27 Temmuz 2012 Cuma

Cinayetler birbiri ile akrabadır.


Cinayetler birbiri ile akrabadır.

Cinayetleri incelerseniz eğer bir biri ilişki içinde olduğunu görürsünüz, tetik çekenler değişik olabilir ama içeriği, yöntemi, ortamın hazırlanışı ile bütün cinayetler birbiri ile bir anlamda akrabadır.
12 Eylül öncesi ve sonrası işlenen siyasi cinayetlerin akrabalığı daha fazladır. Hükümetler, aktörler değişmiş olmasına rağmen bütün cinayetlerde ortak bir eli görmek için falcı olmaya gerek yoktur, sadece dikkatlice bakın akrabalık ilişkisini bulursunuz. Çünkü yaşadığımız günler çıkarlar üzerine kuruludur, bu cinayetlerden kimler karlı çıkmıştır, onu düşünün yeterlidir.
Abdi İpekçi öldürüldüğünde iktidarda olanlar, tetiği çekenler ile bugün Turan Dursun cinayeti arasında organik bir akrabalık ilişkisi ilk anda göremezsiniz, fakat biraz dikkatlice bakarsanız görebilirsiniz, çünkü her iki cinayetin gerçek tetikçileri muğlak olarak gözükse de gerçek anlamda onları ölüme itekleyen görünmeyen el ve ölümlerden çıkarı olanlar hala sis perdesinin arkasında kendilerini gizlerken, sonuç itibarı ile bu cinayetlerden kimlerin ve hangi siyasi sonuçlar elde edildiği ortadadır ve sonuçlara bakarak bu cinayetler arasındaki akrabalığı ve cinayetin oluşması için ortam hazırlayanların niyetlerini parmak izi olarak tarihin sayfalarında bulabiliriz.
Bedreddin Cömet ile Uğur Mumcu cinayetlerinde de aynı ortak noktayı yakalayabilirsiniz. Biri 12 Eylül öncesi, öteki 12 Eylül sonrası işlenmiş cinayetler olmasına rağmen ortak bir parmak izi cinayetlerin dosyalarında durmaktadır.
Kemal Türkler ile Bahriye Üçok cinayetleri bir biri ile hiç alakası yokmuş gibi durur, fakat siyasi sonuçları itibarı ile bakarsak bu cinayetlerden kimler yararlandı, kimler acı çekti diye kendi kendimize sorarsak eğer, bir akrabalık yakalayabilirsiniz.
Ülkemiz kurulduğu günden beri seri siyasi cinayetler yapıla gelmiştir, bir çoğunun tetikçisi dahi ortada yoktur, cinayetler delil yetersizliğinden, zaman aşımından dosyaları kapanmış, bazılarının ise tetikçisi yakalanmış olsa da cinayete teşvik edenler hiçbir zaman perdenin arkasından gün yüzüne çıkarılamamıştır.
Bu cinayetlerin siyasi sonucu genelde sağ iktidarların daha güçlenmesi ile sonuçlanmıştır. Birileri ülkenin kaderini sağ iktidarlar ile çizmeyi kendisine ilke edinmiş ve sürekli olarak sağı beslemektedir.
Cinayetler elbette sadece ulusal sınırlar içinde bir biri ile akraba değildir, global dünyamızda cinayetlerde sınır tanımadan bir biri ilişki içindedir ve akrabalık bağları artmıştır.
Arap baharının önemli ülkesi Mısır’da Amerika yanlısı iktidar, hızla yaratılan bir ortam ile demir kafeste yargılanır hale getirilmesi ile, bizde orgenerallerin mahkeme önünde yargılanması arasında bir akrabalık ilişkisi vardır.  Büyük biraderimiz gerek gördüğünde, işine gelmeyeni, kendine sadık adamları bile öğütmekten çekinmemektedir, yerine gelenler ile büyük projelerinin bir parçası yapabilirken, ülkelerin yaşam kaliteleri, tercihleri, tüketici alışkanlıkları da büyük biraderin istekleri yönünde kontrollü ama hızlı bir şekilde değişime uğramaktadır ve bu son değişimler arasında da bir akrabalık ilişkisi söz konusudur.
Bu akrabalık ilişkilerine uzaktan baktığınızda bir anlam verilirken, yakında baktığınızda çıkmaz sokakta olduğunuzu hissedebilirsiniz. Ve bütün cinayetlerin, sadık adamların öğütülmesi mantıklı bir sonucunu yakalayamazsınız. Çünkü bizler her daim görünenler üzerinden olayları yorumlamaya alıştırıldık ve görünenler her zaman görüldüğü gibi değildir. Cinayet romanlarında, filmlerinde bu genelde vurgulanmasına rağmen, yaşamda o kadar akılcı ve ilişkileri izleyemeden fikir sahibi oluveriyoruz. Gündem değişiklikleri içinde aptallaştırılıyoruz. Cinayet işleyen; kutsal bir amaç için cinayet işlediği düşünürken, ölenler genelde suçlu ve tarih içinde kaybettikleri için cinayeti teşvik eden olarak görülür. Katiller kahraman ilan edilirken, değişim ile ölenler vatan haini unvanı dahi alabilirler.
12 Eylül öncesi siyasi ortam, öncelikler, yaşam kalitesi, yaşama bakış çok farklıydı, ne oldu da 30 yılda bir birine bu kadar zıt konuma geldik? Bu soruya yanıt verirken o dönemde işlenen cinayetler, yasal düzenlemeler, tüketim alışkanlıklarımıza bakın ve büyük birader olan ülkelerdeki değişime ve o ülkelerdeki tüketim alışkanlıklarını inceleyin. Bir akrabalık ilişkisi ile karşı karşıya kalabilirsiniz… Bizim değişimimizden kimler yararlı çıktı, kimler bizim siyasi cinayetlerimiz ile yakın ilişki içinde olduğunu araştırın, şu anda düşündüğünüzden ve tepkilerinizden farklı bir konumda olabilirsiniz…
İsmail Cem Özkan

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Omuzlara alınan hayat!


Omuzlara alınan hayat!
Birileri omuz üzerinde taşınırken gördüğümde, o omuzlarda taşınanın bir katil olduğunu ya da ölüm emri verdiğini düşünürüm. Neden böyle düşünürüm bilemem, ama bende bu görüntü hep bir şeyler çağrıştırır.
Son günlerde cinayetten girmiş, katil oldukları tescil edilmiş, hüküm giymiş, cezasını çekerken serbest bırakılanları yakınları omuzlara alıp, neşe çığlıkları atarken izlerken bu çağrışım bende yeniden ve eski düşüncem ile yüzleşmem gerçekleşti. Katiller, cezaevine girdiğinde kader kurbanı olurlar, o kader kurbanları için aflar düşünülür ve fırsatı bulunduğu an yasalar eşliğinde cezaevlerinden serbest kalırlar. Eğer yasalar ile olmuyorsa, koşullar uygunsa kaçırılır. Daha sonra bu katilleri bir çevre içinde kahraman olarak görürüz, yurtdışında Türkiye rejim düşmanlarına ölüm saçtıklarına dair destanlar yaratılır ve katil olur kahraman. O kahraman için yapılmayacak hiçbir şey yoktur; onların rahatlığı için her türlü ortam hazırlanır, pasaportlar ve yeni kimlikler düzenlenir. Her şey vatan içindir, gerisi teferruattır.
Katillerin elbette bir sevenleri vardır, onlar için gözyaşı döken, hasret ile bekleyen de olacaktır. Yeni bir yaşam için cezanın bitmesi beklenir, hasret ve uzun ayrılık suçu ortadan kaldırır, çünkü zaman bazı şeylerin unutulmasını sağlar, fakat katil; eğer yaptığından pişman olmuyorsa, onu pişman yapacak ortam yaratılmamıştır demektir, çünkü katil, katil olduğunu düşünmez, o kendisine göre kutsal bir amca hizmet etmiştir. Doğal olarak yakınları da öyle düşünür ve çıkar çıkmaz omuzlara alır ve düğün havasında kınalar yakılır, kutsal sözler söylenir, kurbanlar kesilir.
Yaşadığımız toprakların tarihinde ise, her zaman ölenler suçludur, çünkü suçlu olmasalardı katiller olmazdı. Ölenler, katillere bir şekilde “gel beni öldür” demiştir,  bu savunmalarda ve mahkeme kararlarında yerini alır. Ceza indirimine gider ve katil hak ettiğinin altına bir ceza ile bir şekilde ödüllendirilir.
Katiller siyasi simsarları tarafından de ödüllendirilir, onlara partilerinde, partilerine yakın vakıflarda, şirketlerde yönetici görevler verilir, onlara verilemiyorsa eğer, yakınlarına ayrıcalık yapılarak ödüllendirme işlevi, yeni katillerin yaratılması için ortam hazırlanır. Doğal olarak bu ortamda katiller ya da katlim emrini verenler omuzlara alınır ve festival havasında araba konvoyları eşliğinde, kornolara çalarak, arabaların penceresinden sarkarak, ellerinde flama, bayrak gibi şeyleri sallayarak karşılamalar olur.
Ne zaman omuzlara alınmış birisini görsem, aklıma hep bir şeyler gelir… Hayat omuzlara alınmıştır, hayat ölmüştür.
İsmail Cem Özkan

22 Temmuz 2012 Pazar

Aleviliğin adı kaldı…


Aleviliğin adı kaldı…
Son dönemlerde bir iki yazı gördüm, Aleviler kimliğini arıyor diye. Yazılara baktım, gerçeğe baktım aradaki fark çok büyük, çünkü Aleviler kimliğini aramıyor, kimliğini kurmasallaşarak kaybediyor. Daha doğrusu Aleviler yok oluyor, içindeki hoş görü, devlete güvensizlik, mazlumdan yana olma durumu Alevilerde yok oluyor. O kadar büyük yok oluş ki, bugün Alevileri temsil eden kurumların içinde MHP kökenli, sosyal demokrat görünümlü insanlar bile yönetici konumda olduğunu görebilirsiniz. Süleyman Demirel tavsiyeler ile kurulan Alevi birlikleri bile var.
Cumhuriyet öncesi Alevi dergahı olan Hacıbektaş dergahını Nakşibendi tarikatından atanmışlar tarafından yönetildiğini unutmadan not edelim…Osmanlının bakış açısı bugünde varlığını devam ettirmektedir, çünkü Alevilik ancak benim yönetimim ve denetimim içinde yaşayabilir anlayışı içinde yeniden biçim verilmeye çalışılıyor.
Şimdi sağcı Alevi olmaz mı diyebilirsiniz, evet Alevi inancını gerçek anlamda benimsemiş insanın sağ ideolojilere mehil etmemesi gereklidir, çünkü ezilenin, mazlum konumunda olanın sağcı olması yani statükoyu savunan, değişime karşı olanın olması mantık dışıdır, fakat yaşam mantığı alt üst eder ve kendi kuralları içinde sağ ve faşist yapılar içinde olmaması gerekenler sağ örgütlerde olur.
12 Eylül öncesi, Çorum, Maraş, Sivas katliamları yaşanırken, taraf olan ve tetiği çeken konumunda olan (o dönemde ve bugün) MHP içinde Alevilerin var olması nasıl açıklanabilir? MHP yönetiminde, sempatizan düzeyinde yer alan azınlıkta olsa Alevi olması o günün koşulları içinde açıklanamazdı, hatta sorgulanmadı bile. Hem Kürt hem de Alevi olan kasabaların çocukları MHP içinde varlıklarını korudular her türlü dışlanmaya ve nefret ortamına rağmen. Bugün de aynı zeminde olan ama kendisine karşı her türlü nefretin beslendiği, körüklendiği AKP içinde de Alevi ve Kürtlerin olması nasıl şaşırtıcı gelmiyorsa.
Irkçısına, düşmanına biat edenler, kendi inanç düşüncesinde olanları da kendilerine benzetmek için her türlü görüntüye girmekten çekinmiyorlar. Demokrasi, özgürlük anlayışını bireyselleştiren ve kendi kişisel çıkarını öne alarak hareket edenler birey ya da cemaat olarak mantık içinde olmaması gereken yerlerde kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar.
Bu durum 12 Eylül öncesi azınlık içinde göze çarpmazken, bugün AKP içinde Alevi açılımı adı altında Alevi Çalıştayına katılan her birey ve grup, cemaat 12 Eylül öncesi MHP içinde yer alanlar ile aynı konumdalar. Çünkü çalıştaydan gerçek anlamda sonuç çıkmayacağını bile bile katılarak, AKP politikası içinde Alevi politikasının belirlenmesi için manevi destek verenler, etik olarak sorgulandı mı?
12 Eylül öncesi döneminde Maraş, Çorum Sivas olayları olmaktaydı ve MHP içinde ve sağcı yapılar içinde yer alan Aleviler sessizce olayı izlediler, bulundukları örgüt veya cemaat içinde karşı geliyormuş gibi yapanlara mevki verilerek sesleri büyük olasılıkla kesildi.
Bugün de düzen partileri içinde yer alanlara karşı aynı şekilde davranıldığını görmekteyiz. Devlet ihalelerinden kimler ne kadar faydalanıyor?
Alevilere hakaret edenlerin yeniden toplum önüne çıkması için özür dileme seremonisinde kimler nasıl bir rol oynadı? O seremonilerde neler yaşandı, maddi süreç nasıl yol izledi? Bu konuda kimler ne biliyor?
Aleviler kimliklerini aramıyor, cumhuriyet rejimi içinde kimliklerini kaybetmeye devam ediyor, en büyük kayıp şehirleşen Aleviliğin örgütlenmesi ile ortaya çıkmıştır..
Hiçbir toplumsal gücü olmayanların, bir bakmışsınız sanki Alevilerin tek temsilcisiymiş gibi bütün sokak eğlencesinde ya da düğünde, sahne sanatında kullanıldığına şahitlik edersiniz. Alevilerin her bölgesinde, kasabasında, köyünde farklı ritüelleri hoşgörü içinde yaşattığı bütün gelenekler kurumlaşma ve homojenlik adı altında yok edilmektedir. Yeniden biçimlenen Alevilik; gelenek ve görenekler ile alakası olmayan yeni ritüellere büründüğüne şahitlik edersiniz.
Alevilik kimliğini ve yaşam alanını kaybetmektedir. Asimilasyon politikası, Diyanet İşleri Başkanlığı çatısı altında koltuk alma mücadelesi ile Alevilik yok edilmektedir. Yok olan sadece Aleviliğin geleneğidir, adı siyaset meydanında yaşamaya devam edecektir, çünkü o adı birer çıkar aracı görenler, milletvekilliği için baskı aracı görenler Aleviliğin ismini yaşatacaktır, geleneği, göreneği, yok edecektir.
Aleviliğin geleneğini, göreneğini yaşattığını söyleyenlere bir bakın, “Eline, Diline, Beline Sahip Ol!” emrine ne kadar sadıklardır? Mazlumun yanında ne kadar yer aldığına bakın…
İsmail Cem Özkan