Özerklik
kağıt üzerinde bir leke mi?
Devlet tiyatroları
yeni dönemine merhaba derken, oyunlarının isimleri ve içerikleri de belli
olmaya başladı. Geçen günlerde eleştiri oklarını öne çekenlerin yerini başka
oyunların alması kadar doğal bir şey olamaz, çünkü para bende ve ben belirlerim
anlayışının ürünü olarak bürokratlarına yeni bir içerik oluşturulmuştur.
Tiyatro elit
bir tabakanın değil, halkın seyredeceği yerdir derken, halk kavramının aslında
kendi parti üyeleri ve çevresinden oluştuğunu gizli özne olarak saklamaktalar. Halkın
isteği kavramı siyasi terminolojide parti üyeleri ve çevresinden oluşmaktadır. Kim
halk adına bir şey yaptığını söylüyorsa o kendi çevresinden bahsediyor demektir
ve çoğunluk her zaman iktidarda olanlardır!
Tiyatrolar yeni
dönemine merhaba derken Nazım Hikmet eserlerinin yerini Necip Fazıl alması
tesadüfi değildir… İki sembol ismin bir kesim tarafından tepki ile karşılanması
veya övülmesi doğal bir durumdur. Tiyatro oyunlarının seçimi ve sahnelenmesinde
yazım boyutu öne çıkmaktadır. Tekstlerin içeriğinden daha çok sembol isimler
üzerinden olmaktadır. Sembol isimlerin içerikleri ve ne yazdıkları önemini
ancak para verenin amacına uygun olup olmadığında öne çıkar, öncelik var olan
bir sembol ismin bir tarafa kabul ettirilmesidir.
Oyuncu bu
seçimlerin dışındadır, görev verilirse oyunda oynar, çünkü oyuncu devlet ve
şehir tiyatrolarında profesyonel çalışandır ve işini yapması beklenir. Eğer yapmıyorsa
özel tiyatro işletmecileri tarafından eleştiri okuna hedef olurlar. Onlar denir
görevlerini yapmayan, halkın parasını car cur eden, koltuktan kalkıp sahneye
adım atamayanlar denir. Bir çok gerekçeler ile oklar atılır. Oyuncunun verilen
görevi yerine en iyi şekilde getirmesi önemlidir, siyasi görüşü, duruşu önemli
değildir, sonuçta para karşılığında oynayanadır.
Hayır, ben
profesyonel bir oyuncuyum ama amatör ruhum bu oyunu oynamayı ret ediyor deme
hakkına sahiptir ve sonuçlarını göze alarak ret etme hakkını kullanabilir. Bunu
yapabilecek oyuncu bireysel olarak var olabilir, fakat onu savunacak ve
direnişini sonuna kadar götürebilecek örgütsel yapı var mı? Kağıt üzerinde
dernek, sendika gibi demokratik kitle örgütleri vardır. Bugüne kadar bu
örgütlerin buna benzer bir olay karşısında tavırları olay olmadığı için henüz
belli değildir.
Yukarıdaki görüşler
altında tiyatronun yazım boyutu öne çıktı ve Necip Fazıl eserleri oynamıyorum
diyen hadi bir oyuncu çıksın... Bizim söz hakkımız var diyenler şimdi bu
durumda direnme hakkını kullanabilecek mi? Yok biz profesyonel insanlarız,
elimizdeki tekste ne yazarsa oynarız mı denilecek?
Direniş ve
özerklik çizgisi nerede başlıyor ve bitiyor, kimler ile ittifak içinde olacaksınız,
sanatın tüm parçalarını birleştiren tiyatro ile diğer sanat dallarından
insanlar ile iletişim hangi boyutta? Kitle örgütleri bir birinden bağımsız ve
birbirinden farklı davranış içinde mi yer alacaklar, yoksa bir çatı altında
organizeli mi duruş sergileyecekler?
Örneğin bir
mimar “ben AKM inşaatında yer alamayacağım, çünkü sizin benden istediğiniz bir
sahne alanı değil, ticari sahne, ben eserimi sanat için yapıyorum, o yüzden
ticari küçük salonlar ve ses ahengi olmayan yeri düzenlemeyeceğim” deme hakkı
için tiyatrocular ile bir iletişimi var mı? Mimarlar odası ile Tiyatrocular
için kurulan sendikalar ve dernekler ile ortak bir zemini var mı?
Bir ressam
ben bilmem kimin oyunu için sahne için bir şey çizmeyeceğim diyebilmesi için tiyatrocular
ile nasıl bir iletişim içinde?
Müzisyenler
ırkçı, faşist, şeriat isteyen birinin eseri için müzik bestelemeyeceğim deme
hakkı için nasıl bir ilişki içinde?
…
Sahne
sadece oyunculara ait bir yer değil, oyuncular sadece sahnenin bir parçasıdır,
olmazsa olmazıdır... Hiç bir dekor olmadan oyun oynanabilir, o dekorun olmaması
bile bir sahne düzenleyicisinin eseridir, oyuncu aynı zamanda sahne
düzenleyicisi, müziğini, ışığını falanı filanını yapabilir, ama bir bütün parça
olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz...
Yeni bir
sezon açılıyor, bu sezonun oyunları sahne alacak...
Özerklik,
direniş, bireyselcilik, profesyonel anlayış ile de yüzleşme günü çattı kapıya
geldi... Bir oyuncu sahneler bizim diyebilir, izleyici diyebilir, dekorcusu, ışıkçısı,
müzik besteleyeni, pazarlayanı, yer göstereni, temizlikçisi, heykel yapanı,
dekor yapanı... “Sahne bizim” diyebilir... Şimdi bu diyebileceklerin
birlikteliği ne boyutta onu merak ediyorum, çünkü yapılan toplantılarda bu
birlikteliği pek göremedim... Sadece oyuncular bir şeyler dediğini duydum da
bir dekorcu örneğin Barış Yurttaş (çok beğendiğim bir dekor ustası) ne dedi? Duymadım...
Şehir
Tiyatrosunun yönetiminde değişimler ve ona karşı tepkiler geçen günlerin
gündeminde yerini aldı. “Karanlığa Karşı Tiyatro” gibi ne anlama geldiğini
bilmediğim sloganlar eşliğinde sokak, sahne eylemleri yapıldı, arkasından “SUSmuyoruz!”
eylemleri devam etti. Kadıköy’de tarihimizde daha önce benzeri görülmeyen bir
performans gerçekleştirildi ve bu performans kimseyi rahatsız etmediği sonucuna
bakarak görebiliyoruz. Tiyatrocuların ve izleyici desteği ile yaptıkları
eylemler yeni dönemin programına ne kadar etki yapmıştır diye baktım, bir
şeyler göremedim, Nazım gitti, Necip geldi!
“Karanlığa Karşı
Tiyatro” sloganı bana baştan beri hiçbir şey anlatmamıştı, çünkü karanlık
kavramı eyleme katılanlar arasında da net biçimde tarif edilmemişti, çünkü eylemlerin içinde ve başında olan liberal
dünya görüşünü savunanlar işlerine geldiğinde AKP iktidarını desteklemişti. Direkt
ya da dolaylı olarak destek verenlerin elbette karanlık kavramı ile muhalif olanların
karanlık tanımları farklı olacaktır. Demek
ki liberal dünya görüşünde olanlar için karanlık başka anlam ifade ediyor…
Bir koltuk
için arkadaşları ile selamı kesen, önemli bir kazanım yapılırken müdürlük
koltuğuna oturan ve kazanımı suya atan, zamana bırakanlar tiyatro lobilerinde
genelde olmuştur… önemli olan düşüncenin hedefine ulaşması değil, kişilerin
bireysel hedefine ulaşması daha öne çıkmıştır, ilkeler genelde kişilerin
hedefinin gerisine düşmüştür.
Geçmişin
hatalarından dersler çıkarılmadan, yeniden mücadele etmek mi önemlidir? İlkeler
nedir, ilkeler için adım atanlar mı öne çıkacaktır, kişisel ününü korumak için,
kişisel çıkarları için her an her türden davranış geliştirebilecek bireyler
karşısında nasıl bir tavır geliştirilecektir? Çünkü ünü için, çıkarı için adım atanlar
var olan birlikteliklerin ve dayanışmaların dağılmasına ve sorunu zamana
yayarak yok olmasına neden olmuşlardır. Tiyatrocuların hedefi nedir? Hedefleri yönünde
hangi mesleki kurumlar ile ilişki içinde ve dayanışma içinde olacaklar? İşveren
konumunda olan devlet ve belediyelerin yönetimin istemleri karşısında nasıl
tavır geliştirecekler? Çünkü Nasreddin Hoca
fıkrasında olduğu gibi parasını veren mi düdüğü çalacak?
Yeni dönem,
eski problemleri üzerinde taşıyarak başlıyor…
Özerklik mücadelesi
bu dönemde maaşını alan ve işini profesyonel olarak yapanların tavırları belirleyecektir.
Özerklik kağıt üzerinde bir leke olarak
mı kalacak, yoksa hayatta karşılığını bulacak mı?
İsmail Cem
Özkan