun doğruları yönünde ellerini ya kaldırır ya da kaldırmaz. Bu tavrın iktidar partisi ya da muhalif partide olması fark etmediğine şahitlik edebilirsiniz, meclis tutanaklarına bakarak. Mecliste bir çok vekilin olmuş olması çok seslilik anlamına gelmediğini son yıllarda yaşanan meclis tutanaklarına bakarak algılayabiliriz.
Günümüzde yaşanan cepheleşmeler, kavgalar, işgallerin izdüşümlerini geçmişte bulabilir miyiz, ya da soruyu başka türlü soralım; geçmişin izdüşümlerini bugün mü yaşamaktayız?
Bizler sana aitiz!
Bizler sana ait olup olmadığımı bilmiyorum ama birilerinin valisi, polisi, kaymakamı, bakanı ve de milletvekili olduğunu biliyorum… Bir lider söze başlarken ya da bir şeyden bahsederken “benim bakanım”, “benim polisim”, “benim valim”, “benim vekilim” demektedir ve onlarda onun düşüncesine uygun karar almakta ve uygulamakta ve onun beklentilerine cevap verdiğini düşünmekteyim. Onun valisi, bir anmayı rahatlıkla ve bir gerekçe olmadan yasaklayabilmektedir, bir farazi durum için bile gaz bombalarının etkileri bir caddeye, kasabaya ve şehrin üzerine çökebilmektedir. O “benim” diye söze başlayan her hangi bir olumsuz gelişme karşısında “benim bilgim dışında olmuştur” ya da hiç ses çıkarmadan geçiştirmektedir. Kendisine yapılan her eleştiriyi, iktidarını devirmek için bir adım olduğunu düşünen biri konumda, her türlü yasal düzenleme yapmaktan ve istediği gibi toplumu biçimlendirmek için yasalar ya da kararnameleri onaylatmaktan geri durmamaktadır.
Tek adamın hakimiyeti dünyayı bir krizden kurtardı, fakat milyonlarca cana mal oldu ve yeni yaşanacak krizlerin tohumu attı… Bugün yaşadığımız ekonomik krizden çıkış olarak üçüncü dünya savaşı hevesi olanlar ve bu savaşta küçükte olsa rol oynamak isteyenlerin hayal dünyalarında “bir koyup üç almak” düşüncesi yatmasına rağmen, yaşacağımız günler içinde bu “itaat” kavramın bizi hangi maceralara sürükleyeceğini göreceğiz.
Hitler Almanya’sında Hitler’in propaganda bakanı Goelbels gündem değiştirmekte uzmandı, o uzmanlığı bugün onun yolunda giden ve teknoloji verileri ile donatılmış iyi eğitim almışlar yürütmektedir. Gündemin sıkıştırdığı zaman diliminde, bir başka bir gündemin sıkışıklığı yok ettiği ve insanları balık hafızalı konuma getiren uygulamalara şahitlik etmekteyiz.
Son yıllarda ülkemiz içinde bir çok kriz yaşandı, bu krizin boyutu elbette sadece kendi ülkemiz içinde değil, çevre ülkelerde ve global dünyadan gelen baskıların sonucu da olmaktadır. Bu kadar yoğun gündem içinde, yönetilenler hala bir lidere “bizler sana aitiz!” diyebilmektedir. Bu söz direkt söylenmese de sessizce ifade edilmekte ve kimliksizleşen seçmen, rakamdan öte bir anlam ifade edemez konuma gelmiştir.
Liderlerin hayalleri bugün gündemi, yaşantımızı değiştirmektedir. Liderlere demokratik ve yasal meşrutiyet içinde hala “aitlik” ifadeleri etmekteyiz.
Ait olma duygusu acaba bizi nereye ve hangi maceralar içine sürükleyecek?
İsmail Cem Özkan

İtaat etmek ve muhbirlik

İtaat etmek ve muhbirlik

Hitler, 1933 yılında iktidara geldiğince, Yahudi inanca sahip olan ve Alman devleti içinde üniversitede öğretim üyesi olarak çalışanlar pek önemsememişti. İktidar için verilen balolarda diğer Almalar ile birlikte Hitler iktidarını kutlamışlardır. Bu kutlamalara katılan Yahudi inancındaki Almanlar çevrelerine politika ile birer bir uğraşmadıklarını, apoltik olduklarını özellikle belirtmelerine rağmen, baloya katılanlar tarafından göz ucu ile iteklenmeden geri durmamışlardı.
Bu Alman gibi Almanlar o kadar görevlerine sadıklarmış ki, çevrelerinde gelişen olaylara kayıtsız, kendileri ile aynı inancı taşıyanlar hakkında yapılan söylemlere karşı kulaklarını kapatmışlar, Almanlar gibi yaşamaya özen göstermişler. Onlar Almanların özel günlerinde “National” düşünce içinde kendilerini ayrım yapmadan katışmışlar. Balolarda boy gösterenler, 1933 yılında “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemine gülüp geçmişler, “böyle gelmiş böyle gider” demişler ve kendi yaşam kalitelerinden taviz vermeden çocuklarının geleceği için en iyi okulla çocuklarını göndermek için her türlü özveriyi ve ilişkiye girmeden çekinmemişlerdir.
Çevresine kayıtsız kalan ve kendilerinin değişiminin dünyayı değiştireceğine inanan bu Yahudi aileleri çevrelerindeki gelişmeleri kaygı ile izlemekte ve geçmişte yapılan Yahudi ayrımcılığına dair yüz kızartıcı hiçbir olayı bir arada dahi olsalar konuşmamaya özen gösteriyorlardı. Onlar Alman devletine sadık, itaatkar birer iyi Alman vatandaşlarıydı. Alman devletine bağlılıklarına karşı kimsenin kuşkusu yoktu, çünkü onlar bir Almana göre daha çok Almandılar. Evlerinde İbranice tek kelime etmiyorlardı, her konuşmalarında “hoch” Almanca kelimeleri kullanmaya özen gösteriyorlardı. Onlar birer Almandı ve kendilerini örnek gösterilmesi gereken Alman ailesi olarak görüyorlardı.
1933 yılında Hitler iktidara geldiğince Yahudi dükkanlarını boykot çağrısı yapmıştı, bu siyasi bir partinin isteğiydi. Almanlara sesleniyordu duvara yapıştırılan afişlerde, ‘Yahudi dükkanlarını boykot edin, Alman dükkanlarından alış veriş yapın!’ bu örnek Alman ailesi de Yahudi dükkanından alış veriş yapmıyordu uzun süredir. O yüzden bu boykotu dahi görmezden gelmişlerdi, çünkü kendileri değişmişti ve dünyanın da ‘sevgi yönünde’ dönüştüğüne inanıyorlardı. Yaşadıkları izole yaşam onları fakir, küçük esnaf olan Yahudilerin yaşamını görmelerini engelliyordu, görmek içinde bir adım dahi atmıyorlardı. 1929 büyük ekonomi kriz hala devletlerin üzerinde kara bir bulut gibi bulunuyor, ekonomide paranın yönü sürekli değişiyordu. Yeni zenginler oluşuyordu, büyük çoğunluk rahatsızdı. Gerçi o dönemde “genç subaylar” ve “genç siviller” rahatsızlıklarını dillendiriyorlardı. Dillendirdikleri içinde cezaevleri hep doluydu…
Örnek Alman gibi Alman olan bu bireylerin çalıştıkları yerlere Yahudi inancından olanlar gelip “şalom” diye selamladıklarında onlar “Guten Tag!” diyerek vurgulu bir kelime kullanıyorlardı. Yahudi oldukları herkes tarafından bilinmesine rağmen kendilerini Yahudi görmüyorlardı. Alman toplumunun örnek alması gereken aileydiler. Onlar bir Almandan daha fazla Almandı…
Hitler iktidarının ilerleyen yıllarında itaat kavramını kendisi üzerinde yoğunlaştırmıştı. Nürnberg’te yapılan büyük parti toplantısında kesin itaat; tek lider, tek dil, tek inanç ve tek millet üzerine yasallaştırmıştı. Artık kanunda hükmü vardı. Bir Yahudi ile evlenmek, ilişkiye girmek ve selamlamak dahi kanun hükmünde yasaklanmıştı. Yasal zemini oturtulan bir ilişki içinde Alman gibi olan Almanlarında çevrelerinin boşalması anlamına geliyordu. Tek yaşama alanları kalmıştı, sevdikleri ülkenin topraklarının dışında. O güne kadar biriktirdiklerini yaşadıkları yerde bırakarak hiç görüşmedikleri Yahudiler ile aynı konumda yurt dışına gitmek zorunda kalmışlardı. Çünkü Almanya dışına çıkan her vatandaş, gelecek seninde vergisini vermek kaydı ile yurt dışına çıkmalarına izin verilmişti. (Alman devleti ekonomik krizi bahane ederek, ülke birikimini yurt dışına çıkmasına izin vermiyordu.) Henüz toplama kampları insan dumanı çıkarmıyordu… Onlar kendi değişimlerinin dünyayı değiştireceğine inanmışlardı, değişmişlerdi, dünyada değişmişti ama bekledikleri yönde olmamıştı. Sürgündüler, hem de gönüllü olarak… Birikimlerini Almanya topraklarına bırakarak kaçmışlardı. Küçümsedikleri Yahudi cemaatlerinin kapsını çalıyorlardı, Yahudi inancı öğretmedikleri çocukları ile birlikte. Almandan daha çok Alman olanlar Alman olmadıklarını ve ari olmadıklarını yaşayarak öğrenmişlerdi.
İtaat kavramı muhbirliği beraberinde getirmişti. İtaatkar olanlar muhbir olurlar aynı zamanda. Yahudi inancından olan bu Almanları şikayet eden en yakın dostları olmuştu. Almandan daha çok Alman olan bu Yahudi inancındakiler artık örnek aile değildi, toplum için birer pislik ve kirli olarak gözüküyorlardı. Kirli olanlara temizleme görevini Hitler asimilasyonda değil, hazırlatmış olduğu toplama kamplarında yapacaktı. Toplama kamplarında Yahudiler dışında, körler, vücutlarından bir uzuv eksik olanlar, cinsel tercihi “normal” olmayanlar ve komünist düşünceye sahip olanlardı ve hepsi Hitler için kirliydi ve toplumun geleceği için yok edilmeleri gerekliydi. Yok edildiler, hem de insanlığın o güne kadar görmüş olduğu en vahşi toplama kamplarında bilimsel, hukuk kurallarına uygun şekilde yapıldı.
İsmail Cem Özkan