Boyları benzer ama sonuçları benzemez umarım!
Osmanlı son süreci ile bugün yaşananlar arasında bir paralellik
var mıdır? Paralellik yok gibi gözükse de çağrışım yapan bir çok şey ile karşı
karşıyayız.
Osmanlı yıkım sürecinde en önemli rolü oynayan bir damattır.
Damat ufak boyludur ve kaprislidir. Kaprisi o kadar büyüktür ki, kendisine
gelen her eleştiriyi küfür olarak algılamakta ve kendi ağzına bakmadan
karşısındakini küfürbaz olarak ilan etmektedir.
Osmanlı son döneminde o zamanki dil ile istibdat vardır. Onlar
aslında özgürlük için o dönemin dili ile hürriyet için istibdada karşı mücadele
vermiş, ordunun, devletin başını sembolik düzeye indirmiş, yerine bir konsey (parti)
geçmiştir. Parti merkezi, yürütmesi bir anda iktidar ile kucaklaşmış ve
iktidarı kaybetme korkusu yüzünden, iktidar koltuğuna oturur oturmaz müthiş bir
mücadele vermiş, mücadelesi sonucunda hapishaneler gereğinden fazla dolmuş,
karanlık sokaklarda ölüm kol gezmiş.
İktidarın gücünü ve getirmiş olduğu ayrıcalıkları yaşayan
sarayın damadı; yaklaşmakta olan savaşın kokusunu kendisine göre almış ve
safını belirlemiştir. Gerçi bu saf kendi arzusu yönünde değil, İngiltere ve Fransa’nın
istekleri yönünde Almanya kucağına oturmuştur, çünkü İngiltere ve Fransa kendi
yanlarına alırsa o muhteşem petrol yataklarının üzerine oturması daha uzun
sürecektir. O dönemde henüz yeni tip emperyalizm yoktur, asker ile gir,
yağmala, kukla devlet kur ve kaynaklar ülkeye aksın şeklindeydi. Ufak tefek
boylu damat savaş bakanlığı diye bir bakanlık icat edip, genelkurmay başkanını
da Alman atadıktan sonra küçülen devleti büyütme aşkı içinde savaşa doğru
yelkenini doldurmuştur.
Savaş ve sonrasını hep birlikte yaşadık, özgürlük diye yola
çıkanlar büyük bir sürgün (tehcir = zorunlu göç = soykırım) kavramlarını
gelecek kuşağa aktararak tarihin sayfaları arasında yok oldu. Bir de kazanılmamış
zaferlerin bayramları, unutturulan toplu cinayetlerin izdüşümleri bugün dahi bu
ülkenin toprakları içinde kor halinde bulunmaktadır.
Günümüzde de bir damat vardır, damat olduğu işletme
sayesinde bir üniversite yönetim kurulu başkanlığına bir de dışişleri bakanlığı
koltuğuna sahiptir. Elbette sadece damat olduğu için gelmedi bugünkü koltuğuna,
kendisini yetiştirmiş, idealleri olan biridir. İnatçıdır, inadı nerede nasıl
adım atacağını ona söyler, o da ona göre adımını atar, sonucunu düşünmez, çünkü
o idealleri için sonucuna katlanacağı işlere imzasını atar.
Padişahın damadı gibi karikatürleri çizilir, boyu ufak
olarak ama padişah damadı gibi ön sırada değildir, çünkü onun önünde bir de baş
bakanı vardır. Başbakanın gölgesi altında ama kendi idealleri içinde ikna
ettiği sürece gölgenin en önünde bulunmaya özen göstermektedir. Sıfır problem diyerek geldiği koltuğa, sıfır
komşu bıraktı, her komşu ile ya savaş konumunda ya da savaş çığırtkanlığı gibi sohbet
halindeyiz. Komşularımızın arkasındaki devletler ile daha samimi fotoğraflar
çekilmekte, fakat bu hamburger misali yapılan ilişkilerde önce hamburger ekmeği
yenilebileceği hiç akıllarına gelmemektedir. Hamburger belki çizburger
olabilir!
Ülke içinde huzursuzluk, çatışma gün geçmiyor ki değişik
şehirlerinde ve birbirinden bağımsız ama içeriği aynı şekilde olmaya devam
ediyor. İktidar kendisi için cepheler yaratarak daha fazla iktidarda kalma yollarını
aramaktadır, çünkü cepheleşen toplumda mantık, akıl rafa kaldırılır ve duygular
ile karar verilir. Duygular ile karar verildiğinde ise sonuçları gelecek kuşağa
aktarılan bir kara leke olarak tarih sayfalarında yerini alır.
Bu iktidar döneminde kara lekeler tarih sayfasında yerlerini
aldı. Katillerin teker teker affedilmesi şeklinde yasal düzenlemeler yapılmış, Uludere’de
yaşanan katliam ve sonrası Kürtlerin gösteri yapma hakları yasa dışı ilan
edilmiştir ve bütün bu yaşananlar ülkede yürürlükte olan yasalara uygundur.
Suriye’de yaşananlar ve sonrası alınan kararlar tarihin bir
dönemi ile paralellik kurmadım ama çağrışım yaptığını düşünüyorum. Umarım tarih
çağrışım yaptığımız döneme benzer sonuçları bize yaşatmasın.
Savaşa karşı barış sesini yükseltelim. Duygularımız ile
değil, akıl ile karar verelim. Duyguları ile hareket edenler, boynunda asılı
olan muskaya güvenerek kendisini güvende hissedenlerin aldığı kararlara ortak
olmayalım.
Muskanın gücü ile savaş diyenlere kulağımızı kapatalım,
çünkü muskalar ile hayatını düzetmeye çalışanlar, oradan aldığı güç ile en
güçlü benim diyenler bilmelidir ki, muskayı yazanlar bu dünyada en büyük ve
güçlü değildir, eğer muska gücü ile bir yere gelen olsaydı, önce muska yazanlar
bu ülkenin en üst noktasına gelirdi. Üstelik İslam dini muska takanları ve
muskaya inanları İslam dinin dışına itekler, kısaca Müslüman değildir. Allahın gücüne
ve isteklerine eşit koşmak anlamına gelir. İslam dini içinde bununda karşılığı şirk
koşmaktır.
Barış hemen şimdi! diyerek sözümüzü tamamlayalım, tüm
komşularımız ile gerçek anlamda sıfır problem ile yaşamak umuduyla…
İsmail Cem Özkan