22 Ocak 2013 Salı

Dar ayakkabıyla yaşamak


Dar ayakkabıyla yaşamak
Bir fabrika, gittikçe küçülen bir iş yeri. İşyerinin patronu fabrikayı kapatmak istemektedir, çünkü işyerinin zarar ettiğini bildirmektedir. Ömürlerini fabrikada geçirmiş bir avuç işçi bu duruma karşı koymaktadır. İşyerlerini savunmaktadırlar. Greve gitmişlerdir ve uzun zaman grev içindeler. İşçiler fabrikalarını ellerinden alacağını korkarak işyerini karmaşık bir ağ ile savunma konumuna getirmiştir.
Ayakkabı fabrikasının son işçileri birbirlerine tutunmak zorundadır, birlikte başarabileceklerdir, bireysel kurtuluş fabrikanın kurtuluşu olmayacağını bilmekteler. Beş işçi fabrikayı işgal etmiş, uzun süredir grevdeler. Son yedi günü açlık grevine başlamışlardır ve sağlıkları iyi değildir. Kamuoyunun artması ile işveren görüşmek onun yerine için aracı bir kurum ile anlaşmış, işçiler ile görüşmeler devam etmektedir.
Aracı kurum yeni bir tv kanalı kurduğunu, o yüzden görüşmelerde aksama olduğunu bildirir ve işçilere bir tv programı önerisi ile gelir. Sesinizi ekranlar aracılığı ile tüm dünyaya duyurun ama bunu bir yarışma “formatı” içinde yapacaksanız der. İşçiler buna evet derler ve fabrika bir tv stüdyosuna dönderilir.
İşçiler birbiri ile yarışmaktalar. Yarışma birlik olanların duygusal ve inanç parçalanmasını getirecektir. Bir tv klasiği olarak sunulan yarışma programı, işçilerin kapalı kalan duygularını da ortaya çıkarmıştır. İşçiler trajedilerini ve dramlarını kamuoyu ile paylaştığını sanar ama oyunun sonunda anlaşılacağı üzere bu bir oyundur. Aslında ne tv vardır ne de yayın. İşçiler birer birer ölür ve oyun bitmiştir.
Karamizah yazarı Duşan Kovaçeviç oyunu kaleme almış, Bilge Emin dilimize kazandırmış. M. Nurallah Tuncer sahneye uyarlamış. Bora Seçkin Steva rolundedir. Steva işyerinin en eski işçisi ve grev gözcüsüdür. Grevi aynı zamanda yönlendirmektedir. Zlata, İsa, Veseli, Rada rollerini sırasıyla; Müge Akyamaç, İbrahim Can, Nihal Alpteki, Yeliz Gerçek canlandırmaktadır. İşveren ve işçiler arasında aracı olarak gelen kurumun temsilcileri Maldiv Bey ve Menejer rollerini ise sırasıyla; Tankut Yıldız ve Bennu Yıldırımlar oynamaktalar.
Oyuncular kendilerine verilen her rolü başarı ile gerçekleştirmiştir. Fakat ses düzeninde aynı şekilde başarı söz konusu değildir. Sahne tu oyun tasarımı ve düzenlemesi için uygun olmuş ama turneye çıkma gibi bir durum olduğunda sahne düzenlenmesi her sahne için ne kadar başarılı bir şekilde uygulanacağını düşünmeden edemedim. Işık ve efektler başarılı gibi tiyatro için olmazsa olmazları başarılı gibi durmuş olsa da sanki bir şeyler eksik gibi geldi, çünkü oyun akışında seyirciyi hep uyanık ve dikkatli bırakacak uyarıcılarda eksiklik hissettim. Konunun dolaylı anlatımı belki buna neden olmuş olabilir, belki de ses düzeninde bir yüksek dijital ses, bir doğal ses arasından gidiş gelişler olmuş olabilir.
İşçilerin hepsinin ölmüş olması ve cennette buluşmaları ile sonlanır oyun. Cennette buluşurlar, çünkü okudukları bir mayıs marşı ve oyunun başından beri işlenen Hıristiyan bakış açısı bu şekilde bakamımıza neden olmaktadır.
Dar ayakkabıyla yaşamak oyunu tiyatro seyri açısından keyifli, güzel bir oyun olarak sahnelerdeki yerini almıştır. Vakti olanların bu yuna gitmesini tasfiye ederim, en azından bir mayıs marşının farklı bir yorumunu dinlemek büyük bir keyif verici durumdur.
Zamanımızı ve işveren - medya ilişkisini karamizah eseri olarak sahnede görmenize olanak sunmaktadır. Medyanın nasıl gerçeği yok ettiğini ve gerçeğin üzerini örttüğü ile karşılaşırsınız. Medyanın rolü ve paranın emrinde her türden hizmet verebileceğini sahne üzerinde oluşturulan karikatür içinde görebilirsiniz.
Oyuna adını veren ayakkabı konusunu kısaca açıklayayım, ayakkabı presleme bölümünde çalışan işçi, iş güvenliği olmadan çalışm aktadır ve orada soluduğu hava onu  tiner çekmiş gibi uyuşturmuştur. Ciğerleri tahrip olmuş, hastalanmıştır. Meslek hastalığı olarak kabul edilecek bir şeydir ve o hastalığı yaratan ortam işverenin sorumluluğu altındadır. İşveren daha çok kar için, işçinin hayatını önemsememiştir. İşçi evine götüreceği ekmek için orada çalışmak zorundadır. Greve başlamadan önce ayağına prese ile ayağını yapıştırmıştır. O ayakkabı ayağındadır ve ayağını sıkmaktadır. Rahat yürüyememektedir.
İsmail Cem Özkan

Dünya; bu ülke topraklarında buluşsun!



Dünya; bu ülke topraklarında buluşsun!

Bir Zamanlar Anadolu'da Ermeniler / Yunanlar (Rumlar) / Yahudiler vardı diyoruz, gerçi çok küçük bir nüfus hala var ama gidenlerin yanında yaşayanların sayısını hiç önemi yok gibidir, çünkü artık yoklar…
Yaşadığımız zaman dilimi içinde kaç kişi bir Ermeni, Yunan (Rum), Yahudi ile tanışabilecek kadar şanslı?
Şanslı olanların geçmiş anılarında yerlerini çoktan almış… Bir de bir arada yaşayanların kapısını halkları birbirine düşman yapan politikaların kirli elleri henüz çalmamış demektir. Şansları devam ediyor, o şanslı insanlar toplumumuzun artık istatistik rakamları içinde yerleri bile yok denecek kadar az...
Şimdilerde aramızda olan ve bir arada yaşadığımız Aleviler ve Kürtler içinde biz zamanlar vardı demek istemiyorum, bir arada yaşamak istiyorum… Hatta gidenlerde bu ülkeye geri dönsün, hiç yolu bu ülke toprağından geçmemişler de gelsin...
Dünya; bu ülke topraklarında buluşsun!
Bütün dinler, diller, renkler bu topraklarda yaşamış olsa; acaba, bu çeşitlilik / zenginlik Anadolumuza ne katacaktır?
Elbette zenginleşeceğiz, dünyaya bakış açımız genişleyecektir. Olduk olmadık durumları inat haline getirip, bir birimizi zorlamayacağız. Bir birimizi anlayacağız, anlamak için mücadele edeceğiz. En önemlisi her ev, her rengi içinde barındıran bir dil, kültür, inanç zenginliği içinde bereket yağacak.
Anadolu tarihi içinde yaşamış Hititliler bunu başarmışlardı, o dönemin iletişim koşulları içinde... Bir kaç tanrılı ülkeyi 100 tanrılı ülke konumuna getirmişlerdi...
Hititlilerin yaratmış olduğu medeniyetin izlerini günlük yaşantımızda görüyoruz … görmekle kalmıyoruz, geliştiriyor, ve büyütüyoruz.
Günlük yaşantımız içinde kullandığımız kelimenin, bir davranış biçiminin kökünü hiç merak etmeden, doğalmış gibi algılıyor ve bilinçaltında kabul ettiğimizi yaşantımız içinde uygulamaya devam ediyoruz. Bugün kaçımız Hititlerin kullandığı bir cümleyi hala kullandığımızı, Anadolu Selçukluların kullandığı devlet yapısını hiç bozmadan kullandığımızı düşünüyoruz. Urartu, İon… kadim devletler, kadim kültürler, kadim sokakların izlerini bugün İstanbul’un sokaklarında yaşadığını, toprağın altından her an çıkacak “kulağı uzun Milas” diye bağıran bir sesin yükseldiğini duyuyoruz. “Kral çıplak, kral çıplaaak!” diyen çocuğun sesini bugün kaçımız duyuyor.
Bugün evlerde masallar anlatılmıyor, masalların yerini global maslalar almış, onların yapılmış çizgi filmlerini çocuklarımıza izletip uyutuyoruz. Onların kitaplarını, onların çizerlerin hayal dünyası içinde çocuklarımıza sunuyoruz, yok oluyoruz, yok ediliyoruz.  
Tek dilli, tek kültürlü, tek markanın tüketildiği bir evrene doğru yol alırken, bizler hala bir arada yaşadığımız kültürlerin hayallerini yok etmemişken, içimizde ki öteki olarak kabul ettiklerimizi düşman görüp yok etmeye çalışıyoruz. Yok ederken yok oluyoruz…
Artık aramızda yaşamayan kültürlerin izlerinin, günlük yaşantımız ve eğlence dünyamız içinde yaşadığının kaçımız farkında? Dinlediğimiz müziklerin, halk oyunlarının kaçı bu ülke topraklarını terk etmişlerin olduğunu biliyoruz?
Bir arada ve her rengin, düşüncenin, dilin yaşadığı bir evrende insanlık geleceği umut içindedir, onların yok olduğu yerde karanlık hüküm sürecektir ve insanlığı yok edecektir. Geleceğimiz için; bütün kültürlerin bir arada yaşadığı, yaşatıldığı bir ülkeyi yaratmak ve yaşatmak elimizdedir.
Bugün, Kürtleri ve Alevileri bir zamanlar diye başlayan cümleler ile sözcük kurmak istemiyorum. Onlar ile birlikte, göçmüş, yok edilmiş kültürleri de buraya davet ederek bir arada yaşamak istiyorum.  
İsmail Cem Özkan