2 Ağustos 2012 Perşembe

Dereler yok olmuş, yatakları artık boş.


Dereler yok olmuş, yatakları artık boş.

Hep kıskanmışımdır isim söyleyince onun hakkında bir şeyler anlatmak, şarkıcının ismini söyle hemen şarkısını söylemek. Şehir isimleri, insan isimleri, doğada yaşanan her hangi bir şeyin ismi. Ben de isim tutma yeteneğim yok, dil öğrenirken de bu zorluğu çok çektim, isimler bende çağrışım yapmaz, benim hafızam fotoğraf hafızasıdır, bir şeyi göreyim fotoğraflarım, o fotoğraf sürekli beynimin bir yerinde durur, o fotoğrafı çağrıştıran bir şey olduğunda gözümün önüne o fotoğraf gelir.
Çok yer gördüm çok yer gezdim, binlerce insan ile tanıştım, milyonlarca insanın yarattığı eserler ile göz göze geldim. İnsan doğayı biçimlendirirken, doğada insanı biçimlendiriyor. Ta ki bugünlerde yaşadıklarım doğanın insanı biçimlendirdiği kavramına inancım azalana kadar. İnsan kendi yarattığı doğanın kurbanı oldu, insanın yarattığı doğa insanı biçimlendiriyor, aptallaştırıyor.
Bugünlerde bir çok dere, ırmak gördüm. Yataklarında sürüklenmiş binlerce, milyonlarca taş görüm. Dere yataklarında bir zamanlar derelerin gerçek hakimi suların taşıdığı taşlar yeri yerinde duruyordu. Sular buhar olmuş, taşlar için zaman durmuş gibidir. ne taş hareket ediyor, ne de yatak. Dere yataklarını yeşillikler istila ediyor, kayaların taşların arasından yeşil fidelerini uzatmışlar.
Derlerin kuruması eskiden doğal bir olayın sonucunda olduğunu düşünürdük, fakat insanın daha çok para kazanma hırsı, daha fazla enerjiyi toprağa atmak için derelerin yataklarına hidroelektrik santraller yapılmasını öngörmüş, doğayı kendisinin kölesi olarak gören insan tarafından.  Derelerin fotoğrafını fotoğraf makinem ile çekemedim, içimden ölü bir yatağın fotoğrafını çekmek gelmedi. Kayaların, taşların zamanını ve hareketini yok eden insanın bu son eserinin fotoğrafını çekemedim. O derelerin kenarında, içinde yaşayan canlıların yok olmasını ve sessizliğinin fotoğrafını çekemdim. Kısaca elim fotoğraf makinesine gitmedi ama beynimin bir kenarına o fotoğraf işlendi.
“Cenazem ben hariç herkes orada” dediğini duyar gibiyim…
Doğa bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama kaç kişi bunu duyuyor dersiniz?
İsmail Cem Özkan

31 Temmuz 2012 Salı

Boyları benzer ama sonuçları benzemez umarım!


Boyları benzer ama sonuçları benzemez umarım!
Osmanlı son süreci ile bugün yaşananlar arasında bir paralellik var mıdır? Paralellik yok gibi gözükse de çağrışım yapan bir çok şey ile karşı karşıyayız.
Osmanlı yıkım sürecinde en önemli rolü oynayan bir damattır. Damat ufak boyludur ve kaprislidir. Kaprisi o kadar büyüktür ki, kendisine gelen her eleştiriyi küfür olarak algılamakta ve kendi ağzına bakmadan karşısındakini küfürbaz olarak ilan etmektedir.
Osmanlı son döneminde o zamanki dil ile istibdat vardır. Onlar aslında özgürlük için o dönemin dili ile hürriyet için istibdada karşı mücadele vermiş, ordunun, devletin başını sembolik düzeye indirmiş, yerine bir konsey (parti) geçmiştir. Parti merkezi, yürütmesi bir anda iktidar ile kucaklaşmış ve iktidarı kaybetme korkusu yüzünden, iktidar koltuğuna oturur oturmaz müthiş bir mücadele vermiş, mücadelesi sonucunda hapishaneler gereğinden fazla dolmuş, karanlık sokaklarda ölüm kol gezmiş.
İktidarın gücünü ve getirmiş olduğu ayrıcalıkları yaşayan sarayın damadı; yaklaşmakta olan savaşın kokusunu kendisine göre almış ve safını belirlemiştir. Gerçi bu saf kendi arzusu yönünde değil, İngiltere ve Fransa’nın istekleri yönünde Almanya kucağına oturmuştur, çünkü İngiltere ve Fransa kendi yanlarına alırsa o muhteşem petrol yataklarının üzerine oturması daha uzun sürecektir. O dönemde henüz yeni tip emperyalizm yoktur, asker ile gir, yağmala, kukla devlet kur ve kaynaklar ülkeye aksın şeklindeydi. Ufak tefek boylu damat savaş bakanlığı diye bir bakanlık icat edip, genelkurmay başkanını da Alman atadıktan sonra küçülen devleti büyütme aşkı içinde savaşa doğru yelkenini doldurmuştur.
Savaş ve sonrasını hep birlikte yaşadık, özgürlük diye yola çıkanlar büyük bir sürgün (tehcir = zorunlu göç = soykırım) kavramlarını gelecek kuşağa aktararak tarihin sayfaları arasında yok oldu. Bir de kazanılmamış zaferlerin bayramları, unutturulan toplu cinayetlerin izdüşümleri bugün dahi bu ülkenin toprakları içinde kor halinde bulunmaktadır.
Günümüzde de bir damat vardır, damat olduğu işletme sayesinde bir üniversite yönetim kurulu başkanlığına bir de dışişleri bakanlığı koltuğuna sahiptir. Elbette sadece damat olduğu için gelmedi bugünkü koltuğuna, kendisini yetiştirmiş, idealleri olan biridir. İnatçıdır, inadı nerede nasıl adım atacağını ona söyler, o da ona göre adımını atar, sonucunu düşünmez, çünkü o idealleri için sonucuna katlanacağı işlere imzasını atar.
Padişahın damadı gibi karikatürleri çizilir, boyu ufak olarak ama padişah damadı gibi ön sırada değildir, çünkü onun önünde bir de baş bakanı vardır. Başbakanın gölgesi altında ama kendi idealleri içinde ikna ettiği sürece gölgenin en önünde bulunmaya özen göstermektedir.  Sıfır problem diyerek geldiği koltuğa, sıfır komşu bıraktı, her komşu ile ya savaş konumunda ya da savaş çığırtkanlığı gibi sohbet halindeyiz. Komşularımızın arkasındaki devletler ile daha samimi fotoğraflar çekilmekte, fakat bu hamburger misali yapılan ilişkilerde önce hamburger ekmeği yenilebileceği hiç akıllarına gelmemektedir. Hamburger belki çizburger olabilir!
Ülke içinde huzursuzluk, çatışma gün geçmiyor ki değişik şehirlerinde ve birbirinden bağımsız ama içeriği aynı şekilde olmaya devam ediyor. İktidar kendisi için cepheler yaratarak daha fazla iktidarda kalma yollarını aramaktadır, çünkü cepheleşen toplumda mantık, akıl rafa kaldırılır ve duygular ile karar verilir. Duygular ile karar verildiğinde ise sonuçları gelecek kuşağa aktarılan bir kara leke olarak tarih sayfalarında yerini alır.
Bu iktidar döneminde kara lekeler tarih sayfasında yerlerini aldı. Katillerin teker teker affedilmesi şeklinde yasal düzenlemeler yapılmış, Uludere’de yaşanan katliam ve sonrası Kürtlerin gösteri yapma hakları yasa dışı ilan edilmiştir ve bütün bu yaşananlar ülkede yürürlükte olan yasalara uygundur.
Suriye’de yaşananlar ve sonrası alınan kararlar tarihin bir dönemi ile paralellik kurmadım ama çağrışım yaptığını düşünüyorum. Umarım tarih çağrışım yaptığımız döneme benzer sonuçları bize yaşatmasın.
Savaşa karşı barış sesini yükseltelim. Duygularımız ile değil, akıl ile karar verelim. Duyguları ile hareket edenler, boynunda asılı olan muskaya güvenerek kendisini güvende hissedenlerin aldığı kararlara ortak olmayalım.
Muskanın gücü ile savaş diyenlere kulağımızı kapatalım, çünkü muskalar ile hayatını düzetmeye çalışanlar, oradan aldığı güç ile en güçlü benim diyenler bilmelidir ki, muskayı yazanlar bu dünyada en büyük ve güçlü değildir, eğer muska gücü ile bir yere gelen olsaydı, önce muska yazanlar bu ülkenin en üst noktasına gelirdi. Üstelik İslam dini muska takanları ve muskaya inanları İslam dinin dışına itekler, kısaca Müslüman değildir. Allahın gücüne ve isteklerine eşit koşmak anlamına gelir. İslam dini içinde bununda karşılığı şirk koşmaktır.
Barış hemen şimdi! diyerek sözümüzü tamamlayalım, tüm komşularımız ile gerçek anlamda sıfır problem ile yaşamak umuduyla…
İsmail Cem Özkan