14 Şubat 2013 Perşembe

Karanlık, gölgesini Arnavut kaldırımına bırakmış…


Karanlık, gölgesini Arnavut kaldırımına bırakmış…

Ülkemiz tarihi içinde kırılma noktası olarak 12 Eylül tarihi bir nokta görevi görmeye yaşanan olaylar ile bir kere daha kendisini hissettiriyor. 12 Eylül ülkenin alışkanlıklarının ve hedefinin konumunun değiştiği günlerin başlangıcı olarak da okunabilir. Her bir olay ve ayrıntı sizi bir şekilde 12 Eylül günü yaşanan büyük yarılmanın sessiz çığlığına götürecektir.
Yaşantımız ve tarih okuyucuları bir olayı anlatırken 12 Eylül öncesi ve sonrası diye sözlerini biçimlendirirler. Peki, nedir bu 12 Eylül süreci ki ülkenin duruş noktası değişti?
12 Eylül öncesi sol yapıların gücünü denemek isteyen darbe planlayıcıları bir çok olaya kendilerine hizmet eden sivil güçlerden yararlanmışlardır. Gönüllü ülke bekçiliğine soyunan maceraperest bir güruhu öyle bir şekilde organize etmişlerdi ki, onlar olaylarda en ön saflarda olacak ama eylem kararı ve sonucunu hesaplayamayacak kadar gözleri macera aşkı ile kapalı olacaktı. O güruhun bireyleri bir partinin şemsiyesi altından seçilecek ama o seçilenler kimin emri ile hangi olayların aracısı olduğunu anlayamayacak kadar bilgisiz olarak konumlandırılacaklardı. Onlara düşman ve hedef gösterilecek ve o bireyler düşman gördüklerini ülkenin geleceği için yok edeceklerdi. Onlar kendilerine verilen hedefleri nokta atışları ile yok etmeye giriştiler. Korkuyu ülke saffında hakim kılmak için sivillerin oturduğu kahveler tarandı, düşman olarak görülen kasabalar basıldı, grev yapan işçilere saldırıldı. Doğal olarak onlara karşı da bir direniş kendiliğinden oldu. Direnişi örgütlemeye gerek yoktu, çünkü saldırı karşısında durmak demek, örgütlenmek anlamına geliyordu bir anlamda. Ülke bir iç savaş senaryosu gereği cinayetler arka arkaya işleniyor, katliamlar planlanıyor ve uygulanıyordu. O dönemde planlanan her katliam ve cinayet yerine getirilmiştir. Sokaklar korkunun hakim olduğu, cephelerin oluşturulduğu bir duruma dönüştürüldü. Kim neden kavga ettiğini bilmeden, bulunduğu sokağın siyasi görüşünü benimsediğini sananlar, karşı cephede olanlara karşı öfke duymakta ve öfkesini sokak çatışmalarında açığa vurmaktaydı.
Planlar ve doktrinler bir döneme damgasını vurmuştur. Amerika’da yazılan doktrinler Türkçeye çevrilip el altından halka sunuluyor, o doktrinlerin hedefleri yönünde bireyler bir şeyler yapmaya çalışıyor gözüküyordu. Fakat olayların seyri ve sonucu ülkeyi kurtarmak değil, ülkenin konumunu ve tercihini köklü değişikliğe götüren planlamalara hizmet ediyordu. 12 Eylül işte bu planların hayat bulduğu gündür. 12 Eylüle giden yol, kan ile yazılmıştır, cinayetler, katliamlar bu yolun aracı olmuştur. Cinayetleri işleyenler, işletenler ortada olmasına rağmen, o olayların olması için ortam hazırlayanlar her zaman perdenin arkasından gölgesini bu ülkenin toprağına düşürmüştür.
12 eylül öncesi tetikçi olarak kullanılan MHP kökenli sivil faşistlerin işlevleri 12 Eylül günü bitmiş, yerlerine ikame edecek bireyler oluşana kadar küçük bir azınlık hizmet için görevlerini susurluk kazasına kadar sürdürmüştür. Susurluk kazası ve sonrası gelişen olaylar bu hizmet için tutulan MHP kökenli tetikçilerin devletin karanlık yüzünden tavsiyesi süreci olarak okuyabilirsiniz. Çünkü artık onların hizmetine artık gerek yoktur, yeni bir devlet yapısı oluşturulmuş, o devlet yapısının isminin artık resmi olarak ilan edilmesi kalmıştır. 28 Şubat bu devlet yapısının resmi ilan edilmesine giden önemli bir dönemeçtir ve kaçınılmaz ve beklenen bir noktadır. MHP kökenli gladio ve devletin karanlık yüzünde kalan tetikçilerin yapısal değişim sürecini de işaret etmektedir. Balkanlarda yaşanan iç savaşlar sonucu Türkiye kökenli mücahitlerin savaş alanında pişmesi ve eli silah tutan profesyonellerin oluşmasını sağlamıştır. Devletin karanlık noktasında kalanların ideolojik bağı ve dünyaya bakış açısı değişik bireylerden oluşan boşluğu doldurma sürecidir, çünkü ülkede adı konulmamış kirli savaşta eski geleneksel olarak gelen galdio üyeleri artık kontrol edilemez kara paranın üzerinde kendi yaşamalarını kurgulamaktalar. Satın alınan ama nereye gittiği belli olmayan silahlar, paralar, uyuşturucu ticareti ve kirli savaşta at izi it izine karışmış olduğundan bundan rahatsız duyan perde arkasında duran ama ülke topraklarına gölgelerini bırakanların istediği değişim için olanak yaratılmış ve tetikleyici bir durum ortaya çıkmıştır.
MHP kökenli bireyler bugünde can-ı gönülden görev verilmesini bekliyorlar. Devlet için her şeyi yapmaya hazırlar ama devlet onlara bu görevleri vermiyor, çünkü onların yerine yeni devlet yapısına uygun yeni ideolojiye uygun bireyleri çoktan ikame etmiştir.
Balkanlarda deneyim kazanan mücahitler, Afganistan, Pakistan, Yemen, Somali, Filistin… çatışmanın olduğu her yerde Türk kökenli mücahitler olması şaşırtıcı değildir. Amerika’nın arananlar listesinde Türk kökenli mücahitlerin isimlerinin geçmesi tesadüfi değildir, çünkü Türk ırkı adına dünyanın her yerinde savaşmaya aday olanların yerini, dünyanın her yerinde İslam adına savaşan mücahitler almıştır. Bugün Türk ırkı adına Türki cumhuriyetlerde ırk temelinde görüşü olanlar yoktur, onların yerine mücahitler almıştır.
Suriye savaşında ne kadar Türkiye kökenli mücahidin savaştığını kimse bilemez, elbette oraya gönderen ve barikatında bulunduranların dışında. Bir gün elbette orada iç savaş bir şekilde bitecek ve o savaşta tecrübe kazananlar ülkemize geri döneceklerdir. Savaştan dönenlerin elbette yeni bir yaşam kültürü ve duruşu olacaktır. Onları ülke içinde bir şekilde birileri istihdam edecektir, çünkü başı boş dolanmalarına izin verilmeyecek, çünkü bu konuda devlet tecrübelidir.
Savaşta düşman ve düşmanı yok etme üzerine eğitilen ve elleri kanlı olan bireylerin barış zamanında ellerini başka şekilde ve olayların içinde yıkamaya devam edeceklerdir. Devlet karanlık dünyada hareket eden her şeyi kontrol altında bulundurmak zorundadır, aksi halde kendi sonu anlama geleceğini bildiği için ona uygun önlemler almıştır diye düşünüyorum. Çünkü sistem kendisini yok edebilecek kendi evladını yemek zorundadır.
12 eylül sonrası karanlık noktalarda bulunanlar artık başkalarıdır, eskiden karanlık noktalarda bulunanlar ve devamcıları her ne kadar o karanlık noktada olmak isteseler de onlara o görevler şimdilik kaydı ile verilmemektedir. Gönüllü olanlar kirli savaşta ölen askerlerin cenazelerinde örgütlenmiş olsalar da devlet için risk oluşturmamaktalar. Fakat bu demek değildir ki, o gruplar içinden bireyler nokta cinayetlerde failleri yakalanacak şekilde kullanılmayacaklar? Dink cinayeti bu duruma örnek olarak önümüzde durmaktadır.
Çok karmaşık bir süreçte, roller ve ilişkiler sağ kesim içinde dağıtılırken, devletin karanlık noktasında kalanların konumları 12 Eylül ile birlikte ülkenin konumu gibi değişmiştir.
Açılan toplu davalar, uzun gözaltları 12 Eylül döneminde sağ sol ayrımı yapılmadan her kesime uygulanıyormuş gibi gösterildi. Aslında orada devlet yeni rolleri dağıtmaktaydı. Bu yeni dönemde rol alamayacakları aynı hücrede barıştırmak amacı için Türkiyem Türkiyem şarkısı dinletilirken, bir kesim bugün iktidarda olan anlayış kollanmış, güçlendirilmiş, ekonomik ve siyasi olarak yeniden yapılandırılmıştır.
Yeniden yapılandırılan süreçte, kollananlar bugün devletin her kademesinde kendilerine yer bulmuşlar ve rollerini en iyi şekilde oynamaya devam ediyorlar. Çatışmalar, cepheler artık sağ sol değil, başka konularda erk sahibi tarafından yaratılmakta ve yönlendirilmektedir. Bugün iktidar olanların yedek destekçileri arasında 12 Eylül öncesinde sağ ve sol kesimi temsil eden bireylerin yer alması tesadüfi değildir. Sağ ve sol kesim liberal dünya görüşü altında aynı kulvarda buluşturulmuş, erk sahibinin yan cebinde gerektiğinde kullanıma hazır kartlar olarak konumlandırılmıştır.
Yaşadığımız döneme dışarıdan bakan biri için çok karmaşık bir fotoğraf ile karşılaşırlar. 12 Eylül öncesi gazetelerinden solcuların adresini yayınlayan solcu olarak görünen bir grubun o dönemli merkez komite üyeleri bugün karşı karşıyaymış gibi konumlandıklarına şahitlik edebilirisiniz. Aslında onların konumu pek değişmedi, erk sahibinin ihtiyacına cevap verecek şekilde iki ayrı parçada örgütlendiler. Her iki tarafta devlet için çalışmaktadır. Birisi bir davadan içeride olması, öteki arkadaşları onları içeriye atan gazetede köşe yazıları yazması, yurtdışından muhalif ama erk sahibine biat edebilecekleri getirmesi tesadüfi değildir. Her şey devlet içindir. Onlar devlete hizmet etmekteler, fakat devlet anlayışları farklılaşmıştır. Erk sahibini devlet olarak gören ile devleti karanlık noktalarda örgütlü olarak gören arasında ki farktır! Bugün her iki tarafta devlet için çalıştığını ve devletin bekası için mücadele ettiklerini söylerler. Sonuçta 12 Eylül öncesi konumlarını korumaktalar. Bugün solcuların adreslerini gazetelerde yayınlamıyorlar, çünkü tehdit konumunda görmedikleri içindir. Eğer sol güçlü olmuş olsaydı, bu iki tarafın düşman kategorisi içinde sol doğal konumunda olacaktı.
12 Eylül kırılmasına ülkenin karanlık noktasına ışık tutarak baktığımda gözüme çarpanları kısaca değerlendirmeye çalıştım. Tarih elbette bu yaşananları bir şekilde not ediyordur ama tarih için not bırakanların duruş noktaları yaşanan gerçekleri olduğundan farklı göstermekte ve farklı sonuçlara götürebilmektedir. Günümüzde notlar dijital ortamda alınmaktadır ve dijital ortama aktarılan notlar bir virüs saldırısı ile yok edilip, yeniden yazılabilir, kurgulanabilir. Çünkü yeni teknoloji bireysel belleğimizin anımsama sürecini kısaltmıştır. Unutmakta ve kısa sürede yaşadığımız ana uyum sağlamaktayız. Yeni teknoloji ürünlerin peşinden koşarken, neler yaşadığımızı ve çevremizde olanları kaçırmaktayız.
Son söz olarak, yaşadığımız süreç, ülkemizin topraklarına gölgesini bırakanlar tarafından planlı bir şekilde uygulandı ve gelecek projelerini hayata geçiriyorlar. Bizler ülkenin geleceği konusunda iç dinamikler olarak bizler yetersiz ve güçsüz kalmaktayız ve sadece değişimlere uyum sağlamak ve kendimizi korumak için daha da küçülen cemaatlerin içinde yaşamaya zorlanıyoruz. Ülke kurulduğu günden beri dış dinamiklerin etkisi ile değişmekte ve yeni rollerini seçtikleri bireylere uygulatmaktalar. Bizler, ülkemizin geleceği için bir iç dinamik oluşturamadığımız için, sadece ezilen ve seyreden konumda küçük dünyamızda homurdanmaya devam ediyoruz.
Karanlık, gölgesini Arnavut kaldırımına bırakmış, bizler o gölgeyi dahi görecek konumda değiliz. Gittikçe küçülen ve yok olan, küçük çıkarları için geçmişin değerlerini maddi güce döndürmeye çalışan tüketici bireyler olduk, o tüketici bireylerin boş boş gezdiği İstiklal caddesinde bulunan isimsizlerdeniz.

İsmail Cem Özkan