23 Şubat 2012 Perşembe

Kahinler gerçekleri önceden görebilir mi?

Kahinler gerçekleri önceden görebilir mi?
Kehanet tarihteki karşılılıklarını bulur ve baba ve oğul bir savaşta karşılıklı savaşırlar ve oğul babasını öldürür. Oidipus babasını öldürdüğünü bilemez ve kehanetin ikinci bilinmeyeini bilinir olur ve öz annesi ile evlenir. Efsaneye göre, Oidipus'un öz annesiyle evlendiğini öğrenince kendi gözlerini kör etmesi üstüne, Antigone, babasına sürgüne gönderildiği Atina'ya kadar yol gösterdi. Babası ölünce Thebai'ye dönüp, kızkardeşiyle birlikte, erkek kardeşi Eteokles ve Polyneikes'in kavgasını sona erdirmeye çalıştı. İki kardeşi de ölünce, kral olan dayıları Kreon'un Polyneikesin cesedinin gömülmesine izin vermedi. Thebai’ye ihanet ettiği gerekçesiyle yasaklanması üstüne, Antigone, dayısının yasağına karşın, kardeşinin cesedini gizlice gömdü ve bunun üzerine Kreon onu cezalandırarak mezara kapattı. Çünkü canlı canlı ölmesini istiyordu. Fakat aynı zamanda Kreon'un oğlu Antigone'la nişanlıydı ve eğer Antigone'a bir zarar verilirse kendisini de öldüreceğini öne sürerek şantaj yaptı. Fakat Antigone bu acıya daha fazla katlanamadı ve intihar etti. Nişanlısı yani Kreon'un oğlu da Antigone canlı canlı gömüldüğü mağarada cansız beden ile karşılaşır ve babasının oraya gelmesi ile birlikte, babasının eline bıçağı vererek, bıçağı kendi vücuduna batırarak intihar eder, ölümüne babasının elini kana bular. Kreon yalnızdır ve kişiye özel çıkardığı yasayı oğlu ölmeden önce kaldırmış olmasına rağmen, oğlu kendi ellerinde can vermiştir, kehanet yine hayat bulmuş ve gerçekleşmiştir. Ve aynı zamanda da oğlunun intihar ettiğini öğrenen Kreon'un eşi de intihar eder.
Kısaca konusu yukarıdaki gibidir. Müzikler ve multimedya efektleri ile yeniden yorumlanan oyun geçmişte geçerken, günümüzde de izdüşümlerini kıyafetler ile bulur. Video gösterimi, halka mikrofon ile hitap edilmesi, ceket ve kravatlar ile günümüzün iktidar sahiplerine gönderme yapılır. Konunun özünü oluşturan kişiye yönelik yasa çıkarılır mı, çıkarılırsa eğer ne gibi sonuçları olur üzerine bir akıl yürütmesinin destan içinde işlenmesine şahitlik ederiz.
Oyunun broşüründe “İktidarı ele geçirmek adına savaşa tutuşup birbirlerini öldüren iki kardeşten birinin gömülmesine devlet otoritesinin izin vermemesi nasıl bir toplumsal travmaya yol açar?”
Ali Sürmeli (Yönetmen Yardımcısı) şu soruları sorar; “Güçlüler, iktidar sahipleri ne adına ve niçin yasa koyarlar? Bu yasalar toplumun genel çıkarları için midir yoksa sadece güç ve para sahiplerinin işine gelen yasalar mıdır?” ve oyun içinde yanıt arar.
Oyunu uyarlayan ve yöneten Kenan Işık; “Ve bütün olup bitene rağmen Shakespeare’in dediği gibi
“Dilini bağlayıp, susuyorsa sanat” hala…”
Yaşadıklarımız karşısında sessizce bir çığlık atmakta ama bu çığlık bizim ülkemizde olmuyormuşçasına uzaklara bakıp, uzaklardaki yaşananlar karşısında çığlık atmış gibi geldi bana…
Oyun silah sesleri ile başlar. Oyunun ilk anda itibaren zaman kavramının geçmiş ile günümüze doğru hareketi ile karşılaşırız. Olay geçmişte geçmiştir, fakat konu hala güncelliğini korumaktadır. Silah destanın yaşandığı zamanda yoktur, bugün silah vardır ama ne Kreon vardır ne de Antigone. Kehanet geçmişte verilmiştir ama zaman içinde kahnet sürekli kendisini tekrar eder gibidir. Özneler değişir, zaman değişir ama kehanet hala gerçekleşmeye devam eder. Gücünü tacından alanlar, kendi erkini güçlendirmek için en yakını koruyan, yok eden yasalar çıkarmaya devam ettiği sürece de kehanet gerçeklemeye devam edecektir. Oyunu sahneye koyarken sanırım Kenan Işık kehanetin başlangıcın ülkemizde gerçekleşeceğini bilemezdi. MİT yasası olarak kabul edilen kişilere özel yasa hızlı bir şekilde geçmiş, güç Kreon gücü kendisini göstermiştir. Kişilere özeli kişileri koruyan yasalar bugün yaşadığımız zaman diliminde de var, Hrant katillerini gerçek anlamda ortaya çıkaramayan mahkeme kararı sonucuna karşı soruşturmada bu gerçek ile yüzleşmemiz henüz çok erkendir. Hrant katillerini gölgeden çıkarmak isteyenler ve gölgede bırakmak isteyenlerin mücadelesinde koruyucu yasaların var olduğu ve erk sahibi tarafından bu gücün kullanıldığına medya önünde şahitlik etmekteyiz. Kahinler binlerce yıl önce söyledikleri bugün dahi gerçek olmasını nasıl açıklayabiliriz?
İsmail Cem Özkan
Antigone
Yazan: Sophokles
Çeviren: Sabahattin Ali
Uyarlayan ve Yöneten: Kenan Işık
DEKOR - GİYSİ TASARIMI
ELENA İVANOVA
IŞIK TASARIMI
ÖNDER ARIK
MÜZİK
AYLA ÇELİK
ARANJÖR-TONMAİSTER
ÇAĞRI KODAMANOĞLU
YÖNETMEN YARDIMCISI
ALİ SÜRMELİ
ASİSTANLAR
TUĞÇE ŞARTEKİN KARASU
EYLEM SERVER ÜNÜVAR
SAHNE AMİRİ
SAVAŞ AYKILIÇ
KONDÜVİT
MERVE AKGÜL-EMRE AKGÜL
SUFLÖZ
GÜZİDE ARSLAN
OYUNCULAR
ALİ SÜRMELİ
ATTİLA OLGAÇ
GÖZDE OKUR
SELİN TEKMAN
SUNA SELEN
MURAT SARI
BARIŞ BAĞCI
KEREM GÖKÇER
TUĞÇE ŞARTEKİN KARASU
FATMA İNAN
TARKAN KOÇ
EYLEM SERVER ÜNÜVAR
GÖKHAN YILMAZ
GÖKHAN MERT YILMAZ
KOROTARKAN KOÇ
HİLAL KUVVET
BORA GODR

21 Şubat 2012 Salı

İyi insan, kötü insanı döver!

İyi insan, kötü insanı döver!
İlköğretim müdürü, "Gen haritası çıkarılsın. Vatana millete zararlı olan çocuklar daha yürümeden imha edilsin" diyor. Bu görüşünü en azından yüzünü saklamadan söylemiş, aslına bakarsanız bütün öğretmenler, istisna görmüyorum; bütün çocukları vatana, millete zararlı olmasın diye biçimlendirdi ve biçimlendirmeye devam ediyor... Ha onları öldürmüşsünüz, ha onların hayallerini çalmışsınız, fark eden ne var? Benim gözümde; bir öğretmen ile bir asker, bir cami hocası arasında fark yok... Hepsi, doğal bireyi yok eden, onun özgünlüğünü, kişiliği ortadan kaldıran bir devlet mekanizmasının görevlileridir. Birisi açıkça niyetini beyan etmiş, biri gizli gizli o niyete hizmet etmiş... Bu durum elbette tek ülke için geçerli değildir, hoca yerine papaz, haham da diyebilirsiniz...
Faşizm, devlet var olduğu sürece ne yazık ki varlığını koruyacak ve insanlar üzerine hakim olmak isteyenlerin bir aracı olma işlevini; birilerine hizmetçi ya da görevli olarak yaptıracaktır. Rejimler fark etmez, her rejim altında ve devlet mekanizması olduğu sürece bu tehlike hep var olacaktır...
Gen haritası çıkarılsın demek ile kafatasının ölçüsü çıkarılsın demek arasında pek fark yoktur. Sonuçta insanları kategorize etmek ve o kategoriye göre ‘iyi insan’, ‘kötü insan’ kavramını ortaya çıkarmak demektir.
İyi insan yaşayacaktır, kötü insan ise ölecektir. O halde bana göre ‘iyi insan’, ona göre ‘iyi insan’ çatışacak ve her iki tarafın iyi insanları bir birini öldürecek ve savaşı kazanan tarafın ‘iyi insanları’ öteki ‘iyi insanları kötü insanlar’ olarak tanıtacak ve tarihi öyle yazacaktır.
Tarih, hep ‘iyi insanların’ eseri olmuştur, kahramanlıklar ve destanlar hep iyi insanların yaratmış olduğu öykülerdir.
İyi insanlar hep yaşamıştır ve hep kötüler ölmüştür.
Dinler tarihi de o şekilde kurgulanmıştır.
İyi biri vardır o tanrıdır ve o ne yaparsa doğru yapar, eleştirilmez, sorgulanmaz, onun varlığından dahi şüphe duyulmaz, duyan olursa kötüdür ve yok edilmelidir. Ve yok edilmiştir.
Düşünsenize orta çağda Avrupa’da kaç insan şeytan ve cadı diye ateşlere atıldı? Bizim ülkemizde farklı ibadet ediyorlar ve farklı oldukları için anne karnında dahi çocuk öldürüldü.
Maraş, Sivas, Çorum hep bu ‘iyi insan’ bakış açısının eseri olmadı mı?
‘İyi insanlar’ yaşadıkları yerin hep ‘homojen’ olmasını istemiştir, önce farklı dilde konuşanları, farklı düşünenleri yok ettiler, sonra bir uzvu eksik diye sakatları, bakıma muhtaç diye yaşlıları, farklı cinsel tercihi var diye birilerini fuar salonlarına doldurup öldürdüler. (Sadece Naziler aklınıza gelemsin, örneği o kadar çok ki hangisi anlatılacak?)
İyi bir toplum yaratılması için eğitimi, dili, öğretimi tek tipleştiren ülkeler, bunun için ‘iyi öğretmen’ yetiştirmek için yatılı okullar kuranlar, halktan topladıkları paralar ile halkı yeniden biçimlendirenler hep insanlık tarihi içinde oldu.
Spartalılar hiçbir zaman tarım ile uğraşmadılar, erkek çocukların eli silah tuttuğu gün aileden alınıp asker yapıldı, tarım yapan şehir devletleri gidip soydular, orada yaşanları öldürdüler, babası belli olmayan binlerce çocuk yaptılar. Bugün o Spartalıları kim anıyor?
Troya savaşına katılmak için denizleri aşan, yıllarca Troya şehrinin kapsından bekleyenler, zaferi kandıklarında en büyük acıyı yine kendileri yaşadılar. Yaşadıkları şehirlere giden o Troya fatihlerini ilk öldürenler yine birlikte yastığa baş koydukları eşleri olmuştur.
Ölüm çare olmamıştır, ve tarih sahnesinde öldürmeden ‘biçimlendirmeyi’ bulmuştur insanlık ve eğitimin tek tipleştirilmesi ile birlikte bütün çocukların hayallerini çaldılar, onları yaşayan ölüler yaptılar. Onlar (çocuklar) istenildiği gibi davranış gösterilmediğinde bir hastalık uydurulup uyuşturuldular.
Bugün çocuklarımıza uyuşturucu devlet hekimleri tarafından veriliyor, devlet ilaç parasını ödemeye devam ediyor. Hiperaktif diye çocuklarımıza yeni bir meslek kategorisi içinde yasal uyuşturucu ve zararlı maddeler verilmeye devam ediliyor.
Okullarda, kışlalarda, camilerde bir nizam vardır ve o nizama uymak ve gerekliliklerini yerine getirmek ‘iyi insan’ olmak için yeterlidir. Yerine getirmeyenler hep ‘kötüdür’. O yüzden farkı düşünenler hep kötü olarak gösterilmiş ve saldırılmış, mahkeme önüne çıkarılmıştır.
Galileo (Galile) : "Eppur si muove" (Ama dünya yine de dönüyor) demiştir kötü olarak gösterilen mahkeme sonunda.
Kötülerin varlığı, gerçeklerin hala varlığını koruduğunu gösterir. Kötüler olmasaydı, insanlık ne soykırımları duyardı, ne de Troya savaşını ve sonucunu.
Benim iyi insanım, benim doğrum, benim ırkım, benim genim vatana ve millete yararlıdır, benim gibi olmayanlar yok edilsin anlayışı hala kendisine yandaş topluyorsa, orada devlet var demektir. Devletin olduğu yerde bu anlayış her rejim altında varlığını sürdürecektir.
İsmail Cem Özkan

Doğum Günü Partisi



Doğum Günü Partisi

1957 yılında yazmış Harold Pinet. O günden bugüne kadar ülkemizde profesyonel tiyatrolar tarafından bu oyun sahnelenmemiş, çünkü ülkemizde bu oyun sansürlenmiş. Neden mi sansürlenmiş, onu sansürü uygulayanlar ve karar alanlar bilir, çünkü oyunu seyrettiğimde sansürlenecek ne var diye düşünmeden edemedim. Belki de yazarın siyasi tercihleri yüzünden sansürlendi, çünkü yazar solcuysa yazdığı eserde solu ve solculara mesaj ileten bir çalışmadır diyerek hepten yok sayılmış olabilir. Çünkü yazar, faşist rejimlere karşı ve insan hakları konusunda duyarlı, savaş karşıtı bir aktivist! Askere gitmeyi ret etmiş bir yazardır ve ölene kadar bu tavrından taviz vermemiştir. Hani derler ya, gençliğinde komünist, yaşlılığında liberal ya da muhafazakar kapitalist görüşü savun ve yaşa, o bu sözü doğrulamamış. Gençliğinde ne düşünüyorsa öldüğünde de o düşüncesini korumuş.
Doğum Günü Partisi adlı tiyatro eserini Mehmet Fuat çevirmiş, Yıldıray Şahinler ise Ali Taygun’un başlayıp da ömrü yetmediği için sahneleyemediği oyunu sahneleme şansını yakalıyor ve Ali Taygun anısına tiyatro eserine hayat vermiş.
Cem Devran, Julide Kural, Yıldıray Şahinler, Mert Tarık, Özge Borak ve Bahtiyar Engin’in rol aldığı oyun, İstanbul şehir Tiyatrolarının 2011 repertuarında yerini almış ve halen sahnelenmektedir. Kısaca oyundan bahsetmek gerekirse; bir pansiyon ve içinde yaşanan bir gün. Pansiyon şehir merkezinde değil, kenar mahallede ama sadece kataloglarda ismi geçen, işlevini pek görmeyen bir yerdir. Biz seyirciler pansiyonun salonuna aşağıdan yukarıya doğru bakıyoruz, çünkü sahne tasarımını yapan Barış Dinçel yönetmen ile birlikte öyle olmasının daha doğru olacağını tasarlamış. Aşağıdan yukarıya doğru bakılınca elbette sahnede perspektif de ona göre düzenlenmiş. Bu perspektife uymayan birkaç küçük unsur yer almış. Pansiyonun giriş holünde küçük bir mutfak, odalara çıkan bir merdiven vardır. Sade bir pansiyon, şehrin dış mahallesindedir. Müşterisi pek olmayan ama artık müşteri konumundan çıkmış bir misafirleri vardır. Bir yıldan fazla kalmaktadır. Pansiyon sahipleri deniz kenarında şezlong bekçisi ve karısından oluşmaktadır. Boyles ailesi tek müşterilerini artık öyle içselleştirişlerdir ki, kendi çocukları gibi davranmaktadır. Bir gün iki kişi pansiyona geleceğini akşamdan söylerler ve ertesi gün geleceklerdir. Bu iki kişinin pansiyona gelişi doğal seyrini devam eden günlerinde sonudur. Çünkü bu iki gizemli insanın oraya gelişi pansiyonda kalan tek müşteri konumunda olan Stanley’i rahatsız etmiştir. Gizemli bir kuşku seyirciye ulaşır. Onlar neden pansiyona gelmektedir ve amaçları nedir. Ertesi gün akşamdan geleceklerini söyleyen Goldberg ve McCann gelir. Gizemleri pansiyona adım attıklarından itibaren daha da bir gizem alır. Onlar bir görevleri vardır ve o görevlerini yerine getirmek zorundalar ve daha öncede bir çok göreve çıktıklarını anlıyoruz. Görevli gelmişlerdi ama ne için oradaydılar belli değildi ve kim adına çalışıyorlardı. Stanley kendisi için geldiğini fark etmişti ama kaçacak ne zamanı vardı ne de ortamı. Eski bir piyanist olan Stanley hayatı başarısızlıklar ile örülmüş ve sanki pansiyona sığınmıştı. Kaçtığı yerde yakalanan biri gibi teki göstermişti. Pansiyonun sahibi ve işletmecisi Bayan Meg Boyles bir doğum günü partisi yapmayı ve Stanley’i mutlu etmek istemektedir. İyi niyetini gelenlere hemen açar ve onlar ile birlikte küçük bir kutlama planları yapar. Parti, pansiyon ve Stanley’in sessizliği oyunun ana temasını oluşturur. Parti bitmiştir, pansiyona bir gün önce gelenler ile birlikte Stanley’inde ayrılma zamandır. Stanley sabah konuşması anlaşılmaz haldedir. Goldberg ve McCann kolları arasında araca bindirilerek pansiyondan ve pansiyonun bulunduğu şehirden uzaklaşırlar.
Oyunda gizem ve karanlık noktalar hakimdir, sessizlik ile bir şeyler anlatılır ve o anlatıma nereden durduğunuza göre anlam kazanacak bir sonuç hakimdir.
Doğum Günü Partisi mizahi unsurların sessizlik içinde mimiklerin öne çıktığı ve sözler ile desteklenen bir karamizah oyundur. Ciddiyet komiktir ve oyun ciddi bir travmanın yaşandığı ana şahitlik etmekteyiz. Stanley korktuğu başına gelmiştir ve onu kavramıştır. Adına düzenlenen partide bile sessizdir ve salonun dışında kendi dünyasını yaşamaktadır. O güne kadar örmüş olduğu duvar iki adamın gelmesi ile yıkılmıştır. Yıkıntı devam ederken, bizler, o yıkıntının bireyler üzerine farklı şekilde yansımasına şahitlik etmekteyiz. Bir kişi acı çekerken, dışarıdan gelenler bundan zevk aldığı, pansiyonda yaşayanlar ise eğlencenin kendilerine yansıdığı şekilde ve anlamadan yaşamaktadır. Acı, sadist duygular, travma, kırılma ve belki fakirliğin yaratmış olduğu dostluk dayanışma ve kendi gibi görme duygusu, eğlence… anlık bir yakınlaşma ve yakınlaşmanın cinsel dürtüsü. Dışarıdan bakan için saçma, içeride yaşayan için doğal olduğu bir durum.
Bütün bu duyguları yaşamak isterseniz, bu partiye seyirci olarak katılın derim.
İsmail Cem Özkan
Doğum Günü Partisi
Yazar: Harold Pinter
Çeviren: Memet Fuat
Sahne Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Tomris Kuzu
Müzik: Selimcan Yalçın ve Barış Manisa
Işık Tasarımı: Murat Selçuk
Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Yönetmen: Yıldıray Şahinler
Oyuncular:
Cem Davran, Jülide Kural, Yıldıray Şahinler, Mert Tanık, Özge Borak, Bahtiyar Engin

19 Şubat 2012 Pazar

Kirli savaşa ve politikalara ortak olmayacağız.

Kirli savaşa ve politikalara ortak olmayacağız.
Suriye’ye yapılması olası olan planlarda; acaba cephe gerisi olan bölgeler için ne gibi önlemler düşünülüyor? Ülkemiz için savaş gerisinde yaşananlar, tarihimizin karanlık sayfalar içinde ve bugün dahi korunan ve açıklanmayan gerçeklerin izi durmaktadır. O günlerde uygulanan ve o gün için acil ve kaçınılmaz diye öne sürülen tüm koşulların benzer durumu; bugünde varlığını hissettirmektedir. O günlerde ülkemizden ayrılmak isteyen ve bağımsızlık amaçlı bir girişim olmuş, o girişim savaşın cephe gerisinde olduğu içinde acil önlemler alınmış ve uygulanmış. Bu konuda Türkiye adına konuşan polimacılarımız ve tarihçilerimiz bu şekilde formüle etmekteler. Bu planın varlığını kimse ret etmiyor ama sonuçları hakkında değişik görüşler ve iddialar var ama o iddiaların sağlamasını yapabileceğimiz bilgi eksikliğimiz devletin gözetimi altında yer alan arşivler içinde varlığını koruduğu inancı vardır. Değişik ülkelerin parlamentolarında bu konu hakkında görüşme açıldığında değişik kanallarda ama tek elde üretilen bir senaryo gösterilmekte ve hepimizin o senaryoya inanmamız istenmektedir. Tehcir ve sonrası yaşanan politikaların uygulanış süreçleri ve yaşananlar karanlıkta yaşamaya devam ediyor ve yurtdışından gelen her haberde geçmiş bir kere daha öne çıkıyor ve kısa sürede unutulamaya bırakılıyor.
Suriye ile yaşanabilecek herhangi bir savaş durumunda, cephe gerisi olarak kabul edilen yerlerde otuz yıldan fazladır adı konmamış ama düşük yoğunluklu savaş devam ediyor. Bu düşük yoğunluklu savaşın göstergesi olarak operasyonlar yapılmaya devam ediyor. Yaşanan ve devam eden bir durum varlığını korurken, Suriye ile açılacak bir cephe ve gerisinde neler yaşanabilir konusunda acaba devletin bir senaryosu var mı?
Suriye Ortadoğu’nun kilit ülkesidir ve Büyük Ortadoğu Politikasının en önemli kırılma noktası olarak durmaktadır. Çünkü Suriye, İsrail ile savaş hali devam eden tek ülke konumdadır. Suriye’nin kuzey sınırından bir cephe açmak demek, Amerikan fast food yiyeceği tanıma uygun hale gelmek demektir. Hamburger çabuk yenilen ve tüketilendir. O halde “çabuk tüket ve hemen yeni cephe aç!” Politikasına uygun senaryolar çoktan yazılmıştır, çünkü Suriye sonrası hamburger olacak ülke başka komşumuz olma olasılığı yüksektir. Sırası henüz net değildir.
Suriye için toplantıdan toplantıya, ülkeden ülkeye gidenlerin elbette çantaları içinde Talat, Enver, Cemal Paşaların çantalarında olan planlara benzer bir takım kağıt ya da dijital veriler olması gereklidir. Devlet olmak demek; bir sürekliliği sürekli korumak anlamına gelir.
Tehcir kanunu için ülkenin savaş halinde olması gereklidir. Bugünkü meclis yapısı içinde bu kanunun çıkmaması için bir neden yoktur. Eğer böyle bir kanun ortaya gelirse; otuz yıldır uygulanan düşük yoğunluklu savaş halinin de ortadan kalkması anlamına gelir. Açık savaş koşulları içinde özel yasalar ile yeni karanlık noktaların yaratılması için koşulların var olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.
Suriye ile ilgili politikalar ve projeler için uzun zamandır bir ortam hazırlanmaktadır. Arap Baharı olarak kabul edilen iktidar değişimlerinin yeni liderleri ve onları oraya getiren liderlerin değişimlere benzer değişimin Suriye içinde de olmasını istemektedir. Bu amaç için düşman gibi gözüken, Afganistan’da karşılıklı savaşanlar bile Suriye konusunda ortak hareket etmekteler. Suriye’de son zamanlarda patlayan bombaların gölgesi bu yeni dostluğu gölgelememektedir.
Suriye’deki iktidar değişimin elbette bizde de karşılığını bulacaktır, bu karşılığın ne olduğunu hep merak etmekteyim, çünkü Libya’da, Tunus’da ve Mısır’da değişimlerin sonucunda Türkiye ne gibi kazanç elde etmiştir? Devlet politikalarında dostluklar çıkarlar üzerine kurulu olduğuna göre, bu değişimlerin bizim ülkemiz için bir çıkarı olması gereklidir. Bu değişimler sonucunda ne kazandık, geçmişe göre neler kaybettiğimiz konusunda bir araştırma var mıdır?
Büyük Ortadoğu Projesi ya da politikasında Türkiye’nin nasıl bir çıkarı vardır, hangi konularda bu çıkar göz önüne alınmıştır? Stratejik ortak olduğumuz konular hakkında kaç kişinin bilgisi vardır? Bize verilen bir görevlerin ne kadarını başarılı bir şekilde gerçekleştirdik ve karşılığında neler kazandık?
Irak konusunda büyük hevesler ile işgal güçlerine katılmaya çalışılırken, bir “iş kazası” sonucu bu hevesimiz gerçekleşmedi ama ihalelerde ülkemizin firmaları yerlerini almıştı, karşılığında Kerkük konusunda istemlerimiz ve beklentilerimizi yüksek sesle söyleme sürecini kapattık. Bir çuval politikası sonucu; istemlerimiz kafamız ile birlikte çuvalın içine bırakıldı ve şimdi önümüze özne değiştirilerek Suriye içinde yer alan Hama, Humus, Lazkiye… şehirlerinde yaşayan Türkmenler bir anda anımsanır oldu. O konuda ne gibi gelişmeler olacak bugünden söylemek zor ama olası bir cephe durumunda; savaşın acımasız yüzünü orada yaşayanlar, bizde yaşanabilecekler gibi olabileceğini söyleyebiliriz. Her ülkenin cephe gerisinde değişik haklar yaşamaktadır ve birileri için yandaş, birileri için düşman olarak gözükebilir.
Suriye’de yaşananların artık dönüşü yoktur, değişim dışarıdan dikte edilerek birilerin çıkarlarına uygun biçim alacaktır. Birilerin çıkarlarına uydurulurken insanlık ve o bölgede yaşayan halkların yaşayacağı acılar, düşmanlıklar, çatışmalar ve çarpışmalar tarih sayfalarında yerini almayı beklemektedir.
Savaş çözüm değil, düşmanlığı besler. Halkların birbirine düşman olması ulus devlet için belki gerekliydi, sermaye birikimi için, fakat bugün halkların bir birine düşman olması o ülkenin sermayesine bir şey kazandırmaz, sermeye birikimine sebep olmaz, olsa olsa uluslar üstü firmaların krizlerinden kurtulmak için küçük bir fırsat olarak önemi olur. Dünyamızda sermaye sahiplerinin uzun süredir yaşamış olduğu krizden çıkış yolu olarak savaşlar öngörülmektedir. Bu savaşlar küçük ölçekli olarak uzun süredir yaşanmaktadır. Bu savaşların alanı genişletilerek, cephelerin kapıları açılırken, savaş içinde olan haklar ve uluslar hiçbir şey kazanamayacaktır. Bu savaşın tek galibi olacaktır…
Ulus devletler için önemli olan sermaye birikimi süreci bitmiştir, otuz yılın üzerinde uygulanan global liberal ekonomi; birikmiş sermayenin uluslar üstü firmalara peşkeş çekme sürecini özelleştirme adı altında yaşamaktayız ve bize benzer ülkelerde de yaşanmaya devam edilmektedir. Bizlere tek tip politika dikte edilerek, çözümsüz bir dünya önümüze konmuş ve bize buna uygun davranmamız istenmiştir. Bugün bütün ülkelerin şehirleri bir birine benzer firmaların boy gösterdiği camekanlar olma özelliğini kazanmıştır ve tüketin denmiştir.
Global ekonomin belirlediği politikalara dur demek ve farklı yaşamın mümkün olduğunu göstermek bizim ellerimizdedir. O yüzden savaşa hayır demek ve bizler sizlerin askeri olmayacağız demek önemlidir.
Kirli savaşa ve politikalara ortak olmayacağız. Yeni çıkarılmayı bekleyen yasalara ve savaş halinde yaşamaya hayır…
İsmail Cem Özkan